Bölünmüş bir Ay'ın topladığı medeniyet: Türkler ve Ramazan

Ramazan, tarihten günümüze çocuklardan dilencilere, esnaftan ve gayrimüslimlere kadar herkes için özel bir anlam ihtiva eder

Fotoğraf: Twitter

On bir ayın sultanı Ramazan-ı Şerif, dini bir vecibe olduğu kadar biz Türkler için kültürel de bir değerdir.

Ramazan tarihten günümüze çocuklardan dilencilere, esnaftan ve gayrimüslimlere kadar herkes için özel bir anlam ihtiva eder.
 

 

Ramazan ayının kültürel anlamda halkımız için taşıdığı önemi araştırdığımızda göze çarpan ilk ve en değerli kaynak Evliya Çelebi'nin "Seyahatname" isimli eseridir. 

Evliya, eserinde ramazan ayı ile ilgili anlattığı ilk unsur bu ayın bir ekmek şöleni olmasıdır.

Fırıncıların bu ayda birbirinden lezzetli pideler, ekmekler ve çörekler ile maharetini sergilediğini söyler:

Ve dahi dükkânlarında niçe gûne beyâz Ramazân pideleri ve somunlar ve lavasa yufka ekmekler edüp mezkûr büyük ekmeklerin bir kaçın Alayköskü dibinde pâdisâh huzûrunda yağmâ etdirirler. …Uzun çam sırıklarına dizilmis halkalar ve çam tahta soffa tahtırevânlar üzre üstü bâdemli ve hashâs ve anisonlu ve çörek otlu ve za'ferânlı Ramazân pideleri…

(Evliya Çelebi - Seyahatname)
 

Osmanlı'da ramazan pidesi.jpg
Osmanlı'da ramazan pidesi / Görsel: Fikriyat

 

Evliya'dan keyifle okuduğumuz bir diğer ramazan ayına dair ayrıntı da hilalin görülmesi meselesidir.

Ramazan hilalinin görüldükten sonra ahaliye aktarılması süreci de hayli ilgi çeker:

Bu Bakacak nâm mahalle anınçün bakacak derler kim leyle-i Ramazânın hilâli nümâyân olur mu ve olmaz mı deyü hilâl-i Ramazâna bakdıklarıyçün 'bakacak' derler. Eğer hilâli görürlerse ol Bakacak mahallinde âtesler yakup asağı sehre isâret ederler. Anda dahi kal'adan toplar atılur sabahı sâ'im olurlar.

(Evliya Çelebi - Seyahatname)
 

evliya çelebi.jpg
Evliya Çelebi tasviri

 

Evliya Çelebi'nin ramazana dair anlattıklarından alacağımız son ayrıntı tiryakilerin durumudur.

Osmanlı'da bu kimselere ramazan ayında pek acınıldığını ve iftarda tiryakilere dua edildiğini yine Evliya'dan öğreniyoruz:

Sene 1074 Ramazân'ının yigirminci gün cemî'i ümmet i Muhammed sâimü'd sâimü'd- dehr iken cümle guzâta iftâr fermân olundukda tiryâkîler Zirinoğlu kâfirine, 'İlâhî berhordâr ola, kâfir ise de hidâyet bula. … orucumuzu yemeğe me'zûn olduk' deyü niçe tiryâkî murdârları kâfire du'â ederlerdi.
 

Osmanlı'da tiryakiler.jpg
Osmanlı'da tiryakiler / Fotoğraf: Pinterest

 

Evliya'nın acımasına rağmen Osmanlılarda tiryakilere dair ramazan aylarında tuhaf bir adet vardı.

Ramazan ayı gelip çattı mı, herkes soluğu tütüncü dükkânında alırdı.

Ümera, vüzera veya reayadan; hatta bizzat Osmanlı padişahının kendisinin tütüncü dükkânına giderek bir iskemle çekerek sokaktan gelip geçeni izlemek gibi sıra dışı bir âdeti vardı. 

Bu durumu iyi bilen tütüncüler bütün bir sene kendilerini ramazan ayında ağırlayacağı tiryakilerine hazırlardı.

Memleketin dört bir yanından getirilen kız saçı tütünler ince ve özel tabakalar halinde misafirlerine koklatılır mest edilirdi ve bu sayede bütün bir sene yapılan satıştan daha fazlası ramazan ayında yapılırdı. 

Osmanlıların ramazanda tütüncü dükkânlarındaki en büyük eğlenceleri tütün tiryakilerinin yoksunluğu olurdu.

Bizzat Sultan Mahmut bu geleneğe riayet ederdi ve ramazan ayında tütüncü dükkânına gelerek bu hoş sohbete iştirak ederdi.

Abdülaziz Bey, bu tuhaf geleneği şu sözlerle anlatırdı:

"Bu zatların bazıları ve özellikle tütün meraklıları ramazanda tütüne daha ziyade özen gösterdiklerinden konaklarında tütünün her cins ve en iyi kalitelilerini bulundurdukları halde, oruç haliyle dükkânlarda gördüklerine imrenirler, kendi elleriyle alması daha zevkli olduğundan konağa gelip tütün satan, tütün kıyan tamdık tütüncülerin dükkânlarına girer, çeşit çeşit tütünleri görünce dayanamayıp beğendiklerinin her birinden birkaç okka alır, ağalarıyla konağa gönderir, içmek için akşamı sabırsızlıkla beklerlerdi. 

Bu tütüncü dükkânlarının içi çok temiz tutulur, ortada bir şey bırakılmaz, cins cins tütünler dükkânın yanlarında bulunan çekme sürmelerdeki gözlere konur, sarı zincirle bağlı altın şeklinde yapılmış ve basılmış mangır denen pullarla donatılmış, sarı parlak terazilerde tütünler tartılır, elbise şeklinde dikilmiş elvan renk kâğıtlar içine konur, müşterilere öyle verilirdi.

Ramazan günlerinde böyle dükkânlarda oturmak âdetti Beyazıd'da bugün Darü'l-Fünun binasının bulunduğu yerde, sudûr-ı ulema'dan nakibü'l-eşrâf Tahsin Bey'in pederi Kıbrıs muhassılliğinde bulunmuş Kıbrıslı Mehmed Ağa'nın konağı altında bir tütüncü dükkânı vardı.

Sultan II. Mahmud bile bazen ramazanda gelir, oturur, gelen geçeni seyreder ve halinden tiryakiliği belli olanlara yanındakiler aracılığı ile takılır, latife ettirir, eğlenir ve her birine atiyyeler verdirirdi. Padişahın orada olduğunu anlayınca korkup telaşlananlar da padişahı güldürürdü."


Osmanlı'da ramazan demek, bir anlamda 'Enfiye Ayı' demekti. Enfiye, tiryakilerin ve hatta tiryakisi olmayanların dahi en fazla tükettiği maddeydi.

Tunuslu Hayrettin Paşa'dan beri İstanbulluların kullandığı bir uyuşturucu madde olan enfiye için Kani Bey tarafından kurulmuş bir fabrika dahi bulunuyordu.

Tütün yoksunluğunun iftarda yeteri kadar giderilemediğini düşünen çoğu kişi enfiyeyi tercih ederlerdi. 
 

Osmanlı döneminden bir enfiye kutusu.jpg
Osmanlı döneminden bir enfiye kutusu

 

Fakirin de zenginin de sofrası mükellef olurdu

Osmanlı'da ramazan aylarında günün en önemli vakti iftar zamanıydı.

Sofraların mükellef olması adeta kişinin ekonomik statüsünden bağımsız bir şey olarak ele alınırdı.

Ramazanda sofranın en güzel şekilde donatılması fakirinden zenginine herkesin en büyük gayesiydi.

Bunun için zenginler hiçbir masraftan kaçınmazken maddi durumu çok da iyi olmayan kimseler de bir şekilde bulup buluşturarak sofralarını mükellef hale getirirlerdi.

Lakin Sultanın ve paşaların sofraları dillere destandı. Çoğunlukla iftar seremonisi öncelikle iftariyelik denilen ilk servisle başlardı. Bu servis çeşitli peynirler ve envaı türde reçellerle sunulurdu. 

Osmanlı'da reçel ve turşu her mevsimde bulunamayan meyve-sebzelerin en güzel korunma şekliydi. Bu sebeple sayısız çeşit reçel ve turşu sofrada hazır edilirdi. 

İftariyeliklerden birer kaşık tadımlandıktan hemen sonra çoğunlukla ev sahibinin imamlığında namaza durulurdu.  

Namaz faslı tamamlandı mı çorba servisine geçilirdi. Çorba konusunda çok fazla çeşit tercih edilmezdi; çünkü çorbaların şahı kabul edilen işkembe çorbası iftar sofrasının vazgeçilmeziydi.

Ramazanda işkembe çorbası içmek sanki bir sünnetmişçesine işkembecilerin önünde uzun kuyruklar oluşurdu. 

Çorba faslı tamamlandıktan hemen sonra bir gelenek olduğu üzere sofraya soğanlı yumurta getirilirdi.

Yumurtalar yendikten sonra ana yemeklerin servisi başlardı. Ana yemek olarak çoğunlukla ızgara ve kebap çeşitleri tercih edilir, balık yemeklerine ramazan ayında iltifat edilmezdi.

Ana yemek faslından sonra ise tatlı olarak şerbetli tatlı yerine sütlü tatlılar tercih edilirdi. Bu tatlılar arasında hazmetmesi kolay ve kişiyi yormadığı düşünülen güllaç en çok tercih edilen tatlıydı. 

Tüm bu fasıllar bittiğinde ev sahibi misafirlerine 'diş kirası' adıyla çeşitli ikramlarda bulunurdu.
 

diş kirası geleneği.jpg
Diş kirası geleneği

 

Bu hediyeler çoğunlukla müşkül durumdaki kişileri kırmadan yardım etmenin naif bir yoluydu; fakat bir kişinin statüsünün yüksekliği aldığı diş kirasının bedelini yukarı çeken bir unsurdu.

Yusuf Kamil Paşa, iftar sofrasının zenginliği ile bilinen bir devlet adamıydı. Ünü öylesine yayılmıştı ki Sultan Abdülaziz, padişah âdeti olmadığı halde Kamil Paşa'nın sofrasına misafir olmuştu.
 

sultan abdülaziz.jpg
Sultan Abdulaziz / Fotoğraf: Wikipedia

 

Paşa, Sultan Abdülaziz'e diş kirası olarak evini ve tüm mal varlığını bir gümüş tepside diş kirası olarak takdim etti. 

Neyse ki Sultan Abdülaziz bu kibar davranışı aynı naiflikle karşılayarak Paşa'nın tapularını kendisine iade etmişti;

Bunlar makbulüm oldu, yine sizlere veriyorum. Her hal ve hareketiniz hoşuma gitmektedir


Söz uzar gider.

Ramazana bu sene de erişmenin mucizesini yaşadık.
 

Sezai Karakoç.jpg
Sezai Karakoç / Görsel: Twitter

 

Sözü geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Üstat Sezai Karakoç'un dizelerine amenna diyerek bitirmek gerekir:

Yalnız, insan orucu özlemez, oruç ise insanı özler. 

Ramazan ayı gelince sıla-ı rahim edenler gibi, meleklerin bile önünde eğildiği insana koşar. Oruç, insana acıkır ve koşar gelir. 

Oruç geldi, öyleyse oruca yemek taşımalı, su sunmalı, orucun lambasını yakmalı, örtüler atmalı üzerine ki geldiğinden daha zengin gitsin. Verdiğinden daha çok alsın. 

Yanına gideceği eski oruçlara katacağı, söyleyeceği çok şeyler bulunsun. 

Çağımız Müslümanlarının portresini eski çağ müminlerinin portrelerinin yanına çizecek ya, bizim öyle bir portremizi çizsin ki, ilerde gün olur ki, o portreyi bize gösterirler, utanmayalım o zaman ondan. 

Oruç geldi, ondan bize ölümsüz bir şeyler katılacak demektir.

Giderken, bizden de ona ölümsüzleşecek birkaç şey katılmalı.


Hayırlı ramazanlar…

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma ve ramazanın idraki için Rahmetli Sezai Karakoç'un "Samanyolunda Ziyafet" kitabı okunabilir.

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU