Hareket Ordusu 23 Nisan 1909 bir cuma günü İstanbul'a girmeye başladığında Sultan Abdulhamid son kez cuma selamlığına çıkmıştı.
Kaosa teslim olmuş şehirde sultanın hiçbir ağrılığı kalmamıştı. Selamda kendisini karşılamaya gelenlerin sayıca azlığı artık Sultan Abdulhamid'in Osmanlı siyasetinde de bir gücünün kalmadığının işaretiydi.
Yine de başıboş isyancıların dışında Sultan Abdulhamid'e bağlı Hassa ordusu ve Kürt taburları şehirde uzun sürecek bir direniş için yeterli teçhizata sahipti.
Sultan Abdulhamid ise kısa süre içinde gerçekleşen elim olaylar sonucu İstanbul halkının büyük zarar gördüğüne şahit olmuştu.
Ayrıca tabiatı itibarıyla naif bir kişiliğe sahip olan sultan, şehirdeki terör havasının artık bir son bulmasını istiyordu. Bu yüzden kendisine yapılan direniş tekliflerini reddetti.
Buna rağmen kendisine bağlılığını bildiren Hassa ordusundan üç tabur teslim olmayı reddederek Hareket Ordusu'na karşı silahlı mücadeleyi tercih etti.
Son derece kanlı çatışmalardan sonra bu taburların tamamı yok edildi ve Hareket Ordusu kısa bir süre içinde şehre hâkim olmayı başardı.
Ve Sultan Abdulhamid tahttan indiriliyor
Sultan Abdulhamid, 31 Mart 1909 yılında gerçekleşen hadiselerin tarafı değildi.
Olayların önüne geçmek için de elinden geleni yaptı; ama isyancılar onu dinlememişti.
27 Nisan 1909 yılına gelindiğinde işgal altında bulunan Yıldız Saray'ında yapılacak son bir iş kalmıştı: Sultan Abdulhamid'i tahttan indirmek.
Sultan Abdulhamid'in tahttan indirilmesi için öncelikle bir fetva hazırlanması gerekiyordu.
Fetvayı daha sonraları cumhuriyet döneminde Diyanet İşleri Başkanlığı için önemli görevler üstlenecek İttihat ve Terakki mebusu Elmalılı Hamdi Yazır bizzat kaleme aldı.
Bu metin, Hal Fetvası Emini Hacı Nuri Efendi'nin önüne geldiğinde büyük bir şaşkınlık yaşayan Nuri Efendi metne fetva vermek yerine derhal istifasını sundu.
Fetvaya göre Abdulhamid'in tahttan indirilmesi için üç büyük suç işlemişti: 31 Mart'a sebep olmak, Kuran yaktırmak ve israf suçları.
Sultan Abdulhamid'e yöneltilen suçlar inandırıcı değildi. Sultanın 31 Mart'ı engellemek için gösterdiği çabayı neredeyse tüm İttihatçılar biliyordu.
Kuran yaktırdığına dair iddialar doğru ama eksikti, sultan Almancadan tercüme edilen Türkçe mealleri toplatmıştı.
Bu eserler son derece kötü tercüme edilmişti ve yanlış bilgilerle doluydu. İsraf konusu ise inandırıcılıktan son derece uzaktı, çünkü Abdulhamid cimri denilecek düzeyde tasarrufluydu.
Hacı Nuri'nin istifasından sonrası İttihatçıların onu ikna çabaları sonuç vermiş; ama Nuri Efendi son maddeyi değiştirmiş ve hal etmek yerine Sultan Abdulhamid'in tahttan çekilmesini istemenin ya da kararı meclise bırakmanın daha doğru olacağını tavsiye etmişti.
Fetva çıkarıldıktan sonra meclis kararı hızlıca onaylamış ve geriye durumu Sultan Abdulhamid'e tebliğ etmek kalmıştı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Sultan Abdulhamid'e yapılan tebliğ
Sultan Abdulhamid'e hal edildiğine dair tebliği yapan heyet Ermeni Aram, Laz Arif Hikmet, Selanik mebusu Yahudi Karasu ve Draç mebusu Arnavut Esad Toptani'den oluşuyordu. Heyettekilerin neredeyse hiçbiri Türk değildi.
Kararı hüzünle dinleyen Sultan Abdulhamid'in Çırağan Sarayı'nda kalma isteği de reddedilerek Sultan Abdulhamid mahiyetinde bulunan 38 kişiyle beraber aynı günün gecesi İstanbul'dan Selanik'e gönderildi.
33 yıllık uzun İkinci Abdulhamid saltanatı sona ermiş, devlet ise tam bir kaos ortamına sürüklenmişti.
Tahsin Paşa'nın sergüzeşti
Devrin en kuvvetli isimlerinin başında gelen Tahsin Paşa için bilhassa elemli günler başlamıştı.
Gatekeeper olarak tanımlayabileceğimiz Paşa, Sultan Abdulhamid'in en yakınındaki isimdi.
Tüm randevular, kararlar ve programlar evvela Tahsin Paşa'dan geçerek Abdulhamid'e gidiyordu.
Tahsin Paşa, önce Sakız Adası'na sürgüne gönderildi. Burada müşkülünü bildirerek kendisine emekli maaşı bağlanmasını istedi.
Bu kararı hükümetçe uygun görüldü.
Ayrıca sağlığı bozulan Tahsin Paşa, hakkında herhangi bir şikayet ya da soruşturma bulunmaması nedeniyle salıverilmesini talep etti.
Bu talep kabul edilmedi; ama 1912 yılında Balkan Savaşı ile İzmir'e getirildi ve genel aftan yararlanarak serbest kaldı; ancak emekli maaşı kesilince Tahsin Paşa kendisini biranda hiçliğin ortasında buldu.
Celal Nuri İleri, Tahsin Paşa'nın bedbaht durumunu şu sözlerle anlatacaktı:
Kara Tahsin, şaşkın kaz, Meşrutiyetin ilanında Bekirağa Bölüğünü boyladı. Arap İzzet pek kurnaz, meşrutiyetin mimi telaffuz olunur olunmaz firar etti. O Avrupa'nın suyu ve havası iyi bir yerinde hayat sürdü. Sonra gürültüler sönünce İstanbul'a geldi. Lakin nasıl? Küçük bir hükümdar gibi. Hâlbuki Kara Tahsin, o sıralarda, 10 lira borç almak için Haralambos Efendi'ye kunduralarını rehin bırakıyordu. Arap İzzet şahane bir arabada geçerken elinde kunduraları Kara Tahsin'i gördü. Ona bazen caddelerin birinde tesadüf ederdik, sanki bütün bir devrin mahcubiyetini sırtında taşıyordu.
Kendisine ait bir köşk ve hamam vergi borçlarından dolayı hem satılamıyordu hem de haczedilme tehlikesi altındaydı.
Cumhuriyet döneminde ise ekonomik sorunlar giderek katlanmıştı.
1929 Ekonomik Buhranı işleri içinden çıkılmaz bir hale sokmuştu. Tahsin Paşa, son çare olarak Sultan Abdulhamid'in yakın arkadaşı eski Alman İmparatoru Wilhelm'e mektup yazarak borç para istedi; ama Wilhelm için Almanya'da işler hiç iyi gitmiyordu ve kendisinin de ekonomik sorunlar yaşadığını belirterek olumsuz cevap yazacaktı.
Nihayet sefalet ve ekonomik borçlar içinde geçen ömür 1930 senesinde son bulacaktı.
25 Ocak 1930 nüshasında Vakit gazetesi ölümü şu sözlerle verecekti:
Abdulhamid'in meşhur başkâtibi Tahsin Paşa bir hafta evvel vefat etti. Senelerce Abdulhamid idaresinin temel direklerinden biri olarak müreffeh bir hayat yaşayan bu zatın son seneleri çok darlık içinde geçmiştir. Onun Kızıltoprakta bir saray kadar büyük bir köşkü vardı. Bu köşk birkaç sene evvel enkaz halinde satıldı. Basit bir tahsili olduğu halde Tahsin Paşa Abdulhamid idaresine ait hatıralarını toplamış, güzel bir tasnif ile neşretmişti.
Tahsin Paşa için büyük bir cenaze töreni ya da devlet merasimi yapılmadı. Hayatta iken geçmiş devrin yürüyen bir gölgesiydi.
Kimse selamını dahi almak istemiyordu; ama hatıralarını öylesine derli toplu ve güzel kaleme almıştı ki en büyük Abdulhamid düşmanları dahi bu çalışmayı takdir etmişlerdi.
Tahsin Paşa sessizce göçüp gittiğinde sanki Abdulhamid'e dair İstanbul'daki son hatırası da ortadan kalkmış gibiydi.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish