Lübnan’daki Hizbullah ile Yemen ve Irak’taki müttefiği olan milis güçler gibi bölgesel vekilleri aracılığıyla İran, Ortadoğu bölgesindeki jeopolitik nüfuzunu genişletti.
Fakat bugün, varlık gösterdikleri bölgelerde söz konusu vekillerin çoğu bir nevi halk “yargılaması” ile karşı karşıya bulunuyor.
İran içerisinde baş gösteren ve yaygın yolsuzluğun ve kötü ekonomik durumun beslediği şiddetli çalkantılara son vermek için mücadele eden Tahran rejimi açısından bu bölgelerdeki protestolar, daha kötü bir zamanda yaşanamazdı.
Bu üç ülkedeki halk hareketleri, göstericilerin zihinlerinde, yerel ve yabancı tarafların bağlantılı olduğu dikkat çekici ortak paydaları ortaya çıkardı.
Her ne kadar İran, devrimine “Mustazafların devrimi” adını verse de rejimin bölgesel emellerinin, söz konusu ülkelerde yoksulların ve işçi sınıfının daha da yoksullaşmasına neden olduğunu meydana çıkardı.
Bütün bunlar, İran İslam Cumhuriyeti’nin, bölgesel konumu için zorlu bir hesap verme anı ile karşı karşıya olduğu konusunda bir uyarıdır.
Özellikle Lübnan’da bazı İran borazancıları, Suriye’de yaşananların, bir Arap Baharı bekleyenler için ders olması gerektiğini ima etmeye çalışıyorlar. Sistematik çöküş sırasında açılım ve reformun yanısıra şiddet ve iç savaşın da olası olduğuna işaret ediyorlar.
Hatta rejimin şu anda çökmesi halinde her şeylerini kaybedecek geniş ekonomik çıkar sahipleri ve silahlı yarı askeri grupların varlığı göz önüne alındığında çok daha kötüsünün yaşanmasının mümkün olduğunu üstü kapalı bir şekilde belirtiyorlar.
İran’da, hükümetin benzin sübvansiyonlarını azaltma kararının ardından şehirlerin birçoğunda protesto hareketleri patlak verdi.
Halkın şiddetli tepkisine, hükümet daha kanlı bir tepkiyle karşılık verdi. İnsanların gözünü daha çok korkutmak için devlet televizyonu, güvenlik güçlerinin göstericileri öldürdüğünü itiraf etti.
En şiddetli protesto gösterileri ise, devlet ile arasında uzun bir çatışma tarihi bulunan Arapların vatanı Huzistan’da yaşandı.
Bu da, mevcut ekonomik huzursuzlukların nasıl İran içinde ve daha geniş çaplı olarak bölgede mezhep temelli bölünmeleri büyütmekle tehdit ettiğini açıklıyor.
Bahsi geçen tehlikeler, Huzistan Arapları ile sınırlı değil. Kürtler ile Azerileri ve belki de en çok da güneydeki Belucileri kapsıyor.
Bütün bu etnik grupların, İran sınırının diğer tarafında, aktif olan ve geçmişte isyan etmiş kardeşleri bulunuyor.
İran hükümeti, halkına sopa ile gerekli cezayı verdikten sonra, nüfusun yüzde 70’ni hedef alan ve hemen devreye sokulan doğrudan yardımlar ile onu havuçla ödüllendirdi.
Böylece hükümet, sistemin temel dayanaklarını (yoksullar) desteklemiş oldu. İran rejiminin kullandığı “sopa ve havuç” metodu şu ana kadar gösterileri bastırmakta başarılı oldu. Ancak, İran ekonomisi en sert baskılara maruz kalmaya devam ettikçe bu sükunet ve dinginlik yavaş yavaş kaybolacaktır.
Irak ise hala ekmek ve yolsuzluğa karşı öfkenin beslediği geniş çaplı şiddetli protesto dalgasına tanık oluyor.
ABD işgali sonrasından günümüze kadar iktidar ve yönetime sabreden Iraklılar sonunda ayaklandılar.
Bugün protestocular, mevcut rejimi, üst düzey makam ve mevkileri mezhepçi kota sistemine göre dağıtarak Irak halkının hesabına dini liderlerin ve yarı askeri grupların zenginleşmesini sağlamakla suçluyorlar.
Irak, Şiilerin çoğunluğu oluşturduğu bir ülke. Bu da, en çok Irak politikasını kontrolü altına alan, Irak topraklarında askeri birliklerini ve füze sistemlerini konuşlandıran, üye sayısı yüz binleri geçen Haşdi Şabi gruplarını teşkil eden İran rejiminin işine yarıyor.
Kurmuş olduğu Haşdi Şabi, Irak ordusuna paralel bir güç oluşturuyor. Kendisine bağlı olmasına rağmen üyelerinin maaşları, Irak devleti tarafından ödeniyor.
Resmi rütbeleri devlet tarafından veriliyor. Irak ordusuna entegre edilememesi ise, Irak devlet kurumlarının zayıflığını kanıtlıyor. Dediğimiz gibi Haşdi Şabi, görünürde Iraklı komutanların liderliği altında olsa da İran’ın onun üzerinde büyük bir etkisi var.
Peki, ne kadar etkili?
Muhalif bir Iraklı kaynak, bunun sadece Bağdat ile Tahran arasında tehlikeli bir stratejik anlaşmazlık çıkması durumunda ortaya çıkacağını belirtiyor.
Kızgın Iraklılar, İran’ın Irak üzerindeki etkisinin haddinden fazla olduğunu ve ülkeye zarar verdiğini düşünüyorlar.
Nitekim protestocular, bu öfkelerini göstermek için Şii türbelerin bulunduğu Irak’ın güneyindeki şehirlerde İran konsolosluklarını yaktılar.
Irak’taki protesto hareketi, güvenlik güçleri ve yarı askeri güçlerin (Haşdi Şabi) şiddetli müdahalelerine maruz kaldı.
Ölü sayısı, 400’ü geçmesine karşın durmadı. 29 Kasım’da, Başbakan Adil Abdulmehdi’nin “yeni bir hükümet kurulur kurulmaz” görevini bırakacağını açıklaması ile de önemli bir başarı elde etti. Ancak, bu açıklama bir kandırmacaya da benziyor. Çünkü Abdulmehdi’nin seçilmesi ve hükümetini kurması yaklaşık yarım yıl sürmüştü.
Dolayısıyla onun yerine seçilecek isim de hükümeti kurana kadar, ayrıcalıklarından taviz vermek istemeyen öncü siyasi partiler ile uzun ve son derece zor bir müzakare süreci yürütmek zorunda olacak. Yani bu süreç tamamlanana kadar Abdulmehdi hükümeti görevini sürdürecek.
Kısacası, iç savaş uzak bir olasılık değil. Öte yandan, Irak’ta sistematik değişimin uzak bir hedef olmasına ve yakın vadede yaşanabileceklere rağmen İran’ın jeopolitik konumu, protesto hareketinin başlamasından bu yana önemli ölçüde aşındı diyebiliriz.
İran’ın vekilleri çok sayıda insanı öldürebilir. Ancak yine de İran’ı yıkacak darbe, Irak’ın içinden gelecek.
Lübnan’da ise halk, sağduyulu ve akıllı yönetişim yerine kurulmuş olan mezhep temelli, kota sistemine ve adam kayırmacılığa dayanan rejimi sona erdimek istiyor.
Irak’ta olduğu gibi burada da herhangi bir kapsamlı reform İran’ın kaybetmesi anlamına geliyor. Çünkü reform, en önemli ve en çok güvendiği vekili olan Hizbullah’a zarar verecektir.
Hizbullah’ın, Lübnan’da İran’a bağlı yarı askeri bir birlik ve siyasi parti olarak uzun bir tarihi var.
Bununla birlikte, Hizbullah’ın Suriye sahnesine müdahil olması, bazı göstericileri hatta pek çok Şiiyi, Lübnan ulusal projesine bağlılığını sorgulamaya itti.
Lübnan’da patlak veren devrim, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın, Lübnanlıları tehdit edip hükümetin devrilmeyeceği, Hristiyan-Şii uzlaşısı döneminin sona ermeyeceği ve reformların gerçekleşmeyeceğini söylemesine rağmen hükümeti devirmeyi başardı.
Bunun üzerine Hizbullah, devrime bir darbe indirmek ve eski mezhepçi kota sistemini desteklemek için destekçilerini ve birliklerini seferber etti. Fakat, bu planı utanç verici bir biçimde geri tepti.
Devrim devam etti. Devrimciler Başbakanlık için önerdiği ikinci ismi de reddetti. Bunun yanısıra devrimin barışçıllığı da Hizbullah’ın destekçilerinin ve birliklerinin ne tür haydutlar olduklarını ortaya çıkardı.
Hizbullah, kendisine yakın isimlerle devrimin kendisine yönelik bir komplo olduğunu dillendiriyor.
Gelecekte kendi güçleri ile Lübnan ordusu birlikleri arasında çatışmalar yaşanmasına yol açabileceği tehdidini savuruyor. Eğer bu gerçekleşirse, kuşkusuz Hizbullah hayatının hatasını yapmış olur.
Bu üç ülkede yaşanan halk hareketleri arasındaki ortak payda aşikardır. Bu halk hareketlerinden her biri, daha adil ve şeffaf, yozlaşmamış bir siyasi ve ekonomik sistem için mücadele ediyor.
İran rejiminin bölgesel emellerine karşı çıkıyor. Demokrasinin bir bedeli vardır.
Bu ülkelerde bedeli, diğer ülkelere göre çok daha ağır olabilir. Çünkü bu ülkelerde demokrasinin gerçekleşmesi, İran’ın uzun vadeli dış politik hedeflerine öldürücü bir darbe vuracaktır.
Bu yüzden İran, yakın vadede sürekli olarak şiddeti, karmaşayı ve istikrarsızlığı dayatmaya çalışacaktır.
Göstericiler, yozlaşmış mezhepçi sistemlerin reforme edilmesini talep ederek kendilerine yüksek bir çıta belirlediler. Bu hedef, protestoları beklenenden daha fazla canlandıracaktır.
Zayıf ve köhnemiş devlet kurumları ve silahla desteklenmiş yarı askeri güçler karışımı, yıllara uzanan kötü ekonomi yönetimi (örneğin Lübnan’ın borçlarının artmasına neden olan gibi), bütün bunlar protestocuların, sebat etmeleri, devam etmeleri ve geri adım atmamaları gerektiğini gösteriyor.
Lübnan’ın ve Irak’ın ayaklandığına gerçekten inanmak gerekiyor. Aynı şekilde İran’ın da ayaklandığına gerçekten inanmak gerekiyor.
Bu ülkelerin halkları, anavatanlarının ikinci doğuşunu kutlayacaklar.
Bu kesinlikle gerçekleşecek. Zira ejderha ömrünün sonuna yaklaşıyor.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Independent Türkçe için çeviren: Beyan İshakoğlu
© The Independentturkish