"Tarihin Sonu" kuruntularının tellalı farklı "Kimlikleri" satmak için geri dönüyor

Fukuyama'nın "Kimlikliler" kitabında, iki yüzyıldan bugüne değin dünyada tanık olunan tüm siyasi olaylar, onun kimlikler hakkındaki basitleştirici ve göz boyayıcı anlayışı ile ele alınıyor

Fotoğraf: Şarku'l Avsat

Büyük ABD üniversitelerindeki siyaset bilimi ve felsefe bölümlerinin ideolojik karaktere bürünmüş yapısı, dışına çıkmanın mümkün olmadığı şu belirli düşünce biçimini dayatır:

Buradaki her düşünce ve karşıt düşünce, daima yüce Amerikan İmparatorluğu’na hizmet eder bir sonuca bağlanmalıdır. Aksi takdirde düşünce sahibi, bu güneşin altında barınamaz. Gerçekten de birçok kıvrak zeka, nihayetinde bu kapalı sistem içerisindeki katı profesyonel yapı yüzünden birtakım hurafeleri dillendirmek ve somut gerçekliğe yaslanmayan veya inceleme karşısında direnemeyen vehimleri pazarlamak zorunda kaldı. Bununla birlikte iktidardaki ABD elit tabakasının basın yayın dünyasına tam anlamıyla egemen olmasından ötürü bu hurafe ve vehimler bir anda "çok satan" kitaplara, "oldukça etkili, detaylandırılmış" makalelere ya da biletleri genellikle yüzlerce dolara satılan konferanslara dönüşüveriyor.

Bunun belki de en belirgin örneği Stanford Üniversitesi’nden Siyaset Profesörü Francis Fukuyama’dır. Hani şu, "Tarihin Sonu ve Son İnsan" hakkında küresel bir tartışmaya zemin hazırlayan metnin (1992) sahibi, meşhur Fukuyama. Bu tezi ile Fukuyama, Sovyet tecrübesinin çöküşü ve Doğu Avrupa ülkelerinin komünist bloğunun yıkılışının ne anlama geldiğini ve -en azından yakın gelecekte- diğer kutupların yüzleşmesinin mümkün olmadığı tek bir kutbun kaldığı bir durumda bunun, dünyanın geleceği açısından ne anlam ifade edebileceğini ele almaya çalışmıştı. Her ne kadar tarih, bu adamın ön gördüğü gibi sona ermemiş olsa da daha sonra savunmaya geçerek kendisini eleştirenleri bu zavallı tarih için belirttiği "sonun" anlamını kavrayamamakla suçladı.

Fukuyama piyasalara geri döndü. Bu sefer elinde ABD Başkanı Donald Trump’ın Beyaz Saray’a gelişi ile başlatılabilecek siyaset sezonunun havasına uygun ve geç kapitalist toplumu kasıp kavuran dev dönüşümleri anlamak için duyulan şiddetli açlığa karşılık verecek yeni bir mal var. Ne mi? "Kimlikler: Hoşnutsuzluk Politikaları ve Saygınlığa Dair Araştırma" adlı oldukça iddialı bir kitap. Bu kitapta iki yüzyıldan bugüne değin dünyada tanık olunan tüm siyasi olaylar, onun kimlikler hakkındaki basitleştirici ve göz boyayıcı anlayışı ile ele alınıyor. Bu kitaptaki serüven, Fransa ve Amerika devrimleri ve Avrupa’da modern ulus devletlerin ortaya çıkışından başlayarak Arap Baharı ve Buazizi’nin herkesin önünde kendini yakmasına, oradan da Fransız öğrenci devrimine (1968 Mayıs Olayları), Amerikan Sivil Haklar Hareketine, Gürcistan ve Ukrayna’nın Renkli Devrimlerine, Tayland’daki keskin siyasi ayrışmalara; Putin, Orban ve Trump gibi halkçı liderlere, yeni Çin’in yükselişine, Brexit’e, MeToo Hareketine, yeni faşist akımlara ve hatta siyasal İslam’a kadar uzanıyor. 
 

kitap.jpg
Francis Fukuyama: Kimlikliler


Fukuyama’ya göre tarihin itici gücü, bireysel ya da kitlesel olarak insanlığın gerek Taliban savaşçıları gerek ünlü Hollywood yıldızları gerekse de herhangi bir lisedeki ergen öğrenciler olarak öz kimliklerini genel anlamda kabul ettirmeye duyduğu ihtiyaçtır.

Geçmişleri ve referansları farklı olmakla birlikte onların tek istediği, saygınlıklarının açıkça ifade edilmesinden başkaca bir şey değildir. Bununla birlikte yazar, tüm kitap boyunca kimlik kavramına dair belirgin bir tarif sunamamış, kimlik ile saygınlık kavramı arasında git gel yapmış ve insan zihninin karmaşıklığı ile insan hayatını, sahip olmadığımız ve başkalarından çekip almaya ihtiyaç hissettiğimiz bir şeye indirgeyecek kadar basitleştirmiş.

Fukuyama, insanın saygınlığı ve üstünlüğü düşüncesinin aslında dini kaynaklara dayandığını elbette ki biliyor ancak bu olaya girmekten kaçınıyor. Onun yerine -"Kadınlar ve Dünya Siyasetinin Evrimi (1998)" hakkında kaleme aldığı ünlü makalesinden bu yana gözdesi olan- şempanze kıssalarından ve saygınlık kavramının zaman içindeki değişimine ve insanlığın zatından kaynaklandığına dair belli belirsiz düşüncelerden yardım almayı tercih ediyor.

Bu çabaya onur, saygı, konum ve kendinden memnun olma türünden kavramların iç içe geçmesinden doğan bir kargaşa eşlik ediyor. Tarihin sonuna dair önceki teorisi ile kimliklere dair yeni iddiaları arasındaki ilişki hakkında ise şüpheli bir suskunluğa bürünüyor. Bu durum, okuyucunun şaşkınlığını artırıyor ve akıcı ve sağlam anlatımına rağmen kavram üzerindeki kontrolün kaybedildiği hissini uyandırıyor.

Fukuyama, -tarifi ne olursa olsun- kimliklerde ayıplanacak yan bulmuyor. Bu, -evrimi bakımından insana diğer tüm canlılardan daha yakın olan- şempanzelerde de görülen özgün insan yapısıdır. Bununla birlikte insan türünde iki düzeyde ortaya çıkıyor: Biri, birey düzleminde olmak üzere öznel. En iyi ifadesini modern Batılı liberal demokrasilerde buluyor.

Nitekim bu demokrasilerde tüm vatandaşlar, kanun önünde eşittir. Bu yüzden kimlikleri, bazı grupların lehine özel bir muamele ortaya koymanın bir yolu olarak gruplamak, olumsuz bir iştir.

Fukuyama, kadınlar, eşcinseller, siyahîler, göçmenler ve azınlıkların hakkı için bu tavrı benimsemesinden ötürü Batı solunu daima ayıplamış ve onu, kapitalist projenin karşıtı olmak şeklindeki asıl mücadelesi ile olan bağının kopmasıyla tehdit etmiştir.

Bir diğer düzey ise saygınlığını kan göllerine ya da gam dağlarına mal olsa da çekip almaya ya da başkalarına kabul ettirmeye dayalı kabile, din veya ırk temelli kitlesel kimlikler. O, bu farklı kimliklerle yüzleşmek yerine onları, daha küçük kimlikler mozaiğinin, modern devlet çerçevesinde genişleyen toparlayıcı ulusal kimliklerine doğru ilerlemelerini teşvik eder. Tabii bize, daha büyük ulusal kimliğin istikrarsızlaştırılmasından önce izin verilen daha küçük kimliklerin sayısını ve boyutunu belirtmeden.

Kimliklerin sahibince ulusal kimlik, hiçbir şekilde şovenizme (Fransa, Fransızlarındır) veya dine (Yahudi Devleti İsrail) ya da ırka (önceki Güney Afrika rejiminde olduğu gibi) dayanmamaktadır.

Nitekim ilgili deneyimler, bu ulusal kimliklerin, farklı aşamalarda azınlıklara karşı kullanılabileceğini göstermiştir. Ona göre ulusal kimlik daha çok vatandaşların genel, soyut, üstün ve evrensel karakterli değerlerde bir araya gelmesine dayanır. Kitaptan bu değerlerin tam olarak neler olduğunu öğrenemiyoruz tabii. Yalnızca bir parti ile sınırlı olmadığını, zorunlu olarak ötekine açık olmanın bir sonucu olduğunu, ortaya atılan meselelerde çoğulculuğu ve görüş farklılığını kabul ettiğini ve karşılıklı tavizler vermeye hazır olduğunu yani elden geldiğince demokratik sürecin işletilmesine destek verdiğini biliyoruz, o kadar.

Fukuyama, bu noktada hepsinin aynı değerleri kabul etmek için bir araya gelmesi ve vatandaşlarının ortak kimlikler olarak bu duruma rıza göstermesi halinde uluslar arasında nasıl ayrım yapılacağını açıklama zahmetine girmiyor. Aksine AB’ye tüm ülkelerinin halklarını bir araya getiren ve yerel kimliklerin ötesine geçerek demokratik liberal ilkelere dair yeni bir sözleşmeye dayalı bir vatandaşlık kimliği oluşturmak için acele etmesini tavsiye ediyor.

Tüm zayıf yönleri ile birlikte Fukuyama, sonuç olarak Kimlikler'de ulusal kimlikler meselesine sanki ABD karakterli bir çözüm sunuyor. Öyle ya devlet, milletler, dinler ve ırklar üstü, ortak bir tasarı olup vizyonu, ulus devletlerdeki siyasi hayatı yönetmenin bir yöntemi olarak demokrasiyi benimseyen küresel değerlere razı olmaktır. Adeta saygınlığını, başkalarından çekip almak suretiyle elde etmek şeklindeki doğal eğilimi kabullenmeyi seçen ve kendilerini bir araya getiren federalizmde ortak bir çalışma formülü bulmak için bunu üstün tutan insan topluluğundan biri olan küresel bir Amerikan İmparatorluğunun müjdesi. 

Fukuyama’nın Kimlikler hakkındaki kitabının entelektüel bir getirisinin olmayışı, bu kitabı okumanın tamamen faydasız olduğu anlamına gelmiyor elbette. Düşünceyi harekete geçiren bu eser, bir okuma zevki veriyor. Hepsinden önemlisi, siyaset ve küresel olaylarla ilgilenenlere Amerikan seçkinlerinin düşüncesinin özünü ve davranışlarına yön veren dinamikleri anlamak için önemli başka pencereler açıyor. Bu pencereler önemli, zira bu Amerikan seçkin tabakası, ne yazık ki güç kaynaklarını insanlık tarihi boyunca görülmemiş bir şekilde kontrolünde bulunduruyor ve tarihin bu kritik dönemeçlerinde -en büyük devlet olan- ülkesinin ve dünyanın çoğunluğunun dizginlerini elinde tutuyor.

 

*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Şarku'l Avsat'tan Independent Türkçe için çeviren: Aybüke Gülbeyaz

DAHA FAZLA HABER OKU