Biz işgalci bir devlet değil, devleti olan işgalciyiz. İşgal bizim en büyük milli projemiz ve çok uzun süredir devam ediyor.
İsrailli siyasetçi Zehava Gal-On, İsrail tarafından 'Altı Gün Savaşları' olarak adlandırılan, Arap literatüründe ise hakkında 'Nekse' (gerileme) olarak bahsedilen 1967 Arap-İsrail Savaşı'nın yıldönümü münasebetiyle Haaretz gazetesinde kaleme aldığı makalede böyle yazmıştı.
Gal-On'un yazısı, İsrail'in bu savaştan 56 yıl sonraki konumunu ve politikalarını ele alan birkaç makaleden biriydi.
ABD'nin arabuluculuğunda Mısır ile İsrail arasında imzalanan barış anlaşmasına göre İsrail, Sina Yarımadası, Gazze Şeridi, Batı Şeria ve Suriye'nin Golan Tepeleri'ni işgal etmeyi başardı. Ancak daha sonra Sina Yarımadası'ndan geri çekilmek zorunda kaldı.
1967 Arap-İsrail Savaşı öncesinde Filistin halkının sadece bir kısmı İsrail işgali altındayken savaşın sonucunda tüm Filistin halkı İsrail işgaline uğradı.
Gazze Şeridi Mısır'ın himayesindeydi, Batı Şeria ise Ürdün Haşimi Krallığı'nın bir parçasıydı. Komşu ülkelerdeki mülteci kamplarına yerinden edilenler ise 1948 yılında 'İsrail Devleti'nin ilan edildiği topraklarına geri dönme hayalleri kurarken, tüm vatanlarını kaybetmenin şaşkınlığı içindeydiler.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
1948'deki Nekbe'den (büyük felâket) ve ardından 1967'deki Nekse'den bu yana Filistinlilerin ve Arap kardeşlerinin, kaybettiklerinin bir kısmını geri kazanmak için birçok değerli fırsatı kaçırdıklarıyla ilgili çok şey söylendi, yazıldı.
Şimdi ise 'devleti olan işgalci' olmak gibi eşsiz bir özelliğe sahip olduklarına göre ne yapabileceklerini ve nereye gidebileceklerini düşünme sırası İsraillilerde.
İsrail'de bugünlerde benzersiz tartışmalar, gözlemler ve analizler yapılıyor. Toplumu ikiye bölen yargı reformu tartışmalarıyla başlayıp, İran'ın nükleer programı ve ABD yönetimiyle olan gerginlikler üzerinden karşı karşıya olduğu tehlikelerden, Gazze Şeridi ile yeniden başlayan çatışmalara, Batı Şeria'da artan gerilime ve nihayet Sina Yarımadası'nın kuzeyinde Mısırlı bir askerin İsrail mevzilerine ateş açmasına kadar uzanan konular ele alınıyor.
Tüm bu başlıklar, bir anda siyaset sahnesine daldı ve tartışmalara yol açtı. Haziran aylarında yaygın olarak duyulması pekte alışılagelmiş olmayan görüşler dillendirildi. Bunu yapanlardan biri de İsrailli gazeteci Akiva Eldar'dı.
Eldar, Haaretz gazetesinde yayımlanan makalesinde "İki halk da 5 Haziran pazartesi günü Nekse Günü'nü anıyor. Filistin halkı İsrail işgali altında 56 yıllık aşağılanmanın yasını tutacak. İsrail-Yahudi halkı ise bir yıl daha apartheid rejimi, tiranlık ve tecritin uçurumuna düşecek" ifadelerini kullandı.
Daha sonra yazar, makalesinde, İsrail'in zaferini Pirus'un (kendisine ağır kayıplara mal olan savaşlarda birkaç zafer kazanan antik çağda yaşamış Epir kralı) zaferlerine benzeterek "Bunun gibi bir zafer daha olursa işimiz biter" ifadelerine yer verdi.
Araplara yönelik ırkçı düşmanlığa aşırılık yanlılarını katan mevcut aşır sağcı hükümetin kurulmasıyla İsrailli bazı aydınları bir süredir rahatsız eden bir dengesizlik ve belirsizlik duygusu hakim olamaya başladı. Hükümetin yargı reformunu hayata geçirme konusundaki kararlılığı, İsrail toplumu ikiye böldü.
İsrail, Altı Gün Savaşları zaferinden 56 yıl sonra tek politikası Filistin halkının işgal edilen topraklarda kendi bağımsız devletlerini kurma hakkı da dahil olmak üzere haklarına ilişkin uluslararası kararlara sırtını dönmek olan, yasadığı yerleşim ve arazi gaspı politikasını sürdüren, kopuk ve güven vermeyen bir devlet olmaktan öteye geçemedi.
İsrail, yasadışı yerleşim faaliyetleri ve arazi gaspı çerçevesindeki son projesini hayata geçirilirse, Batı Şeria, kuzey ve güney olarak ikiye ayrılacak.
Adil bir barış anlaşması yapılmasına dair tüm çağrıları görmezden gelen İsrail, biri İran'ın nükleer programıyla mücadele, diğeri ise Arap dünyasıyla barış ilişkilerine odaklanma olan diğer iki önceliğe yöneldi.
İsrail, İran'ın, ulusal güvenliğine ve Arap toplumuna yönelik tehditlerine dayanarak İran siyasetinin tehlikeleri karşısında bir tür Arap-İsrail ittifakı oluşturmak için Arap ülkelerinin ortak meselesi olan Filistin sorununu atlayabileceğini düşündü.
İsrail'in bu düşüncesi uzun sürmedi. İran'ın İsrail ile arasında medya aracılığıyla açıktan yaşanan savaştan Filistin ve çevresinde kendi yerel ağlarını kurmayı ve güçlendirmeyi haklı çıkarmak ve Arap dünyasının bazı bölgelerinde maddi ve manevi etkisini güçlendirmek için yararlandığı bir gerçek olsa da İran'ın nükleer programıyla ilgili belirsizlik ve güven eksikliği ve İsrail'in Filistinlilere yönelik baskı ve haklarını hiçe saymaya devam etmesi, bir yandan barış girişimlerinin yavaşlamasına, bir yandan da Arap-İran ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılmasına yol açtı.
İran ile masaya oturan ilk Arap ülkesi Suudi Arabistan oldu. İran ile Suudi Arabistan arasında devletlerin egemenliğine saygı duyulması ve iç işlerine karışılmaması temelinde normal ilişkilerin yeniden tesis edilmesini öngören bir anlaşma imzalandı.
İsrail'in işgal mantığını ve yasadışı yerleşimleri sürdürme konusundaki ısrarı, Filistin içinde daha fazla çatışmanın yaşanmasına ve Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin daha ağır bedeller ödemesine yol açarken İran'a nüfuzunu yayması ve İsrail ile periyodik olarak karşılıklı bombardımanlar gerçekleştiren 'direniş güçleriyle' yakın ilişkiler sürdürdüğü Gazze Şeridi'nden sonra 'gizli ellerinin' Batı Şeria'ya nasıl uzandığını açıkça ilan etmesi için de fırsatlar sundu.
İsrail ile yaşanan çatışmalar, Mısır'ın Hamas ve İslami Cihat hareketleriyle İsrail arasında genellikle kısa ya da uzun süreli geçici bir ateşkese arabuluculuk etmesiyle sona eriyor.
İsrail'de bazı sesler, şu an yaşanan krizin ardından Libya'nın merhum lideri Muammer Kaddafi'nin istediği gibi 'İsratin' olarak adlandırdığı tek bir devlet kurulması çağrısında bulundular.
Hükümette yer alan aşırı sağcı partilerin liderleri, etnik temizliğe varan çağrılar yapacak kadar ileriye gittiler. Buna karşın iki devletli çözümü ve Arap açılımını savunanlar yeniden öne çıktı.
İsrailli gazeteci Gideon Levy, mayıs ayı sonlarında İsrail toplumunu apartheid rejimi ile 'Nekbe-2' ve eşit haklara sahip iki uluslu bir devlet arasında bir seçim yapmaya zorlayan Netanyahu'nun iki devletli çözümü öldürdüğünü yazdı.
Levy'nin meslektaşı Eldar, "Benim için bu, tüberküloz ve kolera arasında seçim yapmaktan farksız. İsrail'in bu bölgelerde dayattığı apartheid rejiminin ne kadar çirkin olduğu üzerinde durmaya gerek yok. Buna karşın Yahudileri ve Filistinlileri ortak bir egemenlik altında toplamak, evlendikleri günden beri kavga etmekten vazgeçmeyen, iyilikle ayrılacaklarına hayatlarını cehenneme çeviren yaşlı bir çifti barışmaya zorlamakla aynı" ifadelerini kullandı.
İsrail'de yükselen en güçlü ses ise her zamankinden daha baskıcı bir ortamda işgal, ayrıştırma ve iskân politikalarından yana olduğundan hükümet bundan faydalanarak kuzeyde, güneyde ve tüm cephelerde savaş hazırlıklarına hız veriyor.
Fakat bu sesin değerlendirmeleri, uluslararası ve bölgesel düzeylerdeki bazı yeni gerçekliklerle çelişiyor. Ukrayna savaşı dünyayı ikiye böldü.
Körfez Arap ülkeleri ile İran arasındaki ilişkilerin yeniden başlamasıyla bölgede yeni bir eğilim yaşandı. Suriye'nin Arap Birliği (AL) üyeliğine geri dönüşü, Cidde'deki AL Zirvesi'nde onaylanan ve Filistin sorununun Arap girişimi ve iki devletin kurulması temelinde çözülmesinin bir öncelik olduğu vurgulanan yeni bir yaklaşımın göstergesidir.
İsrail'i destekleyen ülkelerin bu 'girişimi-çözümü' başlatan ülkelere hatırlatma çabalarına rağmen ne İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ne de hükümeti bunu anıyor.
İki devletli çözüme bağlılıklarını sık sık beyan eden ülkelerin başında ABD gelirken önce sakinliğin sağlanmasına ve İsrail'in Arap dünyasıyla ilişkilerini iyileştirmesine önem veriyor.
İki devletli çözüm, uygulama iradesinden ve uluslararası toplumun bu konudaki sorumluluklarını üstlenmesinden yoksun kapsamlı bir uluslararası karardır.
Arap Birliği, 2002 yılında Beyrut'ta düzenlenen zirveden Suudi Arabistan'ın dönem başkanlığında Cidde'de gerçekleşen son zirveye kadar tüm zirveleri sırasında iki devletli çözüme bağlılığını yineledi.
İsrail ise girişimi reddederek görmezden geldi. Netanyahu, yedi yıl önce bugünlerde 'Arap ülkeleri ya 2002'deki öneriyi kabul et ya da reddet diye gelirlerse, onlara reddedeceğimizi söyleriz" açıklamasında bulundu.
Dönemin AL Genel Sekreteri Nebil el-Arabi, Netanyahu'ya "Bu ifadeler kesinlikle kabul edilemez. Çünkü Arap barış girişiminin kendine özgü bir felsefesi ve belirli bir düzeni var. 2016 yılına kadar yapılan 14 AL zirvesinde bu konuda ısrarla kararlar alınmaya devam edildi" sözleriyle yanıt verdi.
Netanyahu, o sıra Filistinliler arasındaki bölünme ve bölgede hüküm süren gerilimlerin gölgesinde iki devletli çözümünün yerine Arap devletleriyle barışı öne sürmeye çalıştı ve asıl kaygısı Arap ülkeleriyle ilişkiler olmaya devam etti.
ABD ile olan ilişkilerini Suudi Arabistan'la ilişkileri kurmak için kullandı. Suudi Arabistan'ın BM Daimi Temsilcisi Abdullah el-Muallimi, 14 Aralık 2021 tarihinde ABD'nin barış çabaları zirvesindeyken "Barış girişimi hayata geçer geçmez İsrail ile ilişkilere hazırız" dedi.
Suudi Arabistan liderliğindeki Arap dünyası, Cidde'de yapılan son AL Zirvesi'nde, barış girişiminin Filistin-İsrail ve Arap-İsrail çatışmalarını çözümü için bir formül olduğunu bir kez daha vurguladı.
Dünya, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman başkanlığındaki zirvenin çıktılarını yakından takip ediyordu. Kapanış konuşmasında, neyin başarılması gerektiği açıkça ve net bir şekilde dile getirildi.
Gözlemciler ve ilgili taraflar, Suudi Arabistan'ın dönem başkanlığındaki Arap Birliği'nin, Veliaht Prens'in Suudi Arabistan'ı yönetirken izlediği hayati yaklaşımı tamamlayan aktif bir liderlik rolü oynayacağına ve bunun da başta Filistin meselesi olmak üzere gündemdeki tüm Arap meselelerine yansıyacağına her geçen gün daha fazla inanıyorlar.
Washington Times gazetesi, Cidde'deki AL Zirvesi sonrası Suudi Arabistan ziyaret etmeye hazırlanan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'a birtakım tavsiyelerde bulundu.
Gazete, "Washington, Suudi Arabistan'ın enerjik ve ileri görüşlü Veliaht Prensi'ne saygılı ve samimi bir iş birliği eli uzatırsa, Veliaht Prens Muhammed bin Selman'dan daha iyisini bulamaz" yazdı.
Bu ifade, Cidde'deki AL Zirvesi'nin sonuçlarının dayattığı bir değişikliği ve Suudi Arabistan'ın Körfez'in iki yakasındaki ilişkilerden Arap Doğu'suna ve özellikle Filistin'e Ortadoğu meseleleriyle ilgili sorumlu ve bağımsız yaklaşımını yansıtıyordu.
Arap barış girişimine ve adil bir barışın önceliklerine bağlılığın bir kez daha teyit edilmesi nedeniyle İsrail-ABD ilişkileri geriledi. Bölgesel ilişkilerdeki gerilimin azalmasıyla İsrail kendini apaçık bir gerçeklikle, 'işgalci bir devlet mi yoksa bir devleti olan işgalci mi? Ne zamana kadar?' sorularıyla karşı karşıya buldu.
Haaretz gazetesine göre iki devletli çözümün ölmedi, sadece aşırı sağdan geveze sola İsrailli yetkililer tarafından adeta bitkisel hayata sokuldu, ama Arap ülkelerinin liderleri fişinin çekilmesini reddettiler.
İsrail'in içindeki ve bölgesel koşullarda bölünme takip edilmesi gereken yönde artacak. Irkçı ayrımcılıklar karşısında gerçekçi görüşlerin ortaya çıkacağına ve bu görüşlerin Arap girişiminin merkezinde yer alacağına şüphe yok.
Haaretz gazetesine göre Arap Barış Girişimi'nde önerilen toprakların taksimi maddesi, Arapların ve Filistinlilerin 1947'de reddettikleri bölünmeyi hatırlatıyor.
Filistinliler, o sıra toprakların tamamını geri istediler ve İsrail'i tanımayı reddettiler. Şimdi ise İsrail, 'tüm topraklarını' istiyor ve Filistin devletini tanımayı reddediyor.
Her iki tarafın da diğerini reddetmesi barışı getirmeyip birbiri ardına felaketlerin yaşanmasına neden oldu.
Independent Arabia