Türk kaynaklarına göre 11, Yunan kaynaklarına göre 15 kişi öldürüldü.
Sadece Balıklı Rum Hastanesi kayıtlarına göre, 60 kadın tecavüz nedeniyle tedavi gördü.
Gayri resmi kayıtlara göre 300 kişi yaralandı.
Resmi kayıtlarda 5 bin 300 binanın tahrip edildiği kaydedildi.
Tarih: 6 Eylül 1955...
O gün gazeteler yıldırım baskı çıkardı, radyolar 5 dakika arayla aynı bülteni geçti.
Daha sonra yalan olduğu ortaya çıkacak olan o haber şöyleydi:
Atamızın evi bomba ile hasara uğradı
Sadece birkaç saat içerisinde eli sopalı adamlar sokaklarda belirmeye başladı.
Çok defa tanıklardan dinlediğimiz, kamyonlara doluşup gelen kitleler bir gece içerisinde ağırlıklı olarak Rum cemaatin yaşadığı yerlere, işlettiği dükkânlara saldırmaya başladı.
24 saati bile sürmeyen talanın ilk adresi Şişli Haylayf Pastanesi’ydi.
Ardından diğer semtler; Beyoğlu, Kurtuluş, Bakırköy, Balat, Fener, Samatya…
Evler, dükkânlar, ibadethaneler…
Ya canınızı ya malınızı!
O günün bilançosunu ortaya koyan tek cümle buydu.
Dönemin patriği Athenagoras başı iki ellerinin arasında viran olmuş tabloyu seyredecek ve daha sonra toplanan Sen Sinod Meclisi’nin raporunda bu ifadeler yer alacaktı:
Muayyen bir program ve plan mucibince teşkilatlandırılmış ve bir sevki idare altında hazırlanmış bulunan halk kitleleri şehrin muhtelif noktalarından gece vakti ve aynı zamanda ve bir işaret ile hareket ederek emirlerine amade her türlü vesaiti nakliye ve her türlü tahrip edici alet ile asayişi muhafaza memur olanların gözleri önünde, dehşet verici bir savletle ırkımıza karşı tecavüze girmişlerdir.
Asırların emaneti, insaniyetin malı, memleketin medârı iftiharı olan medeniyet eserlerimiz tahrip edilmiştir.
Adedi 80’i bulan kilise ve ibadethanelerimizin 70’i müthiş tahribata maruz kalmış, kısmı âzamı ataşe verilmiştir.
İbadethanemizin mukaddesatı utandırıcı bir şekilde kirletilmiş, talan ve yağma edilmiştir.
Patrikhanedekilerde dahil olmak üzere ölülerin mezarları açılmış, henüz defnedilen ölüler parçalanmıştır.
Ölülerin kemikleri istirahatgahlarından çıkartılarak etrafa saçılmış ve ateşe verilmiştir. Her tarafta ruhaniler aranmış, bulunanlara işkence edilmiş, ölümle tehdit olunmuş hatta bir tanesinin canına kıyılmıştır.
İnsanca yaşama hakkı
İstanbul’da Rumca yayımlanan Embros gazetesi olayların ardından gazetede yayımladığı yazıda, Rum toplumun yaşadığı travmayı bu sözlerle dile getiriyordu:
Sesimizi yükselteceğiz ve başımıza gelen bu felaketin gelmemiş olmaması gerektiğini haykıracağız. Garantilerden ve can güvenliğinden bahsedeceğiz.
Bizler bugün hala Rum’uz. Üzerinde yaşamakta olduğumuz ve bizim de vatanımız olan bu ülkede rehine ya da esir olmadığımızı ve bazıları bizi kovmak istiyor diye gitmek zorunda olmadığımızı haykıracağız.
Burada kalacağız. Bizim bu feryadımız bir isyan ya da başkaldırı değildir.
Sadece insanca yaşama hakkımızı istiyoruz.
Devletin yöneticileri eğer bunu hazmedemiyorlarsa; bize açıkça ‘Sizin burada yaşamaya hakkınız yok’ desinler. Biz de o zaman çaresine bakalım.
Bizler bu ülkede lütuf ve keyfi kararla kalmıyoruz. Kalmaya hakkımız olduğu için buradayız.
Devletin bizi korumasını istemiyoruz. Ancak bu ülkenin vatandaşları olarak devlet kavramının korunmasını istiyoruz.
Güvenlik olmayan bir ülkede devlet kavramından söz edilemez.
15 Eylül 1955 tarihinde kaleme alınan bu yazı bir isyana dil olurken, aynı zamanda başka bir çaresizliği de anlatıyordu;
Sadece insanca yaşama hakkımızı istiyoruz.
Devletin yöneticileri eğer bunu hazmedemiyorlarsa; bize açıkça ‘Sizin burada yaşamaya hakkınız yok’ desinler. Biz de o zaman çaresine bakalım!
Bu cümleler de o çaresizliğin kanıtıydı.
Embros gazetesi ertesi gün yeniden bir yazı yayımlayarak, hayatın bir an evvel normalleşmesi için şunları söylüyordu:
Rum soydaşlarımız hayatın bir an önce normale dönmesi için büyük çaba harcıyorlar.
… Ruhani liderimiz Patrik Athenagoras harabe halinde de olsa bir an önce kiliselerimize dönüp dini görevlerimizi yerine getirmememiz için çağrıda bulunmaktadır.
Başkaları yıktılar biz onları yeniden yapacağız.
Başkaları bu ülkede milli servete zarar verdiler.
Bizler o servetin artması için çalışacağız.
Hiç kimse bu olayların Rumlara karşı sistematik olarak yapıldığı hissine kapılıp sevinmesin.
Devlet arkamızda olduğu sürece Rum düşmanı karanlık güçlere cesaretle karşı koyacağız.
Yaşadıklarımızı unutacağız ve burada kalacağız.
Ancak yarınımız için garanti istiyoruz.
Tanrı’nın manevi desteği ve devletin korumasıyla Rumlar kısa zamanda kendilerini toparlamaya başlayacaktır.
Bu satırları yayımlayan Embros gazetesi de 6 Eylül gece saldırıya uğrayan yerler arasındaydı.
Gazetenin yazı işleri müdür Aleko Papadopoulos, o günü “Rinodik makinalarında çalışan arkadaşlarımız bacadan kaçtı” sözleriyle Independent Türkçe’ye anlattı.
Papadopoulos, o gece bütün makinaların kırıldığını, yazıhanenin harap olduğunu söyledi.
10 günde anca toparlanabildiklerini anlatan Papadopoulos şöyle devam etti:
Makinaları tamir edince 15 Eylül’de bu yazıyı yayımladık. Çünkü İstanbul’da kalmamız gerekiyordu.
'Ne olduysa oldu' dedik bundan sonra toparlanmamız lazım dedik ve hayatımıza devam etmek istedik.
Yazıda sadece bunu söylüyorduk: Tamir edelim.
Ancak iki yazının da yayımlanmasının ardından gazete 15 günlüğüne kapatıldı. Yazı işleri müdürü Aleko Papadopoulos, böyle bir ceza beklemediklerini dile getirdi.
Bugünlerde 80 yaşında olan Papadopoulos, 60 senedir bu konuda makale yazdığını ve hatta geçen senelerde Abdi İpekçi ödülü aldığını hatırlatırken, neticeninse bir “sıfır” olduğunu söyledi.
Saldırıların başını çeken Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti ve Milli Talebeler Birliği üyeleri tutuklandı ancak, kısa bir süre sonra serbest bırakıldılar.
Dönemin İçişleri Bakanı Namık Gedik istifa etti.
Olaydan 5 yıl sonra dönemin başbakanı Adnan Menderes’in Yassıada Mahkemesi’nde yargılandığı 13 ayrı suçtan biri de 6-7 Eylül olaylarıydı.
Menderes bu suçtan hüküm giyerken önümüzdeki yıllar Rum toplumu için bir başka travmaya gebeydi.
9 yıl sonra 1964’te dönemin İnönü hükümeti, kızışan Kıbrıs Meselesi nedeniyle Atatürk ve Venizeleos arasında 1930 yılında imzalanan Seyr-i Sefain Anlaşması’nı iptal etti ve 12 bin İstanbullu Rum (bu sayı gidenlerin yanında ailelerini de götürmesiyle 3 katını buldu) hakkında sürgün kararı verdi.
Embros gazetesiyse 15 bin olan gazetenin tirajının bin 500’e inmesiyle 1964 yılında makinaları kapattı.
Aleko Papadopoulos 1964’ün Aralık ayında Atina’ya taşındı.
Geriye sadece 2 bini aşmayacak bir nüfusa sahip toplum kaldı.
Bir de asla eksilmeyecek utanç...
* Haberde Gazeteci Nikos Manginas ve Serdar Korucu tarafından hazırlanan “Patrik Fotoğrafçısı Dimitri Kaloumenos’un Objektifinden 1955” isimli kitaptan alıntı ve görseller kullanılmıştır.
© The Independentturkish