İnsanlığın döngüsü her sene olduğu gibi 2023'te de savaş, kan, ölüm, gözyaşı, umutsuzluk, çaresizlik, kabullenme, direniş ve mücadeleyi içerdi. Geçmişe bakıldığında görülen enkaz, aynı zamanda halihazırda olduğumuz yeri belirleyen bir eşik. Geleceğe dair umutların eksik olmadığı bu nokta, büyük ya da küçük fark etmez, yıkımların tortularıyla belirleniyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Belki de "Bu çağda böyle bir şey olmamalıydı" dedirten olaylar, beklentileri de aşacak gelişmelerin kapısını aralıyor.
2024'le birlikte henüz keşfedilmemiş ve şekillendirilebilir bir zamana girmişken öngörülemez geleceğe dair bilgiler edinmek adına bir kez daha geçmişe bakıyoruz.
Konularında uzman akademisyenler, yazarlar ve gazeteciler dünyayı etkileyen 10 olay hakkındaki yorumlarını ve bunların geleceği nasıl şekillendirebileceğini anlatıyor. Önceki yıllardan farklı olarak bu sene olayların buradaki yankılarına göre sıralama yapıp Gazze savaşıyla başlıyoruz.
Hamas'ın saldırısı ve Gazze savaşı
Bülent Şahin Erdeğer (Gazeteci)
Gazze uzun yıllardır abluka altında. Yavaşlatılmış ölüme mahkum edilmiş bir halktı Gazze halkı. İsrail'deki aşırı sağcı hükümetin sadece Gazze'de değil tüm Filistin çapında arttırdığı baskılar bardağı taşıran son damla oldu. Zaten Gazze'deki direniş örgütleri uzun süredir direnişten taarruza geçmek için planlar yapıyorlardı. Filistin 1948'ten beri sürekli bir savunma ve direniş halinde. 7 Ekim 2023 saldırılarıysa direnişten saldırıya geçiş demek. İlk kez İsrail içlerine doğru girerek kısa süreli de olsa karasal olarak kontrol sağladılar. Bu uluslararası planda, İsrail'in imajı için büyük değer kaybı anlamına geldi.
Netanyahu iktidarının bu darbeye cevabı çok sert oldu. II. Dünya Savaşı sonrası kabul edilen "soykırım" tanımına tamı tamına uyan bir vahşete imza atıyor İsrail yönetimi. Tabii 7 Ekim'in Rusya'nın teşviki ve İran'ın aklıyla planlandığını belirtmek gerekir. Putin ve Hamaney, Gazze'deki örgütleri kullanarak İsrail'i destekleyen Batı cephesine "gol atmış" oldular. Şiddet sarmalından, sivil kayıpların doğurduğu insani dramdan çıkar devşiren Rusya-İran-Çin cephesi için 7 Ekim ve sonrası yaşanan Soykırım bir mevzi kazanmak demek. Bu sayede Batı yanlısı Türkiye ve Arap dünyasının itibarını daha da yaralamış oldular. İran silahlandırıp finanse ettiği Yemen'deki maşası Husiler aracılığıyla krizi Kızıldeniz'e kadar yaymayı başardı. Buna mukabil Gazze'ye somut olarak faydası olabilecekken Lübnan'daki maşası Hizbullah'ı düşük yoğunluklu çatışma düzeyinde tutarak İsrail'i Gazze'de daha da cesaretlendiriyor.
Dünya için bu krizin sonuçları acı oluyor. Başta canlı yayında tüm dünyaya izletilen bir soykırım 1945'ten sonra inşa edilen insan hakları ve özgürlükler, uluslararası hukuk gibi değerlerin konu İsrail olunca çöpe atıldığını görmek başta İslam dünyası olmak üzere tüm dünyada bu değerlere karşı derin bir güvensizlik yarattı. Bunun sonucu zaten son yıllarda yükselen küresel aşırı sağ dalganın daha da azgınlaşması olacaktır. İnsan hakları ve hukuka yönelik "inançsızlık" aşırı sağı beslemesinin karşılığında dini radikalizmin de taban bulmasını sağlamakta. 11 Eylül sonrası olduğu gibi 7 Ekim sonrası da çok daha yaralayıcı biçimde bu durum "Medeniyetler Çatışması"nı arttıracaktır. İsrail'in sistematik olarak sürdürdüğü "Gazze Soykırımı" ironik biçimde Siyonizm'in eliyle Anti-Semitizm'in yükselmesini sağlamakta. Bu sebeple 7 Ekim sonrası süreç fiziksel olarak Gazze'nin felaketi olsa da orta ve uzun vadede hem İsrail halkının hem de dünyadaki Yahudilerin aleyhine bir antipati dalgasıdır.
57 Müslüman ülkenin büyük çoğunluğunun İsrail'le geliştirdiği gizli ve açık ticari, siyasi ittifak ve işbirlikleri de İsrail'in soykırım yaparken rahat davranmasının sebeplerinden biriydi. Öyle ki söylemsel olarak İsrail'e çok sert tavır alsa da Türkiye yönetiminin İsrail'e olan ticari sevkiyatı durdurmaması, dahası iktidar yanlısı bir çok şirketin bu ticareti yürüttüğünün açığa çıkması tam bir skandaldı. Bu çelişki Türkiye'de 2024'te de tartışılacaktır. Filistin meselesinin Türkiye iç siyasetinde yaklaşan yerel seçimler kapsamında bir malzeme olarak kullanılacağı muhakkak. Hem tümünden olmasa da bir kısım muhaliften Arap düşmanlığı ve Türk ırkçılığının sloganlarını, hem de iktidarın muhalefeti İsrail yandaşlığıyla suçlayarak kendisinin Filistin hamisi olduğuna dair propagandasını çok duyacağız.
2024'te çok fazla konuşulacak en önemli husus Filistin-İsrail sorununun çözümü için Netanyahu, Abbas ve Hamas gibi aktörlerin tasfiyesi, iki devletli çözüm yolunda yeni figürlerin ve yeni dengelerin oluşturulması için çaba sarfedilmesi olacaktır.
Prigojin'in ölümü ve Rusya-Ukrayna savaşı
Doç. Dr. Helin Sarı Ertem (İstanbul Medeniyet Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü)
2023'ün en çarpıcı olaylarından biri de Rus paralı asker grubu Wagner'in lideri Yevgeni Prigojin'in 23 Ağustos'ta şüpheli bir uçak kazasında ölmesiydi. Prigojin'i özel kılan Ukrayna'dan Libya'ya, Suriye'den Mali'ye çok sayıda ülkede devam eden hibrit savaşların önemli bir aktörü olmasından çok, ölümünden kısa bir süre önce Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'e kafa tutması; bunun da darbe girişimi söylentilerine sebep olmasıydı. Otoriter yönetimlerde bıçak sırtında ilerleyen iktidar dengeleri açısından bakıldığında Prigojin'in bu cüretkâr çıkışı, Rusya için önemli bir güvenlik zafiyeti demekti ve eşyanın tabiatı gereği cezasız kalması beklenemezdi.
Putin, 24 Şubat 2022'de, Ukrayna'ya kendi deyişiyle "özel bir askeri operasyon", pek çoğumuza göreyse "savaş" ilan ettiğinde, en çok akılda kalan yorumlardan biri şuydu:
Rus tarihinde, savaş kaybeden lider hep iktidardan olmuştur. Bu iktidar kaybıysa dışarıdan müdahaleler yerine, içeriden, özellikle de iktidar çevrelerinden kaynaklanan baskılar neticesinde gerçekleşmiştir.
Prigojin'in açık isyanı ve Putin'le sözde uzlaşmasının hemen ardından sahneden silinmesi tam da bu yorumla örtüşen bir durum oldu. Belli ki Putin ipleri sıkı sıkı tutmasını gerektiren, zor bir durumdaydı. Wagner gibi, devletle iç içe ilişkilerden beslenen, ancak fazlasıyla afişe olmuş bir askeri grubun kontrolünü yitirmek Putin için sonun başlangıcı olurdu. Nitekim buna izin vermedi.
Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü ve ulusal birliğini hedef alan Rus saldırıları ikinci yılına yaklaşırken, Putin için belirgin bir zaferden bahsetmek hâlâ mümkün değil. Bugün Ukrayna'nın yaklaşık yüzde 17'lik kısmı Rus işgali altında olsa da Rusya'nın devlet başkanının kamuoyunu, daha da önemlisi iktidar çevrelerini ikna etmek için bundan fazlasına ihtiyacı var. Yukarıda bahsi geçen yorumda da işaret edildiği üzere, Putin'in siyasi geleceği Ukrayna Savaşı'nın gidişatıyla yakından ilişkili.
Görünen o ki, sık sık "Bizim olandan vazgeçmeyeceğiz" ve "Ulusal çıkarlarımızı ve ulusal değerlerimizi korumaya devam edeceğiz" vurguları yapan Putin'in asıl hedefi, Rus askeri ve siyasi elitini kendi arkasında durmaya ikna etmek. Bunun akla gelen ilk yolu sadece Ukrayna'da değil, Rus iktidar çevreleri içinde de daha fazla baskı ve güç kullanımı demek. Ancak bu yolun Putin'in istediğinin tam tersi bir sonuç yaratması da ihtimaller dahilinde.
Rusya'nın sıkça örnek teşkil ettiği hibrit savaşlar çağında, paralı askerleri şirketler ve suç örgütlerinin, devletlerle kurduğu pragmatik karşılıklı bağımlılık ilişkisinin riskleri 2024 ve sonrasının önemli gündem maddelerinden olmaya devam edeceğe benziyor.
Azerbaycan'ın Dağlık Karabağ operasyonu
Prof. Dr. Yıldız Deveci Bozkuş (Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi)
Dağlık Karabağ operasyonu sadece 2023'e değil önümüzdeki dönemde uzun yıllar etkileri devam edecek olan önemli bir sürece de damgasını vurdu. Zira 30 yıldır işgal altında olan Azerbaycan topraklarının bu operasyonla işgalden kurtarılmasının hem bölgesel hem de küresel ölçekte önemli yansımaları oldu.
Bölgesel çapta Türkiye-Azerbaycan ve Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde yeni bir dönem başladı. Geçmişten günümüze "Tek Millet İki Devlet" söylemiyle hareket eden Türkiye'nin bu operasyondaki desteği Azerbaycan'a güç verdi ve Şuşa Beyannamesi'yle ikili ilişkiler stratejik müttefiklik mertebesine ulaştı. İki ülke arasında siyasi, ekonomik ve askerî entegrasyon konusunda önemli adımlar atıldı.
Bölgede barış, güvenlik, refah ve kalıcı istikrar için tek çözümün normalleşme olduğuna vurgu yapan Türkiye, Ermenistan'la normalleşme yolunda da adımlar attı ve özel temsilciler aracılığıyla ikili görüşmeler başladı.
2023'te küresel çapta ABD ve AB ülkelerinin Güney Kafkasya politikalarında bazı değişimler ve dönüşümler de yaşandı. ABD ve AB bölgede arabuluculuk konusunda rol kapmaya çalıştı. Özellikle ABD, Eagle Partner 2023 tatbikatıyla Ermenistan üzerinden Rusya'ya yeni bir cephe açtırmaya çalıştı. Paşinyan bu operasyonun ardından Rusya'ya bağımlılığın stratejik bir hata olduğunu açıkladı ve yüzünü tamamen Batı'ya çevirdi.
Ukrayna savaşıyla birlikte stratejik önemi her geçen gün daha da artan Güney Kafkasya bu kez alternatif koridorlar aracılığıyla gündeme geldi ve Azerbaycan bölgenin adeta parlayan bir yıldızına dönüştü.
Ermenistan'ın dile getirdiği Barış Kavşağı projesiyle Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan arasında bölgesel ulaşım güzergahlarının gelişmesi ve ilişkilerin normalleşmesi süreci hızlandı.
Bu operasyonun dünya açısından etkilerine bakıldığında dondurulmuş bölgesel sorunların çözümünün küresel çapta pozitif etkileri olabileceğini gösterdi. Bu konuda en önemli adım Zengezur koridoru oldu, bu koridorun hayata geçirilmesiyle bölgesel ve küresel ölçekte pozitif etkilerinin görüleceği anlaşıldı. Böylece tüm dünyada Azerbaycan'ın enerji ve koridorlar aracılığıyla öneminin giderek daha da artmaya başladığı bir dönem başladı.
Yeni dönemde Kafkasya jeopolitiğinde Türkiye ve Azerbaycan'ın daha etkin bir aktöre dönüştüğü bölgesel barış, refah, istikrar ve entegrasyonun ön plana çıktığı bir döneme girildi.
Esad'ın Arap Birliği'ne dönüşü
İbrahim Varlı (BirGün Gazetesi Yayın Koordinatörü)
Jeopolitiğin esiri olan Ortadoğu coğrafyasının temel aktörlerinden Suriye'deki çok denklemli hesaplaşmada geçen yıl önemli kırılmalar yaşandı. ABD, Rusya, İran, Türkiye, İsrail, SDG/YPG, Hizbullah, ÖSO, HTŞ, IŞİD, cihatçılar gibi pek çok yerel, bölgesel, küresel "oyuncunun" varlık gösterdiği ülkede geride bıraktığımız yılda çatışmalar "düşük yoğunluklu" seyretse de Şam'ın sahadaki "kilitlenmeye" karşın diplomasi masasında istediğini önemli ölçüde aldığı görüldü.
Erdoğan'ın Esad'la görüşme ısrarı, Astana görüşmelerinde Ankara'yla kurulan resmi temas, Arap Birliği'ne geri dönüş ve Esad'ın 10-12 yıl sonra Suudi Arabistan gibi Körfez ülkelerine yaptığı ziyaretler yıla damga vurdu.
"Çatışmaların seyrelmesi"yle beraber enerjisini "toplumsal inşa"ya ve uluslararası kazanımlara yönlendiren Şam'ın bu hamlelerinin en önemli meyvesi, kuşkusuz ki Suriye'nin Arap dünyasına yeniden kabulüydü. Arap Baharı sonrası başlayan iç çatışmalar nedeniyle Arap Birliği'nden atılan Suriye'nin bu dönüşü sadece Ortadoğu değil, küresel hegemonya mücadelesi açısından da bir kırılma demek.
Suriye'de taraflar ve onların etrafında şekillenen ittifaklar pozisyonlarını tahkim etmeye çalışırken Esad yönetiminin hem Arap dünyası hem de bölge nezdinde diplomatik kazanımlar elde etmesi sahadaki denkleme de tesir etmeye başladı. Petro-dolar sahibi Körfez ülkeleri Selefi yapılarla (en azından bazılarına) mesafe koymaya, "normalleşme" karşılığında Şam'a önemli finansal destek de sağlamaya başladılar.
Sahadaki iç içe geçen çetrefilli denkleme rağmen diplomasi sahasında atılan bu adımlar Esad yönetimine mutlak bir psikolojik üstünlük sağladı.
Rusya ve İran destekli Şam, "kontrollü bir iyimserlik" içerisinde hareket ederken unutmamak gerek ki, Suriye hala çok parçalı bir coğrafya. Kuzeybatıdaki İdlib'te cihatçılar, ülkenin kuzeyinde boydan boya ÖSO'yla Türkiye, Fırat'ın doğusunda ABD destekli SDG, güneydeki Ürdün sınırındaysa ABD var. İdlib gibi bazı bölgelerdeki sorunlar bir süreliğine "dondurulsa" da her an patlamaya hazır.
ABD-SDG kontrolündeki Fırat'ın doğusuna yönelik kısmi hamleler geri tepse de Kürt güçlerle Arap aşiretler arasında zaman zaman nükseden çatışmalar Şam'ın lehine bir iklim yaratıyor.
Şam bir taraftan büyük vilayetlerde toplumsal inşaya öncelik verirken İdlib ve TSK-ÖSO kontrolündeki bölgelerin de takibinde. Bu mevcut parçalı durum olumsuzluk içerisinde her şeye rağmen bir avantaja dönüşebiliyor.
Suriye, Ortadoğu jeopolitiğinde kilit önemde. Her türlü gelişme sadece bu ülkeyi değil, bir silsile şeklinde çevresindeki ülkeleri de derinden sarsıyor. Bu denklemde İsrail'in Suriye'ye yönelik durmayan saldırıları ve bu ülkeyi İran'la kapışmasında av sahasına dönüştürmesi, sonuçları itibariyle daha büyük bir yarışmanın başlangıcı olabilir.
Yunanistan seçimleri
Ioanna Kleftogianni (Gazeteci)
Kiryakos Miçotakis'un Yunanistan siyasi sahnesindeki mutlak hakimiyeti 21 Mayıs'ta sandıkta doğrulandı. Yeni Demokrasi 4 yıllık iktidarın verdiği hasara rağmen etkileyici bir rahatlık ve özgüvenle oyların yüzde 40,55'ini almayı başardı.
Bu zaferin anamuhalefet SYRIZA'daki yankısı, değişim oldu. Sandığa karışık ve muğlak mesajlarla giden partinin oyu yüzde 17,84 oldu. Bu da bu kötü sonucun sorumluluğunu zımnen üstlenen Aleksis Çipras'ın parti içi seçime katılmamasına yol açtı.
SYRIZA'nın kongresinde partinin anahtarları ABD'den gelen eşcinsel Stefanos Kasselakis'e verildi ki bu durum da sonrasında partinin bölünmesine yol açtı. Yeni Sol adındaki yeni örgütte SYRIZA kongresinde Kasselakis'e karşı yarışan adaylarla Çipras'ın hükümetindeki isimler de yer aldı.
Nikos Androulakis'in liderliğindeki Panhelenik Sosyalist Hareket-Değişim Hareketi (PASOK-KINAL) ittifakıysa oyların yüzde 11,85'ini alarak parlamentodaki 32 koltuğu ele geçirse de SYRIZA'nın kayıplarını kâr hanesini ekleyecek bir momentum yakalayamadı.
Sekiz partili yeni parlamentodaki ilk tatsız sürpriz, yasaklanan Altın Şafak Partisi'nin halefi Spartalıların barajı geçmesi oldu. Altın Şafak'ın iki numaralı lideri Elias Kasidiaris, hapisten tam destek verdiğini açıklamıştı.
İkinci siyasi şoksa Rusya'yla yakın bağları olan Yunan manastırlarının desteklediği NİKİ'nin barajı geçmesi oldu.
Eski SYRIZA üyesi ve meclis başkanı Zoe Konstantopoulou'nun kurduğu Özgürlük Rotası milliyetçi duygulara seslenerek barajı geçerken SYRIZA'nın eski Maliye Bakanı Yanis Varufakis'in partisi MeRa25 bu başarıyı gösteremedi. Yüzde 3'lük seçim barajını geçemeyerek meclisteki sandalyelerini kaybettiler.
Sonuç olarak Yunanistan genel seçimleri SYRIZA'ya yönelik hoşnutsuzluğu, Miçotakis'e yönelik muhalefetin yetersizliğini ve Yunan seçmenlerin muhafazakarlaştığını gösterdi.
Şi Cinping'in üçüncü kez Çin Devlet Başkanı seçilmesi
Meriç Şenyüz (Gazeteci - Independent Türkçe)
Şi Cinping'in 14 Mart 2023'te üçüncü kez Çin Halk Cumhuriyeti'nin (ÇHC) Cumhurbaşkanı seçilmesi tarihi bir olaydı. Zira dünyanın ikinci büyük süper gücünün yönetiminde uzun süredir uygulanan usül ve geleneklerden nihai bir kopuşu temsil ediyordu.
Mao'nun ölümünden birkaç yıl sonra parti ve devlet aygıtına hakim olan Deng Şiaoping bir daha güç tek kişinin elinde toplanmasın diye bazı önlemler geliştirmişti. Bunların en önemlilerinden biri de tüm kritik mevkiler için azami iki yıllık görev süresi getirilmesiydi.
Deng'in kendinden sonraki dönem için bizzat seçip yetiştirdiği iki lider tam da bu şablona uygun hareket etti. Ancak Şi, önceki yıl parti genel sekreterliğine ve bu yıl da devlet başkanlığına 3. kez seçilerek bu geleneği yıktı ve ölünceye dek Çin'in lideri olarak kalmasının önünü açmış oldu.
ÇHC tarihiyle Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tarihi arasında kabaca bir anoloji kurduğumuzda şöyle bir tabloyla karşılaşıyoruz; her iki ülkede de sosyalist inşayı temsil eden kurucu liderlerin ölümünün ardından, özünde kapitalizme geri dönüş anlamına gelen hızlı bir reform/revizyon (tanımı nereden baktığınıza göre değişir) yaşanıyor, ülkeyi tümden dağıtma potansiyeli bulunan bu dönemi de yeniden "güçlü" bir liderin sahneyi çıktığı bir konsolidasyon süreci izliyor.
SSCB'de bu konsolidasyon döneminin adı Leonid Brejnev olmuştu. 18 yıl süren bu dönemde Kruşçev döneminin revizyonları esasen sürdürülürken bir yandan da parti otoritesinin yeniden güçlendirilmesi amaçlanmıştı. Bazı Batılı gözlemciler bu dönemi "neo-Stalinizm" diye nitelendirse de sonraki gelişmeler SSCB'de bu dönemde inşa edilenin sosyalizm değil kapitalizm olduğunu netlikle gösterdi.
Benzer şekilde, Şi'nin güçlenmesine "neo-Maoizm" etiketini yapıştırmakta gayet aceleci olan Batılı gözlemciler mevcut oysa yüksek ihtimalle tanık olduğumuz, Brejnev dönemine benzer bir konsolidasyon dönemi. İki lider arasında benzerlik çok ama bunları saymaya burada bize ayrılan yer yetmez.
Peki, eğer anolojiyi doğal sonuçlarına kadar uzatırsak ve gerçekten de "bütün büyük tarihsel olaylar iki kez yaşanıyorsa" önümüzdeki yıllarda ne beklemeliyiz?
Dışarıda; Brejnev dönemi Sovyet dış politikasının en "aktif" (saldırgan diye de okunabilir) dönemini temsil ediyordu. Bu dönemde Sovyetler, Çekoslovakya ve Afganistan'ı işgal etmiş ve Polonya'daki 1981 darbesini desteklemişti. Çin de Şi döneminde Myanmar ve birçok Afrika ülkesindeki cuntalarla sıcak ilişkiler kurdu. Tayvan'da atağa geçti. Tayvan sorununu çözmeye yönelik daha riskli adımlar atması da sürpriz olmayacaktır.
İçeride; Brejnev'in konsolidasyon girişimi, nihayetinde; Kruşçev'le girilen yolun yalnızca sosyalizmden vazgeçmekle değil aynı zamanda tek parti iktidarını da kaybetmekle sonuçlanacağını fark eden nomenklaturanın umutsuz bir çabası olarak tarihe geçti. Brejnev'in başta parlak görülen 18 yıllık döneminin ardından hızlı bir dağılma dönemine girildi. Şi'nin arkasında nasıl bir miras bırakacağını zaman gösterecek ama Çin'in Sovyetler'in akıbetine uğrama ihtimali de azımsanmamalı.
Arjantin'de Javier Milei'nin zaferi
Özgür Uyanık (Latin Amerika uzmanı, gazeteci)
Tarihteki ilk "liberteryen" başkan Arjantin'de seçildi ve 2023 Arjantin başkanlık seçimleri dünya siyaseti için de sürpriz bir aday olan Javier Milei'i iktidara taşıdı.
53 yaşında bir ekonomist olan Milei'nin 2017'den bu yana yaptığı radyo programında dikkat çeken çılgın liberteryen fikirleri şunlar olmuştu:
Organ satışının serbest bırakılması, çocukların alınıp satılabilmesi, herkesin silah taşımasına izin verilmesi, tecavüz durumunda bile kürtaja izin verilmemesi, sosyal adaletin sadece mali açık yaratması, vergilerin bir kölelik biçimi olması, tam bir uyuşturucu serbestisi ilanı, herkesin istediği gibi intihar etmekte özgür olması, eğitimin bir insan hakkı olduğunu söyleyenlere tam bir itiraz, iktidara gelirse merkez bankasını bombalayacağı vaadi.
Pandemi döneminde, tüm politikacılara yönelik ağır hakaret ve küfürleri içeren TikTok videoları viral oldu. WhatsApp yoluyla yayılan video kesitleri onu ülke çapında bir fenomen haline getirdi.
Milei, 2021'de Buenos Aires otonom başkent meclisinde milletvekili seçilerek siyasete atıldıktan iki yıl sonra devlet başkanlığının favori adayı haline geldi. Ön seçimlerde yüzde 17, başkanlık seçimlerinin ilk turundaysa yüzde 30 oy alarak adaylar arasında ilk sıraya yerleşti.
19 Aralık'ta, yüz yıllık Arjantin seçim tarihinde ilk kez, iki köklü parti dışından biri devlet başkanı seçildi. Bu, uzun süren ekonomik krizin sonucunda iki partiye dayanan temsil rejiminin çöküşüne ve cuntanın düşüşünden tam 40 yıl sonra halkın kurumsal demokrasiye güveninin kalmayışına işaret.
İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne katılması
Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak (Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Rektörü)
II. Dünya Savaşı'nın 2 Eylül 1945'te resmen bitmesinden itibaren, ABD ve SSCB liderliğinde iki kutuplu yeni bir dünya düzeni kuruldu. ABD ve Avrupa'dan oluşan Batı dünyası, askeri ve siyasi amaçlarla SSCB'nin Doğu Avrupa'da kurduğu demir perdeye karşı 4 Nisan 1949'da 12 üyeyle Kuzey Atlantik İttifakı yani NATO'yu kurdu.1957'deyse ekonomik amaçlarla da Avrupa Ekonomik Topluluğu kuruldu.
Buna tepki olarak 14 Mayıs 1955'te SSCB liderliğinde kurulan Doğu Bloku'ysa Varşova Paktı'nı ilan etti. Yarım asra yaklaşan ömrüyle Soğuk Savaş olarak da bilinen iki kutuplu dünya düzeni, SSCB'nin 25 Aralık 1991'de resmen dağılmasıyla sona erdi. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından yeniden şekillenen tek kutuplu dünya düzeni, Şanghay İşbirliği Örgütü'yle (ŞİÖ) birlikte çok kutuplu bir uluslararası sisteme geri dönülmekte olduğunu gösteriyor.
ŞİÖ'nün Ağustos 2007 tarihli Bişkek Zirvesi'nde Rusya Devlet Başkanı Putin'in ortaya koyduğu "Tek kutuplu dünya kabul edilemez" söylemi, bir anlamda bunu doğrular niteliktedir ve birliğin amacını belirmiştir. Bu bağlamda, 2023'te İran'ın ŞİÖ'ye resmen üye olması, uluslararası ilişkilerde önemli bir dönemeç olarak değerlendirilmelidir.
Bu gelişmenin elbette bölgesel ve küresel düzeyde dengeler üzerinde çeşitli sonuçları olacaktır. Zira İran'ın stratejik konumu ve karşısında bulunan devletlerle kurduğu ilişkiler bu sürecin hassas noktasıdır. İran'ın sahip olduğu zengin kaynaklar, güç dinamiklerinde önemli değişikliklere neden olabilir.
ŞİÖ'nün İran'ı bünyesine dahil etmesi, Ortadoğu'da güç hakimiyeti kurmak isteyen ABD ve müttefiklerinin planlarını zorlaştırmış, Rusya ve Çin'in liderlik ettiği işbirliği örgütünün elini güçlendirmiştir. Bu durum, bölgedeki gerilimleri etkileyebilir ve bölgesel dengeyi yeniden şekillendirebilir. Yeni yılda, bölgesel işbirliği, güvenlik ve ekonomik entegrasyon konularında yeni tartışmaların ortaya çıkması muhtemeldir. Bu durum dünya genelinde devletlerin politikalarını gözden geçirmelerine neden olacaktır.
Ülkemiz açısından durumu değerlendirdiğimizde İran'ın Zengezur koridorunu nasıl değerlendireceği önemli bir konudur. Daha önce açılacak koridora karşı olduğunu beyan eden İran'ın bu koridora ŞİÖ üyesi olarak daha ılımlı bir yaklaşım sergilemesi muhtemeldir. Bu durum örgütün çıkarlarına hizmet edecek ve bölgedeki ekonomik entegrasyonu artırabilecek bir adım olabilir. Bunun yanı sıra İran'ın Zengezur koridorunu bir tehdit olarak gören politikasındaki değişiklik, bölgesel istikrarın sağlanmasına olumlu bir katkı sunacak ve Türkiye'nin de içinde bulunduğu enerji güvenliği konularındaki işbirliklerinin artmasına zemin hazırlayacaktır.
Sonuç olarak, İran'ın ŞİÖ üyeliği, küresel ve bölgesel siyasette yeni dinamikleri tetikleyerek uluslararası ilişkilerde önemli değişikliklere neden olacaktır. Bu değişiklikleri ülkemiz lehine fırsata döndürdüğümüz taktirde bölgesel ve küresel ölçekte kazançlı çıkmamız muhtemeldir.
Nijer darbesi
Prof. Dr. Sezai Özçelik (Çankırı Karatekin Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü)
Batı Afrika'nın Sahel bölgesinde yer alan Nijer'deki darbe bölgeyi, Afrika'yı hatta tüm dünyayı etkileyen sonuçlar doğurdu.
Batı Afrika Ülkeleri Ekonomik Topluluğu'nun (ECOWAS) Nijer'le tüm ilişkileri askıya alması ve hatta askeri müdahale düzenlemesinin masaya konduğu bu kriz Kuzey, Batı ve Orta Afrika'nın ortasındaki Nijer'in jeostratejik önemini göstermekteydi.
Ayrıca maden ve petrol açısından zengin olan, yenilenebilir enerji kaynaklarını geliştirme potansiyeline sahip ve güçlü demografik yapısı nedeniyle bu ülkeye ilk kez gelen üst düzey Amerikan diplomat olarak ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'ın Mart'taki ziyareti de anlamlıydı.
Fransa dışında Amerika'nın da Nijer'de 1100 askerinin üslerde konuşlanması, Libya ve Sahel bölgesinde Rus ve Çin etkisine karşı Amerika'nın etki alanı oluşturma çabasının sonucuydu.
Ocak ayında Amerika'nın Cibuti dışındaki Afrika'daki ikinci büyük askeri üssü olacak olan Orta Nijer'de Agadez yakınlarındaki Air Base 201'in drone üssü olarak kullanılması planlanmıştı.
Eski Nijer lideri Bazoum'un devrilmesi ve darbe destekçilerinin Rus bayraklarıyla gösteri yapması, Nijer'in komşuları olan Mali ve Burkina Faso'daki senaryoların tekrarlanacağını göstermekteydi.
Nijer, Moskova'nın Afrika'daki en yakın müttefiki değildi. Örneğin, Mart 2022'de BM Genel Kurulu'ndaki Rusya'nın Ukrayna'da güç kullanmasını sonlandırması kararına olumlu oy kullanmıştı.
Belki Nijer'deki darbenin en önemli sonucu, Paris'in Sahel bölgesindeki etkisinin azalmasıyla (Almanya ve İtalya'yla birlikte) Avrupa'nın bu bölgedeki üç önemli güvenlik meselesinde zayıflığını göstermesi oldu: Silahlı cihatçı gruplarla mücadele, kuzeyde Libya'nın çökmüş devlet olması ve Sahel bölgesinden Avrupa'ya düzensiz göç.
Nijer'in dünyanın yedinci uranyum üreticisi olması ve dünyaki uranyumun yüzde 5'ini sağlaması da önemli. Sahel, Batı Afrika ve ECOWAS en önemlisi Nijer için bu darbenin sonucu: Belirsizlik ve istikrarsızlık…
Lübnan'daki yüzde 90'lık devalüasyon
Nalan Yazgan (Lübnan Uzmanı)
Ekonomik krizin ağırlığına dayanamayan Lübnanlılar, 17 Ekim 2019'da sokaklara çıkarak protestolara başladılar. Sonrasında başlayan korona salgını ve kapanmalarla zaten kötü giden Lübnan ekonomisi daha büyük bir darbe aldı. 4 Ağustos 2020'de gerçekleşen Beyrut Limanı patlamasıyla sosyal, ekonomik ve politik olarak bir daha belini doğrultamayan bir ülkeye dönüştü, Lübnan.
Devlet 1 Şubat 2023'te yüzde 90'lık devalüasyon kararını uygulamaya geçirse de serbest piyasada 2019'da 1 Amerikan doları 1500 Lübnan lirasıydı. 2022'de bu oran 140 bin liraya kadar çıkarken 2023'ü 89 bin 700 lira olarak bitiriyoruz.
15 Mayıs 2022'de gerçekleşen genel seçimlerden bu yana hala yeni bir hükümet kurulamadı. Cumhurbaşkanı Mişel Avn'ın görev süresi 31 Ekim 2022'de bitmesine rağmen henüz yeni bir isim üzerinde mecliste mutabakata varılmış değil. Uzlaşmaya da yakın zamanda ulaşılabileceğinin emareleri yok.
Tarihi mezhepler arası çatışma ve gerilimlerle dolu ülke için son aylarda yeni bir kaygı ön plana çıktı: İsrail'le potansiyel bir çatışma ve evrilebileceği devasa bir savaş ve yıkım. İsrail'le Lübnan sınırında yaşanan kontrollü gerginliğin, ülkeler arası bir savaşa sebep olmaması için Hizbullah özen gösteriyor gibi görünüyor. Bunun arkasındaki ana nedenlerinden biri Lübnan iç politikası.
Olası savaşın getireceği yıkım son dört yılını ağır bir ekonomik krizle boğuşarak geçiren Lübnan'ı altından kalkamayacağı bir noktaya sürükleyebilir. Bu da büyük ölçüde kendilerini ülkenin sahibi gören Maruni Hristiyanlar gibi gruplar tarafından Hizbullah'a ülkeyi geniş çaplı çatışmalara dahil etmemesi konusunda baskı yapılması anlamına geliyor. Lübnan'ın içine çekileceği bölgesel bir savaş sadece Ortadoğu'da değil tüm dünyada dengeleri rayından çıkarır.
© The Independentturkish