Bu şehre kardan başka hiçbir şey yakışmıyor neredeyse. Gri gökyüzünde eksilerde seyreden soğuk hava, insanın ciğerlerine çöküyor.
Şimdi kar içinde beyazlara bürünse bu şehir, kalenin duvarlarından şehre şöyle bir bakılsa, her şeyin muntazam bir şekilde yerleştirildiği görülür.
Geniş caddeler boyunca uzayıp giden ağaçlar, olabildiğince beyaz suskunluğu süsleyen ışıklarla karşılaşırsınız.
Sonra aniden gene bastırırsa kar, göz gözü görmez, her şey bir karaltı halinde belirir.
Bir sis sütüne bulaşırken, puslu gökyüzünde kar yağıp ışıklara yakalandığında, gökten kâğıt parçacıkları yağar sanırsınız. İri iri yere düşerler.
O zaman da kışın görkemi denir buna. Adımlarınızı hızlıca atıp geniş caddelere çıktığınızda, kaldırımlarda yanan ateşin etrafına toplanan insanlar ya şarkı söyler ya da uzun uzun bir meseleye daldırır herkesi.
Yine kalenin üst tarafından On İki Havariler Kilisesi'ne baktığınızda, kilisenin yeryüzüne bir hançer gibi saplandığını düşünürsünüz.
Oradan gözlerinizi alıp başka yere çerçevelediğinizde; diyelim ki bu Eski Taş Köprü olsun, Kars Çayı donmuştur, bir ressamın tabloya burayı resmettiği hissine kapılırsınız.
Köprüden gelenler geçenler, bakanlar, duranlar hepsi o ressamın marifetidir derseniz. Ama değil, şehrin doğasına tarihin çakmış olduğu bir hafızadır bu.
Tüm bu saydıklarımı unutup, tek tük düşen kar taneleri arasında 40 yıllık radyo tamircisi Türker Akkuş'un dükkânına yol alıyorum.
Pasajın içinden iki kat aşağıya inince, önce nem kokusu sonra da sıra sıra dizili ampul ışıkları karşılıyor.
Türker Usta, artık radyo tamir etmiyor. Başında iki adam, sağında solunda eski televizyonlar, çalışma masasında türlü türlü aletler ve durmadan yanan sigara.
İçeri girince gözlüklerinin altından bana bakıyor. Bu bakışları tanıyorum, "Yine mi sen, bu pazar değil, diğer pazar yapalım" diyen bakışlar bunlar.
Fakat bu sefer kararlıyım. Selamımı alır almaz, tezgahtaki televizyonu tamir etmeye devam ediyor.
Bir ara başını kaldırıp "Çay içer misin?" diye soruyor. Sonra sigara uzatıyor. Belli ki keyfin yerinde, bugün konuşacağız diyorum kendi kendime.
Daha ben demeden, o başlıyor, "Şu televizyonun işi bitince başlarız. Çalışırken dikkatim dağılır, televizyona bir şeyler olur müşteriye ayıp olur" diyor. "Olur" diyorum.
O, işine odaklanırken ben tezgâhın hemen karşısında dükkânın camına yapıştırılmış aynadan onun fotoğrafını çekiyorum.
Arada dönüp aynaya bakıyor. Sonra tekrar işine koyuluyor. Türker Usta, Kars'taki tek radyo tamircisi. Kime sorsanız tanır. Diğer ustalar gibi o da artık kendi işini yapmıyor.
Çünkü dünya değişti, zaman ilerledi, insanlık başka bir hal aldı. Türker Usta da radyo yerine artık televizyon tamir ediyor.
Hatta dükkânında radyoya rastlamak mümkün değil. Dayanamayıp soruyorum, "Onca yıl radyo tamirciliği yaptın, hiç mi eski radyo olmaz" diyorum.
"Vardı aslında. Bilemedik bu kadar kıymetli olacağını. Ya dosta ya hurdacıya verdik" diye cevaplıyor.
Gelgelelim şu radyo hikâyesine. Türker Akkuş, daha çocukken çırak olarak çalışmaya başlıyor.
Yıllar 1970'i gösterdiğinde, ustası Yugoslav Cemal Usta'nın yanında hayata kendi kendini atamış.
Bir de Türker Usta'nın kendisinden dinleyelim:
Mesleğe 1970'te başladım. Beş sene çıraklık ve kalfalık yaptım. Ondan sonra Ankara'ya kursa gittim. Kurstan çıktıktan sonra da İstanbul'da radyo montajlarında çalıştım. Burada geçirdiğim bir yıldan sonra, Ankara'daki kurstan beni aradılar. Orada hocalık yaptım. Ankara Ahmet Ekmekçi Televizyon Kursunda. Ondan sonra Kars'a geldim. Erzurum'a indim Ankara'dan, inzibatlar beni yakaladı, asker ettiler. Askerlik bittikten sonra tekrar Kars'a geldim, burada 1978 yılında dükkân açtım.
Daha önce konuştuğumuz için, onu çıraklık yıllarına dair başka bir meselenin içine daldırmak istiyorum. Yugoslav ustasının Kars'a gelişi ve Türker Usta'nın çıraklık yılları.
O zamanlar Boğatepe Köyü ile Kars arasında mekik dokuyor. Sabah köyden çıkıyor, akşam da tekrardan köye yayan gidiyor. Yugoslav ustası için şunları söylüyor:
Benim ustam Yugoslav'dı, Cemal Dericiler. Ama Türkiye'de parmakla gösterilirdi benim ustam. Çok bilgiliydi. Yanında esas duruşumu bozamazdım. Böyle de sinirli ve diktatör bir insandı. Hanımından boşanmış, sinirlenmiş, demiş ben Doğu'ya gideceğim, burada benim gözüm bunu görmesin. İstanbul'u onun için terk etmişti.
Türker Usta'nın bir diğer anısı da DEV-SOL üyeleriyle ilgili. Eskiden MHP'li olduğunu söyleyen Türker Usta, DEV-SOL üyelerinin eski radyoların çanta kablarının içine nasıl telsiz yerleştirdiğini anlatıyor:
O zamanlar benim dükkân Kazımpaşa'daydı. Sağcısı da geliyordu, solcusu da geliyordu. Bize telsiz yapacaksın diye, eski radyo kaplarının içine bana telsiz yerleştirtirlerdi. Kimse polis falan anlamasın diye. Ondan sonra emniyet bunun farkına varıyor, gelip beni aldılar.
Türker Usta, birkaç soru daha sormaya yeltenirken, "Benim diyeceğim bu kadar" deyip sözü kesiyor.
© The Independentturkish