Aydınların harf inkılabı ile imtihanı

Harf inkılabı ile başlayan süreç her daim tartışmalı ve netameli bir konu olagelmiştir

Cumhuriyet döneminde bir bilimsel kongrede Latin harflerinin alınması tartışmalarına hükümet ilk defa 1926 yılındaki Bakü Kongresi'nde dâhil olmuştu.

Fuat Köprülü'nün başını çektiği heyet, Latin harflerinin kullanılmasına çekimser oy verdi ve konuya mesafeli olduğunu belirtti. 

Oysa Türkiye'deki dil tartışmaları Kurtuluş Savaşı'nın hemen sonrasında, 1923 tarihli İzmir İktisat Kongresinde gündeme gelmişti.

Kazım Karabekir, bu teklifi sunan delegeye Türkiye ile İslam âleminin arasını açacak bir içtihat olacağını belirterek karşı çıktı.
 

kazım karabekir.jpg
Kazım Karabekir

 

Bu sözler üzerine kürsüye gelen Kılıçzade Hakkı, Kazım Karabekir Paşa'ya çok sert bir cevap verecekti:

Ne gariptir ki yüksek bir tahsil görmüş, çok zeki bir Kazım Karabekir Paşa o kadar fecayii tarihiye ve ictimaiyeden sonra, sırf ilmi bir mesele olan Latin harflerinin kabulü arzusunu takbih ediyor, buna sebep olarak, hulasaten âlem-i İslam ne der? Diyor! Evet, âlem-i İslam ne der; işte bu kâbus! Bu tafsilattan sonra kendilerine bir sual iradına müsaade buyurmalarını Karabekir Paşa hazretlerinden rica ederim: Biz yalnız Müslüman mıyız? Yoksa hem Türk hem Müslüman mıyız? Eğer biz yalnız Müslüman isek bize Arap harfleri ve Arap dili lazımdır. Ve ilim olarak Kuran yetişir. Bunu yanında milliyet ve kavmiyet kavgaları ve davaları yoktur. Eğer Türk isek bir Türk harsına muhtacız. Bu hars ise her şeyden evvel dilimizden başlayacaktır.
 

hüseyin Cahit Yalçın.jpeg
Hüseyin Cahit Yalçın

 

Atatürk bu tartışmalar yapılırken henüz fikrini beyan etmemişti; ama kendisine yakın gazetecilerden Hüseyin Cahit Yalçın konuya doğrudan müdahil olacaktı.

Yalçın, İkinci Meşrutiyet sırasında Latin harfleri ile ilgili yapılan tartışmaların da göbeğinde olan bir isimdi:

Biz memlekette ümmiliği azaltamayız. Çünkü harflerimiz buna manidir. Çocuklarımız mekteplerde üç sene, dört sene çalıştıktan sonra da doğru okuyamazlar. Çocuklarımız değil, hiçbirimiz her kelimeyi doğru telaffuz ettiğimizi iddia edemeyiz. Böyle lisan, böyle tahsil olur mu? Bizi şimdiki harflere bağlayan şey nedir? Bu harfleri kullanmak için hiçbir mecburiyet-i diniye yoktur. Milli harflerimiz de değildir. Bu halde Latin harflerini kabul ederek bir an içinde herkese okuma yazma öğretmek suretiyle elde edebileceğimiz namütenahi (sonsuz) faydaları neden istihfaf (ehemmiyet vermeme) ediyoruz.


Atatürk yıllar sonra bu tartışmalara değinirken, Hüseyin Cahit ile aynı fikri taşıdığını ama "Cahit bana acele iş yaptıracaktı" diyerek toplumun henüz böylesi bir inkılaba hazır olmaması nedeniyle görüş bildirmediğini açıklayacaktı. 

Buna rağmen Atatürk toplumun kendi kendine buna hazır olmayacağını biliyordu. Mecliste Şükrü Saraçoğlu medyada ise Tanin'de Hüseyin Cahit Yalçın, Hür Fikir'de Kılıçzade Hakkı, Hâkimiyet-i Milliye'de Falih Rıfkı, Servet-i Fünun'da Cenab Şahabettin, Cumhuriyet'de Yunus Nadi, İkdam'da Celal Nuri, Vakit'de Ahmet Cevat Emre gibi isimlerin Atatürk'e rağmen ya da Atatürk'ten habersiz bu tartışmayı yapması mümkün değildi. Cumhurbaşkanı bu yolla halkı inkılaba hazırlamış oluyordu.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Bu tartışmalar kısa süre sonra meyvesini vermeye başlar. Mithat Sadullah, isimli yazar 29 harften oluşan yeni alfabe yayımlar, bunu Hidayet İsmail'in 35 harfli çalışması izler.

Akşam gazetesi birçok aydına "Latin Harferini Kabul Etmeli mi Etmemeli mi?" başlıklı bir anket sorar; ancak sonuç beklenildiği gibi olmaz.

Ali Canip, Ali Ekrem, Muallim Cevdet, İbrahim Alaattin, Necip Asım, Avram Galanti, Halil Nimetullah, Velet Çelebi, Halit Ziya, Gombotes Zoltan (Macar Türkolog) gibi dil ile uğraşan birçok önemli isim harf inkılabına karşı çıkar. 
 

Fuat Köprülü.jpg
Fuat Köprülü

 

Bilimsel anlamda en sert tepki Fuat Köprülü'den gelir. Köprülü harf değişikliğinin geçmişle ve kültürel havza ile bütün rabıtayı keseceğini söyleyerek karşı çıkar. Ona destek Zeki Velidi Togan'dan gelir. 

Hükümet, 1928 yılı itibariyle Latin harflerine yönelik resmi bir propaganda başlatır. Mahmut Esat Bozkurt ve İsmet İnönü (Tartışmalar başladığında İnönü konuya mesafeli bir tutum izliyorken 1928 sonrası tavır değiştirir) resmi makamları temsilen Latin harfleri lehine açıklamalarda bulunur.

Nihayet 20 Mayıs 1928 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından bir heyet oluşturularak mesele ciddiyetle ele alınır. Heyettekilerin tamamına yakını Atatürk'e yakın ve Latin harflerine olumlu yaklaşan isimlerden oluşturulur.

Heyette olan isimler şöyledir: Falih Rıfkı Atay, Fazıl Ahmet Aykaç, Ruşen Eşref Ünaydın, Ragıp Hulusi, Ahmet Cevat (Emre), İbrahim Grandi, Yakup Kadri, Mehmet Emin Erişirgil heyette olan
 

Zeki velidi togan.jpg
Zeki Velidi Togan

 

Togan, 1926 yılında konuya ilişkin tepeden inme bir devrim ile yapılacak harf inkılabının uzun ömürlü olmayacağı görüşündeydi:

Suret-i kat'iyyede bilmeliyiz ki, Latin hurûfâtının dilimize uygulanması mümkün değildir ve zararlıdır. Bu uygulama ya zorla bir defada ya da aşama aşama zaman içerisinde olabilir. Zorla yapıldığı zaman örneğin Arap harflerinin kullanılması tamamen yasaklanır. Bu şekilde yapılırsa bunun ömrü uzun olmaz.

(Türklerde Hars Buhranı)


Atatürk muhtemelen bu konuyu dikkate almıştı; diğer devrimlerin aksine dil meselesini ağırdan almasının nedeni de bu olmalıydı.

Bu nedenle daha 1923 yılından beri kanaati Latin Harflere geçmek olsa da süreci 1928 yılına kadar bekletmiş ve kendi rengini belli etmemeye çalışmıştı.

Nitekim süreci resmen başlattığında da önce bir heyet kurarak konunun alt yapısının oluşturulmasını istemişti.

Birçok aydın konunun harflerden değil, imladan kaynaklı olduğu görüşündeydi. Ünlü seslerin çeşitli harekelerle belirgin kılınması ve Arapça-Farsça gereksiz terkiplerin atılması halinde okuma-yazma önündeki sorunun çözüleceğini düşünüyorlardı.

Özetle harflerin modernleşmeye engel teşkil etmediğini savunuyor ve bu bağlamda Japonca örnek olarak gösteriliyordu.

Japonlar hızlı bir modernizasyon sürecini başarı ile tamamlamış ve bunu yaparken de alfabelerini değiştirmemiş olmaları Latin alfabesine karşı çıkan kesimin en büyük argümanıydı. 
 

cemil meriç.jpg
Cemil Meriç

 

Yıllar sonra konuyu ele alan Cemil Meriç gibi pek çok aydın bu tartışmaları dikkatle okuyup farklı kanaatlere ulaşacaktı.

Meselenin düşmanca ele alındığını belirten Meriç, asıl amacın geçmişle bağı yok etmek olduğunu öne sürecekti:

Türkiye'de halk kendi kitaplarını, aydın Batının kitaplarını okur. Halkın anlayacağı bir dil konuşmaktan elbette ki utanacaklardı. Sonra Kur'an'daki kelimelere tahammül edemediler. Hakikatte dil davası yok, Türk insanının hâfızasından silinmesi, yok edilmesi dâvası var.


Harf inkılabı ciddiyetle ele alnıyor

Öte taraftan Hâkimiyeti Milliye gazetesinin, 1928 yılından itibaren neşrettiği Latin harfleri propagandası esasen artık Atatürk'ün kesin kararını verdiğini gösteriyordu. 

Nihayet komisyon çalışmalarını bitirir ve Atatürk'ün önüne getirir. Komisyon 5 ve 15 yıllık iki planı Atatürk'e sunar.

1923 yılından beri meseleyi ağırdan alan Mustafa Kemal Paşa itiraz eder ve "Bu ya üç ayda olur, ya hiç olmaz" sözlerini sarf eder. 

Nihayet 3 Kasım 1928 tarihinde resmi gazete yayımlanarak kanun resmen yürürlüğe girmişti.

1 Kasım'da mecliste ilgili kanun teklifini veren mebuslar Cemil (Uybadın), Ali (Çetinkaya) ve Saffet (Arıkan) idi. Teklifte şunlar yazıyordu:

Hemen bugün Türk Harflerinin kabul ve uygulanmasına ilişkin Kanun Tasarısına Hükümetçe beklenmeksizin gündeme alınarak ve Meclise getirilmesini ve ivedilikle görüşülmesini teklif ederim.


Toplum için Latin harflerine geçiş kolay değildi Aralık 1931 yılında çıkarılan yeni bir kanun teklifiyle buna uymayanlara sert cezai tedbirler uygulanacağı açıklanmıştı:

Yeni Türk Alfabesi Kanunu'na aykırı olarak Arap harfleri ile açık veya gizli dershane açan, faaliyet yapanların Ceza Kanununun 526. maddesine göre cezalandırılacağı ...


Milliyet gazetesi kanunun görüşüldüğü gün haberi sevinçle karşılayacaktı:

Biz Harf İnkılâbı ile Doğu anlayışı ve düşünüşünden, medeni Batı anlayışı ve düşünüşüne geçmeyi, atalet ve zulmet içinde geçen bir geçmişe ebediyyen veda etmeyi düşünüyoruz.


Yeni harfler matbuatı adeta bitirme noktasına getirmişti. Fransız bir gazeteci hadiseleri şu sözlerle nakledecekti:

Gazetelerin baskıları yüzde 25-30 hatta bazı durumlarda da yüzde 50 oranında azalmıştır. Bazı gazeteler ise çok daha kötü durumdadır, can çekişmektedir. Okuyuculardan, bir Türk gazetesini okumak için iki saat uğraşmaktansa, Fransızca bir gazeteyi okumayı tercih ederim, diyenler oluyor.


İngiliz ve Amerikan Basını Harf İnkılabı sonrası başlayan süreci şu satırlarla aktaracaktı:

Türkler topyekûn bir kültür seferberliği başlattılar. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, il il, kasaba kasaba dolaşarak elinde tebeşir, tahta başında bakkala, kasaba, işçiye, erkeğe, kadına okuma yazma öğretiyor... Dünya bugüne kadar bir cumhurbaşkanının elinde tebeşir halka okuma yazma öğrettiğini görmedi.


Batılı Aydınlardan ABD'li tarihçi Hodgson, Osmanlı medeniyeti ile genç kuşağın arasına Harf inkılabının girdiğini iddia eder:

Yapılan işlemlerle "genç kuşağın o sıralar kütüphanede bulunan ve Osmanlı edebi mirasının parçası olan basılı kitaplarla ilişki kurması önlendi.


Harf inkılabına karşı olan kesimlerin sıklıkla kullandığı argümanlardan birisi de Konfüçyus öğretisine dayanan meşhur hikâyeydi:

Konfüçyüs'e sordular:

- Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu? Filozofun cevabı ise şöyle oldu: 

- Hiç kuşkusuz, dili incelemekle işe başlardım. Dil düzensiz olursa, sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Vazifeler, gereği gibi yapılmazsa, adetler ve kültür bozulur. Adetler ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.


Atatürk'ün ise konuyla ilgili görüşü netti. Ne olursa olsun, dil yabancı işgalden ve tahakkümden kurtarılacaktı:

Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil, bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.


Merhum Prof. Dr. Ömer Faruk Akün, tartışmaların siyasi bir boyuta evirildiğini söyleyerek eleştirilerin ideolojik mahiyet taşıdığını düşünür:

Türkiye'de bugün dil meselesi dünyanın her tarafından farklı olarak bir kültür meselesi, kendisi içinde bir mevzu olmaktan çıkmış, tamamıyla siyasi mahiyet ve hüviyete dökülmüştür.


Harf İnkılabı sonrası "Güneş Dil Teorisi"nin ortaya atılması bir anlamda devrimin-inkılabın altını boşaltmış ve eleştirilere ciddi bir meşruiyet alanı sağlamıştır.

Oysa tüm bu tartışmalardan da anlaşılacağı üzere Harf inkılabı ile başlayan süreç her daim tartışmalı ve netameli bir konu olagelmiştir. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU