14 Şubat'tan hazzetmeyenlere: Aşka tövbe ettiren 14 film

Bu sene Sevgililer Günü'nde, romantik ilişkileri klişelerden arındırarak ele alan ve "kusursuz aşk" fikrini sorgulatan filmlere bakıyoruz

Guardian, Aşk ve Küller'le ilgili incelemesinde "bir evliliğin kasvetli ve acılı bir portresi" ifadesini kullanmıştı (The Weinstein Company)
 

14 Şubat 2025... Bazıları için sıradan bir cuma günü, bazıları ve aslında çok daha fazlası için kaçınılmaz bir klişe, Sevgililer Günü

Uslanmaz romantikler aşklarını kırmızı güller ve cafcaflı hediyeler eşliğinde haykırmak için yanıp tutuşurken, alaycı bir hoşnutsuzluktan başka bir şey hissetmeyenler de var.

Bu abartılı aşk gösterisinden hoşlanmamak sadece bekarlara, sevgilisinden ayrılanlara ya da yakın zamanda reddedilenlere özgü değil. Mutlu ve sağlıklı bir ilişki içinde olanlar da pekala bu şovmenlikten hazzetmeyerek göz deviriyor olabilir. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Sebebinin pek de önemi yok. Eğer siz de bugün restoranları, sinemaları ya da en basitinden sokakları dolduran çiftlerin arasına karışmak istemiyorsanız, kaçış yolu 7. sanat olabilir. Merak etmeyin, aşağıda sıraladığımız filmlerin hiçbirinde "Sonsuza dek mutlu yaşadılar" klişesinin esamesi okunmuyor. Tam tersi, bu filmler aşkı alışılmışın dışında biçimlerde ele alıyor. Listemizden seçimini yapın ve ister bugün ister her daim romantizmden uzaklaşıp aşka tövbe etmeye hazırlanın...


Aşkın (500) Günü (500 Days of Summer)

500 Days of Summer
Marc Webb'in yönettiği 2009 yapımı Aşkın 500 Günü, izleyicinin taraf tutma eğilimini sürekli değiştirir (Searchlight Pictures)


Bu bir aşk hikayesi değil, aşk hakkında bir hikaye.

Aşkın (500) Günü, bu sözlerle başlarken bize aşağı yukarı neyle karşılaşacağımızın sinyalini veriyordu aslında. Ve bu filmi izleyen hiç kimse, The Smiths klasiği There Is a Light That Never Goes Out'u bir daha aynı kafayla dinleyemedi.

Film, aşkın lineer bir anlatı olmadığını ve ilişkilerin çoğunun mutlu sonla bitmediğini hatırlatarak, izleyicisini klasik romantik komedi kalıplarının dışına çıkarıyor.

Joseph Gordon-Levitt'in canlandırdığı Tom'un perspektifinden anlatılan hikaye, aşkın idealize edilmiş haliyle gerçeği arasındaki farkı gözler önüne sererken, biz de kendimizi ilişkilerimizi sorgularken buluyoruz.

Zooey Deschanel'in mavi gözlerinde boğulmamıza neden olan Summer karakteri, "ruh eşi" kavramına romantik olmayan bir bakış açısı kazandırıyor. 

Filmin doğrusal olmayan anlatım yapısı, ilişkilerin iniş çıkışlarını vurgulayarak, izleyiciyi Tom'un hafızasında bir yolculuğa çıkarıp aşkın subjektif doğasını çarpıcı şekilde yansıtıyor.

Filmin sonunda aşkın kaçınılmaz bir hayal kırıklığı ve öğrenme süreci olduğunu koşulsuz kabul ederken, Tom'un hikayesi aracılığıyla yeni başlangıçların mümkün olduğunu da hatırlıyoruz.

Bu içten ve gerçekçi modern aşk hikayesinden sonra bize dayatılan "kusursuz aşk" fikrinin saçmalık olduğundan da artık eminiz. Teşekkürler Summer...


Aşk Zamanı (Fa Yeung Nin Wa)

in the mood for love

Altın Palmiye adayı Aşk Zamanı, izleyicisini hem büyüleyici hem de kalp kırıcı bir duygusal yolculuğa çıkarıyor (Block 2 Pictures)


Aşk Zamanı, aşkın bazen dile getirilmeyen bastırılmış duygular ve kaçırılmış fırsatlar üzerinden şekillenen bir deneyim olabileceğini, izleyiciye derin bir melankoliyle hissettiriyor.

Wong Kar-wai'ın ustalıkla yönettiği film, ihtişamlı görüntüleri ve atmosferik sinematografisiyle aşkın yoğun ama kırılgan doğasını zarif bir şekilde yansıtıyor.

Tony Leung ve Maggie Cheung'ın performansları, iki yalnız ruhun birbirine duyduğu çekimi incelikle işleyerek, suskunlukların kelimelerden daha fazla şey anlatabileceğini gösteriyor.

Film, aşkı bir sahiplenme duygusundan ziyade, zamanın ve koşulların sınırlandırdığı bir özlem olarak ele alarak izleyicide derin bir hüzün bırakıyor.

Karakterlerin yaşadığı yasak ve imkansız aşk, Shigeru Umebayashi'nin tüyleri diken diken eden parçası Yumeji's Theme, dar koridorlar, loş ışıklar ve yinelenen karşılaşmalarla aşkın zamanla nasıl bir takıntı ve pişmanlığa dönüşebileceğini görüyoruz.


Aşıklar Şehri (La La Land)

La La Land

Ryan Gosling ve Emma Stone'un başrolleri paylaştığı Aşıklar Şehri, hayallerle aşkın bir arada var olup olamayacağını sorgularken, yeri gelince en sevdiğimiz şeylerden nasıl bir çırpıda vazgeçtiğimizi gösteriyor (Lionsgate Films)


Aşıklar Şehri, aşkın büyüleyici ama fedakarlık gerektiren bir yolculuk olduğunu izleyicisine fena halde hissettirmesiyle hafızaya kazınıyor. 

Mia ve Sebastian'ın hikayesi, önceliklerin vazgeçişleri beraberinde getirdiğini ve birbirini severken yolların nasıl ayrılabildiğini gözler önüne seriyor. 

Damien Chazelle'in müzikal yapıya ne kadar önem verdiğine Whiplash'ten aşinayız. Burada da hem yönetimi hem de filmin müzikal yapısıyla, aşkın coşkusu ve hüznünü aynı anda hissettiren bir atmosfer yaratıyor Chazelle.

Özetle Aşıklar Şehri, final sahnesiyla kalplerimizi paramparça ederken, izleyiciye alternatif bir gerçeklik sunarak "Ya farklı olsaydı?" sorusunu da sorduruyor. Hayatın her zaman istediğimiz gibi gitmeyeceğini ve seçimlerimizin bizi sonsuza dek değiştireceğini vurgulayan film, Justin Hurwitz'in müzikleriyle izleyicisine yumuşak da olsa bir tokat indiriyor.


Hayallerin Peşinde (Revolutionary Road)

Hayallerin Peşinde

İnsanı gerçek mutluluğun doğasını sorgulamaya iten Hayallerin Peşinde, izleyiciyi rahatsız edici bir iç hesaplaşmaya sürüklüyor (Paramount Pictures)


Hayallerin Peşinde, aşkın ve evliliğin idealize edilmiş romantik hayallerden çok daha karmaşık ve yıpratıcı olduğunu, izleyicisine sert bir şekilde hissettiriyor.

Frank ve April Wheeler'ın hikayesi, çiftlerin zamanla birbirine yabancılaşabileceğini gösterirken, bireysel hayallerin ve toplumsal beklentilerin ilişkilere nasıl zarar verebileceğini de gözler önüne seriyor.

Sam Mendes'in usta işi yönetimiyle Leonardo DiCaprio ve Kate Winslet'ın etkileyici performansları, aşkın tutkulu bir bağ olmaktan çıkıp bir mücadeleye dönüşmesini içtenlikle yansıtıyor.

Aşkın sadece romantik bir düşten ibaret olmadığını bir kez daha yüzümüze vuran film hayal kırıklıkları, ağır sorumluluklar ve fedakarlıklar altında nasıl ezildiğimizi de bir güzel anımsatıyor.


Daha Yaklaş (Closer)

Closer

Mike Nichols'ın 2004 yapımı Daha Yaklaş'ta Natalie Portman gizemli striptizci Alice'i, Clive Owen da dermatolog Larry Gray'yi oynuyor (Sony Pictures Releasing)


Damien Rice'ın 2002 tarihli nefis parçası The Blower's Daughter'la açılan Daha Yaklaş, daha en başından izleyicisine olacakların sinyalini veriyor. 

Aşkın romantik bir masal olmaktan çok dürüstlük, ihanet ve arzunun iç içe geçtiği karmaşık bir oyun olduğunu hissettiren Daha Yaklaş'taki karakterler, birbirlerini severken aynı zamanda yalan söyleyerek, aldatıp inciterek aşkın doğasına dair çarpıcı bir gerçeklik sunuyor.

Güç savaşları, manipülasyon ve egoların ilişkileri nasıl şekillendirdiğini gözler önüne seren film, insanların ikiyüzlülüğünü sorgulatırken "toksik" kelimesinin sözlük anlamını da görüntülü olarak anlatıyor.

Modern ilişkilerin acımasız doğasını yansıtan film, aşkın bazen (en iyisi biz ona çoğu zaman diyelim) bencilce yaşandığını ve sevmenin her zaman (en iyisi biz buna da çoğu zaman diyelim) sevilmek anlamına gelmediğini çarpıcı bir şekilde gösteriyor.

Aşkın en saf halini ararken kaybolan insanların hikayesini anlatan drama, izleyicisini şu rahatsız edici gerçekle yüzleştiriyor: Aşk, her zaman mutlu bitmeyebilir ve çoğu zaman geride yalnızca yıkıntılar bırakır. 


Marriage Story

Marriage Story

Adam Driver'ın En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar'a aday gösterildiği Marriage Story, bir ilişkinin sonlanma sürecini işlerken, aşkın bitip bitmediğini değil, nasıl bir dönüşüm geçirdiğini sorguluyor (Netflix)


Noah Baumbach'ın Oscar adayı duygu seli Marriage Story, bir evliliğin çöküşünü anlatırken izleyiciyi aşk, kayıp ve bireysel kimlik üzerine kafa yormaya zorluyor. Baumbach'ın gerçekçi ve incelikli anlatımı, boşanmanın hukuki bir süreçten çok duygusal bir savaş olduğunu sapına kadar hissettiriyor. Scarlett Johansson ve Adam Driver'ın çarpıcı performansları sayesinde iki tutkulu karakterin öfkesi, pişmanlığı ve özlemi seyirciye doğrudan geçiyor. 

İnkar edilemez şekilde içinize işleyen film, taraf tutmadan her iki karakterin de haklı ve haksız yanlarını ortaya koyarak izleyiciyi empatiyle düşünmeye zorluyor. Filmde sadece bir ilişkinin sonunu değil, sevginin zamanla nasıl evrildiğini de görüyoruz. Yıpranmış ilişkilerinin yarattığı acıyı derinlemesine hissettiren film, korkularınızı tetikleyerek kendinizi evlilikten soğutmak için birebir... 


Kramer Kramer'e Karşı (Kramer vs. Kramer)

Kraver vs Kramer

Dustin Hoffman ve Meryl Streep'in performanslarıyla Oscar'a layık görüldüğü Kramer Kramer'e Karşı'nın yönetmenliğini Robert Benton üstlenmişti (Columbia Pictures)


Buyrun size evliliğe küstürecek bir film daha... Kramer Kramer'e Karşı, aşkın sadece romantik bir bağdan ibaret olmadığını, ebeveynlik ve sorumlulukla da şekillendiğini gözler önüne seriyor.

Film, boşanma sonrası bir babanın oğluyla kurduğu ilişkiye odaklanarak, izleyiciye sevginin fedakarlık ve büyüme gerektirdiğini gösteriyor. Ted ve Joanna arasındaki çatışma, evliliklerin sadece sevgiyle ayakta kalamayabileceğini ve bireysel mutluluğun da önemli olduğunu vurguluyor.

Hikaye boyunca Ted'in dönüşümü, aşkın bazen kendi kimliğimizi kaybetmeden yaşanması gerektiğini anlatıyor. Joanna'nın ayrılıktan sonra kendi kimliğini yeniden bulma süreciyse aşk ve bireysellik arasındaki dengeyi sorgulatıyor.

Aşkın sona ermesinin tamamen bir başarısızlık olmadığını hatırlatan film, bazen ayrılığın her iki taraf için de büyüme ve olgunlaşma anlamına gelebileceğini de hissettiriyor. 
 

Kayıp Kız (Gone Girl)

Gone Girl

Kayıp Kız aşkın, medya manipülasyonu aracılığıyla ne kadar çarpıtılabileceğini de eleştirerek, gerçeklikle algı arasındaki ince çizgiyi vurguluyor (20th Century Studios)


Modern ilişkilerin karanlık yüzünü ve aşkın ne denli tehlikeli olabileceğini gözler önüne seren Kayıp Kız, evlilik kavramını romantik bir ideal olmaktan çıkarıp manipülasyon, güç savaşı ve medya algısı ekseninde şekillenen toksik bir mücadeleye dönüştürüyor. 

Amy ve Nick'in ilişkisi, aşkın yalnızca sevgi ve bağlılıktan değil, kontrol, intikam ve toplumsal beklentilerle şekillendiğini de gösteriyor. 

İnsanı iliklerine kadar germeyi kendine görev edinen David Fincher'ın soğuk ve keskin anlatımı, ilişkilerdeki dürüstlük ve güven kavramlarını sorgulatırken, bireylerin kendilerini nasıl birer kurbana ya da canavara dönüştürebileceğini gözler önüne seriyor.

Amy'nin zekice kurgulanmış planı, kadınların toplumda nasıl belli kalıplara sokulmaya çalışıldığını ve bunların istendiğinde birer silaha dönüştürülebileceğini gösteriyor. 

Kayıp Kız, aşkın masumiyetini sorgulattığı izleyicisini, ilişkilerdeki güç dinamiklerini derinlemesine düşünmeye iterken, güven problemi olanların içine kuşku tohumları ekmeyi de ihmal etmiyor. 


Aşk ve Küller (Blue Valentine)

Blue Valantine
Ryan Gosling ve Michelle Williams, yönetmen koltuğunda Derek Cianfrance'in oturduğu Aşk ve Küller'deki performanslarıyla Altın Küre adaylıkları almıştı (The Weinstein Company)


Aşk ve Küller, aşkın sadece büyüleyici başlangıç anlarından değil, aynı zamanda kaçınılmaz çöküşlerinden de oluştuğunu göstererek, izleyicisini romantik ilişkilerin acımasız gerçekliğiyle yüzleştiriyor.

Film, geçmiş ve şimdiki zaman arasında gidip gelen anlatımıyla, Dean ve Cindy arasındaki aşkın nasıl doğduğunu ve zamanla nasıl aşındığını ustalıkla gözler önüne seriyor.

İkilinin doğal oyunculukları ve filmin belgeselvari çekim tarzı, izleyiciyi karakterlerin hayatlarına adeta birer tanık gibi dahil ederek, ilişkinin evrelerini rahatsız edici bir samimiyetle hissettiriyor.

Aşk ve Küller'de aşkın zamanla nasıl değiştiğini ve bazen kurtarılamaz hale geldiğini görürken yine kendi ilişkilerimiz üzerine derin düşüncelere dalıyoruz. 

Cindy ve Dean'in çatışmaları, aşkın sadece tutkulu anlardan ibaret olmadığını, sorumluluklar, fedakarlıklar ve karşılanamayan beklentilerle şekillendiğini gözler önüne seriyor. Böylece hep beraber, Cindy ve Dean'le birlikte kaçınılmaz sona doğru sürükleniyoruz. Aşk ve Küller'in muhteşem soundtrack'i de bize eşlik ediyor.


Sil Baştan (Eternal Sunshine of the Spotless Mind)

Sil Baştan

Ayrılık acısının insanı şekillendiren bir parça olduğunu hatırlatan Sil Baştan, aşkta mantık aramanın nafile olduğunu gözler önüne seriyor (Focus Features) 


21. yüzyıl için yazılmış yürek burkan aşk hikayesi Sil Baştan, yönetmen Michel Gondry'nin dokunuşuyla unutulmaz arasına girdi.

Başrollerini Jim Carrey ve Kate Winslet'ın paylaştığı film, bir zamanlar tutkulu bir aşk yaşayan Clementine ve Joel'un, birbirlerini unutabilmek için hafızalarını sildirme kararlarını konu alıyor. Bir ayrılığın ardından anılarımızı ve aşkı nasıl koruyabileceğimizi sorgulayan Sil Baştan nostalji, pişmanlık ve melankoli temelleri üzerine inşa edilmiş bir hikaye sunuyor.

Gondry'nin rüya gibi anlatımı, izleyiciyi gerçeklik ve hafıza arasında bir labirente sürüklerken, bu modern sinema harikası da hafızamızın bize oynadığı tatlı oyunları sorgulatıyor. Beck'in Everybody's Got to Learn Sometime yorumu ve Jim Carrey'nin meşhur sahnesiyle gözleriniz dolmazsa kalbinizin taş kestiğinden şüphe ederiz, ona göre... 


Kapan (Get Out)

Get Out
Kapan, Chris ve Rose'un ilişkisi üzerinden güven, samimiyet ve güç dengelerinin nasıl manipüle edilebileceğini göstererek, aşkın bazen bir illüzyon olabileceğini gözler önüne seriyor (Universal Pictures)​​​​​​​


Aşka küsmek isterseniz Jordan Peele'in psikolojik gerilimi Kapan, epey iyi bir bahane. Film, kız arkadaşı Rose'un ailesiyle ilk kez tanışan Chris'in kendini içinde bulduğu korkunç durumu anlatıyor. Siyah bir adam olarak Chris, Rose'un beyaz ailesinin kendisine düşmanca davranabileceğinden endişe ediyor. Önceleri ortam biraz tuhaf da olsa endişelenecek bir durum yok gibi görünüyor. Ancak Chris, sevdiceğinin ailesinin evinde daha fazla zaman geçirdikçe işler sarpa sarıyor. 

21. yüzyıl ırkçılığını mercek altına alan Kapan, bir yandan da en kötü ihanetlerin en sevdiklerinizden gelebileceğini ortaya koyuyor. Hem de epey sert bir şekilde...


Elveda Las Vegas (Leaving Las Vegsa)

Leaving Las Vegas
Elveda Las Vegas, umutsuzluk içinde dahi anlam arayan insanların hikayesini anlatırken, izleyicisini duygu dünyasındaki bir uçurumun kenarına getirip, unutamayacakları bir iz bırakıyor (Metro-Goldwyn-Mayer)


Aşk sen nelere kadirsin? Mesela insan ruhunun çöküşüne, bitmeyen bir yalnızlığa ya da belki de ölüme? 

Elveda Las Vegas, izleyicisini derin bir melankoliye sürüklerken kaybetmenin kaçınılmaz olduğu sarsıcı bir deneyim sunuyor. Nicolas Cage'in Oscarlı performansıyla hayat verdiği, alemlerin en büyük kaybedeni Ben karakteriyle, yaşamla bağlarını tamamen koparmış bir adamın kendi kendini yok edişine tanıklık ediyoruz. 

Film, Las Vegas'ın parlak neon ışıkları altında, özünde bir çıkışsızlık ve yalnızlık hikayesi anlatırken, romantizmin en yıkıcı ve umutsuz halini de gözler önüne seriyor. Biz izleyiciler, film boyunca empati ve çaresizliği bir arada hissediyoruz.

Elisabeth Shue'nun canlandırdığı Sera karakteri, Ben'in trajik yolculuğunda ona eşlik eden tek kişi olarak, izleyiciye koşulsuz sevgi ve kabullenmenin bile her zaman kurtuluş getirmeyeceğini hatırlatıyor. Sonunda film izleyiciye, bazen hayatın mutlu sonlara değil, kaçınılmaz çöküşlere yazgılı olduğunu düşündürerek derin bir keder bırakıyor.

Sting'in film boyunca sık sık duyduğumuz kederli sesi, Mike Figgis'in minimalist müzikleri ve kasvetli atmosferi, filmin melankolik ruh halini pekiştirirken, karakterlerin içinde bulunduğu duygusal ve fiziksel çöküşü daha da gerçek kılıyor.


Ritüel (Midsommar)

Midsommar

Florence Pugh, Ritüel'de Dani karakterini canlandırırken "kendini istismar ettiğini" ve "hiç bu kadar acı çeken birini oynamadığını" söylemişti (A24)


21. yüzyılın en iyi korku filmlerinden biri kabul edilen Ari Aster imzalı Ritüel, iki baş karakterin çalkantılı ilişkisi etrafında dönen bir anksiyete kasırgası.

İsveç'in cennet gibi kırsalındaki yaz festivaline giden bir grup arkadaşı izleyen film, çok geçmeden gündüz gözüyle nasıl felaketlerin yaşanabileceğini kusursuz biçimde aktarıyor. Florence Pugh'nun Dani rolündeki performansıyla harikalar yarattığı Ritüel'de Aster, gerçekten acı verici bir ayrılık filmi yaratmayı başarıyor. Dani ve Christian’ın ilişkisi, duygusal destek eksikliğinin ve sağlıksız dinamiklerin, bireyi nasıl savunmasız hale getirdiğini gösterirken Ritüel, aşkı bir kurtuluş ya da huzur kaynağı olarak değil, bireyin içinde bulunduğu psikolojik durumun bir yansıması olarak sunarak izleyiciyi rahatsız edici bir yolculuğa çıkarıyor.


(Bir taşla iki kuş) Kill Bill serisi

Kill Bill
Empire 2015'te, Black Mamba kod adlı Beatrix Kiddo'yu tüm zamanların en iyi 23. film karakteri seçmişti (Miramax Films)​​​​​​​


Quentin Tarantino'nun kanlı ve acımasız intikam serisi, her şeyden çok kan ve şiddet üzerine bir hikaye anlatıyor gibi görünebilir ama unutmamak gerekir ki filmin özünde kırık bir kalp yatıyor.

Bir suikast timi tarafından ihanete uğrayan Gelin (Uma Thurman), en büyük hayal kırıklığını eski sevgilisi ve çocuğunun babası yüzünden yaşıyor. Devam eden film, onun eski aşkını öldürmek için her yolu denemesini izliyor. Kill Bill serisi dışarıdan bakıldığında aksiyon dozu yüksek keyifli bir seyirlik gibi dursa da aslında, kadın gücü ve aşkın kusurlu doğasına dair derin bir hikaye saklıyor. "Gelin"in, eski sevgilisi ve çocuğunun babası Bill tarafından ihanete uğraması, aşkın güven ve sadakatten çok, güç ve sahiplenmeyle kirletilebileceğini gösteriyor. Tarantino’nun stilize şiddetle bezediği bu intikam yolculuğu, aşkın bir motivasyon kadar, yok edici bir savaş sebebi olduğunu da düşündürüyor. Sonrası zaten kan golü...

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU