Kültürel diplomasinin önemli enstrümanı: Gastrodiplomasi

H. Caner Akkurt Independent Türkçe için yazdı

 Görsel: theitaliangastrodiplomat.com

Anadolu coğrafyasında; misafire, yolda kalmışa, gurbette olana en gözde, en güzel yemekleri ikram etmek, evin en güzel yerinde; başköşede ağırlamak bin yıllardan günümüze devam eden en kadîm geleneklerdendir.

Anadolu'nun mutfak kültürü, neredeyse bütün seyahatnamelerde ayrı bir yer verilerek anlatılmaktadır.

Topluca yenilen yemeklerin, insanların sosyal ve psikolojik anlamda ilişkileri güçlendirici bir etkisi vardır.

Bu açıdan yemek kültürümüzde düğün yemekleri, kutsal günlerde hazırlanan yemekler, doğum, askere uğurlama, küsleri barıştırma yemekleri gibi ön plana çıkmış geleneksel yemek organizasyonlarının önemi büyüktür. 


Toplumların beslenme alışkanlıklarını, mutfak kültürünü başlıca; psikolojik, sosyo-demografik, genetik ve çevresel faktörler etkiler.

Her ne kadar küreselleşmeyle beraber yemek kültürü tek düze hale dönüşerek fast-food kültürüne doğru kaysa da son dönemlerde postmodern bir dönüşümle yöresel ve geleneksel gıdalara ilgi tekrar artmıştır.

Mutfak kültürü, çok geniş yelpazeye sahip bir kavramdır. Yiyecek, içecek çeşitlerinden, bunların hazırlanma biçimlerine, saklanmasına, pişirilmesine, sunumuna ve tüketilmesine kadar birçok süreci anlatır.

Elbette kavramın anlattıkları bu kadarla bitmez. Toplumların sosyo-kültürel, ekonomik durumunu, tarihsel kimliğini, üretim çeşitlerini, yeme alışkanlıklarını ortaya çıkaran en önemli kavramdır.

Yemek, Maslow'un "ihtiyaçlar hiyerarşisi"nde yer alan fizyolojik ihtiyaçlar kategorisinde yer alsa da sadece hayatı idame ettirmek için tüketilen temel ihtiyacın ötesine geçmiştir.

İbn-i Haldun, "Mukaddime" adlı meşhur eserinde yemek çeşitlerinin ve beslenme alışkanlıklarının kişiliğe ve dinî yaşantıya etkilerinden bahsetmektedir.

İnsanların kişiliklerinin farklı olmasının sebebi olarak sadece kalıtımın değil; aile, din, eğitim, gelenek, çevre ve beslenme gibi unsurların da önemli rol oynadığını vurgulamıştır.

Her ne kadar yemek konusundaki tezlerine tamamen katılmasam da eser, yazıldığı dönemde farklı coğrafyalar ve farklı ekonomik şartlarda yaşayanların sosyolojik bağlamda yemek kültürlerinin nasıl şekillendiği konusunda fikir sahibi olunmasına katkı sağlamaktadır.

Belki de İbn-i Haldun'dan etkilenen, "Lezzetin Fizyolojisi" kitabının yazarı ünlü Fransız gastronom Jean Anthelme Brillat-Savarin'in "Ülkelerin yazgısı, beslenme biçimlerine bağlıdır"; "Bana ne tür yemekler yediğini söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim" gibi mutfak kültürünün günlük hayattaki önemine işaret eden aforizmalar sunmuştur.

Eskiler; "Kalbe giden yol mideden geçer" demişlerdir. Uluslararası ilişkilerde, "Panda diplomasisi"  "Ping-pong diplomasisi" gibi geleneksel soft power diplomasi araçları oldukça lokal kalarak miadını doldurmuştur.

(Soft power kavramını "yumuşak güç" olarak tercüme edilmesine oldum olası sıcak bakmam. Çünkü kavramı tam karşılamıyor. Bunun yerine "kültürel diplomasi" ya da "sivil diplomasi" şeklinde tercümeyi doğru buluyorum.)

Buradan hareketle uluslararası ilişkilerde yeni, kalıcı ve sürdürülebilir kültürel diplomasinin "gastrodiplomasi" olduğunu söyleyebiliriz.

Gastrodiplomasi tüm dünyada, ülkelerin yemek kültürünü uluslararası küresel düzlemde toplumların o ülkeye olan algısını değiştirmek ve ülkenin tanıtımı için önemli bir enstrüman olarak kullanılmaktadır.

Gastrodiplomasi ile ülkelerin, geleneksel yiyeceklerini dünyaya ulusal mutfak kültürü formunda ihraç ederek ekonomik katma değer elde ettiklerini de göz ardı etmemek gerekir. 


Gastrodiplomasi artık kültürel diplomaside bir tür strateji geliştirici olarak yerini almıştır.

Kavram yeni olsa da uygulamada insanlık tarihi kadar eskidir. Ticaret, coğrafi keşifler, teknolojik gelişmelerle uluslararası insan hareketliliği, hele de internetin hayatın bir parçası haline gelmesiyle kültürel transferler hızlanmıştır.

Geçmişte İpek Yolu'yla birlikte Baharat Yolu'nun bu transferi hızlandırdığı bir gerçektir.

Dolayısıyla gastronomi elbette sadece yemek hazırlamak, tüketmek ile ilgili bir süreç değildir.

Kültürel, ekonomik, politik ve sosyal düzlemde kendini gösteren bir olgudur.


Gastrodiplomasi kavramı, Tayland'ın yiyecek ve mutfak sanatını dünyaya tanıtmak için "Global Thai" olarak ifade edilen kampanyayı konu eden, 2002 yılında The Economist dergisinde yer alan "Food as Ambassador" adlı makalede ilk olarak gündeme gelmiştir.

Tayland'ın başlattığı bu kampanya, ülkelerin mutfak kültürlerini uluslararası düzeyde tanıtımı için öncü ve örnek olmuştur.


2001'de KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Rum lider Glafkos Klerides'i Cumhurbaşkanlığı köşkünde ağırlamıştı.

Denktaş, yemekte, Rumların çok iyi bildiği ve esprili bir şekilde sofralarında sıkça kullandıkları "imam bayıldı" yemeğini başlangıç yemeği olarak seçerek Klerides'i gülümsetip yemeğin samimi bir ortamda güzel başlamasını hedeflemiştir.

Tatlı olarak sunulan "ekmek kadayıfı"nı ise Klerides tercih etmiştir. Hatta Denktaş'ın davetini "ekmek kadayıfı yaparlarsa gelirim" diyerek kabul etmiştir.

Bu yemekten sonra görüşmeler hız kazanarak 2002'nin sonunda dönemin müzakerelerinde olumlu yönde ilerlemeler kaydedilmiştir. 
 

afp (1).jpg
Fotoğraf: AFP

 

Benzer girişimleri farklı dönemlerde birçok ülke başarılı bir şekilde yürütmüştür.

Örneğin Başkan Franklin D. Roosevelt, 1939 yılında İngiltere Kralı VI. George ve Kraliçe Elizabeth (Vefat eden Kraliçe II. Elizabeth'in annesi) için bir piknik düzenlemiştir.

ABD, Hitler'in çevresindeki ülkelere tehditi artırdığı bir dönemde, ufukta beliren muhtemel savaşta ülkelerinin İngiltere'ye desteğini göstermek için bunu yapmıştır. 

Kraliyet konuklarına sıcak bir karşılama ve dostluk eli uzattıklarının ve kendilerini aileden biri gibi gördüklerinin sembolü olarak barbeküde "hot dog"(sosisli sandviç) ikram etmişti.

Aslında piknikte "hot dog" ikramı fikri, First Lady Eleanor Roosevelt'e aitti.

The New York Times hikâyeyi: "Kral hot dog deniyor ve daha fazlasını istiyor" başlığıyla paylaşmıştı. 
 

1.JPG
Franklin D. Roosevelt hot dog hazırlarken / Fotoğraf: Atlas Obscura

 

2.JPG
Yazar Leslie Kimmelman'ın hot dog'lu pikniği anlattığı kitabın kapağı / Görsel: amazon.com

  

Amerikan yönetimi "hot dog diplomasisi"ni epey bir zaman başarılı şekilde yürütmüştür.

ABD başkanlarının neredeyse tamamı konuklarına barbekü partisi yapmasıyla bilinmektedir.

1959'da Sovyetler Birliği lideri Nikita Khrushchev, ilk Amerikan hot dog'unu ABD'ye yaptığı bir ziyaret sırasında (ilk tadımını, güvenlik ajanları yiyeceğin üzerine Gayger sayacını tutup kontrol ettikten sonra) tatmıştır.

Hot dog'u nasıl bulduğu sorulduğunda "harika, muhteşem" şeklinde yorum yapmıştır.

Hungry City kitabının yazarı Carolyn Steel, "Tarihte hiçbir büyük olay, hatta komplo teorisi yoktur ki yemek üzerinden tasarlanmış, düzenlenmiş ya da çalışılmış olmasın" tespitinde bulunmaktadır.

Öyle ki dünya siyasi tarihinde yemek üzerinden zehirleme ile ilgili pek çok hadise hatırlandığında haklıdır.


Gastrodiplomasi, stratejik iletişim ve küresel stratejik pazarlama boyutundan bakıldığında her geçen gün daha önemli bir konuma gelmektedir.

Her milletin, ulusun kendine özgü mutfak sanatı ve mutfak tarihi olduğu muhakkaktır.

Bu yüzden de bir ulusun tarihini öğrenmede, toplumunu tanımada mutfak kültürü bir kilometre taşıdır. 


Türkiye, dünya mutfağının merkezidir dersek abartmış olmayız.

Orta Asya, aslında tüm Asya, Mezopotamya, Akdeniz, Afrika ve Avrupa'nın neredeyse tüm yiyecekleri kullanılarak Türk yemek kültürü oluşmuştur.

Böylelikle Türk mutfağı tam bir "füzyon mutfak" özelliği taşımaktadır diyebiliriz.

Bu açıdan Türkiye diğer ülkelere nazaran gastrodiplomaside avantajlı bir pozisyonda bulunmaktadır.

2015'te Türkiye'nin ev sahipliğinde düzenlenen G20 Zirvesi'nde dünya liderlerine sunulan Türk ve Osmanlı mutfak kültürüne ait lezzetler bir anda dünya medyasının gündemine oturarak geniş yankı uyandırmıştır.

Profesyonelce düşünülen ve organize edilen bu gastrodiplomasi ile Türkiye'nin küresel ölçekte marka imajını güçlendirmede kültürel diplomasisine büyük katkı sağlamıştır.


Kurulduğu günden bugüne her kıtada kültürel diplomasi faaliyetleri sürdüren Yunus Emre Enstitüsü, Türk mutfağının dünyaya tanıtılmasında da büyük bir öneme haizdir.

Yurt dışındaki kültür merkezlerinde sadece Türkçe öğretmekle yetinmeyip Türk kültürünün bütün öğelerinin tanıtımına, sevilmesine çaba göstermektedir.

Enstitü, gastrodiplomasi alanında da Türk Mutfağı Günleri, yemek kursları gibi etkinliklere ev sahipliğini sürdürmektedir.

Türk mutfağının tanıtımında ve sevdirilmesinde turizm firmaları, belediyeler, ticaret ve sanayi odaları ve bazı gastronomi şirketleri yurt dışında reklam ve çeşitli etkinliklerle gastrodiplomasiye azımsanmayacak katkılar sağlamaktadırlar.

Bu alanda kültürel etkinlik ve ticari iş yapan tüm unsurların senkronizasyonu önem arz etmektedir.

Hatta şunu belirtmeliyim ki yurt dışında büyük rağbet gören Türk dizileri ve TV filmlerindeki yemek sahnelerinde geleneksel Türk yemekleri temalı sahnelere önem verilse bile Anadolu mutfağına olan merakı tetikleyecektir.


Bu anlamda, son yıllarda Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı gerekli senkronizeyi ve orkestrasyonu sağlamak için ilgili tüm kurumlarla eşgüdüm içinde Türkiye'nin gastrodiplomasi stratejisinin belirlenmesine ilişkin çalışmalar yürütmektedir.

Şöyle ki 8 Ekim 2020'de ilgili tüm kurumların katılımıyla "Gastrodiplomasi 1. Komite Toplantısı" düzenlenmiştir.

İletişim Başkanlığı ayrıca, Akdeniz ülkelerinin en ünlü 12 şefinin Türk yemeklerini online olarak dünya genelindeki takipçileriyle buluşturduğu bir proje gerçekleştirmiştir.

Temennimiz sadece bugüne değil geleceğe de yatırım açısından bu segmentteki paydaş sayısının her dönem artarak, uluslararası gastrodiplomaside ülke olarak hak ettiğimiz yeri almaktır. 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU