Kadim olan her şey zamanla çürür ve yok olur… Dünya tarihinde birçok devlet kurulmuş, gelişmiş ve ömrünü tamamlayarak siyaset sahnesinden çekilmiştir. Arkalarında bıraktıkları birikimler kadar yıkıntıları da oldukça geniş ter tutmaktadır.
Tarihin her devrinde özellikle neolitik devrimle birlikte daha çok karşımıza çıkan bir unsur vardır ki biz buna inançlar demekteyiz. Aynı coğrafya üzerinde ikamet etmiş yahut uzak memleketlerde olmalarına karşın etkileşimde olmaktan çekinmeyen birtakım kültürler de mevcuttur.
İnanç kültleri kendi içerisinde birçok farklı kollara ayrılsa da temelde mutlak tanrı itaati altında kalmaktan kendilerini alıkoyamaz.
Varlığı kabul edilen ve temelinde semavi kaynakların yer aldığına inanılan öyle ki hala nefes aldıkları iddia edilen birçok din mevcuttur.
Modern dünyada en çok kabul edilen üç dinin ki bunlar Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet… hamisleri inandıkları bu dinlerin çok köklü bir geçmişe sahip olduğunu düşünürler ve kutsallık arz eden ilahi kural ve kaidelerle bu inançları sürdürürler.
Kim ne derse desin bügün yaşadığımız hayatın temelinde kah Antik Mısırlıların, kah Yunanların, kah Assur ve diğer nice antik uygarlıkların bize miras bıraktıkları kültür ve gelenekleri vardır.
Antikçağlarda bu kültür yayılımları her ne kadar yavaş olsa da modern dünyada uzak memleket kavramı ne pekte bir anlam ifade etmemektedir.
Çoğu antikite yazarının dinleri ihya etme çabası kendi içerisinde önem arz etse de genel anlamda bu antik dinleri tarihin tozlu raflarından indirerek ele alması kaçınılmaz bir sonuçtur.
Antik İsrail'i konu edinirken tarihin tozlu raflarında bir girişimde bulunmak aslında bugün hala yaşayan Museviliği pek de ilgilendirmemektedir. Kadim Ortadoğu coğrafyası tarihin her devrinde gerek dinlerin gerekse iktidar savaşlarının açık bir meydanı halinde sıkışıp kalmıştır.
Orayı yıkıma sürükleyenler de ihya edenler de yine oranın yerli toplumları olurken, bu durumda meydana getirdikleri her türlü inanç diasporası onları hayatta tutan yegane şey olmuştur.
Antik İsrail coğrafyası kendine has özellikleriyle dönemin dikkat çeken coğrafyalarından biri olmuştur. Kurdukları devlet teşkilatıyla daha önceki yazılarımızda değinmiş olduğumuz inanç kültleriyle bugün bile hala nefes almaktadır.
Yehovacılığın kutsallığına karşı anti- Yehovacıların bu inanç karşısında direnememeleri de oldukça önemli bir konudur.
İnşa edilen ilk Kudüs tapınağının Süleyman siyaseti, merkezi idareyi elde tutma gayretiyle din-siyaset hususu birbirinden uzaklaşması gerekirken iyice yakınlaşınca toplumu daha dindar görmek hiç de şaşırtıcı olmamalıdır.
Kudüs tapınağı Yehova'nın yeryüzündeki teminatı ve İsrail halkına verilen kutsal vaatten başka bir şey değildir. Musa'nın kurduğu Yehova çadırının Süleyman devrinde bir mabet halini alması hem siyasetin merkezi, hem de dinin kutsal mekanı olması bakımından oldukça önemlidir.
Süleyman inşa ettirdiği bu tapınağın din merkezinden ziyade siyaset merkezi olarak düşünmüştür ki, toplumun geri dönüşü ise tam aksine olmuştur.
M.Ö 586'da Babil hükümdarı II. Nebukadnezar komutasındaki ordu Kudüs'e girerek Yahudi isyanını bastırmıştır. İsyanlar devam edince ikince kez Kudüs'e girmiş ve Süleyman Mabedini yıktırarak İsrail halkını sürgüne yollamıştır.
Yahuda krallığı yıkıldıktan sonra Sur şehrini kendine bağlamış ve Mısır yönünde ilerlemiştir. 567'de Mısır'a bir sefer düzenleyerek 562'de vefat ettikten sonra tahtını oğluna bırakmıştır.
Bu devirde Suriye'den Mısır'a kadar genişleyen Babil iktidarı 587'de Yahudileri bölgeden sürerek yeni bir açılım gerçekleştirmiştir.
Devam edecek…
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish