"Minik çocuk dehşeti yaşadı!"
(14 Haziran 2022, Star)
"Trabzon'un Akçaabat ilçesinde yüzdüğü sırada, sahibinin denize soktuğu köpeğin ısırdığı çocuk yaralandı"
(1 Ağustos 2022, Aydınlık)
"2 kardeş 3 gün arayla köpek saldırısına uğradı"
(23 Ekim 2022, Yeni Akit)
"Nevşehir'de genç kıza 15 köpek saldırdı"
(28 Ekim 2022, ensonhaber)
"Korku dolu anlar! Köpekler böyle saldırdı"
(4 Ekim 2022, İHA)
"Başıboş köpeklere sahip çıkan Ayşe Arman da mağdur oldu"
(25 Kasım 2022, Sabah)
"Ünlü yazar Mario Levi'ye köpek saldırdı"
(22 Ekim 2022, Akşam)
"Edirne'de sokak köpekleri 12 yaşındaki çocuğa saldırdı"
(23 Ekim 2022, TGRT)
Bu cümleler, sadece son birkaç ayda medyada yer alan bazı haber başlıkları…
Bu minvaldeki haberler, ana akımda neredeyse her gün yayımlanıyor.
Hem de öyle bir dille yayımlanıyor ki, sanırsınız memleketin sokak köpeklerinden başka derdi yok.
Ancak bu haberi yazanlar ya da yayımlayanlar, sokak köpeklerinin neden hızla çoğaldığını, devletin-belediyelerin bu konuda üzerlerine düşeni yapıp yapmadığını sorgulamıyor.
Bir yandan sokak köpekleri nefret dilinin hedefi olurken, onların kapatıldığı barınaklarda yaşadığı şiddet, açlıktan ölmeleri, açlıktan birbirlerini yemeleri (ironi değil) istisna ya da münferit vakalar gibi gösteriliyor.
En son Konya barınağında ölümüne dövülen köpek gibi...
Peki, gerçekte Türkiye'de yaşayan hayvanlara nasıl bir kader reva görülüyor?
Bu haberi okumadan önce, dünyanın insanlar olarak sadece bizim yaşadığımız bir yer olmadığını unutmamanızı dilerim.
Independent Türkçe olarak hayvanların neler yaşadıklarını anlamak için; iki avukatla, Ankara Barosu Hayvan Hakları Komisyonundan Tuğba Gürsoy ve Hayvan Hakları İzleme Komitesi-HAKİM'den Hacer Gizem Karataş'la konuştuk.
Tanık oldukları o kadar dehşet verici ki, ancak bir haberin konusu edilebilecek cümleleri buraya aktarabildik.
Gerisini bu haberi okuyanların-izleyenlerin hayal gücüne kalmış.
"Antalya ve Ankara'da binlerce köpek zehirlenerek katledildi"
Medyada neredeyse her gün yayımlanan ve sokak köpeklerini hedef gösteren nefret diline dikkati çeken Avukat Gizem Karataş, "Başıboş köpek sorunu diye bir sorun yaratılıp bunun üzerinden bir algı yaratılmaya, hayvanlar düşmanlaştırılmaya çalışıldı. Ama aslında olan şey bir popülasyon sorunu. Yani Hayvanları Koruma Kanunu'nun 6'ncı maddesi belediyelere 'Sen sokaktaki köpekleri aşılayıp kısırlaştırıp yerine geri bırakmakla yükümlüsün' diyor. Ama 2004 yılından beri belediyeler bunu yapmak yerine köpekleri çöplüklere, dağ başlarına, otoyol kenarlarına atıyor. Hem burada köpekler bir yandan zaten içinde bulundukları yaşam koşulları sebebiyle ölürken, bir yandan da bu aynı zamanda çoğalmanın da devamı anlamına geliyor. Ve o hayvanların kontrolsüz bir şekilde popülasyonları artmış oluyor" dedi.
Bunun yanında, yeni yasa yapılırken hayvan hakları savunucularının özellikle üzerinde durduğu ve hayata geçirilmesini istediği bir maddenin üretimin yasaklanması üzerine olduğunu belirten Gizem Karataş, "Ama üretim hiçbir şekilde yasaklanmadı. Halkta şu anda pet shoplarda hayvan satışlarının yasaklandığına dair bir algı var daha çok yandaş medya pet shoplar yasaklandı gibi haberler yaptı. Ama aslında olan şey şuydu: Sadece kedi ve köpeklerin pet shop mağazalarında sergilenmesi yasaklandı, üretim çiftliklerinde hala üretilip satılmaya devam ediliyor. Hatta aksine belki de daha kötü oldu. Çünkü pet shoplarda hayvanların koşullarını görüp şikâyette bulunabiliyorduk ama şu anda oralarda ne halde olduklarını da bilmiyoruz. Bunun yanında merdiven altı üretim devam ediyor ve hiçbir şekilde bir denetim söz konusu değil" şeklinde konuştu.
Avukat Gizem Karataş, sözlerine şunları ekledi:
Yaptığımız ihbarlardan şikayetlerden çok az sonuç alabiliyoruz. Bunların hepsinin birleşmesiyle gerçekten bir popülasyon sorunu ortaya çıktı, çok fazla köpek var. Ve zaten bundan en başta biz o hayvanların yaşam koşullarını iyileştirmeye çalışan insanlar olarak şikayetçiyiz. Yani sokakta hayvan bakan veya hak savunucusu olan insanlar olarak, bir yavru köpek gördüğümüzde belki hayatta en sevdiğimiz şeyler olmasına rağmen sevinemez durumdayız.
Popülasyon sorunu akılcı çözüm önerileriyle iyi bir sonuca çözülebilecekken, bu görmezden gelinerek 'köpekler çocuklara saldırdı' haberlerle başıboş köpek sorunu isimli bir platform kuruldu. Daha sonrasında Havrita isimli bir uygulama yapıldı, burada hayvanlar fişlendi, özellikle Ankara ve Antalya'da hayvanlar zehirlenerek katledildi. Bu insanların yaydığı nefret diliyle dolaylı olarak hayvanlar öldürüldü. Çünkü insanlar biraz aslında bu nefret dilinden güç aldılar veya tahrik edildiler.
Ama şu bir gerçek, 6'ncı madde uygulansa, bütün belediyeler bunu uygulamaya başlasa şikâyet edilen tüm sorunlar ortadan kalkacak. Hem köpekler bakımından hem de şikâyeti olan insanlar açısından hem de hayvanların haklarını savunan kişiler açısından. Şu anda da doğal yaşam alanı adı altında bir toplama kampı projeleri var ve biz o kampın Beykoz olduğunu düşünüyoruz. Beykoz Bakımevi, Konya'dan farklı bir yer değil. Kanuna göre aşılanıp kısırlaştırılıp yerine geri bırakılması gereken hayvanlar orada tutuluyor.
Neden diye sorduğumuzda ise 'Cumhurbaşkanı talimatı' deniliyor. Mesela dün Konya'dan yeni bir görüntü geldi. Hayvanlar birbirini öldürüyor, açlıktan ve orada girdikleri depresyondan. Bunların da Beykoz'da yaşanması işten bile değil. O yüzden Beykoz'la ilgili olarak da bir an önce hukuki başvurularımızı yapıp önlem almaya çalışacağız.
Gizem Karakaş özetle devlet ve belediyeler görevini yapmadığı yasayı uygulamadığı, medya da nefret dilini körüklediği için insanların hayvan katillerine dönüştüğünü söyledi.
"Belediyeler de bakanlık da görevini yapmıyor"
Avukat Tuğba Gürsoy da bu nefret diliyle gündemin saptırıldığına dikkat çekti:
Burada bence üstü örtülmeye çalışılan başka gündemler var. Çünkü çocuklar, insanların hassas noktası, çocuklar üzerinden yürüyorlar ve bizi de çocuk düşmanı olarak görüyorlar. Düşünün ki ağzı dili olmayan hayvanlara ses olmaya çalışan insanlar bir çocuğa kötülük yapılsın, kötülük gelsin ister mi? Üstelik biz avukatlar olarak birçoğumuz çocuk hakları alanında da görev yapıyoruz. Hayvan hakkını savunanlara bu derece nefretin körüklenmesinin sebebi; Türkiye'nin çok ciddi sorunlarının üstünün kapatılmaya çalışılması. Çünkü bir anda köpeklerden korktuğu için yola atlayan çocuğumuz gündem oluyor.
"Belediyeler görevini yapamadığı gibi kanunu uygulamayı denetlemeye görevli olan Tarım ve Orman Bakanlığı da kesinlikle görevini yapmıyor" diyen Tuğba Gürsoy, "Konya Bakım Evi'ni biz iki kez çok detaylı bir şekilde gezdik. Orada sadece 6. Maddenin ihlali yok, 5199 sayılı yönetmeliğin birden fazla maddesinin ihlali var. Bu ihlallerin hepsini raporladık ve oldukça kapsamlı bir dilekçeyle savcılığa müracaatta bulunduk. Bizden sonra Bakanlık, 50 veterinerle gidiyor ve bütün hayvanların sağlıklı olduğuna dair bir rapor yazdırılıyor. Türkiye'de yaklaşık 1400 belediye var, bunların sadece 200 tanesi kısırlaştırma yapabiliyor. Belediyelere bağlı bakımevleri var ve buradaki veteriner hekimler kısırlaştırma yapmayı bile bilmiyor" ifadelerini kullandı.
Sadece AK Parti'li belediyelerin değil, muhalif partilerin yönetimde olduğu belediyelerde de ciddi hayvan hakkı ihlallerinin yaşandığını belirten Avukat Tuğba Gürsoy, geçen sene temmuz ayında Hayvanları Koruma Kanunu'nda yapılan değişiklikle bütün belediyelere bakımevi kurma zorunluluğunun getirildiğini ancak pek çok belediyenin bu konuda henüz adım dahi atmadığını vurguladı:
Ciddi bir hayvan nefreti oluşmuş durumda. Ben kırsal alanlarda çok uzun yıllardır besleme yaptığım için gözlemleme şansı buluyorum. Şimdi bundan beş sene önce ne kadar güzel, yemyeşil buralar dediğim yerlerin hepsi hobi bahçesi oldu ve buralar hayvanlara yasaklandı. Hobi bahçesi denilen o çarpık yerlere giden insanlar 'buralar benim, köpeklerinizi buradan çekin' diyor. Bir kere o köpekler benim-bizim değil. Ben hayvanlara karşı durumumuzu hukuki olarak şöyle nitelendiriyorum. Biz onlar için bir vesayet makamıyız, hayvanlar hakları olan ama ödevleri olmayan varlıklar.
Dolayısıyla onların bakımı, gözetimi onların bütün yaşam alanını elinden alan bizlerin sorumluluğunda olmalı. Ama burada dini inançları ne olursa olsun gerçekten çok ciddi bir karşı çıkış var. Kimse kapısının önünde istemiyor, iki aylık köpeği bile istemiyorlar. Yanda mangal yapıyor, yemek yiyor ve aç hayvana vicdan-merhamet göstermiyor. Bu vicdanı yitirme hali hem köyde hem kentte çok sık karşılaştığım bir durum. Medya da bunu körüklüyor.
"Köpeğin havlaması, sürü halinde koşması, alanını koruması saldırı değildir"
Tuğba Gürsoy'un dikkat çektiği bir detay ise oldukça önemli, hatta bilerek ya da bilmeyerek gözden kaçırılıyor ve bunun görmezden gelinmesi hayvanlara yönelik nefreti ve şiddeti de artırıyor.
O detay, hayvanın havlamasının bile saldırı olarak görülmesi...
Bakın, Tuğba Gürsoy neler söyledi:
Hayvanın doğal davranışı olan havlamak, koşmak, sürü halinde hareket etmek saldırı değildir. Bu hayvanların doğasıdır. Saldırı bir müdahale, dişleme şeklindeki bir eylemdir. Hayvanlar doğaları gereği, alan korumacılığı yapabilirler. Bir çocuğun köpek yanında dururken ondan kaçıp yola atlamasına hayvan saldırısı diyemeyiz. Veya havlamasından korkmasını da hayvan saldırısı olarak nitelendiremeyiz. Kanunun tanıdığı saldırı kavramı da ısırmadır. Isırma vakası olduğunda hem hayvan rehabilitasyonu yapılır hem de kuduz var mı diye müşahede altında tutulur. Bunun da sınırlarının aşıldığını görüyoruz. Mesela Ankara'da geçen hafta olay yaşadığımız Mamak Belediyesi sosyal medya hesaplarında bütün işini gücünü bıraktı, her gün köpeklerle ilgili haber paylaşıyor. 'Benim vatandaşım, halkım burada hayvanları istemiyor, bunlara çözüm bulacağım' diye çağrılarda bulunuyor.
"Ve yine kanuna da aykırı şekilde bu hayvanları para karşılığı sahiplendirdiklerini söylüyorlar" diyen Gürsoy, "Yani siz bu belediyeden hayvan aldığınızda hayvan başına 500 TL artı mama falan gibi paralar veriyor bu da hukuka uygun değil. Bunun takibini yapamazsınız. Bir kişi beş tane köpek alır belediyeden, 2 bin 500 lira para beş paket de mama alır. O köpeklere nasıl baktığını takip edemezsiniz. Bu tamamen bir bakış açısı sorunu, hayvan insan menfaatine hizmet eden canlıdır diye bakarsanız bu sonuçlar olur, ama biz hayvanlarla aynı dünyayı paylaşıyoruz, eşit koşullara sahibiz diye bakarsanız bambaşka olur" diye konuştu.
"Yasaklı ırklar esir edilmiş durumda"
Gizem Karataş, bakımevlerinde yaşanan sorunları ve kendi tanıklıklarını anlatırken, özellikle yasaklı ırkların yaşadığı esir hayatına ve Elazığ'da yaşanan bakımevi skandalının detaylarına dair, insan olanın utanması gereken ayrıntılar aktardı.
Söz Karataş'ta:
Yasaklı ırk tabirini biz kullanmayı çok sevmiyoruz ama kanunen yasaklanan bazı ırklar var. Türkiye'de en fazla bulunanlar Pitbull ve Dogo. Bu hayvanlar sırf o ırka mensup doğmuşlar diye, damgalanmış vaziyetteler. Şu anda Türkiye'de kanuna konulan madde İngiltere'den 40 yıl önce çıkarılmış ve o zaman orada bir katliam gerçekleşmiş. Bu hayvanlar iradelerinden bağımsız dövüştürülüyor diye suçlanıyor, uyuşturucu satıcıları kullandı diye suçlanıyor, çene kasları güçlü diye suçlanıyor. Dövüşte kullandırmak için garajlara, alt katlara, merdiven altlarına kapatılıp önlerine sokaktan kediler ya da çiğ etler atılarak, dikenli tasmalarla yetiştirilerek saldırgan haline getiriliyor.
Bu şekilde kullanılan hayvanların rehabilite edilmesi mümkünken bu ırka mensup bütün hayvanlar toplanacak ve artık sahiplendirilemeyecek, yuvalandırılamayacak, bakımevinde ömür boyu kalacaklar gibi bir kanun maddesi getirildi. Bundan dolayı bu hayvanlar şu anda esir hayatı yaşıyorlar ve kimini zaten gidip göremiyoruz, bizi yasaklı ırkların olduğu bölümü almıyorlar. Bu bakımevlerinde saldırgan yetiştirilmiş hayvanların daha uysal özelliklere sahip hayvanları parçalayarak öldürdüklerini duyuyoruz. Küçücük kafeslerde yaşayanlar da kendi dışkısı içinde yaşıyor. Bakımevlerinde yasaklı ırklar kısmına gittiğimizde, hepsi onları sevelim diye o kafesleri resmen kıracak gibi koşup bize patilerini uzatıyorlar. Çünkü bu hayvanlar insan seviyor.
"Elazığ'daki bakımevinde yüzlerce kediyi şahdamarını keserek katlettiler"
Karataş, Elazığ'da yargıya da yansıyan hayvan katliamına dair tanıklığını ise şöyle dile getirdi:
Elazığ örneğinde kediler açlıktan birbirini yemiş, dışkılar içinde tutulmuş, hayvanlar birbirlerine hastalık bulaştırmışlar. Uyuz hayvanlarla diğerleri bir arada tutulmuş. Elazığ'dakiler neden raporlanabildi? Neden dava açılabildi? Türkiye'nin en kötü bakım evi olduğu için değil, delil toplanabildiği ve bir savcı görevini yaptığı için. Bilirkişi raporu sayesinde, kamu görevlileri yargı önüne çıkartılabildi. Son duruşmada bir sanık, diğer sanığın hayvanları şah damarlarını keserek öldürdüğünü itiraf etti.
Karataş, hayvan hakları savunucularının bakımevlerine girerken yaşadıkları zorluklara da değindi:
Öyle bir süzgeç var ki, zaten bakım evlerine giremiyorsunuz. Girdiğinizde delil toplayamıyorsunuz. Delil toplayabildiğinizde soruşturma izni verilmiyor. Soruşturma izni verilenlerden dava açılıyor ki anca o şekilde bir biz bakım evinin içerisinin durumunu anlayabiliyoruz. Konya'da yaşanan da böyle, şu anda orada doğal yaşam alanı denilen bir toplama kampı rezaleti var. 4 bin köpek olduğu söylendi ama biz daha fazla olduğunu düşünüyoruz.
Konya'da o kadar korkunç bir koku vardı ki, gittiğimizde gözlerimiz yaşardı, başımıza ağrılar girdi. Hepsini bir araya toplamışlar. Ve hepsi insan görünce yani sevgisizlikten ne yapacaklarını şaşırıyorlar, kendilerini sevdirmek için kavga ediyorlar. Çoğunun açlıktan kemikleri sayılıyor, yemek verilmiyor. Zaten bakımevi denen yerler, viral hastalıkların yayıldığı, oradaki personellerin sürgün olarak görevlendirildiği yerler. O yüzden aslında iyi barınak diye bir şey olmadığını burada tekrar tekrar söylememiz gerekiyor, hiçbir barınak sıcak ve güvenli değil, hayvanların kısırlaştırıldıktan sonra sokakta kalması onlar için çok daha emniyetli.
"Bakımevlerine telefon sokulamıyor, ne gizleniyor?"
Avukat Tuğba Gürsoy ise bazı bakımevlerine çalışanların bile telefonla sokulmadığı bilgisini paylaştı:
Bize Türkiye'nin her yerinden bakım evi içerisinden çok ciddi ihlal haberleri geliyor ancak burada insanların korkutulduğunu, çekim yapmalarına izin verilmediğini biliyoruz. Hatta Ankara'da bir bakım evinde çalışanların dahi içeri telefon sokması yasaklanmış. Sanki bakımevi değil, askeriye ya da istihbarat teşkilatı. Sadece çalışanlar değil, bazı bakımevlerine vatandaşlar dahi telefonlarla alınmıyor. Madem devlet Konya'da yaşanan korkunç olayın münferit olduğunu düşünüyor, o zaman bütün bakımevlerine ve barınaklara kamera kurulsun, şeffaf olarak vatandaşın izlemesine açık hale getirilsin. Bakımevlerinin gerçekten çok iyi, çok güzel yerler zanneden insanlar var. Eminim ki 'sokağımda köpek istemiyorum' diyen her kişi bir kez olsun herhangi bir hayvan bakım evine gitse, 'benim sokağımda yaşasın ben ona bakarım' diyecektir.
Avukat Gizem Karataş da son olarak, medyada hayvanların hedef gösterildiği haberlerin hem yanlış hem de çocuk haklarının ihlal edildiği üstelik bazı durumlarda hukukun da engellendiği sonuçlara yol açtığına dikkat çekti:
Öyle şeylere tanık oluyoruz ki, bazı haberlerin 2008-2009'dan kalma olduğunu buluyoruz. Ya da Hindistan'da, Çin'de yaşanan olayların Türkiye'de yaşanmış gibi yayınlandığını görüyoruz. Bir köpeğin havlaması, bir köpeğin elinde yemek olan bir insana doğru koşması bile saldırı olarak haberleştiriliyor. Uyuyan hayvanı çekip, 'saldırgan hayvanlar dehşet saçtı' türü haberler yapılıyor. Aynı zamanda bu türden, örneğin çocuğun mağdur olduğu haberlerde köpeği hedef gösterip, mesela ona çarpan sürücünün günahsızlaştırılmasına tanık oluyoruz. Çocukların çok korkunç görüntülerini servis ediyorlar medyaya ve bu haberler arşivlerde kalıyor.
© The Independentturkish