Her şeyi gören sorular!

O bilge adam, içtihat kapısını ebediyen kapatma yönünde emir verme iznini kimden aldı?

Fotoğraf: Unsplash - @ilkkago

Soru, görendir; cevap ise kördür.

Aristoteles


Çağlar boyunca insan, sorusunun tetiği ile zihin gücünü ateşledi (İnsan soran bir varlıktır).

Soru yoksa hayat uykuya dalar, varlığın canlılık ve eklemlerinde atalet hâkim olur, yaratıcılığın, bilimin, düşüncenin, yaratma ve gelişmenin atardamarı sertleşir.

"İçtihat kapısı kapalıdır" sözü, öfkeli bir fakih tarafından korkunun ve ihtilafların sarmaladığı bir zamanda haykırılan bir ifadedir.

Ancak bu üç kelime yalnızca Arap aklının değil, bir bütün olarak İslam aklının kapısında kilit olarak kaldı. Bu kapalı kapının anahtarını aramak affedilmez bir günah oldu.

Bu efsanevi kapıyı açabilecek sihirli anahtarı aramak için zamanın tozunu eleyen ellere vuruldu. Bu öyle sihirli bir anahtardır ki, hareket ve değişimi bir an olsun bırakmayan dünyanın neresinde bulunduğunu kimse bilmemektedir.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

O bilge adam, içtihat kapısını ebediyen kapatma yönünde emir verme iznini kimden aldı?

Acaba kelimelerinin, aklı ortadan kaldırıp onu donuk bir taşa dönüştürmek anlamına geldiğini biliyor muydu?

Oysa hayat her gün anahtarı yalnızca aklın elinde bulunan binlerce kapı doğurmaktadır.

Tekrarlıyorum; İnsan soran bir varlıktır ve sormayı bıraktığında hareketsiz ve ruhsuz bir şeye dönüşür. İnsanoğlunun yaptığı her bilimsel, entelektüel veya teknik başarı, aklın enginliğinde yüzen bir sorunun cevabıdır.


İçtihad kapısını kilitleyen ve anahtarını nereye attığını bilmediğimiz fakih, Arap ve İslam aklını asırlarca soru ışığının girmediği karanlık bir hücreye hapsetti. Her kim risk almaya ve zihninin ışığını ateşlemeye çalışırsa cezalandırılacaktı.

Karanlık, insanları zamanda ve mekânda kuşatır; aklın alanı ise fıkıhla sınırlı değildir, bilimlere, yaratıcılığa ve düşünceye uzanır. İçtihad kapısı kilidinin yanında bir başka kilit daha var ki o da "Mantıkla uğraşan zındıktır" ifadesidir. 


Biz Müslümanlar olarak yüzyıllardır çilingirlik sanatını geliştirdik ve kilitli kapıya yaklaşmaya çalışanlar cezalandırıldı.

Paris Tıp Fakültesi'nde hala heykeli bulunan hekim, filozof, kimyager ve matematikçi olan büyük bilim adamı Ebubekir er-Razi’nin yanı sıra Cabir bin Hayyan, İbn Rüşd, Harezmi, İbnü’l-Heysem, Farabi ve Kindi bu kilitli kapıya yaklaşmakla suçlandılar.

Akıl, sorunun yuvasıdır; soru ise insan yeteneklerini harekete geçiren yanıtları yaratan şeydir. Ancak cehaletin ve geri kalmışlığın bekçileri, gençlerin aklını çelmekle suçlanıp öldürülen Sokrat’tan bu yana silahlarını kolay kolay bırakmazlar ve akıl sahiplerinin yakasından düşmezler.


Entelektüel kaygı yüzyıllardır Müslümanların yoldaşı olmuştur. Bugünkü fıkıh mirası, üzerinde keskin ve korkunç dikenler yetişen kayalara dönüşmüştür.

Bilimde, felsefede ve dinde gayretle çalışan herkesin aklı ve bedeni harap oldu. Ebu Hamid el-Gazali felsefeye yaklaştı, ancak hızla ondan kaçtı.

İslam dini alanında eser kaleme alan ve hayatının bir bölümünü Aristo felsefesine adayan bir kadı olan İbn Rüşd, aklın fitilini ateşleme günahından ötürü bağışlanmadı. Kitapları yakıldı ve cezası sürgün oldu.

Avrupalı ​​filozoflar onun kitaplarını tercüme etmek için birbirleri ile yarıştılar. Onun Arap sarıklı resmi, Rönesans düşünürleri ve yaratıcıları ile birlikte Floransa Prensi'nin sarayına asıldı.

Fakihler ise zihinlerin anahtarlarını ve soruları attıkları derin, karanlık hendekler kazmaya devam ettiler.
 


Anahtarını zamanın tozunun yuttuğu bu korkunç kapıyı kırmak bugün kaçınılmazdır.

Yıllardır akıllarda dönüp duran soru selinin kapılarını aralamak, bizi şaşkınlıktan ve gerilikten kurtaracak olan yegâne şeydir. Her dönem kendi sorularını üretir ve hayatı ileriye taşıyan somut başarılarla bu sorulara yanıt verir.

Felsefe soru dalgalarıdır; cevaplar ise bilim, icat ve özgürlüğün yanında siyasi, sosyal, yasal ve endüstriyel kalkınmadır. Kapılar ve kilitler sadece insanın engin dehasını tetikleyen büyük ve cesur sorularla kırılır.


Bu, Arapların ve Müslümanların dünyasındaki uzun bir destandır ki, halen onun bir bölümünü yaşıyoruz.

Prof. Abbas Mahmud el-Akkad, insanları düşünmeye, akletmeye ve tefekküre davet eden ayetlerden yola çıkarak "Düşünmek İslami Bir Zorunluluktur" kitabını yazdı.

"Düşünmek her Müslüman erkek ve kadın için bireysel bir görevdir" dedi.

Ancak Abbas Mahmud'un kitabı yayımlamasının üzerinden on yıllar geçtikten sonra bir başkası gelip "Kayıp Yükümlülük" adlı, şiddet ve cinayet içerikli bir kitap yazdı.

Burada yazarın kaybolduğunu düşündüğü yükümlülük cihad idi. İki kitap arasındaki mesafe sadece zamansal bir mesafe değildir.

İkincisi, akıllarımıza cehalet irinini akıtan bir yaklaşımdır ve öldürme eylemini görev haline getirmekle İslam dininin içeriğini çarpıtmaktadır.

Akkad'ın kitabı, tüm dünyanın, barış, savaş, sömürgecilik ve kurtuluş dahil olmak üzere benzersiz bir gelişme yaşadığı bir dönemde yayımlandı.

Akkad, düşünmenin bu kozmik ortamda Müslümanlar için bir kurtuluş reçetesi olduğuna inandı.


Ferec Fuda, terörizm ve radikalizm başta olmak üzere yakıcı meselelere değindiği ve bir yığın soru sorduğu "Kayıp Hakikat" adında bir kitap yazdı.

Ona verilen cevap, bu gerçek için hayatını elinden almak oldu. Düşüncenin cüretkarlığı, hayata gören bir çift göz bahşeder ve hayatı ileriye taşıyan cevaplar verir.

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Independent Türkçe için çeviren: Sema Sevil

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU