Dostoyevski dünyanın en iyi romancılarından biri.
Ancak bu yazıda onun eserlerinin edebi kritiğini yapmayacağız.
Dosto'nun kişiliğini ve biz Türklere yönelik çoğu kişisel olacak kadar saplantılı ve bağnaz düşmanlığına daha yakından bakacağız.
Öncelikle Dosto'nun edebi kişiliği ne ölçüde büyükse şahsiyeti de o denli küçük bir yazar olması insanı dehşete düşürüyor.
Hayatını mahveden en önemli şey ise kumar tutkusu ve borçlarıydı.
Öyle ki kumar borcunu ödeyebilmek için kendi hayatından esinlenerek ve sadece 29 gün gibi kısa bir sürede "Kumarbaz" eserini kaleme aldı.
Bu eserde kumar tutkusunun yazarı nasıl avuçları içine aldığını ve parasızlık korkusunun onu nasıl günden güne tüketen bir lanet olduğuna yakından şahit oluyoruz.
"Kumarbaz" eserinde belki de en anlamlı cümle Aleksy karakterinin mütemadiyen kumarı bırakmak üzerine kurduğu "Yarın, her şey bitecek, yarın!.." sözleridir.
Kitap bu cümlelerle biter. Yani o "yarın" Aleksy için olduğu kadar Dosto için de asla gelmeyecektir.
Üstelik Dosto, gerçek hayatta da borçlarını kapatabilmek için sürekli borç almış ve bunları bir daha ödememiştir.
Ünlü yazar Turgenyev, Dosto'nun kendisinden borç alarak bir daha ödememesini onun kişiliğindeki zayıflıkla açıklar:
Dostoyevski'nin benim karikatürümü çizdiğini söylediler. Pekâlâ bırakalım kendini eğlendirsin. 5 yıl önce Badende bana gelmişti, borç aldığı parayı ödemeye değil- Duman için bana açıkça sövmeye gelmişti. Ona göre Duman, halkın önünde yakılmalıydı. Bütün bu suçlamaları sessizce dinledim. Şimdi ise ne görüyorum? Bütün canice düşünceleri söylemişim… Eğer Dostoyevski çılgın değilse, bu sadece bir iftiradır – ki çılgın olduğundan en ufak şüphem yok. Herhalde bütün bunları düşünde gördü.
Dosto'nun hayatı ve kişiliği ile ilgili meseleler yüzlerce kitap tutacağından burada duruyoruz.
Onun bize karşı hasmane tutumunun altındaki en temel nedenin, sahip olduğu Rus milliyetçisi duyguları olduğu söylenebilir.
Ne yazık ki Türk ve Müslüman imgeleri onun eserlerinde kötü/lüğün en mücessem imgeleri olarak karşımıza çıkar.
Bu durumu örneklendirmek gerekirse "Karamazov Kardeşler" eserinde Türkler hamile kadınları ve çocukları katleden, yağmacı, tecavüzcü bir iblis olarak resmedilir.
Yine bu eserde İstanbul'un Türklerce ele geçirilmesini büyük bir lanet olarak defaten vurgular.
Yazar, "Bir Yazarın Günlüğü" eserinde İstanbul'u saplantı haline getirdiği ve Rusların şehri mutlaka Türklerden kurtarılması gerektiğini vurgular.
Türklerin İstanbul'da yaşaması ve yönetmesi fikrini savunan yazarlara dahi tahammül edemez:
N. Y. Danilevsky, İstanbul'un zamanla bütün doğu halklarının ortak kenti olması gerektiği sonucuna varıyor. Bu topluluklar Ruslarla birlikte İstanbul'a eşitlik hak temeline dayanarak sahip olacaklarmış.
Böyle bir yaklaşım bence şaşırtıcı. Ruslar ve Slavlar arasında nasıl bir eşitlik söz konusu olabilir? Aralarında eşitliği kim kılacak peki? Rusya'yı onlarla her bakımdan eşit tutamayacağımıza göre, İstanbul'a sahip olmaya nasıl olur da onlarla eşitlik temeline dayalı katılabilir?..
İstanbul bizim olmalıdır, evet, İstanbul Ruslar tarafından fethedilecektir, Türklerden bize sonsuza dek geçecektir. Kısacası, sadece bize ait olmalıdır, sahip olduktan sonra biz bu kente Slavları ve sonra kimi istiyorsak onları sokacağız, ayrıca yeni temeller üzerinde, ama bu kent Slavlarla beraber federatif bir sahiplenme olmayacaktır…
İstanbul'a, Boğazlara ve körfezlere sadece Rusya sahip olacaktır. İstanbul'da bir ordu ve filo bulundurulacak, kaleler, tabyalar inşa edilecektir… Rusya İstanbul'u imdi ele geçirecekse, bunun tek nedeni, kendisi için saptadığı bir amaç ve görev olmasıdır; Slavlardan baka kendisine çizdiği yolda Rusya için bir diğer yaşamsal ve geni kapsamlı sorun, Doğu Sorunu'dur ve bu sorunun çözümü İstanbul'dan geçmektedir…
Özetle İstanbul Slav birliğini engelleyen ve Slavların sağlıklı bir yaşama geçme sürecini durduran tüm Slav ve Doğu dünyasındaki sürtüşmelere dur diyecek bir işlevi yerine getirecektir. Bu durumda tek çıkı yolu Rusya'nın İstanbul'u sadece kendisi için, kendi hesabına ele geçirmesidir…İstanbul Doğu'nun merkezidir, aynı zamanda da dinsel merkezidir ve başında Rusya vardır. Rusya'ya özellikle gereklidir, hatta faydalıdır, kendisinin ve tüm Avrupa'nın kaderinin değişmesine bağlı olarak, kısa bir süre için, Petersburg'u unutmak ve Doğu'da kalmak zorundadır.
Rusya İstanbul'a sahip olmakla, tüm Slavların ve Slavlardan ayrı tutmadığı bütün Doğu halklarının özgürlüklerinin adeta bekçisi, güvencesi olacaktır. Yüzyıllarca süren Müslüman egemenliği bu topluluklar için birletirici değil, zulmeden güç olmuştur ve bu topluluklar onun yönetimi altında kımıldamaya bile cesaret edememişlerdir, yani insan gibi yaşamamışlardır…
Rusya'nın bu savaşta kesin sonuca ulaşacak güçte olduğuna Danilevsky inanmayabilir… İstanbul'u işgal etmek için bu savşa kadar uygun bir an hiçbir zaman olmamıştır (olamaz da); hele hele Avrupa'nın şimdiki ya da yakın gelecekteki politik konumu dikkate alındığında gerçekten iyi bir fırsattır.
Bu sözler radikal bir dinci fanatiğin değil, bizzat Dosto'nun ağzından çıkar.
Yazarımız, ayrıca Tolstoy'dan da nefret eder. Ona göre Tolstoy bir Türk hayranı ve gizli bir Müslümandır.
Onun gibi aydınların verdiği tavizler sebebiyle Türkler, Rusların başına bu dertleri açmıştır.
Dosto eylem ve söylem birliği içerisinde eserlerinin kötü karakterlerini Türklerden seçmeye özen göstermiştir.
Dosto'nun yarattığı en kötü karakterlerden birisi olan Gazzin'in Türk olması da tabii ki tesadüf değildir.
Gazzin'in betimlendiği "Ölü Bir Evden Hatıralar" eserinde Türk karakterin cürümleri şöyle anlatılır:
Ayrıca, onun bir zamanlar sırf eğlence olsun diye, küçük çocukları kesmekten hoşlandığını da söylüyorlardı: Küçük çocuğu uygun bir yere götürüyormuş, önce korkutuyormuş çocukcağızı, işkence ediyormuş, zavallı yavrucağzı korkutmanın, dehşete düşürmenin yeterince tadını çıkardıktan sonra yavaş yavaş, hiç acele etmeden, büyük haz duyarak kesiyormuş onu.
Ünlü yazar Stephan Zweig, Dostevski'nin ömrünün sonuna doğru kişiliğindeki noksanlık ve politik saçmalıklarının azalacağı yerde arttığını belirtir.
Buna rağmen, usta yazar sanki romanlarını yazarken başka bir karaktere sahip olurcasına muazzam bir şive-i kalem ile eserler meydana getirmeye devam etti.
Lakin her şeyden sıyrılsa da eserlerinde Türk düşmanlığını bir kenara bırakmayı asla başaramadı.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish