İnsanlığın karşı karşıya kaldığı ahlaki kâbus

Kim bilir bir gün bir bakmışsınız düşlerimizin gerçeğe dönüştüğünü ve idealizmimizin realiteye evrildiğini görürüz

Görsel: Reuters

Uluslararası ilişkiler araştırmacıları ve uzmanlarının ilgileri genellikle uluslararası düzenin dengesine, etkileşimlerine, yapısına, içindeki güçlerin dağılımına ya da güvenliğine ve istikrarına odaklıdır.

Ancak mevcut uluslararası düzen üzerine düşünürken bunun ötesine geçilmeli.

Sebeplerinin idrak edilememesi ve çözülememesi durumunda küresel sistemin güvenlik, bütünlük ve istikrarının sarsılmasına ve en başta onun devamlılığının ve bekasının tehdit altına girmesine yol açabilecek daha önemli, daha derin etkiye sahip ve daha tehlikeli konulara dikkat edilmelidir.

Böyle bir tehdide yol açabilecek üç ana faktör var. Bunlar:

Birincisi; mevcut bilimsel ve teknik devrimin seyrindeki sapma (ki buna bilimsel ve teknolojik faktör diyebiliriz).

İkincisi; uluslararası savaş tehlikesinin ürkütücü bir hale gelmesi ve bunun beraberinde nükleer silah kullanımına başvurma tehlikesinin artması (buna siyasi faktör diyebiliriz).

Üçüncüsü; insanlığın maruz kalabileceği büyük doğal afet riskleri (buna da doğal faktör diyebiliriz).

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu faktörler içinde diğerlerine nazaran daha önemli olan, 'mevcut bilimsel ve teknik devrimin seyrindeki sapma' olarak adlandırabileceğimiz faktördür.

Zira bilim insanlarının ve teknoloji şirketlerinin yöneticilerinin gelecekte, özellikle yapay zeka, genetik mühendisliği ve kalıtım biliminde gerçekleşebileceğini düşündükleri beklentilerde aşırıya gitmeleri durumunda insanlığın ulaşacağı noktayı bilmek, hiç şüphesiz uykuları kaçıran, zihni yoran ve beyni yiyip bitiren bir endişe sebebidir.

Bu beklentilerin bizi nereye götüreceğini tam olarak bilmesek de son dönemde tanık olduğumuz büyük dönüşümlerin baş döndürücü bir hızla ilerlediğini kesin olarak biliyoruz.

Elimizdeki verilerden, içinde bulunduğumuz 21'inci yüzyılda ilerlemeye devam edeceğini de biliyoruz.

Nitekim bilimsel araştırmalar, bilgi devrimi hala en verimli ve en yaratıcı dönemindeyken bilim insanlarının yararlanabileceği büyük miktarda yeni bilgi sağlamaya devam ediyor.

Biyoteknoloji, nanoteknoloji, yapay zekâ ve genetik mühendisliği araştırmalarının tümü, neredeyse her gün dikkate değer ve gözle görülür bir gelişme kaydediyor.

Ancak tüm bu beklenen değişimlere ve bize sınırsız ilerleme ufukları vaat eden şaşırtıcı gelişmelere rağmen, hala cevaplanması gereken birçok soru olacaktır.

Örneğin; bu dönüşümler ve değişimler bizi nereye götürecek?

Bilim ve teknolojinin öncülük ettiği bu uzun yolculuğun son durağı neresidir?

Bunlar bizi insanlığın her zaman hayalini kurduğu mutluluk, refah ve rahat yaşam dünyasına ulaştırabilecek mi?

Yoksa, kabul edilen değerlerden, ilkelerden ve ahlaktan sapıp insanın en başta içine girmemesi gerektiği bazı tabiat olgularının sırlarına dalarak bu süreç üzerindeki kontrolün kaybedilmesine ve böylece insanlığın mahvolmasına ve yüzyıllardır kaydedilen bütün başarıların yerle yeksan olmasına mı yol açacak?

Bu soruların, korkutma veya abartı olarak ya da bilimsel ve teknolojik devrimin sağladığı birçok kazanımın önemi hakkında şüphe uyandırmaya ve onun insanlığa yönelik faydalarını inkar etmeye çalışmak şeklinde algılanmaması adına hemen şunu belirtmek isteriz ki, son çağda ve özellikle geçen yüzyılın sonu ve içinde bulunduğumuz yüzyılın başından bu yana, modern teknolojideki gelişmelerin bir sonucu olarak birçok fayda ve yarara tanık oluyoruz.

Bu gelişmeler ortaya çıkarak etkisini gözden kaçmayacak bir güç ve canlılıkla hayatımıza yaydı.

Ekonomi, iş, sağlık, eğitim, ulaşım, medya, eğlence ve daha birçok alanda hayatımızı doğrudan etkileyen konularda meyvelerini almaya başladık.

Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki, bilimsel gelişme yolunu izlemenin ve teknolojide ilerlemenin getirdiği birçok olumlu sonuca rağmen, bu teknolojilerin ya da en azından bir kısmının benimsenmesi ve kamusal yaşamda uygulanması sonucunda ortaya çıkması beklenen birçok olumsuz sonuç da var.

Bilindiği gibi bilim iki tarafı keskin bir kılıçtır; bir tarafı yoksulluğu, cehaleti ve hastalığı ortadan kaldırabileceği gibi, diğer tarafı insanlığın sonunu da getirebilir.

Bu öldürücü silahın nasıl kullanılacağı onu yönlendirenlerin, kontrol edenlerin ve gücünü bilenlerin 'bilgeliğine' bağlıdır.

Burada bilgelikten kastımız, günümüzün kritik temel meselelerini tespit etme, bunları birçok bakış açısından değerlendirme ve daha sonra herkesin ulaşmak istediği asil ilke ve hedeflere ulaşmaya götüren bakış açısını seçme becerisidir.

Peki burada şöyle bir önemli soru ortaya çıkıyor:

Bilgelik nereden gelir? Onu kontrol eden ve sonra bilgi silahını iyilik ya da kötülük yolunda kullanma gücünü elinde tutan grup kimdir?

Bu bizi, insanlığı mutlu edecek veya yok edecek araçları, icatları ve aletleri üreten ve bilimsel ve teknik başarılara imza atan kişiler olarak geleceği elleriyle şekillendiren yöneticiler, planlamacılar ve bilim insanları da dahil olmak üzere teknoloji şirketlerinin rolü hakkında konuşmaya itiyor.

Bu bilim insanlarının, yöneticilerin ve planlayıcıların sorunu iki yönlüdür:

İlki; bu kişilerin neredeyse dünyadan kopuk olmaları ve kendilerini ofislerine, laboratuvarlarına ve atölyelerine kilitlemiş bir şekilde kapalı, apayrı bir dünyada tek başlarına yaşamaları.

Tek kaygıları ve işleri, başka hiçbir düşünceye takılmadan bilim ve teknolojide yenilikler keşfetmeye devam etmektir. Bu durumu onları icatlarının ve yeniliklerinin sonuçlarına kayıtsızlaştırmaktadır.


İkincisi; hala bu grubun eylemlerini ve ulaşabilecekleri noktayı denetleyen veya hesabını soran bir mercinin olmaması. İşte tehlike tam da burada yatıyor.

Endişeye -panik demiyoruz- sevk eden asıl sebep, bu grubun yönelimleri ve gelecekte elde edilebilir veya erişilebilir hedeflerle (bunun açıklaması bir dahaki bir sefere yapılabilir) ilgili düşünce ve inançlarının izlediği yön belirlendiğinde ortaya çıkıyor.

Bütün bunlar bizim nezdimizde doğru ve kanıtlanmışsa, 21'inci yüzyılın üçüncü on yılına girerken yüzleşmemiz gereken gerçek, ahlaki bir kabusla karşı karşıya olduğumuzdur.

Bu kabus, genel olarak insanlık için bir sıkıntı oluşturmakla birlikte; özellikle beşeri uygarlığın kaldırımında duran ve bilimsel araştırmaların milli gelirlerinin önemli bir yüzdesini temsil etmediği zayıf uluslar için daha büyük bir sıkıntı teşkil edecektir.

Bütün bunlar bizim iki şey yapmamızı gerektiriyor:

Birincisi, dünya parlamentolarının bir yandan insanların ahlaki değerleriyle, diğer yandan da bu dünyayı yöneten, onun hareketini ve hızını kontrol eden ilahi kanunlarla çelişebilecek alanlarda ve kullanımlarda bilimsel deneylerin rasyonelleştirilmesini teşvik eden yasalar ve mevzuatlar çıkarmasıdır.

Bilimsel ve teknolojik başarıların ne tamamen iyi ne de tamamen kötü olduğunu kabul etmekle birlikte, sorun, bu başarıların ahlaki yönleri kızıştıracak, toplumsal gerilimlere neden olacak ve aslında yerlerinde bırakılmasının daha iyi olduğu taşların alt üst edilmesine yol açacak şekilde kullanılmasında yatmaktadır.

Örneğin genetik mühendisliği bir araçtan başka bir şey değildir. Toplum ve bireyler olarak bunu kullanmak isteyip istemediğimize ve şayet istiyorsak ne zaman, nasıl ve ne derece kullanmak istediğimize karar vermeliyiz.

Bu tür kararlar, belirli bir devletin, şirketin veya kurumun ve en başta da bir avuç yöneticinin ve bilim insanının sorumluluğunda değil, herkesin sorumluluğunda olmalıdır.

Bu da bizi ikinci meseleye götürüyor; teknoloji şirketlerinin elde ettiği buluşlar ve yenilikler üzerinde belirli bir uluslararası kuruluş tarafından sıkı ve etkili bir kontrol gerekliliği.

Örneğin bu kuruluş BM olabilir. Faaliyetteki konseylerinden birini 'Bilim ve Teknoloji Konseyi' olarak adlandırarak bilimsel ve teknoloji gelişmelerini ve bunların yol açabileceği sonuç ve etkileri izlemek ve değerlendirmekle görevlendirmelidir.

Ayrıca bu konseye, uluslararası düzeyde kabul görmüş ahlaki ve etik değerlerle veya dini ve toplumsal olarak kabul edilmiş kavramlarla çelişen herhangi bir bilimsel ve teknolojik gelişmeyi durdurma veya önleme yetkisi verilmelidir.
 


Burada şunu açıkça belirtmek isteriz ki, tüm bu söylemlerimizin amacı modern teknolojinin araçlarını bastırmak değil, bilakis onları organize etmek, rasyonelleştirmek ve arzulanan fayda ve avantajları elde etmeye yönlendirmektir.

Yapay zeka ve genetik mühendisliği gibi bu araçlardan bazıları otoritesini bize kabul ettirdi.

Bu durumda çıkan cin şişeye geri sokulamaz. Ancak bu araçların olumsuz ve kontrolsüz bir şekilde gelişip devam etmesine izin vermek, hiç şüphesiz pek çok çeşitli tehlikeye yol açacaktır.

Bu yüzden bilimin kaydettiği ilerlemeyi ve teknolojinin sağladığı gelişimi, insanlığın yıllar içinde elde ettiği kazanımları yok etmekle tehdit eden doğal afetlere (depremler, volkanlar, kasırgalar) ve belalara (Kovid-19 bunlardan sadece biri) karşı önleyici ve proaktif çözümler bulmaya yönlendirmek gerek.

Bu çağın insanının elde ettiği büyük bilimsel ve teknolojik gelişme, bir yandan ahlaki değerler ve ilkelerle çelişecek, diğer yandan da bu dünyayı yöneten ve onun hareketini ve hızını kontrol eden ilahi yasalara aykırı olacak şekilde insanlığın zararına kullanılmamalı ya da insanlığın varlığına tehdit oluşturmamalı.

Bu bakımdan bırakın en azından böyle çözümlerin hayalini kuralım. Kim bilir bir gün bir bakmışsınız düşlerimizin gerçeğe dönüştüğünü ve idealizmimizin realiteye evrildiğini görürüz.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Asasmedia

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU