Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Turhan'dan 3 soruya 3 yanıt: Türkiye, tarihinde hiç görmediği hiperenflasyonun küçük bir örneğini yaşayabilir

Merkez Bankası'nın eski başkan yardımcısı İbrahim Turhan'a 3 soru sorduk, 3 yanıt aldık: MB'nin düşük enflasyon tahminin sırrı ne, MB enflasyonda nasıl bir rol almalı, faiz oranlarında değişiklik neden artık döviz kurlarına sert bir şekilde yansımıyor?

Merkez Bankası, yıl sonu enflasyon tahminin yüzde 65,2 olarak açıkladı.

Baz etkisiyle düşeceği öngörülen enflasyon rakamları bize neler anlatıyor?

Türkiye'yi ekonomik olarak ne bekliyor?

Merkez Bankası enflasyonla mücadelede nasıl rol alabilir?

Ve belki de en ilgi çekici konulardan biri, artık faiz indirimleri döviz kuruna neden sert bir şekilde yansımıyor?

Bu soruları, 2008-2011 arası Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı yapan İbrahim Turhan'a sorduk. İşte Turhan'a sorularımız ve aldığımız yanıtlar:

 

thumbs_b_c_d00b43d6ddace76dabc41423dd9d43ba.jpg
Eski Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Prof. Dr. İbrahim Turhan / Fotoğraf: AA (Arşiv)

 

"Türkiye, tarihinde hiç görmediği hiperenflasyonun küçük bir örneğini yaşayabilir"

TÜİK verilerine göre enflasyon yüzde 83, Merkez Bankası ise geçtiğimiz günlerde yıl sonu enflasyonun yüzde 65,2 olacağını öngördü. Enflasyonun baz etkisiyle daha düşük gösterileceğine ilişkin yorumlar var da iki ayda 20 puan birden düşer mi?

Geçen yıl aralıkta yüzde 14'e yakın bir aylık enflasyon vardı. Bu yıl büyük olasılıkla aylık enflasyon yüzde 5 civarında olacak. Dolayısıyla yıllık enflasyon hesabından 14 çıkacak, yerine 5 girecek. Ocakta da geçen yıl enflasyon yüzde 11'di. Bu yıl da yüzde 5-6 civarında olacak. Dolayısıyla 5 puana yakın da ocak ayında düşebilir. Dolayısıyla biz şubat başına geldiğimiz zaman toplam 15 puana yakın bir düşüş göreceğiz. Bu da enflasyonun yıl sonunda yüzde 70 civarında, ocak sonunda yüzde 65 civarında olması anlamına gelir.

Aylık yüzde 5 enflasyon ne demek? Bunu '5'i 12 ile çarparım 60 bulurum' gibi düşünmeyin. Aylık yüzde 5 enflasyonu bileşik olarak yıllıklandırmanız gerekir. Bu aslında yüzde 80 enflasyona karşılık gelir. Yani, enflasyon hesabında geçen yılın yüksek baz etkisi sebebiyle yıllık enflasyonda geçici düşüş olması Türkiye'nin enflasyonla mücadelede başarılı olduğu anlamına gelmez. Enflasyonun ana eğilimi hala yıllık yüzde 70-80'e işaret ediyor olacak.

Yılbaşında gerçekleşmesi beklenen yüksek ücret artışları diğer ücretleri de etkileyecektir. Memur ve emekli maaşları, buna ilave olarak önümüzdeki yılın bütçesinde öngörülen 640 milyar lira gibi çok büyük bir bütçe açığı, bunun işaret ettiği kamu harcamalarındaki artış, kuvvetle muhtemel Merkez Bankası'nın fiyat istikrarını hedefleyen bir para politikası izlemekten tamamen kopmuş olması, önümüzdeki dönem seçim dolayısıyla kredi genişlemesinin de gündeme gelecek olması… bütün bu etkenleri bir araya getirince, maliyet artışlarının da baskısını dikkate alınca özellikle mart, nisan ve mayıs aylarında yıllık enflasyonda yeniden bir yükseliş görmemiz hemen hemen kaçınılmaz. 

Geçen yıl kur şoku nedeniyle bir ayda yüzde 14 enflasyon oldu. Arkasından Ukrayna'nın Rusya tarafından işgalinin etkisiyle ocak ayında da çok yüksek bir enflasyon gördük. Bunun devreden çıkmasıyla yıllık enflasyonda aralık-ocak aylarında bir düşüş göreceğimiz; 2022 yıl sonu enflasyonun yüzde 70 civarına gerileyeceği doğru. Bugünkü düzeyine göre 10 puanın üstünde bir düşüş demektir bu. Ocak ayında bunun bir miktar daha aşağıya gelmesi de söz konusu olabilir. Ama özellikle de mart-nisan aylarında iki haneli aylık enflasyon görebileceğimizi düşünüyorum. Şayet kredi genişlemesi benim düşündüğüm gibi çok güçlü olursa o zaman Türkiye, tarihinde hiç görmediği hiperenflasyonun küçük bir örneğini yaşama durumunda bile kalabilir. Ama dediğim gibi henüz önümüzde vakit var, hiç temenni etmeyiz ama…

 

thumbs_b_c_21f8820ed317b4d90bdb558fa412c4c0.jpg
İbrahim Turhan / Fotoğraf: AA (Arşiv)

 

"TCMB, ön kabullere dayanan, dogmatik bir yaklaşım sergiliyor o yüzden Türkiye'de enflasyon kalıcılık kazanıyor"

Tam bu noktada bir şey sormak istiyorum. Enflasyonla mücadele noktasında Merkez Bankası'nın rolü nasıl olmalı?

Enflasyon, merkez bankalarının uyum göstermesi olmadan yaratamayacağınız bir şeydir. Bu konu çok iyi bilinen bir şey değil. Zaman zaman kamuoyunda, 'Bütün dünyada enflasyon var, enerji fiyatları, emtia fiyatları, gıda fiyatları bütün dünyada arttı. Dolayısıyla bu, maliyet ağırlıklı bir enflasyondur. Bunun para politikasıyla önlenmesi doğru değil. Dolayısıyla Merkez Bankası'nı eleştirenler haksızlık yapıyor' şeklinde bir görüş oluşuyor. Bu görüş doğru değil. 

Özellikle gıda ve enerji fiyatlarındaki artış gibi küresel etkenlerle fiyatlar genel düzeyinde bir yükselişe sebep olabilirler. Ama arz yönlü etkenlerin sebep olduğu fiyat artışları bir seferlik olur, kalıcılık arz etmez. Yani söz gelimi, petrolün fiyatı 50 dolardı ve 90 dolara çıktı. 90 dolarda yatay seyretmeye başlar. Yüksek fiyat artışının olduğu aylar endeksten çıktıkça enflasyon geri gelir ve normale döner. Oysa fiyat arz yönlü etkenler bazen yayılma etkisine sebep olur. Merkez bankacılığını bilenler, teorik birikime sahip olanlar bunu 'arz yönlü şokların ikincil etkileri ve dolaylı etkileri' diye isimlendirirler. 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Diyelim ki petrol fiyatı arttı, fiyatın artışını doğrudan ve birincil olarak akaryakıt pompa fiyatlarının artışında görürüz. Ve buna hiç kimsenin yapabileceği bir şey yok. Yani Merkez Bankası, para politikasını kullanarak ya da başka şekillerde bunu önleyemez. Ham petrolün fiyatı arttıysa akaryakıtın pompa fiyatı da artar. Bu birincil etki.

Bunun hemen taşımacılık ve lojistik maliyetlerini etkilemesi beklenir. Ama taşımacılık sadece akaryakıttan ibaret bir şey değil. Bir sürü başka maliyet unsuru da var. İşte burada fiyatlama davranışı bozuluyor demektir. Buna da 'ikincil etki' diyoruz. 

Bir gayrimenkul sahibisiniz, bakıyorsunuz ki çevrenizdeki her şeyin fiyatı artıyor. Siz de kiranızı arttırmak istiyorsunuz. Bunlara da 'dolaylı etki' deniyor.

Merkez Bankası, para politikasıyla arz yönlü şokların birincil etkilerini ve doğrudan etkilerini önleyemez ama ikincil etkilerini yumuşatır, dolaylı etkilerini de tamamen ortadan kaldırabilir. Dolayısıyla arz yönlü şok, fiyatlama davranışında, enflasyon beklentilerinde genel bir bozulmaya dönüşüyorsa bu, Merkez Bankası'nın bu maliyet şokuna uyum göstermesinden, yani talebin bu ölçüde genişlemesine izin vermesinden kaynaklanır. 

Nitekim küresel salgın döneminde merkez bankaları farklı endişelerle, bu maliyet şoklarını uyumlaştırdılar. Yani genişleyici, genişletici para politikalarıyla desteklediler. Bunun için de fiyatlama davranışları bozuldu. Enflasyon kalıcılık kazandı. Bakın mesela hizmet fiyatları, enerji ve gıda dışı enflasyon Amerika Birleşik Devletleri'nde yüzde 5 artmaya devam ediyor. Bunların doğrudan enerji fiyatlarıyla, gıda fiyatlarındaki şokla ilgisi yok. Fiyatlama davranışının bozulmasıyla ilgili bu. Gelişmiş bütün ülkelerin bağımsız merkez bankaları bunu önlemek için de para politikalarını sıkılaştırıyor. Hem faizleri arttırıyor hem de piyasaya verdikleri miktarı daraltıyor. Oysa bizim Merkez Bankası sürekli birtakım bahaneler üreterek, doğru olmayan, merkez bankacılığının temeliyle tamamen ilişkisiz, varsayımlara, ön kabullere dayanan, dogmatik bir yaklaşım sergiliyor ve o yüzden de Türkiye'de ne yazık ki enflasyon çok yüksek bir oranda kalıcılık kazanıyor. 

 

thumbs_b_c_2ff824d29a6e6cef694c3562b577399f.jpg
İbrahim Turhan / Fotoğraf: AA (Arşiv)

 

"Faiz indiriminin kura yansımaması sevinilecek bir durum değil"

Eskiden faiz indirimleri döviz kurlarına sert ölçüde yansırdı. Ama son indirimlerde bunun böyle olmadığını görüyoruz. Ne oldu?

Merkez Bankası politika faizinin bir etkisinin olması için iki şey gerekir; birincisi fiyatların üreticiler ve tüketicilerin kararları ve tercihleriyle serbestçe belirlendiği, arz ve talebe göre fiyat oluşumunun gerçekleştiği bir piyasa ekonomisi, ikinci olarak da dışa açık ekonomi gerekir. Ne yazık ki Türkiye, sermaye akımları açısından dışa açık bir ekonomi olmaktan büyük ölçüde uzaklaştı. İçeride de serbest piyasa ekonomisi niteliklerini yine hatırı sayılır ölçüde yitirdi. Bugün bankaların kime, hangi fiyattan kredi verebileceğine tamamen düzenleyici, denetleyici otoriteler karar veriyor. Şu anda kredilerin ana eğilim olarak gelişimine bakarsanız, kredi genişlemesinin enflasyonun belirgin şekilde altında olduğunu, yani aslında kredilerin reel olarak daralmakta olduğunu görüyoruz. Kredi olmadan parasal genişleme olmaz, TL ile ilgili koşullar son derece sıkışık olur. Bunu şu anda reel sektörde üretim yapan birçok işletme ne yazık ki her gün yaşıyor, görüyor. Bir sürü kısıtlamalar getiriliyor. Bankalara 'sadece fatura karşılığı kredi kullandırabilirsiniz, onu da sadece şu şu kuruluşlara kullandırabilirsiniz, konut kredisinde şu fiyatın üstünde ev alacaklara kredi veremezsiniz' diyorlar. Bankalara çok ağır maliyet arttırıcı karşılık düzenlemeleri, menkul kıymet tutma zorunlulukları getiriliyor. Dolayısıyla aslında faiz oranının düşürülmesinin pratikte hiçbir etkisi olmuyor. Yani bankalar o düşük faizli borçlanmayla oluşturdukları rezerv parayı sadece hazineyi finanse etmek için kullanabiliyorlar. Onun için de devlet tahvillerinin faizi düşük, Merkez Bankası'nın politika faizi düşük ama enflasyon yüksek, kur da bundan etkilenmiyor. Bu ancak bütün ihtiyaçlarını kendi iç piyasasında üretebilen hayali bir ülke için söz konusu olabilir. Faiz indirimlerinin kur üzerine yansımaması çok sevinilecek bir durum değil. Bunu neye benzetebilirsiniz yoğun bakımdaki, dışarıdan gelen uyaranlara tepki vermeyen bir hastaya benzetebilirsiniz. Bu, hastanın durumunun ağırlaştığının göstergesidir aslında. Umarım bu yanlıştan dönülür ve bu yanlışta ısrar etmekten vazgeçilir. 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU