Müslümanların kutladığı iki dini bayramı bulunuyor. Biri Ramazan diğeri ise Kurban.
Bayramlar kültür ve mezheplerin farklılığına göre değişik şekillerde kutlanıyor.
Ramazan ve Kurban bayramları hicretin ikinci yılından itibaren kutlanmaya başlandı.
Geçmişten günümüze birçok medeniyet bu bayramları farklı şekillerde idrak edip kutladı.
Günümüz Türkiye'sinde her iki bayramda namaz kılınır ve ihtiyaç sahiplerine yardım edilir.
Bu günlerde aile ve arkadaşlar ziyaret edilerek hem hasret giderilir hem de muhammetle keyifli anlar yaşanır.
Peki 600 yıl boyunca hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu'nda Kurban Bayramı nasıl kutladı?
Padişahların katıldığı tören ve ziyafetler nasıl tertip edildi?
Sarayda kurbanlar nasıl kesildi? Etler nasıl dağıtıldı ve padişah sofralarına ne tür yemekler konuldu?
Saray ve Kültür Tarihçisi A. Çağrı Başkurt, Osmanlı dönemindeki Kurban Bayramı etkinliklerinin detaylarını Independent Türkçe'ye anlattı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
"Bayram denilince akla ilk gelen şey görkemli merasim ve alaydır"
Osmanlı Sarayı'nda Kurban Bayramı denilince gözümüzde canlanan şey ne olmalıdır?
Osmanlı İmparatorluğu'nda bayram denilince akla gelen ilk şey, görkemli merasim ve alaydır. Bir hükümdarın saltanatı boyunca her sene tekrarlanan bayram merasimi, cülustan yani padişahın tahta çıkışından sonra imparatorluk teşrifatında en önemli sırayı işgal ederdi. Hatta bu sebeple kanunlarda "tecdîd-i biat" yani "yeniden biat" şeklinde de geçtiği görülmektedir. Dolayısıyla gerek Ramazan gerekse Kurban bayramlarının icrası oldukça önemliydi. Kurban Bayramı meşakkatli olduğu için diğer bayrama göre daha hafif merasimle icra edilirdi. Bayram namazının eda edilmesinden sonra görkemli bayram alayı ile yeniden saraya dönülürdü. Devlet adamları, padişahı, sarayın ikinci kapısının yani Bâbü's-selâm'ın iki tarafına dizilerek bekler, selama durarak içeriye uğurlarlardı.
Padişah üzerini değiştirip, bir müddet dinlendikten sonra bu defa Has Oda önüne kurulan bir tahta çıkarak saraylıların tebriklerini kabul ederdi. Ardınca Has Oda'nın yakınında kurulmuş olan çadıra ilerlerdi. Bu esnada ağalar, başları müzeyyen tüylerle süslü on koçu buraya getirirlerdi. Silahdar Ağa hayvanları tutar, Çuhadar Ağa gümüş tepsi üzerindeki dört bıçağı padişaha takdim ederdi. Padişah bu hayvanlardan ikisini yahut dördünü kendi eliyle keserdi. İlk kesilen kurban hemen açılır, böbreği çıkarılıp ızgara edilir ve padişaha sunulurdu. Diğer koçlar takip eden üç gün içinde Dârü's-saade Ağası yani Kızlar Ağası ya da bilinen bir diğer adıyla Harem Başağası tarafından kesilirdi. Kesilen tüm hayvanların etleri beraberindeki sadakalarla muhtaçlara dağıtılırdı.
"Teşrifattaki en küçük aksama birinin canına mal olabilirdi"
Padişah bu merasim de bittikten sonra Harem-i Hümâyûn'a geçer orada da bir müddet dinlendikten sonra yine Harem'deki Hünkâr Sofası'ndaki diğer tahtına oturarak bu defa da Harem halkının tebrikleriyle meşgul olurdu. Böylece bayram merasimleri tamamıyla son bulurdu.
Bu uzun süren ve birbirini takip eden törenlerde hiç aksama yaşanmaz mıydı? Sonuçta yüzlerce, binlerce insandan bahsediliyor...
Binlerce insandan bahsetmek mümkündür. Yüzlerce senelik imparatorluk tarihinde aralıksız devam eden törenler düşünüldüğünce nadiren de olsa aksamaların olması kaçınılmazdı. Lakin imparatorluk sarayı bu aksamalara kolay kolay tahammül etmezdi. Protokol kaideleri padişah başta olmak üzere herkes tarafından uyulması zorunlu bir işleyiş demekti ve sıkı sıkıya takip edilirdi. Aslında mademki konumuz Kurban Bayramı, size tam da böyle bir bayramda yaşanan bir protokol sıkıntısından bahsetmek isabet olacaktır. Bu sayede sorunuzda cevaplanmış olur. Son derece kalabalık, karmaşık ve ağır olan bu merasimlerde, Teşrifatçı Efendi tabir-i caizse 'kellesi koltuğunda olan' belki de tek kişiydi. Teşrifattaki en küçük bir aksama canına mal olabilirdi. Mesela I. Mahmud döneminde Kurban Bayramı merasiminde Teşrifatçı Efendi her nasılsa bayram tebrikinde padişahın yanında hazır bulunamamış ve yerine emrindeki teşrifatçılar iş görmüşlerdir. Gelgelelim ocaklardan önce Yeniçerilerin takdim edilmesi gerekirken cebeci ve topçu ocaklarının takdim edilmesi, büyük bir karışıklığa meydan vermiştir. Tören sonlandıktan sonra Sultan Mahmud, Teşrifatçı Efendi'nin derhal katledilmesini ve hatta hırsını alamayarak cesedinin üzerinden askerin geçmesini emretmiştir. Bu durumu haber alan sadrazam araya girerek önce Yeniçeri Ağası'nın Teşrifatçı Efendi'yi affetmesini sağlamış ardından da işin tatlıya bağlandığını padişaha arz etmiş ise de bu durum onu ancak ölümden kurtarmış lakin sürgüne mahkûm etmişti.
"Yeniçerilere açıkta yemek servisi yapılırdı"
Kurban Bayramı'nda sarayda bir ziyafet verilir miydi? Sarayda pek çok kişi yaşadığından çok sayıda kurban kesilirdi değil mi?
Evet, haklısınız. Sarayda çok sayıda insan yaşıyordu. Şüphesiz ki en başında da padişah ve ailesi gelmekteydi. Ancak bütün hayvanlar sarayda kurban edilmez, imaretlerde yahut başka mahallerde de kurban verme işi devam ederdi. Osmanlı Sarayı'nda geç döneme kadar ortalama Avrupa-i tarzda ziyafetler tertip edilmez, ziyafet mahallerinde müstakil sofralar kurulurdu. Bununla birlikte özel günlerde özel ziyafetlerin tertip edildiği ise muhakkaktı. Mesela bayram alayının ardından Topkapı Sarayı'nın (Yeni Saray) ikinci avlusu olan Alay Meydanı'nda bir ziyafet verilirdi. Bu ziyafette Dîvân-ı Hümâyûn üyeleri Dîvânhâne'de, diğer rical-i devlet kurulan çadırlarda, Yeniçerilere ise açıkta yemek servisi yapılırdı. Bu ziyafetten başka saray merkezli bir ziyafetten, hatta sair saray ve konaklarda dahî böyle büyük bir ziyafetten bahsetmek mümkün değildir.
Yalnız şunu söylemek gerekir ki Matbah-ı Âmire'nin yani saray mutfaklarının böyle büyük merasim günlerinde yapması gereken çok fazla iş olurdu. Zira olağan Dîvân-ı Hümâyûn günlerinde verilen yemeğe katılanlardan çok daha fazla sayıda kimse o gün sarayda bulunurdu. Maalesef böyle zamanlarda verilen yemeklerin detaylı bir dökümüne ise arşiv tasnifleri içinde rastlamak zordur. Kayıtlar ancak temel olan yiyecekleri, pirinç pilavı, zerde, hoşaf ve etinin varlığını zikretmektedirler. Bunların üzerine daha onlarca çeşit olduğu biliniyor ise de şu gün şu verilir bugün bu demek mümkün değildir. Yine ziyafet esnasında değil ancak hemen öncesinde mehterhanenin icrada bulunduğu ve yemekler gelene kadar misafirlerin gönlünü hoş eylediğini de söylemek icap eder. Bir ziyafet söz konusu olmadığından padişah da sarayda durmaz, bayramın bazen hemen birinci günü gezmeye çıkardı. İkinci, üçüncü ve dördüncü günler de havalar müsaitse genellikle dışarıda olurdu. Beyazıt'ta bugün İstanbul Üniversitesi Rektörlük binasının bulunduğu sahada hatta Sultan Süleyman devri öncesinde Süleymaniye Camii arazisini de içine almış olan eski saraydaki harem halkını ziyarete giderdi. Eski sarayda cirit oynatıp, eğlence tertip eder ve bu vesileyle de orada 12 kurban daha kestirirdi.
"Kurban etleri üçe pay edilir"
Kurban Bayramlarında Osmanlı mutfağında neler olurdu? Bayram sofraları nasıl kurulurdu?
Bu soruya saray özelinde cevap vermek zordur. Zira kayıtlar bu bilgileri araştırmacılara vermezler. Ancak ekâbir konakları hakkında birtakım bilgilere sahip olmamız büyük şanstır. Kurban Bayramı'nda kibar konaklarında hane sahibine hususi ufak bir kâse içinde et suyuna pirinç çorbası, kendi kurbanının böbreğinden yapılmış külbastı, et suyuyla güveçte pişirilmiş pirinç pilavı ve hoşaftan ibaret bir yemek getirilirdi. Kurban etleri üçe pay edilir, birinci kısım evde alıkonur, diğer ikisi medreselerdeki talebelere ve karakoldaki neferlere, yakındaki dul ve kimsesiz kadınlara, mahalle bekçilerine, tulumbacı koğuşuna ve kapıya gelen bütün fakirlere dağıtılırdı. Koyunların ayak, işkembe, bumbar ve ciğerleri evde kalır, işkembeden çorba, ciğerden kavurma, ayaktan paça ve bumbardan dolma, başlardan da suyu alınarak söğüş yapılırdı. Hane sahibini tebrik için misafirler de gelmeye başlardı. Bayramlarda gelen kibar misafirler gelecekleri zamanı yemek vaktine rastlatmamaya dikkat ederlerdi. Bu vakitte gelenlere yine de yemek verilmesi tabii ise de Kurban Bayramı'nda sofralarda külbastı bulundurmak pek ayıptı. Bu bayramda kurban etinden başka et bulunmayacağı için külbastı yedirilmesi tasarruf olarak değerlendirilir, harislik ve bayağılık sayılırdı. O gün sofrada mideyi düzeltmek için turunç reçeli bulundurmak kibar âdetlerindendi. Yine bayram akşamı aşçıbaşı evin hanımına akşam yemeği için kapaklı kıymetli kâselerle tepsiler içinde üzeri tül ile bağlanmış özel işkembe çorbası gönderirdi. Hanımın da aşçıbaşıya ve aşçılara ayrı ayrı bahşişler koyarak kâseleri iade etmesi yerleşmiş bir âdetti.
"Kış aylarındaki helva sohbetleri bambaşka bir keyifti"
Bayram denilince akıllara gelen şeylerden biri de tatlılar. Baklava, lokum, bayram şekerleri ve helvalar, Osmanlı dönemindeki bayramlarda da bugünkü kadar gözde miydi?
Osmanlı tatlılarının en başında helva yer alırdı. Hatta açık yüreklilikle diyebilirim ki her mevsim ve her an imparatorluk halkının damağında helvaya yer vardı. Özellikle de kış aylarındaki helva sohbetleri başlı başına bambaşka bir keyifti. Tatlıların gözdesi ise Helva-yı Zülbiye idi. Onu Helvâ-yı Me'mûniyye takip ederdi. Zülbiye şerbetli bir hamur kızartmasıdır (nişasta, yoğurt, un, ekşi maya, badem yağı hatta böbrek yağı); Me'muniye'de ise bal ya da şeker ve pirinç unu bulunmaktaydı. Bu iki helva her mevsim yenmesine rağmen bayramlarda ayrıca rağbet görüyordu. Adeta bayram helvası olarak da Fatih devrinden itibaren öne çıkıyordu. Hatta helvahane personeli üretime yetişemediğinden dışarıdaki helvacılardan da zülbiye ve me'muniye satın alınıyordu. Mesela 1574'te Kurban Bayramı'nda tüketilmek üzere dışarıdan 167 kilo zülbiyye alınmıştı. 1471'deki Kurban Bayramı'nda ise sadece devlet adamlarına verilen ziyafet için 57 kilo zülbiyye yapılmıştı.
© The Independentturkish