Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde 6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen 7.7 ve 7.6'lık iki yıkıcı deprem 11 vilayeti ve çevresinde yaşayan 13 milyonu aşkın insanı derinden etkiledi.
21 Şubat itibarıyla 42 bin 310 kişi hayatını kaybetti, yaralı sayısı ise 80 bini aştı. AFAD'a göre; 448 bin 18 depremzede diğer illere tahliye edilirken büyük depremlerin ardından bölgedeki artçı sayısı ise, 7 bin 184 olarak kaydedildi.
Acil kurtarma ekipleri ve gönüllülerin yanı sıra, başta Türk Tabipler Birliği mensupları olmak üzere çok sayıda doktor ve sağlık ekibi bölgeye gitti.
Depremzedelerde baş gösteren psikolojik rahatsızlıklar ve travmatik belirtiler nedeniyle son günlerde psikiyatrist ve psikologlar da işe el atmaya başladılar.
Bu münasebetle İsviçre'de yaşayan deneyimli psikiyatri, psikoterapi ve travma terapi uzmanı Fikret Zengin ile konuştuk.
"Deprem çok yönlü bir travmadır, ruhsal şoktur ve aniden oluşur"
Bir psikiyatrist ve travma terapisti olarak depremlerin yol açtığı akıl-ruh sağlığındaki bozukluklar hakkında neler söylersiniz?
Her şeyden önce ölenlere rahmet diliyor, üzüntülerimi dile getiriyorum. Türkiye'ye büyük geçmiş olsun, yakınlarının başı sağ olsun!
1966 Varto-Karlıova depreminde 9 ve 1971 Bingöl depreminde henüz 14 yaşındaydım. Bölgenin bir evladı olarak ister istemez her ikisine de tanık oldum ve psiko-sosyal etkisini derinden yaşadım. Travma Terapist unvanıyla 30 yıldır hasta tedavi eden bir doktorum. Ruhsal ve zihinsel rahatsızlıkların ne anlama geldiğini de çok iyi biliyorum.
Deprem; bedensel, ruhsal, sosyal ve ruhsal/zihinsel sonuçları olan olağanüstü bir durum-bir vakadır. Kişinin yaşamını, sağlığını ve bedensel entegrasyonunu (bedenin koordineli ve bütüncül faaliyetini) doğrudan veya dolaylı olarak tehdit eder. Kişilerde strese sebep olur. Kısacası deprem çok yönlü bir travmadır, ruhsal şoktur ve aniden oluşur.
Bu durumdaki kişiler korkarlar, dehşete düşerler, fiziksel ve zihinsel sarsıntılar geçirirler. Bunun sonucunda bütün duyu organları uyarılır. Neticede kişide şiddetli korku, çaresizlik ve kontrol kaybı oluşur. Bu üç ayrı duygu kişide emosional (duygusal) şok, şaşkınlık, zihinsel fonksiyonların sarsıntısına, duyguların istikrarsızlığına ve bedensel işlevlerin bozulmasına sebep olur. Bu durum uzun süreli veya sürekli psikolojik bozukluklara sebep verir.
Bu tip olaylara maruz kalan kişilerin beyninde çeşitli değişiklikler ortaya çıkar. Beyinde çeşitli bölgeler vardır. Her bölgenin de kendine has görevi vardır.
Prefrontal (alın bölgesi) davranışlardan; kognitif integrasyon (bilişsel eşgüdüm) ve otobiyografik hafıza (bireyin hayatından hatırlanan bölümlerden oluşan öz bellek) anılardan; limbik sistem (insanın hayatta kalma içgüdülerini tetikleyen sistem) duygulardan; beynin orta bölgesi istemli ve istem dışı hareketlerden sorumludur.
Normal zamanlarda bu bölgeler birbirleriyle iletişim içindedirler. Travma esnasında beynin bu bölgeleri arasında iletişim ve enformasyon (bilgilenme) sisteminde dengesizlik oluşur.
Travma sonucu insanlarda oluşan belirtiler neler?
Başlıca belirtileri şöyle sıralayabiliriz:
- Yaşamış olduğu zedeleyici olayı sık sık anımsar, aynı olayı tekrar yaşadığını zanneder. Bir film gibi (flash-back) gözünün önünden geçirir. Rüyasında sıkça yaşayıp korku ile uyanır.
- Normalde aldırış edilmeyecek uyaranlara karşı aşırı derecede hassastır ve küçük uyaranlarla irkilme tepkisi gösterir.
- Aşırı bunaltı ve iç sıkıntısı duyar, aşırı huzursuz davranışlar sergiler.
- Duygusal yaşamında uyuşukluk oluşur ve giderek toplumsal ilişkilere ilgi duymaz hale gelerek insanlardan uzaklaşma eğilimi içine girebilir.
- Erken sinirlenir ve kızar, kendisine hâkim olamaz, uyku bozukluğu vardır.
- Yaşadığı olayı hatırlamak istemez, bu olayı hatırlatan durumlardan uzak kalmak ister, buna benzer olayları televizyonda gördüğü zaman hemen kapatmak ister. Yaşadığı olayı bir kez daha yaşarmış gibi olur.
- Konsantrasyon (dikkat toplaşımı, yoğunlaşma) bozukluğu, unutkanlık olur.
- Suçluluk duygusu ve utanma duygusu başlar.
- Öfke ve kızgınlık görülür.
- Kişilik değişiklikleri görülür: İzole olur, kendi kabına çekilip içine kapanır, kimseye güvenmez, kendini zaman zaman kontrol edemez, kırıcı olur; hem kendisi, hem de çevresi onu tanımaz hale gelir. Ara sıra gerçekleri tanımaz olur.
- Karamsar olur, dünyaya hep negatif bakar ve değerlendirir, başkalarının onu anlamadığını düşünür.
- İç sıkıntısı ve huzursuzluk nedeniyle ortaya çıkan suçluluk duygusunu bastırmak için alkol veya uyuşturucu kullanır, sonunda bağımlı olur.
- Korku, panik atakları gelişir.
- Depresyon belirtileri baş gösterir; hayattan tat almaz, kendisini boşlukta hisseder, ruhsal çöküntüye girer.
Bir röportajınızda duyguların zedelenip zehirlenmesinden (toksik duygulardan) bahsetmiştiniz. Deprem münasebetiyle bunları tekrar hatırlatır mısınız?
Kısa başlıklar halinde tekrarlayalım:
Korkulu bir olay yaşadığımızda, korkmak olağandır. Lakin bundan dolayı her şeyden korkup hiçbir şey yapmamak sosyal hayatı kısıtlar. Bu da toksik duygu ve davranış sonucunda oluşur.
Biri bizi sevmediğinde kendimizi reddedilmiş hissetmek normaldir. Fakat herkesin bizi reddedeceğini düşünmek doğru değildir. Bu da toksik bir düşünce ve duygudur.
Kaybettiğimizde veya hüsrana uğradığımızda oyalanmak bir süre için olağandır. Ama sürekli olarak cesareti kırılıp hiçbir şey yapmamak doğru değildir. Cesaretinizin kırılması normaldir. Oysa uzun süreli hüzün, duyguda zehirlenme manasına gelir. Yaşamak demek kendini tanımak demektir.
Bu bilgiye dayanarak, başkalarıyla ve kendimizle ilişki kurabiliriz. Duygularımızı gizlemek, bastırmak veya yok etmek bir hatadır çünkü bu şekilde gideceklerini düşünüyoruz.
Duygular kaybolmazlar; kalırlar ve aynen bir hapishanedeki tutsaklar gibi kilitlenirler. Bu ise sadece kafa karışıklığına, ilgisizliğe ve duygusal tahrişe (zedelenmeye) yol açar.
Duygular dışarıdan kontrol edilemez, onları içeriden kontrol etmemiz gerekir. Bu nedenle duygusal sağlığımıza dikkat etmeliyiz, çünkü bu duygularımızın toksik (zehirli) hale gelmesini önleyecektir…
Toksik duygulara sahip bir kişi ne pahasına olursa olsun sevilmek ister. Ancak duygusal sağlık, mutlu hissetmek için başkalarına güvenmek değil; öncelikle kendinize gösterdiğiniz sevgiye güvenmek demektir.
Zehirli duyguları taşıyan/yaşayan kişi, sahip olduğu maddi varlıklar sayesinde başkaları tarafından kabul görmeye ve tanınmaya çalışır. Ancak duygusal olarak sağlıklı olmak, kendinizi olduğu gibi kabul etmekle mümkündür.
Toksik duygulara sahip olan kişi, dışarıda takdir arar. Oysa duygusal olarak sağlıklı olmak, kendinize değer vermek demektir.
Toksik duygulara sahip insan, başkalarının görüşlerine çok fazla önem verir. Öte yandan bu, duygusal açıdan sağlıklı, motive edici olumlamaların yardımıyla yaşamaya değer olumlu bir benlik imajı geliştirmek anlamına da gelebilir. Kendinizi hangi durumda bulursanız bulun, çevrenizde olup bitenler değil, kendi içinizde neler olup bittiği çok daha önemlidir.
Hiç kimse sürekli korku, ızdırab ve başarısızlık hakkında konuşarak bir krizin veya yaralanmanın üstesinden gelemez, mutlu olamaz. Nasıl düşünürseniz ve konuşursanız, öyle yaşarsınız. Konuştuğumuz konular bizde iz bırakan olaylardır.
Hayatınızda sorunlar ve zorluklarla karşılaşır; hatırlamaktan hoşlanmadığınız kaçınılmaz durumlar ve anlar yaşarsınız. Aslında bunların hepsinin üstesinden gelebilecek gücünüz de vardır. Bu gücün farkına varmanız ve bunu aktif hale getirmeniz gerekir. Aynı zehirli duygularda ısrar etmek, bir insan olarak yaşamamızı, öğrenmemizi ve gelişmemizi engeller.
ABD doğumlu İngiliz şair, oyun yazarı ve edebiyat eleştirmeni Thomas Stearns Eliot, negatif (olumsuz) psikoloji noktasında dikkat çekici bir benzetme yapmıştır:
Negatif insanlara (toksik insanlara) maruz kalmak, radyasyona maruz kalmak gibidir. Kısa süreli, düşük dozlara dayanabilirsiniz. Ancak sürekli maruz kalmak, sizi öldürür!
Duygusal esneklik, güvenmemiz gereken önemli bir araçtır. Yanılmamıza, öfkelenmemize, ağlamamıza vb neden olmasına izin vermeliyiz. Aynı zamanda da kendimizi affetmemize, iyileşmemize ve yeniden mutlu olmamıza da müsaade etmeliyiz.
Kişi, onu hayata bağlayan ve ona yaşam sevinci veren olaylara odaklanmalı; toksik (zehirli duygular taşıyan karamsar ve moral bozucu) kimselerden uzak durmalıdır. Olumlu eylem yoluyla toksik (zehirli) bir duyguyu değiştirebiliriz.
Travmaların farklı yaş (çocuk-büyük) ve cinsiyetteki (kadın-erkek) kümelere etkisi nedir?
Kadınlar, erkeklere oranla daha sık travma yaşarlar. Kadınlarda oran yüzde 10-12, erkeklerde ise yüzde 5-6 kadardır. Olay (felaket veya kaza) sonrası psikolojik rahatsızlık ortalaması yüzde 8 olarak belirlenmektedir.
Erkekler kadınlara oranla daha az maruz kalmalarına rağmen rahatsızlığı daha ağır geçiriyorlar. Çünkü kadınlar dışa açılmaya, duygularını dışa vurmaya daha müsaittirler. Dolayısıyla içlerini döküp daha fazla konuşabildiklerinden travmayı kolay ve çabuk atlatabiliyorlar. Yani çözüm odaklı hareket ediyorlar.
Erkekler ise "Erkekliğe halel gelmesin!" mantığıyla daha içe kapanık ve ketum oluyorlar. Suskun kalmayı yeğleyip az konuşuyorlar. Kimi zaman da açıkça anlatamıyorlar.
Çocuklara gelince, onlar travmaları yetişkinlerden farklı yaşarlar. Genellikle travmayı bastırır ve bilinçaltına atarlar ve sanki hiç bir şey yaşamamış gibi davranırlar. Bu durumda ise daha sonraki yaşamında başına gelen travmalar, bilinçaltında tutulan travmanın da ortaya çıkmasına neden olur ve çocuk iki travmayı birlikte yaşamak zorunda kalır. Bu da travmaların daha derin ve şiddetli yaşanmasına yol açar.
Burada çocuğun güvenli ortama alınması çok önemlidir. Çocuğun sevilmesi, korunması ve ihtiyaçlarının giderilmesi; travmanın atlatılmasını kolaylaştırır ve travmanın kalıcı olmasını önler.
Alınması gereken acil önlemler neler olmalı?
İlk elde şu tür önlemler gerekir:
Kişiler güvenli ortama getirilmeli ve onlara gerekli yardım yapılacağına dair güven verilmeli, acil ihtiyaçları giderilmelidir.
Bu ihtiyaçlar ise şöyle sıralanabilir: Barınma, yeme-içme, soğuktan korunma, hijyen, yaraların tedavi edilmesi vs.
Televizyonlarda ve medyada deprem görüntülerinin fazlaca gösterilmesi, travmaların daha derin ve şiddetli olmasına sebep olduğu gibi deprem yaşamamış olan insanlarda da travmalara yol açabilir. Bu görüntüler gösterilmemeli ve derhal kesilmelidir.
Toplumsal olarak gerekli yardım yapılmalı ve dayanışma içerisinde olunmalıdır. Yerel yönetimler ve iktidar daha aktif olmalı ve yaptıklarıyla gerekli güveni verebilmelidir.
Psikiyatristlerden ve Psikoterapistlerden oluşan Travmaterapist ekipleri kurulup sahaya gönderilmelidir.
Korku ve dehşet travması durumunda acil tedavi yolları neler?
Bu fazda kişi stabil (istikrarlı) konuma getirilir. Kişinin kabiliyetleri ve öz kaynakları tanınır, tespit edilir ve bunlar kendisine gösterilir yani kişi bilinçli hale getirilir. Rahatlama ve gevşeme yöntemleri öğretilir.
Hipnoterapik imajinasyon yani birinin zihninin içinde kendiliğinden görüntüler üretebilme yetisi ya da zihinsel görüntüler oluşturabilme becerisi ve yöntemleri öğretilir. Bunun sonucunda kişi kendini kontrol edebilmeyi öğrenip çaresizliği yenmeye başlar.
Türkiye'nin afet ve kazalarla imtihanı konusundaki karnesi nasıl?
Türkiye'de gelmiş geçmiş iktidar ve yöneticiler, depremlerin her basamağında sınıfta kalmışlardır. Gerekli müdahaleler oldukça geç yapılmıştır. Dolayısıyla kurtulabilecek çok sayıda insan yaşamını yitirmiştir. Yaralı sayısı artmıştır. Bu durumun uzun sürmesi kişilerde var olan çaresizlik duygusunu artırmıştır.
Bunun sonucunda insanlar dehşete kapılmış, kendilerini kontrol etme duygusu azalmıştır. İnsanlar ne yapacağını bilemez hale gelmiştir.
Bu tür düşünceler ve duygular uzun sürdüğünde depremzedelerde feryat, korku, şaşkınlık, hiddet ve öfke gibi olumsuz duygular artmaktadır. Bu durum tedavi edilmediğinde psikolojik rahatsızlıklara da sebep olacaktır.
Bu rahatsızlıklar neler?
Şöyle sıralamak mümkün:
Yönelim Bozuklukları/ Akut Travma Bozuklukları/ Travma Sonucu Stres Bozukluğu/ Korku ve Panik Bozuklukları/ Affektif Bozukluklar (Mevsimsel olarak tekrarlayan depresyonlar)/ Dissosiyatif Bozukluklar (Bayılmalar, psikolojik hafıza kayıpları, kaçma ve kaybolma olayları)/ Kişilik Değişiklikleri/ Madde Bağımlığı/ Psikosomatik Bozukluklar.
Depremin yol açtığı travmaların sosyal sonuçları neler olabilir?
Elbette toplumsal ve sosyal sonuçları çok daha vahimdir. Kişinin evini, servetini kaybetmesi, bazen de işini kaybetmesi, istemediği halde başka bölgelere, şehirlere göç etmesi ve sahip olduğu sosyal çevresini kaybetmesi büyük bir travmaya maruz kalması demektir.
Kişinin değer yargılarının değişmesi; başkalarının kendisini anlayıp dinlemediği hissine kapılması, hatta ona yardım edilmediği yolunda bir duyguya sahip olması olağan görülmeli ve süratle çözüm yolları aranmalıdır.
Fikret Zengin kimdir?
1957 Bingöl Karlıova doğumlu. İzmir 9 Eylül Tıp Fakültesi mezunu. 1988 yılında Almanya'ya göç eden Fikret Zengin, Bielefeld Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dalında master yaparak psikoterapist oldu.
Almanya'nın Duesseldorf ve Solingen şehrinde 20 yıl boyunca psikiyatri ve psikoterapi mütehassısı olarak çalıştı.
Almanya'da psikiyatrist ve psikoterapistlere eğitim verme yetkisine sahip olan ve bu alanda çok sayıda insan yetiştiren Zengin, birçok mahkemede bilirkişi olarak çalışmıştır.
Halen İsviçre'nin Zürih şehrinde mesleğini sürdüren Zengin travma ve kulak çınlaması tedavisi, beslenme uzmanlığı ve koruyucu hekimlik ve kişisel danışmanlık gibi hizmetler sunmaktadır.
Dr. Zengin, "Best Of Europe Awards 2022" (Avrupa'nın En İyisi) ödülüne sahiptir. 2021 yılında kurduğu "SIMED Academy" Avrupa'nın En Başarılı Projesi görülmüş; "100 Soruyla: Süper Beyne Nasıl Sahip Olunur?" isimli çalışmasıyla Avrupa'nın en iyi yazarı ödülünü almıştır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish