Türkiye, Türk, Kürt ve Alevilerin dışında Süryani, Laz, Caferi, Roman, Rum, Kafkas, Ezidi ve Yahudi gibi geniş bir etnik, dilsel ve dinsel çeşitliliğe ev sahipliği yapan kozmopolit bir ülke.
Bunlar yüzyıllar boyunca birbirleri ile kaynaştı; ortak dil, kültür ve gelenekler edindi. Bu çeşitlilik bazen sert ve şiddet içeren baskılara sahne oldu.
Ana dilde eğitim ve öğretim gibi hakları kullanmakta zorluklar yaşayan Ermeni, Süryani ve Keldaniler gibi gayrimüslimlerin vakıflarına ait taşınmazlara el konulması bu kesimleri mağdur etti ve önemli bir kısmı ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Türkiye’deki azınlık temsilcileri hukuksal, siyasal ve toplumsal sorunlarını Independent Türkçe ile paylaştı.
Türkiye’de 17 bin Yahudi yaşıyor
Şalom gazetesi Türkiye’deki Yahudi toplumunun sesi. Yahudilerin ülkedeki tek gazetesi 1948 yılında kuruldu. 1970’lerin sonuna kadar iki dilli, Türkçe ve Ladino (Yahudi İspanyolcası) yayımlanan gazete, şimdi okurlarına Türkçe ulaşıyor. Haftalık yayımlanan gazetenin aynı adlı çıkan bir de dergisi var.
Gazeteci İvo Molinas uzun yıllardır Şalomun Genel Yayın Yönetmeni. Gazetede yazıları da yayımlanan Molinas, İsrail dışında yaşayan Yahudiler arasında İbranice gazetesi olmayan ve kendi dillerini öğrenemeyen tek toplumun Türk Yahudi toplumu olduğunu anlattı.
Molinas, Türkiye’deki 71 yıldır hayatta olan Şalom’un haftalık tirajının 4 bin civarında olduğunu, ancak internet sitesi sayesinde daha büyük bir kitleye ulaştıklarını söyledi. Yahudi olmayanların da Şalom’a abone olduğunu, yazarları arasında Müslümanların da yer aldığını belirtti. Molinas amaçlarını ise şöyle anlattı:
Misyonumuz diyalog, tanıtım ve etkileşimle, uzaklaştırılan ve ötekileştirileni mümkün olduğu kadar yakınlaştırmaya çalışmaktır. Hepimiz insanız ve birbirimize ihtiyacımız var.
Son dönemde Yahudi nüfusunun azalması, gazetenin abone sayılarına, reklam gelirlerine yansımış. Ekonomik krizi derinden hisseden Şalom, ayakta kalmaya çalışıyor. Okurlarının ve Yahudi toplumunun destekleri dışında bir geliri bulunmayan gazete, Türkiye’deki birçok basın kuruluşunun ayakta kalmasını sağlayan devlet desteğinden, yani Basın İlan Kurumu’nun verdiği resmi ilanlardan da mahrum.
Türkiye Yahudi toplumunun hiçbir zaman devlet ile karşı karşıya gelmediğinin altını çizen Molinas ayrımcılıktan şikayetçi. Molinas, özellikle basında çıkan İsrail karşıtı haberlerinin ardından düşmanca söylemlerle karşılaştıklarını anlattı:
Çoğu zaman Şalom’a lanet okunuyor. Gazetenin yönetmeni ve yazarı olarak düşmanca söylemlere maruz kalıyorum. Maalesef önyargılar bizi lanetli hale getiriyor. Ciddi anlamda antisemitizm var ve biz bununla mücadele etmeye çalışıyoruz. Özellikle yazılı ve görsel medyada İsrail ile ilgili yoğun haberlerin olduğu dönemlerde antisemitizm çok rahatsız edici boyutta artıyor. İsrail hükümetinin yaptıklarından bizler nasıl mesul oluyoruz, belki ben de eleştiriyorumdur. Ama ırkçılığın özünde bu vardır. Kimilerine göre Avustralya’daki ile Türkiye’deki Yahudi aynıdır. Her toplumda olduğu gibi bizde de sağcı, solcu, polis, katil, memur, asker, bilim adamı, yani iyisi de var kötüsü de var. Ama sokakta antisemitizm yoktur.
Molinas, Yahudi toplumunun, birçok haksız uygulamaya karşın devlete sırtını dönmeyişini ise şöyle özetledi:
Trakya’da Yahudilerin evlerinden sökülüp atılması ve göçe zorlanması, varlık vergisinde devletin Yahudilerden çok alıp Müslüman topluma servet transferi gibi birçok haksız uygulama oldu. Ama genel makro düzeyde baktığımızda devlet ile Yahudiler arasında diğer azınlıklar kadar pek sıkıntı olmamıştır. Çünkü Yahudiler eğitim ve bilime önem veren bir toplum. Mesela dünya nüfusları yaklaşık binde 2 ama Nobel ödüllerin yüzde 27’sini Yahudiler almıştır.
Türkiye’de son yıllarda insanların dinden uzaklaştığı, deizmin özellikle gençler arasında popüler olduğu konuşuluyor.
Molinas’a göre, deizm Yahudi toplumunu da etkiledi, sinagoglara gelen cemaat sayısı azaldı. Yahudi toplumunun inançlarının kültür ve geleneklerle iç içe geçtiğini aktaran Molinas, bu özelliklerinin her şeye rağmen toplumun inançlarını ayakta tuttuğunu, bir arada kalmalarını sağladığını belirtti.
“Türkiye’de Ermeni toplumu sistematik bir mahalle baskısı altındadır”
Agos gazetesi Türkiye’de adı en bilinen azınlık gazetesi. Hrant Dink ve arkadaşları tarafından 1996 yılında kurulan Agos, Dink’in katledilmesinin ardından tüm ülkede tanındı. Gazetenin Ermenice sayfalar editörü Pakrat Estukyan, Ermeni meseleleri dışında ülkenin sosyal, politik, ekonomik ve kültürel konuları hakkında da haberler yaptıklarını söyledi.
Gazete satışından başka bir geliri olmayan Agos da ekonomik krizden şikayetçi.
Estukyan, “Kağıt ve baskı maliyetlerini gazetenin satış fiyatına yansıtmak kolay olmuyor. Gazetenin tek geliri bayilerden, yani gazete satışından, ayrıca alınan ilanlardan oluşmaktadır. Bunlar dışında bir geliri yoktur” dedi.
"Başlığını içe gelecek şekilde katlayarak da olsa gazeteyi alırlar"
Yazdıkları çizdikleri nedeniyle yasaklanmamışlar, toplatılmamışlar, ama bazı haberler için uyarı almışlar. Estukyan, okurlarının desteğinden emin:
Türkiye’de Ermeni toplumu sistematik bir devlet politikasının sonucu olarak yoğun bir mahalle baskısı altında. ‘Ermeni’ sözcüğünün dahi bir hakaret sıfatı olarak kullanıldığı toplumsal yapı içinde Ermeni kimliğiyle var olmak, hele hele hak talep etmek hiç kolay değil. Bu kaygı ‘son dönemde’ gibi bir zaman kavramından bağımsız olarak, bütün dönemlerde hissedilir, ama okuyucu gizleyerek, gazetenin başlığı içe gelecek şekilde katlayarak da olsa gazetesini edinir.
"Toplumun farklılıklara tahammülü yok"
Estukyan’a göre, Türkiye’de Ermeni kimliği ile yaşayanların sayısı 60-70 bin civarında. Nüfus cüzdanında İslam yazan, Ermeni ismi taşımayan Ermenilerin sayısı hakkında ise tahmin yürütmek zor.
Ermenilerin ‘topluma göstermeden’ ibadet ederken bir sorunla karşılaşmadığını dile getiren Estukyan, kamusal alanda Ermenice konuşmaktan sakınmanın ise yaygın bir tutum olduğunu aktardı.
Estukyan, “Toplumun farklılıklara tahammülü yok. Bu bir ulus- devlet politikasıdır ve toplumun çoğunluğu tarafından da benimsenmiştir” diye konuştu.
Türkiye’nin anavatanı olduğunu vurgulayan Estukyan, demokrasi, temel insan hakları ve ifade özgürlüğü kavramları ile ilgili olarak toplumsal zorluklar yaşadığını kaydetti.
“Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesini sadece Sünni İslam’a hizmet için ayırıyor”
Sabro gazetesi de tıpkı Şalom ve Agos gibi kulvarında yalnız. Gazete, Süryanilerin tek yayın organı.
2012’de yayım hayatına başlayan Sabro ayda 3 bin okura ulaşıyor. Gazetelerin bir kısmı abonelere postalanıyor, bir kısmı da Süryanilerin kalabalık olduğu köylerde elden satılıyor.
Gazetenin kurucularından ve bir dönem genel yayın yönetmenliğini de yapan Avrupa Süryaniler Birliği Türkiye Sorumlusu Tuma Çelik, aynı zamanda HDP Mardin milletvekili.
Mardin’in Midyat ilçesinde faaliyet gösteren Süryani Kültür ve Dayanışma Derneği ile hem bölge hem de Türkiye’de yaşayanların sorunlarıyla ilgilendiklerini hatırlatan Çelik, “Halkımızın problemlerini ve ihtiyaçlarını gündeme taşımaya çalışıyoruz’ dedi.
Süryanilerin temel dört ihtiyacı olduğunu belirten Çelik, bu ihtiyaçları da şöyle sıraladı:
- Süryanilerin tapu kadastro çalışmalarında karşılaştıkları sorunların çözülmesi,
- Kilise ve manastırlar gibi kültürel varlıkların envanterini çıkarılması,
- Kadın örgütlemesini sağlayabilmek için kadın merkezinin kurulması ile farklı yaş gruplarındaki insanlar için eğitimler verilmesi,
- Dil ve folklor gibi kültürel mirasın gelecek kuşaklara taşınması,
Anayasasında laik bir devlet olduğu yazan Türkiye’de uygulamaların tam tersi olduğunu iddia eden Çelik, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın uygulamalarını eleştirdi.
Diyanet’in tüm bütçesinin Sünni İslam’a hizmet için ayırdığını ifade eden Çelik, ülkede yaşayan farklı inanıştaki insanların dini ihtiyaçlarının karşılanmadığını söyledi.
Türkiye’de 25 bin Süryani yaşıyor
Türkiye’de yaklaşık 25 bin Süryani’nin yaşıyor. Özellikle Güneydoğu’da yaşayanların doğrudan doğruya mahalle baskısına maruz kaldıklarını ileri süren Çelik, yaşananları şöyle anlattı:
Örneğin, Midyat’ta kimi dernek ve kurumlar Noel kutlamanın haram ve yasak olduğunu söyleyerek bir takım afiş ve bildiriler dağıtıyorlar. Ramazan aylarında problemlerle karşılaşıyoruz. İnsanları rahatsız edecek davranışlardan kaçınıyoruz ama koca şehirde açık bir lokanta bulamıyoruz. Buna alkol kullanımını da ekleyebiliriz. Bunlar somut olarak sürekli karşılaştığımız durumlardır.
Kendini farklı ifade etmeye çalışan tüm kimliklerin baskıya maruz kaldığını ileri süren Çelik Süryanilerin hem milliyetçi hem de dindar kesimlerden baskı gördüğünü söyledi:
Tabii Süryaniler Hıristiyan olmaları nedeniyle iki ayrı baskıya maruz kalıyorlar. Evet ibadet edebiliyoruz ama bunun koşullarını da engellemeye çalışıyorlar. Mesela kilise, manastır ve mezarlıklarımız hazineye devredildi. Hazine de kullanımını Diyanet İşleri Başkanlığı’na verdi. Böyle saçma bir şey olabilir mi? Hem onların ihtiyaçlarını karşılamada en küçük bir çaba sarf etmiyorsun hem de kullanımını Diyanet’e veriyorsun. Yani yazılı kanunlarda gitmek için bir engel yok gibi ama gittiğinizde kesinlikle bir baskı ile karşılaşıyorsunuz. Çünkü Türkiye’deki genel mantık herkesin Müslüman olduğu mantığıdır.
Süryanilerin Lozan antlaşmasına göre azınlık haklarına sahip olduklarını, ancak bu hakların 2013’teki mahkeme kararına kadar kullanılmasına izin verilmediğini aktaran Çelik, geçen sürede dini, sosyal, ekonomik ve siyasi baskılar nedeniyle birçok Süryani’nin yurt dışına göç etmek zorunda kaldıklarını söyledi.
Türkiye’de 5 milyon Kuzey Kafkas kökenli insan yaşıyor
Kafkas Araştırma Kültür ve Dayanışma Vakfı (KAFDAV) 1999 yılında 48 üye tarafından kuruldu.
Vakfa bağlı bilim kurulu, başta Çerkesler olmak üzere Türkiye’de yaşayan Kafkas kökenli halkların kültür bayrağını dalgalandırıyor.
Kurulun tavsiyesi doğrultusunda dünyanın tüm ülkelerinde ve dillerinde Çerkesler ve Kafkasya hakkında yazılmış eserler kayıt altına alınıyor. Kafkas tarihi ve kültürünü konu alan 75 kitap vakıf sayesinde basılmış ve okurlarına ulaşmış.
KAFDAV Başkanı Muhittin Ünal, çalışmaları kapsamında bir kısmı henüz kayda alınmamış, 20 bin kadar materyale (kitap, dergi, tez, gazete, harita, makale, röportaj v.s.) ulaştıklarını anlattı.
Büyük bir araştırma kütüphanesinin de temellerini atılmış, ama kütüphane mali sorunlar nedeniyle henüz kapılarını açacak düzeye gelememiş. Başkan Ünal basmayı planladıkları eserlerin de ekonomik sorunlara takıldığını söyledi:
Kimi tercüme edilerek, kimi konferans, sempozyum ve çalıştaylar sonucunda, kimisi de ödüllü yarışmalar sonucunda hazır hale gelen materyalleri, bazen de araştırmacı hemşerilerimizin ortaya koydukları özgün çalışmaları yayınlıyoruz. Yayıncılığa ayırdığımız sermaye sınırlı olduğu için en azından kitabın basımı için kullanılacak kağıt tutarını bağışlayarak yardımcı olan hemşeri ve dostlarımızın katkısı olmasa, bu kadar eser yayınlayamazdık. Şu an beklemekte olan eserlerimiz için de benzer şekilde maddi desteğe ihtiyacımız var.
Kafkas Araştırma Kültür ve Dayanışma Vakfı’nın yayınladığı eserlerden yasaklanan veya toplatılan olmamış. Kültürel çalışmalarda engellerle karşılaşmadıklarını söyleyen Ünal, faaliyetlerini anlattı:
Kitap dışında belli konularda araştırmaları bulunan akademisyen veya genç yazarların araştırma çalışmalarını paylaşmak üzere aylık seminer organizasyonları ya da üniversiteli öğrencilerin ayda bir yapmakta oldukları bilgi edinme toplantılarında farklı konuların tartışmasına ev sahipliği yaparak tanıtım ve bilgilenme ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışıyoruz.
Türkiye’nin yaklaşık 5 milyon Kuzey Kafkas kökenli insana ev sahipliği yaptığını belirten Ünal, antik ve evrensel değerleri içeren köklü bir kültüre sahip olduklarını ama olanaklar nedeniyle bu kültürü yeterince tanıtamadıklarını söyledi.
“Mare Nostrum ile Rum, Süryani, Ermeni, Yahudi ve Ezidilerin edebiyatını Türkçeye kazandırdık”
1977 yılında Ragıp Zarakolu tarafından kurulan ve 1978’de ‘Karl Marks ve Friedrich Engels eserlerine giriş’ kitabı ile yayın hayatına başlayan Belge Yayınları, Kürt, Ezidi, Rum, Yahudi ve toplumun değişik kesimlerine ait toplamda bine yakın eser yayımladı.
Belge Yayınları editörü Ragıp Zarakolu’nun oğlu Sinan Zarakolu’ya göre yayınevi, dönemin ihtiyacına göre değişkenlik göstermiş.
Özellikle 12 Eylül döneminde cezaevlerine giren 10 binlerce insanın sesini dışarıya duyurmakla için bir çabanın içerisine girilmiş ve ‘Yeni sesler’ diye şiir, öykü ve benzeri çalışmalardan oluşan bir dizi ortaya çıkarılmış.
Zarakolu, yayınevlerinde 1980’lerin başında, özellikle Latin Amerika’da ulusal kurtuluş hareketlerini incelediklerini belirterek, Amerika’nın tutumunu anlatan eserlerin yanı sıra “80’lerin sonunda Kürt hareketini anlama ve anlatmaya dönük gayretin” de kitap olarak kendini bulduğunu söyledi.
Belge yayınlarının 90’ların başında İsmail Beşikçi’nin “Devletlerarası Sömürge Kürdistan” kitabının yayınevinin başını yasal olarak derde sokan bir eser olduğunu aktaran Zarakolu şunları söyledi:
Karadeniz Bölgesi’ndeki Pontus gerçeğini, oradaki Rum toplumunun başından geçenleri de yayınlamaya başladık ve onlar da dava konusu oldu. Bizi doğalında Türkiye’deki gayrimüslimlerin yaşadıklarına getirmiş oldu. 90’larda azınlık ve gayrimüslim merkezinde yapılan yayınlar Mare Nostrum (bizim deniz) yazı dizisini ortaya çıkardı.
Türkiye’de Mare Nostrum ile ilk kez Rumlar, Süryaniler, Ermeniler ve Yahudiler gibi Türk gayrimüslimlerin edebiyatını da Türkçeye kazandırdıklarını kaydeden Zarakolu, farklı etnik ve kimliklerin eserlerini yayınlamakla bir tabuyu devirdiklerini söyledi. Yaşanan sürecin ve peşi sıra gelen inceleme ve araştırmaların, yayınevinin Ermeni sorunu ile ilgili çok sayıda eser hazırlamasına ittiğini ifade etti.
Mare Nostrum yazı dizisiyle, her kesimi kucakladıklarını ve çalışmaları arasında Kürtler, Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Yahudiler ve Ezidilerin de içinde olduğu birçok toplumun kültürünü yansıttıklarını savunan Zarakolu, şu değerlendirmelerde bulundu:
Mesela Kafkas ve Çerkeslerle alakalı çalışmalarımız var. Bu çalışmalar arasında edebiyat ve araştırma da yer alıyor. Bu hepsini kapsamakla alakalı bir çaba. 12 Eylül’de ezerek geçen bir yapının duygusu basılı bir materyalidir. Rum Pontus’tan söz ederken de, Hemşin gizeminden söz ederken de bu böyleydi. Toplumun tüm unsurları kimliklerini açıktan yaşamak isterler. Türkiye’de kültür yayıncılığı yol ayrımındadır. Kültür yayıncılığının nereye ve nasıl gideceğiyle alakalı meselede yayınevlerinin çabalarına bağlıdır.
Türkiye incelemelerinin ve kurumsal alanda yaptıkları yayınların düzenli olarak ilgi gördüğünü ifade eden Zarakolu, envanter anlamında Ermeni sorunu ile ilgili çıkardıkları eserlerin her zaman başvurulacak kaynaklar olduğunu belirtti. Zarakolu, çok satan değil, geleceğe kalacak eserlerle ilgilendiklerini de sözlerine ekledi.
© The Independentturkish