Bakanlar, generaller, akademisyenler nasıl dolandırılıyor? Uzmanlara göre ülkemiz bir dolandırıcı cenneti, çünkü korkuyla büyütülüyoruz!

İsimleri ve unvanları sayfalarca uzatılacak pek çok isim, son yıllarda özellikle telefon dolandırıcılığının kurbanı oldu. Peki, bu kadar eğitimli, kariyer sahibi insanlar nasıl oluyor da telefonda hiç tanımadıkları insanlara bu kadar kolay inanıyor?

Fotoğraf: AA

Eski bakanlar, milletvekilleri, emekli askerler, ünlü yazarlar, akademisyenler, futbolcular, sanatçılar… İsimleri ve unvanları sayfalarca uzatılacak pek çok isim, son yıllarda özellikle telefon dolandırıcılığının kurbanı oldu.

Telefonda kendisini hâkim, savcı, vali, asker olarak tanıtan kişilere öyle inandılar ki, hesaplarındaki bütün parayı teslim ettiler, evlerini-arabalarını sattılar. Gerçeği fark ettiklerinde ise artık çok geçti.

Peki, bu kadar eğitimli, kariyer sahibi insanlar nasıl oluyor da telefonda hiç tanımadıkları insanlara bu kadar kolay inanıyor?

Dolandırıcılığın psikolojisini ve ülkemizde artık başlı başına bir suç haline gelen telefon-sanal dolandırıcılıkla ilgili hukuki alanı konunun uzmanlarıyla konuştuk.


Kimler yok ki?

Son kurban Azimet Köylüoğlu.

Foça'da yaşayan eski bakanlardan Azimet Köylüoğlu, kendisini "Antalya Cumhuriyet Başsavcısı Galip Öztürk" olarak tanıtan dolandırıcıların kurbanı oldu.

Parasının ve banka hesaplarının başkaları tarafından ele geçirilerek kullanıldığını öne sürerek Köylüoğlu'na yaklaşan dolandırıcılar, eski bakanın bütün mal varlığını ele geçirdi.

Dolandırıcılık ağı, Köylüoğlu'nun oğluna ait İstanbul'daki evi de satmaya çalışmasıyla ortaya çıktı.
 

Azimet Köylüoğlu.jpg
Azimet Köylüoğlu, Yıldız Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi ve İTÜ İnşaat Fakültesi'ni bitirdi. Elazığ Bayındırlık Müdürlüğü, Gazi ve Elazığ Üniversite'lerinde Öğretim Görevlisi, YSE Genel Müdürlüğü, Sivas milletvekiliği ile Devlet Bakanlığı yaptı

 

Köylüoğlu ne ilk ne de son dolandırılan ünlü isim. Köylüoğlu'ndan çok kısa bir süre önce ünlü sosyolog Prof. Dr. Nilüfer Narlı, kendisini "polis memuru Mehmet Ateş" olarak tanıtan bir başka dolandırıcının kurbanı oldu.

Narlı'ya parasının ve hesaplarının başkaları tarafından ele geçirilerek kullanıldığını söyleyen dolandırıcı; polis olduğunu inandırmak için Narlı'nın kişisel bilgilerini doğru söyleyerek, polis olduğunu gösterir birden fazla kimlik görüntüsü gönderdi.

Parola olarak Suriye'ye yönelik "Barış Pınarı Operasyonu"nun adını kullanan dolandırıcı Narlı'nın tüm parasıyla birlikte 2 adet burma bilezik, altın köstekli gerdanlık ve reşat altın uçlu kolyesini aldı.
 

Prof. Dr. Nilüfer Narlı.jpg
Sosyoloji profesörü Nilüfer Narlı, Marmara Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yaptı. Ardından Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığı'nı yaptı. Çeşitli üniversitelerde görev alan Narlı, 2005 yılından beri Bahçeşehir Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nde çalışmaktadır

 

Narlı'dan kısa bir süre önce Prof. Dr. Ahmet Demirel, polis kılığına girerek kendisini arayan tele-dolandırıcılar tarafından dolandırıldı.

Günler süren dolandırıcılıkta önce 160 adet altın ve 1 milyon lira kaptıran Profesör, ertesi gün 200 bin dolar ve 10 gün sonra da 250 bin dolar kaptırdı.
 

Prof. Dr. Ahmet Demirel.jpg
Prof. Dr. Ahmet Demirel, Marmara Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 2017'de emekli oldu

 

FETÖ, en bilindik dolandırıcılık argümanına dönüştü

2019 yılında CHP eski İzmir milletvekillerinden ve eski Alaçatı Belediye Başkanı Remzi Özen, telefon dolandırıcılarına 2 milyon lirasını kaptırdı.

Özen'i telefonda kendisini Konak Cumhuriyet Savcısı olarak tanıtan bir kişinin, adının FETÖ soruşturmasında geçtiğini söyleyerek dolandırdığı ortaya çıktı. 
 

Remzi Özen   Ege Haber.jpg
Görsel: Ege Haber

 

2017'de İTÜ'den emekli olan Prof. Dr. Ali Emre Harmancı, kendisini "Polis Yavuz" olarak tanıtan dolandırıcıya yaklaşık 500 bin lirasını kaptırdı.

Harmancı'yı arayan dolandırıcılar bir terör örgütüne yönelik operasyon kapsamında kendisi adına çıkarılan hatların kullanıldığını, şahısların yakalanabilmesi için hesabında bulunan parayı vermesi gerektiğini söyledi.

Harmancı dolandırıcıya 54 bin euro, 67 bin dolar ve 50 bin lira değerinde ziynet eşyası verdi. 
 

Prof. Dr. Ali Emre Harmancı.jpg
Prof. Dr. Ali Emre Harmancı (sağda) İstanbul Teknik Üniversitesi'nden 2011 yılında emekli oldu

 

FETÖ bahanesiyle dolandırılan isimlerden biri de eski 1. Ordu Komutanı, emekli Orgeneral Hurşit Tolon.

Telefon dolandırıcıları, FETÖ üyelerinin Tolon'un ev telefonuna bağlı internet hattı üzerinden görüşme yaptığını ve bankadaki parasının da Amerika Birleşik Devletleri'ne gönderilmeye çalışıldığını söyledi.

Kendilerini telefonda "hakim ve savcı" olarak tanıtan dolandırıcılar, eski 1. Ordu Komutanı, emekli Orgeneral Hurşit Tolon'un 12 bin 260 dolarını aldı.
 

Orgeneral Hurşit Tolon.jpg
Eski 1. Ordu Komutanı, Orgeneral Hurşit Tolon

 

Tanınmış gazeteci-yazar Taha Akyol, telefonla dolandırıcılık kurbanı oldu. Kendilerini polis ve savcı olarak tanıtan dolandırıcılar, sıkça kullandıkları, "terör örgütleri peşinizde" yalanına başvurdu.

Akyol, dolandırıcıların kendisine, FETÖ terör örgütünün banka hesaplarını ele geçirdiğini ve "Paranızı çekip bize verin, güvenli bir hesaba yatırılalım" dediklerini söyledi.
 

Taha Akyol.jpg
Taha Akyol

 

2013'te beslenme üzerine hazırladığı kitapları ve Karatay diyeti ile tanınan Prof. Dr. Canan Karatay, kendilerine telefonda polis süsü veren dolandırıcılara 50 bin dolar ve 10 bin lirasını kaptırmıştı. 
 

Prof. Dr. Canan Karatay AA.jpg
Prof. Dr. Canan Karatay / Fotoğraf: AA

 

Aynı yıl telefonla dolandırıcılığın bir kurbanı da Galatasaraylı futbolcu Burak Yılmaz oldu.

Kendisini "Trabzon Valisi" olarak tanıtan bir isim, sarı-kırmızılı futbolcudan "bağış" adı altında 10 bin lira aldı.

Daha sonra paranın hesaba geçip geçmediğini öğrenmek için valiliği arayan Burak Yılmaz, gerçek valinin kendisini aramadığını öğrenince dolandırıldığını anladı.
 

 

Liste uzun ama bir haberin sınırları içinde ismini geçirebildiklerimiz bile, telefonla ya da sanal olarak dolandırılma vakalarının ne kadar yaygınlaştığını ve yıllara yayılarak pek de engellenemediğini ortaya koyuyor.

Peki, bunu nasıl başarıyorlar?

Bu kadar kerli ferli, eğitimli, kariyerli isimler bu tuzağa nasıl düşüyor?

Konuyla ilgili hem bir psikiyatri uzmanının hem de bu vakaları yakından bilen bir ceza hukukçusunun kapısını çaldık. 


İki tür dolandırıcı var: Hilekârlar, taklitçiler

Psikiyatrist/Psikoterapist Onur Okan Demirci'ye ilk olarak, kendi uzmanlığı çerçevesinde dolandırıcıların profilini sorduk, ondan bir dolandırıcı profili çizmesini istedik.

"Dolandırıcıları temel olarak iki kategoriye ayırabiliriz; hilekârlar ve taklitçiler" diyen Demirci, şunları söyledi:

Hilekârlar, insanları yanıltıcı teknikler uygulayarak sisteme zarar verici şekilde kandırır. Taklitçiler ise insanların kimliklerini taklit ederek dolandırma yolunu seçerler. Her iki dolandırıcı türünün temel özellikleri açgözlülük ve sahtekarlıktır.


Demirci, "Bu durumun psikolojik temellerine indiğimiz zaman ise farklı kişilik özellikleri ile karşılaşabiliyoruz. Çoğunun zemininde maddi yüklerin altında cebelleşmiş olan bir yaşam öyküsü buluyoruz. Bu nedenle sosyoekonomik eşitsizliğin yüksek düzeyde olduğu ülkelerde dolandırıcılık vakalarına daha sık rastlanıyor. Bu eşitsizlik dolandırıcılık yoluna başvuran kişilerde parayı bir ego güçlendirme aracı olarak kullanmalarına neden oluyor" dedi.
 

Psikiyatrist Psikoterapist Onur Okan Demirci (2).jpeg
Psikiyatrist/Psikoterapist Onur Okan Demirci 

 

"Para, ilk bakışta bir kâğıt parçası olarak görünse de, insanda bir güç simgesi haline gelir" diyen Demirci, sözlerine şunları ekledi:

İnsan doğası gereği gücü arzulayan bir varlıktır. Güç, hayatta kalabilmenin en temel öğesidir. Güç arttıkça insan hayatta kalabilme içgüdüsünün çok daha fazlasını arzu etmeye başlar. Açgözlü doğaya sahip olan insan bu açgözlülüğünü doyurabilmek adına daha da fazlasını arzular fakat açgözlülük doymak bilmeyen veya bir nebze doysa bile yeniden acıkan bir canavar gibidir.

İnsan sürekli beslenme ihtiyacı hisseder ve bu da sınırsız bir güce sahip olma arzusunu doğurur. Bu arzu o kadar kuvvetlidir ki, ölüm kaygısı ile mücadele eden insan ruhu bu kaygıyı bastırabilmek için ölümsüzlük arzulamaya başlar. Güç ne kadar büyürse o kadar ölümsüz hisseder kendisini. Ölüme çare olmadığına göre güç arzusunu engelleyebilmenin de çaresi yoktur bu kişiler için.


"Dolandırmaktan haz alıyorlar"

Dolandırıcılık yoluna başvuran kişilerin psikobiyolojik yapılarına bakıldığında, insanda haz merkezini uyaran dopamin adı verilen bir maddenin rol oynadığını gördüklerini belirten Demirci, sözlerini şöyle sürdürdü:

Dopamin, güçlü bir haz uyaranıdır ve haza bağımlılık geliştirmektedir. Bir süre sonra dolandırıcı kişilerin bazılarında bu eylemi sanki hobi gibi yaptıklarını görürsünüz. Sırf dopaminden faydalanabilmek için birilerini dolandırmak haz vermeye başlıyor.
 

aa.jpg
Fotoğraf: AA

 

Peki, bu kadar haz aldıkları bir eylemin kuranlarını nasıl seçiyorlar, kurbanlarında aradıkları özellikler var mı, yani mağdurların profili nasıl?

Bu soruya da Psikiyatrist Demirci, şöyle yanıt verdi:

Özellikle taklitçi dolandırıcılar ilk olarak hakkında fazla bilgi toplayabildiği kişileri kurban olarak seçerler. Bu nedenle kişisel verilerine en rahat ulaşabildiği kişileri seçerler. Hilekâr dolandırıcılar ise, daha kolay kandırabilecekleri insanlara yönelirler. Genellikle yaşlı bireyler bu kişilerin ilk hedefi olurlar. Genellikle iki tür insan psikolojisini hedeflediklerini görüyoruz. İlki korku duygusunu kullanarak, diğeri ise umut/ümit duygusunu kullanarak.


Özellikle taklitçi dolandırıcıların, hedeflerini dedektif gibi çalışarak seçtiğini belirten Demirci, "Herhangi bir açığınızı size karşı silah olarak kullanabilirler. Genellikle korku duygunuza hitap ederler. Örneğin bir terör örgütü üyeliğine isminiz karıştı diyerek polis, savcı rolü ile sizi korkutabilirler. Gündemi iyi takip ederler ve gündemde en yüksek öneme sahip durumu seçerek size karşı kullanırlar" diye konuştu.
 

Psikiyatrist Psikoterapist Onur Okan Demirci (1).jpeg
Psikiyatrist Psikoterapist Onur Okan Demirci

 

Hilekâr dolandırıcıların ise mağdurlarını daha çok ümit/umut verme yolu ile seçtiğini söyleyen Demirci, "Sıklıkla paranızı değerlendirmek, yatırımlarınıza aracı olmak gibi yollarla kurbanlarını ağlarına düşürürler. Yine bu yöntemi gündemdeki popüler duruma göre seçerler. Kripto para borsası, dijital yatırım araçları vs. gibi. Bu nedenle bu tür yatırım araçlarını kullanırken seçtiğiniz veya sizi seçen kişilere karşı dikkatli olmalısınız" diye uyarıda bulundu.


"Dolandırıcıların çoğu narsistik kişilik özelliğine sahip"

Her durumda dolandırıcılarda yüksek ego düzeyinin olduğuna da dikkat çeken Demirci, profile ilişkin şu tamamlayıcı vurguları yaptı:

Kendilerinden emin, güvenilir profil çizen, zayıf yönlerinize oynayan, kendilerini oldukça güçlü gösteren kişilerdir. İlla belirli bir kişilik yapısına uydurmaya çalışırsak, dolandırıcıların narsistik özelliklere, birçoğunun ise narsistik kişilik bozukluğuna varan derecede kişilik yapılanmasına sahip olduğunu söyleyebiliriz.

Buradan narsistik özelliklere sahip kişilerin dolandırıcı olduğuna dair bir sonuç çıkmasın. Narsistik özellikler doğru kullanıldığı taktirde insanı başarıya da götürebilir. Şeker hastaları şeker yiyince sıkıntı yaşarlar ama her şeker yiyen şeker hastası olmaz. Şeker doğru kullanılırsa size keyif verir.


Peki, nasıl bu kadar ikna edici olabiliyorlar, dolandırıcı kurbanları bu türden bir yakınlaşmayı neden en yakınlarıyla bile paylaşmaktan imtina ediyor?

Demirci'nin bu sorumuza dair yorumu ise şöyle:

Bir insanı ikna edebilmek kolay bir durum değildir hatta fikirleriniz uyuşmuyor ise neredeyse imkânsız hale gelir. Fikrinizin uyuşmadığı bir kişiyi ikna etmek yerine o kişinin fikrini kullanarak peşinizden gelmesini sağlamak çok daha kolaydır. Örneğin kısa yoldan zengin olma hayali taşıyan kişileri ikna edebilmek oldukça kolay olabilmektedir ki ülkemizde bu tarz düşünceye sahip birçok insan görebilirsiniz. Bu durum da bu düşünceye sahip insanları potansiyel hedef yapmaktadır. 

İnsanlar dolandırıldıklarında önce bunu gizleme eğilimine girerler çünkü kimse etrafına aptal veya saf gibi görünmek istemez. Bu durum bizim gibi kültürel değerlere sahip ülkeler için daha da güçleşmektedir. Çünkü toplum olarak insanları kolaylıkla akıllı ve saf gibi özelliklere ayırarak sınıflandırabiliyoruz. Herkes akıllı olmak veya akıllı görünmek ister. Örneğin bilgi sahibi olmadığımız bir konuda 'bilmiyorum' yanıtını bile vermekte çok zorlanan bir toplumuz. Bilmiyorum diyemeyen kişinin 'dolandırıldım' diyebilmesini pek beklememek lazım.


"Dolandırıcılık bir tür bağımlılık"

Psikiyatrist Onur Okan Demirci dolandırıcılığı bir tür 'bağımlılık' olarak tarif ediyor ve bunun da dopaminle bağlantısını kuruyor:

İnsan bedeninde en güçlü bağımlılık sistemi daha önce bahsettiğim dopamin adı verilen, beynimizde haz merkezinin uyarılmasını sağlayan bir madde ile gerçekleşir. Örneğin uyuşturucu maddeler çok güçlü dopamin salgısına neden olduğundan haz sistemini çok güçlü şekilde uyarır ve kişiyi hazza bağımlı hale getirir. Bundan sonra hayatta yapacağı hiçbir etkinlik bu kadar dopamin salgısına ve hazza ulaşamayacağı için maddeyi bıraktığı anda müthiş bir mutsuzluk, keyifsizlik ve isteksizlik hissetmeye başlar. Böylece kişi artık maddeye bağımlı hale gelmiş olur.

Dolandırıcılarda da dopamin salgısı güçlü bir şekilde gerçekleştiği için dopaminin verdiği hazza bağımlı hale gelirler ve dolandırıcılığı bıraktıklarında kendilerini işe yaramaz, mutsuz, keyifsiz hissederler ve yeniden dolandırıcılık yapma ihtiyacı içerisine girerler. Bu da dolandırıcılığı bir bağımlılık haline getirmiş olur.

Buna bir de birilerini kandırmış olmanın hazzı da eklenir. Çünkü başkasını aptal yerine koyarsanız akıllı olan sizmiş gibi görünürsünüz. Birini zayıflatırsanız güçlü olan sizmiş gibi görünürsünüz. Eğer bir toplumda bütün mesele güçlü ve akıllı olmak ise bunu sağlayabilmek için dolandırıcılığı kullanmak yaygın hale gelebilir. Biz toplum olarak çocukluğumuzdan bu yana güçlü olmak zorunda, akıllı olmak zorunda olan bireyler olarak yetiştiriliyoruz. Bu yüzden bazıları bu güce ulaşabilmek için dolandırıcılık yolunu seçiyor.


Dolandırıcıların kurbanlarının korku duygusunu da körüklediğine dair tezler var.

Türkiye bu tür körüklenme potansiyeli olan korkular açısından zengin mi? Çok şeyden korktuğumuz için mi kendisine polis, savcı, hâkim diyenlere inanıyoruz?
 

aa1.jpg
Fotoğraf: AA

 

"Korku temelli yetiştiriliyoruz"

Demirci'ye göre, ülkemiz bu tür korkular için mecazen de olsa adeta bir cennet. Nedeni ise şöyle açıkladı:

Toplum olarak bizler korku temelli yetiştiriliyoruz. Çok basit bir örnek vereyim; çocuğunuzu aman başına bir şey gelir diyerek bakkala dahi gönderemediğiniz bir ülkede yaşıyorsanız, bu çocuğun büyüdüğünde her şeyi tehlike olarak görmesine neden olmuş olursunuz. Tehlike korku duygusunu doğurur. Korku ise oldukça kolay maniple edilebilir bir duygudur. İşte dolandırıcılar bu duyguları kullanarak insanları kolaylıkla maniple edebiliyor.


Peki, çoğunlukla devlet memuru olarak mesleklerin dolandırıcılık yöntemi olarak seçilmesi, toplum olarak 'devlet baba'ya duyduğumuz güvenle ve bu güvenin sömürülmesiyle mi ilgili?

Demirci, bu durumu güvenden çok yine korkuyla açıkladı:

Dolandırıcıların bu unvanları kullanması korku duygusunu maniple edebilmek içindir. Öğretmen de devletin verdiği bir unvandır, doktor da savcı da polis de…Özellikle kolluk kuvveti, hukuk unvanları gibi unvanların kullanılması korku duygusuna hitap eder. Üstelik hukuki haklarınız hakkında yeterince bilgi sahibi değilseniz bu sizi açık hedef haline getirir.


Dolandırıcıların en sık kullandığı kavramlardan biri de 'terör' kavramı.

Bu kavramın dolandırıcıların argümanı hale dönüşmesinin nedenine dair Demirci, "Ülkemizde terörist sıfatı çok kolay kullanılabilir bir hale geldi. Özellikle aynı fikirde olmayan insanlar birbirlerini 'terörist' sıfatı ile korkutmaya ve sindirmeye başladılar" diye yanıtlıyor ve devam ediyor: "Şu kişiyle soy isminiz aynı o yüzden terör kapsamına girdin, denilen bir kişi bile korku ile paniğe kapılabiliyor. Bu nedenle günümüzde 'terörist' kelimesi dolandırıcılar için neredeyse anahtar bir kelime haline geldi" sözleriyle ifade etti.

Demirci, son olarak "Dolandırıcıların ağına takılmamak için insanların nelere dikkat etmesi gerektiği" sorumuza, "Çok klasik olacak fakat doğru söze ne hacet diyerek eğitim şart" diye yanıt verdi ve şunları ekledi:

Eğitimli insan dolandırılmıyor mu diyeceksiniz. Evet dolandırılabiliyor. Burada amaç dolandırılamayan insan yaratmak değil. Korkunun veya umudun olduğu her yerde bunların sömürüsü de olacaktır. Burada amaç mümkün olduğunca korunabilmek. Öncelikle korunma, güvende hissetme duygularımızı geliştirebilen bir toplum olmalıyız. Bu duyguların temeli çocukluktan gelmektedir. Güven, şefkat ve doğru bilgi ortamında yetişen bir çocuk korku manipülasyonlarından kolay kolay etkilenmeyecektir.

Başımıza ne gelirse gelsin bunu kolaylıkla paylaşabilme rahatlığına sahip olduğumuz bir toplum oluşturabilirsek işimiz daha da kolaylaşır. Güvenle büyütülmüş, şefkati ve sevgiyi hak ettiği şekilde alabilmiş, ötekinin dünyası ile ilgilenen değil kendi dünyasını oluşturabilen, kendi kendine yetebilen, ne olursa olsun değerli olduğunu hissedebilen, mükemmel ile değil elinden geleni yapabildiği ile var olabilen bireyler yetiştirebildiğimizde dolandırıcıların kendilerine ekmek bulamayacağı bir toplum oluşturabiliriz.

aaa.jpg
Fotoğraf: AA

 

"Bilişim sistemlerinin yaygın kullanımı yoğunluğu artırdı"

Ceza Hukuku ve Ceza Muhakemesi Hukuku uzmanı Prof. Dr. Ahmet Caner Yenidünya ile de telefon ve sanal dolandırıcılık ağlarının hem global hem de yerel anlamda yaygınlaşmasının nedenlerini konuştuk.

Prof. Dr. Yenidünya, sadece ülkemizde değil, global bazda da bu suç tiplerinin arttığını söyledi:

Bunun farklı sebepleri ileri sürülebilir, ancak en temel olanlarını kısaca ifade etmek gerekirse; bilgiye erişimin, fiili işlemenin ve suçtan kurtulmanın kolaylığı olarak üç sebep ortaya konulabilir. Dünyada sosyal medya kullanımının artması, insanların kendileri hakkında farkında olarak veya olmayarak pek çok bilgiyi kamu ile paylaşması sonucunu doğuruyor. Keza günlük hayatta bilişim sistemlerinin yaygın şekilde kullanımı da insanların kişisel ve finansal verilerinin üçüncü taraflarla paylaşılmasına sebebiyet veriyor.
 

Prof. Dr. Ahmet Caner Yenidünya (2).jpeg
Prof. Dr. Ahmet Caner Yenidünya

 

"Dolandırıcılık, farklı şekillerde işlenmesi mümkün bir suç olmakla birlikte, sosyal mühendislik tarzında gerçekleştiğinde mağdura ilişkin birtakım bilgilerin inandırıcılığı artırmak adına kullanılması temel bir araçtır" diyen Prof. Dr. Yenidünya, günümüzde iletişim araçlarının sağladığı olanakların, bu tür suçlarda failler yönünden ortaya çıkardığı avantajlar ile azalttığı riskler sebebiyle de işlenme oranlarının yükselmesini doğal karşılamak gerektiğini vurguladı:

Deneme yanılma yoluyla failler pek çok kişiye karşı iletişim araçlarını vasıta kullanarak bu suça teşebbüs etmekle birlikte, başarılı olmadıkları çoğu vakada yakalanma riski ile karşılaşmıyor.

Diğer taraftan mağdurların özellikleri ve faillerin özellikleri dikkate alındığında, yüz yüze geldiğinde bu suçu işleme kabiliyetine sahip bulunmayan, mağduru kandırma, aldatma ihtimali olmayan failin gerçeğin maskelenmesinde araya iletişim aracını koyarak bu dezavantajlı durumunu ortadan kaldırdığı da açıktır.

Örneğin; fail kendisini polis olarak tanıtıp, yüz yüze geldiğinde kandıramayacağı insanları, telefonla iletişimin sağladığı imkanlardan istifade ederek (ses tonu, dış sesler, kendine güven ve karşı tarafta endişe hissiyatı doğurma becerisi) eylemi gerçekleştirme imkanına sahip oluyor.


"Yüz yüze dolandırılmayacak insanlar telefonda dolandırılıyor"

Prof. Dr. Yenidünya, eğitimli insanların da dolandırıcı tuzağına düşmelerini yine dolandırıcıların kullandıkları tekniklere bağlıyor: 

Bu suçun işlenmesinde mağdurun denetim ve kontrol mekanizmasının ortadan kaldırılması ve telefondaki sese tabi olmasının sağlanması temel argümandır. Telefon dolandırıcılığı başlığı altında toplanan çok farklı hile ve kandırma yöntemleri mevcuttur.

Özellikle belirli bir yaş grubunun üzerinde ve oldukça iyi eğitim almış kimselerin bu ağa takılmalarına ilişkin örneklere baktığımızda bir terör örgütü ile bağlantılı olma, bir suç soruşturmasına karıştırılma gibi kavramlar üzerinden endişe ve korkularının harekete geçirilmesi ve ardından çıkış ve/veya kurtulma yolunun da sunulması suretiyle fiilin işlendiğini görmekteyiz.

Bu problem, yukarıda ifade ettiğimiz üzere, muhatabını iyi tanıma (profilin doğru tespiti) ve ülkenin, toplumun sosyal endişe ve sorunlarından istifade etme becerisi ile açıklanırsa daha doğru sonuca ulaşılır. Zira bu örneklerin hemen hiçbirinde muhatapların yüz yüze dolandırılma ihtimali yoktur. İnsanların 'terör, terör örgütü, çıkar amaçlı örgüt, gasp, soygun' gibi toplumda ağır sonuçları bulunan suç tipleri ile bağlantılı bir ceza soruşturması kapsamında olduklarının söylenmesi o an itibarıyla endişe verici bir durumdur.

 

aa3.jpg
Fotoğraf: AA

 

Mağdurların kamusal mekanizmalara itimat etmemelerinin sebeplerinin bugüne kadar viktimoloji yani mağdur davranışları bilimi çerçevesinde ülkemizde araştırılmadığını da belirten Yenidünya, ülkemize dair de şu bilgileri paylaştı:

Son yıllarda ülkemizde yaşanan yargı kararları ile medyaya yansıyan hadiseleri incelediğimizde en fazla rastlanan yöntemlerden ilki failin kendisini polis, savcı ya da jandarma şeklinde tanıtarak mağdura bir terör örgütü, suç soruşturmasına adının karıştığının söylenmesi ve bu soruşturmadan kurtulmak ya da soruşturma makamlarına yardımcı olmak gayesiyle menfaat temin edilmesidir.

Diğer bir telefon dolandırıcılığı yöntemi ise, kendisini banka çalışanı, sigorta temsilcisi olarak tanıtan dolandırıcıların birtakım fırsatlardan, kampanya ve hediyelerden söz ederek mağdurların kredi ya da banka kartı numaralarını ele geçirmek yoluyla ya da onlardan kampanyadan istifade edebilmeleri için ödemeler almak suretiyle menfaat temin etmeleridir. Keza kendisini avukat olarak tanıtan dolandırıcılar tarafından kişinin icra borcu olduğundan, hakkında şikâyet bulunduğundan bahisle aranarak menfaat temini için kandırılması da sık rastlanan bir durumdur.

Özellikle e-ticaretin arttığı ve kişilerin pek çok alışverişlerini e-ticaret sitelerinden gerçekleştirmeleri sebebiyle sıklıkla maruz kaldıkları bir dolandırıcılık yöntemi de kargo iade masrafı gibi nispeten küçük rakamların ödenmesinin sağlanmasıdır.


"Adalete güvenin azalması bir etken ama tek etken değil"

Peki, insanların kaygı ve korkularının dolandırıcılığa neden olması, ülkemizdeki adalet ağının yeterliliği ya da yetersizliğiyle ilgili olabilir mi? 

Prof. Dr. Yenidünya, bu sorumuzu da yargıya güven anketlerinden bir veri paylaşarak yanıtladı. Son yıllarda yapılan anketlerde yargıya güven duymayanların oranın yüzde 60'ları geçtiğini vurgulayarak sözlerini şöyle sürdürdü:

Kuşkusuz insanların sistemden kaynaklanan hatalara maruz kalmayacakları, haklarını tam ve zamanında elde edecekleri, ülkenin bürokrasi ve hukuk sisteminin kendilerini mağdur etmeyeceği yönündeki inançlarının güçlendirilmesi, bu dolandırıcılık yönteminin başarısını azaltacak faktörlerden biridir.

Ancak tek başına sorunun temelinde 'Adalet mekanizmasına duyulan güvensizlik vardır' denilirse, insanların davranışlarını yönlendiren başka etkenler göz ardı edilmiş olabilir. Toplumda hak ve haksızlık bilincinin, doğru ve yanlış kültürünün yerleşmemiş olması, sıkıntı ve külfet olmaksızın menfaat elde etme arzusunun yaygınlaşması da bir etken olarak dikkate alınmalıdır.


Prof. Dr. Yenidünya, mağdur profillerini ise verilerle anlattı:

Telefon dolandırıcılığında yaşlı insanların tercih edilmesinin temel sebebi, iletişim esnasında kontrol ve denetimlerini ele geçirme kolaylığı ile ekonomik olarak talepleri yerine getirme potansiyellerinin yüksekliği. Nitekim son dört yılda medyaya yansıyan korku kaygıya dayalı telefon dolandırıcılığı hadiselerinde daha çok 50'li yaşların üzerinde ve erkek mağdurların hedef alındığı görülüyor. Ancak dolandırıcılık suçunda, her kesimden ve her yaş grubundan kişilerin mağdur olma ihtimali var.

İstanbul'da 2019 yılı içinde polise intikal eden dolandırıcılık vakalarında mağdurların yaş ortalamasının 25-40 aralığında olduğu ve bunların yüzde 46'sının ilkokul, yüzde 25'inin lise, yüzde 20'sinin üniversite mezunu olduğu belirtilmiştir. Keza 2020 yılında 8 bin 490 olan dolandırıcılık vakası, 2021'de 10 bin 357'ye ulaşmıştır.

İstanbul Valiliği tarafından yapılan açıklamada her iki dolandırıcılık vakasından birinin telefon veya internet yoluyla gerçekleştiği ifade edilmiştir. Korku ve kaygı temelli telefon dolandırıcılığında orta ve üstü yaş grubu bireylerin, kolay yoldan para kazanma motifli sanal ve telefon dolandırıcılığında ise, genç ve orta yaşlı bireylerin daha çok hedef alındığı söylenebilir.


Dolandırıcı verileri ne diyor: Aslında ortalama insanlar

Yenidünya, dolandırıcı profillerine dair analizini de yine verilerle aktardı:

Adalet istatistiklerine göre 2020 yılında dolandırıcılıktan hükümlü 8 bin 958 kişiden; sadece 31'i okuma yazma bilmeyen, 200'ü okuma yazma bilen, 2939'u ilkokul mezunu, 2223'ü ortaokul mezunu, 2593'ü lise mezunu, 848'i üniversite mezunudur. Aynı yıl dolandırıcılıktan hükümlü 8 bin 958 kişiden; 589'u 18 yaşından küçük, 1544'ü 18-24 yaşlarında, 3153'ü 25-34 yaş aralığında, 2625'i 35-44 yaş aralığında, 1197'si 45-54 yaş aralığında, 333'ü 55-64 yaş aralığında, 54'ü 65 yaşının üzerindedir.


Bu verilerin, telefon dolandırıcılığı yönünden fikir verdiğini belirten Prof. Dr. Yenidünya, bu durumu şöyle yorumladı:

Görüldüğü üzere; dolandırıcıların büyük çoğunluğu ortalama eğitimi olan ve yaş olarak genç, orta yaş aralığında kimselerdir. Eğitim durumu çok düşük kimseler ile iyi eğitim almış olanların farklı sebeplerle suça daha az yatkın olduğu söylenebilir. Keza aynı durum, çocuklar ve yaşlılar bakımından da geçerlidir. Bu durum bize en azından şu temel veriyi sağlamaktadır; o da dolandırıcıların çok zeki, üstün, bilgili kişiler değil, ortalama insanlar olduğudur.

Burada mağdur hakkında sahip oldukları bilgiler, eylemin işlenmesinde mağdurun denetim ve savunma mekanizmasını azaltan bir fonksiyon icra etmektedir. Esasen insanların kamuya açık platformlarda kendileriyle ilgili paylaştıkları bilgilerin derlenmesi ve kendilerine karşı kullanılması söz konusudur.

Bu durum, profesyonel meslek sahibi mağdurların sıklıkla bu eyleme maruz kalmalarını da açıklayan bir oluştur. Dolandırıcılar, hedefledikleri mağdurları tespit etmezden önce profillerini dikkate almakta, mağdurun denetim ve kontrol mekanizmasını ortadan kaldırmak için başkalarının bilemeyeceğini düşündüğü bilgilerini onunla paylaşıyorlar.

 

aa2.jpg
Fotoğraf: AA

 

"Daha titiz bir incelemeyle yağma suçundan yargılanabilirler"

Peki, ülkemizde telefon-sanal dolandırıcılık suçlarına yönelik cezalar neler ve bu cezalar caydırıcı mı?

Yenidünya'nın yanıtı şöyle:

Bu soruya verilecek yanıt, mağdurdan haksız menfaatin elde ediliş şekli ve yöntemi itibarıyla farklılık arz edebilir. Faillerin kendilerini polis, savcı veya banka, sigorta ya da kredi kurumu çalışanları olarak tanıtmak suretiyle kandırdıkları kişilerden haksız menfaat temin etmeleri 24.11.2016 tarihine kadar basit dolandırıcılık olarak kabul edilmekte ve bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılmaları söz konusu olmaktaydı. 24.11.2016 tarih ve 6763 sayılı Kanun'la bu fiil, nitelikli dolandırıcılık olarak düzenlenerek cezanın dört yıldan on yıla kadar hapis ve adli para cezasının elde edilen menfaatin iki katından az olamayacağı düzenlenmiştir.

Burada dikkat çekmemiz gereken bir diğer hüküm, aynı tarihte 158'inci maddeye eklenen 3'üncü fıkradır. Buna göre fiilin, üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde ceza yarı oranında, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde ise bir kat artırılacaktır. Böylece bu suç tiplerinin özellikle organize bir yapı bünyesinde işlendiği hallerde caydırıcı bir cezanın ortaya çıkması mümkün hale getirilmiştir.


Prof. Dr. Yenidünya, "Sanal dolandırıcılık olarak adlandırılan internet sitelerindeki ilanlar, duyurular yoluyla gerçekleştirilen bir kısım fiillerin de bilişim sistemlerinin araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık kapsamında 158'inci maddenin (f) bendi uyarınca dört yıldan on yıla kadar hapis cezası ve adli para cezasının, elde edilen menfaatin iki katından az olamayacağı öngörülmüştür" diye ekledi.
 

Prof. Dr. Ahmet Caner Yenidünya (1).jpeg
Prof. Dr. Ahmet Caner Yenidünya 

 

Ancak Yenidünya cezalar konusunda daha titiz davranılması ve daha iyi incelemeler yapılması gerektiği görüşünde. Eğer bu incelemeler yapılırsa, suçun 'yağma' olarak bile yorumlanabileceğini söyledi:

Bence telefon dolandırıcılığı olarak nitelendirilen hadiselerin titizlikle değerlendirilmesi ve hipnotik telkin metotlarının uygulanıp uygulanmadığının araştırılması ve sanıkların kullandıkları vasıtalar, mağdurun yaşı, özellikleri, olayın oluş biçimi itibarıyla kişinin telefonda hipnotize edilerek, donuklaştırılarak, mekanik olarak komutları yerine getiren bir kişi konumuna indirgendiği saptandığında 148'inci maddenin 3'üncü fıkrasında yer alan, 'mağdurun herhangi bir vasıta ile kendisini bilemeyecek ve savunamayacak hale getirilmesi de yağma suçunda cebir sayılır' hükmü kapsamında yağma suçunun varlığı üzerinde durulmalıdır.

Yağma suçunun basit şeklinin cezası, altı yıldan on yıla kadar hapistir. Keza telefonda kendisini polis, savcı olarak tanıtarak haksız menfaat elde edilen hallerde, mağdurdaki endişe ve korkunun temeli de araştırılmalıdır. Şayet mağdur, bizzat fail tarafından vücut dokunulmazlığı ve mal varlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratılacağı yönünden korkutulmuş ve böyle bir tehditten kurtulmak için menfaat sağlamış ise, yine yağma suçunun varlığı göz önünde tutulmalıdır.


"Dolandırıcılık suçunda infaz sistemi caydırıcı değil"

Herkesin en çok merak ettiği noktalardan biri ise zanlıların yakalanması durumunda mağdurlarının kayıplarının giderilip giderilmediği.

Yani mağdurlar kaybettikleri varlıklarının üzerine bir bardak soğuk su mu içiyor ve dolandırıcılar birkaç yıl hapis yattıktan sonra tekrar aramıza mı dönüyor?

Yenidünya, uygulamada nitelikli dolandırıcılık kapsamında değerlendirilen bu fiiller yönünden, mağdurun zararının giderilmesinin etkin pişmanlık hükümleri çerçevesinde mümkün olabildiğini belirtti:

Türk Ceza Kanunu'nun 168'inci maddesinde yargılamanın farklı aşamalarına göre mağdurun suçtan kaynaklanan zararının tamamen giderilmesi cezada indirim yapılmasına neden olur. Kısmen giderim halinde, cezada indirim için mağdurun, kısmi tazmine rıza göstermesi gerekir. Suç tipinin işleniş şekli itibarıyla genellikle suçüstü hallerde para veya menfaati almaya gelen kimselerin yakalandığı, organizasyonun başındaki kişilere ulaşmada zorluk yaşandığı belirtilebilir. Cezanın yüksekliği, sanıkların indirim alabilmek için zararı tazmin etme motivasyonlarını artırıcı bir unsurdur.


Ne var ki, bu suçlarda infaz sisteminin çok da caydırıcı yaptırımlara sahip olmadığının da altını çizdi, Prof. Dr. Yenidünya:

Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'da 14.04.2020 tarih ve 7242 sayılı Kanun'la  yapılan değişiklik sonrasında bu suçlarda (hırsızlık, dolandırıcılık, yağma) şartla salıverme süresinin 2/3'ten 1/2'ye indirildiğini ve aynı Kanunun 105/A maddesi uyarınca da şartla salıverilmelerine bir yıl kala bu kişilerin cezaevinden denetimli serbestlik tedbiri altında salıverilecekleri gözetilirse, infaz sistemi itibarıyla caydırıcı bir ceza adalet sistemine bu tür adi suçlarda  tercihen sahip olmadığımız söylenebilir.


Prof. Ahmet Caner Yenidünya, hukuki olarak dolandırıcılık vakalarından nasıl korunulacağına ilişkin son sorumuzu "Bu suçlardan korunmanın özel bir reçetesini vermek çok farklı işleniş şekilleri gözetilirse pek mümkün olmayabilir. Ancak temel iki konuya temas etmemizin faydalı olacağı kanaatindeyiz. İlk olarak, sosyal medyada ya da kamuya açık mecralarda yapılan paylaşımlarda seçici olunması gereğidir. Kontrolsüz şekilde veri paylaşımı, kişinin kendi paylaştığı verilerin denetim imkanını ortadan kaldırmak için ona karşı kullanılma riskini artırmaktadır. İkinci olarak telefon dolandırıcılığında insanların aldatılmalarını kolaylaştıran temel unsur, denetim ve kontrol mekanizmalarının telefonun diğer ucundaki fail tarafından engellenmesidir. Buradaki en kritik doğru davranış, kontrolü ele almak adına telefonu kapatmak ve konuyu etraflıca değerlendirmek için yetkili makamlara, uzman kişilere (örneğin avukatlar) ve hatta yakın çevreye danışmaktır" ifadeleriyle yanıtladı.

 

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU