Ümmü Gülsüm, tartışmasız bir şekilde yirminci yüzyılın en büyük Arap sanatçısıydı.
1910'lu yıllardan itibaren babasıyla Nil'in kenarındaki düğünlerde başlayan kariyeri 1973'te bitene kadar Arap dünyasında devlet başkanlarından, hatta savaşlardan bile, daha fazla Arap kamuoyunun gündemini meşgul etti.
Yaklaşık 300 şarkısının tamamı şaheser olarak kabul edildi ve konserleri birçok Arap ülkesinde mütemadiyen radyodan canlı yayımlandı.
Ortadoğu'nun hemen her köşesinde Ümmü Gülsüm'ün sesini duymak günlük hayatın rutin bir parçasıydı.
Denilebilir ki onun sesinin ünü firavunların dahi önüne geçmeyi başarmıştı.
Perşembe akşamları Ümmü Gülsüm'ün konserleri olması sebebiyle savaş ilanı alınmaz, askeri darbeler yapılmaz ve önemli kararlar verilmezdi.
Adeta perşembe geceleri Mısır halkına ne yaşarlarsa yaşasınlar Ümmü Gülsüm ile rahat bir nefes almaları için hayat hakkı tanınması bir devlet geleneğine dönüşmüştü.
Yine perşembe sabahları Mısırlılar gazete manşetlerinde ciddi haberler okumaz, Ümmü Gülsüm'ün akşama giyeceği kıyafeti ve takacağı mücevherlerle ilgili haberleri takip ederdi.
Gazete tirajları o gün tavanda kapatır ve okuyucular Gülsüm ile ilgili her ayrıntıyı büyük bir iştahla tartışırdı.
Mısır'da işçisinden memuruna askerinden politikacısına kadar herkes bir günlüğüne Ümmü Gülsüm'ün hayatını yaşardı.
Arap Kültür Elçisi Gülsüm, 1975 tarihinde hayatını kaybettiğinde cenazesine katılan kalabalık Mısır'ın Milli Kahramanı Cemal Abdunnasır'ınkinin neredeyse iki katıydı.
Ümmü Gülsüm son tahlilde bir şarkı değildi, Mısırlılık bilincinin yerleşmesi ve güçlendirilmesi için mücadele etmiş politik bir figürdü aynı zamanda.
Klasik Mısır kültürüne yeni bir biçim ve anlam yükleyerek ikonlaştıran Gülsüm, basit bir köylü kızı olarak zirveye kadar çıkması hasebiyle milyonların kalbinde taht kurmayı başarmıştı.
Erkek kılığında kasideler okuyan küçük bir kız
Ümmü Gülsüm, 4 Mayıs 1904 yılında fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası, Kahire'de imamlık yapan son derece mütedeyyin bir kimseydi.
Babası geçimini sağlayabilmek adına çevre köylerde gerçekleşen düğünlere giderek dini kasideler okuyordu, babasının okuduğu kasideleri dinleyen Gülsüm, kendi kendisini eğitmeye başladı.
Bir süre sonra Gülsüm, evde güçlü sesiyle kasideler söylemeye başladığında evin avlusuna doluşan komşular bu sesin büyüsü içerisinde kendisinden geçip ağıtlar yakmaya başladı.
Gülsüm'ün babası duruma şahit olduktan sonra düğünlere gittiğinde erkek kıyafeti giydirdiği küçük kızının da kasideler okumasına izin verdi.
Kısa bir süre sonra da örtülü bir şekilde sahneye çıkmasına ve kardeşleriyle beraber ilahi okumasına babası tarafından müsaade edildi.
Gülsüm daha 7 yaşındayken okuduğu ilahilerin ünü dilden dile dolaşmış ve babası çok uzak şehirlerden dahi davetler alıp kızıyla beraber ilahiler okumaya başladı.
Gülsüm 14 yaşına geldiğinde ise babası içki olmaması kaydıyla kızının sahneye çıkmasına izin verdi.
1920'li yıllarda Mısır'ın elit ailelerinin ev konserlerinin aranan sesi artık Ümmü Gülsüm'dü.
1919 Devrimi ve Mısır
Mısır, 1878 yılından itibaren İngilizlerin hegemonyası altında bulunan bir Osmanlı eyaletiydi.
Cihan Savaşı ile beraber İngilizler bağımsızlık vaadiyle Mısır ordusunu Osmanlı'ya karşı silahlandırmıştı.
Osmanlı Devleti'nin Sina ve Filistin harekâtlarında Mısır ordusu ön saflarda bulunmaktaydı.
Bu durum Belçika, Fransa, Yunanistan ve İtalya cephelerine kadar genişletilmiş, yaklaşık 100 bin Mısır genci bu cephelere gönderilmiş önemli bir çoğunluk geri gelmeyi başaramamıştı.
Bunun yanında İngilizlerin Mısır'ı ağır vergiler ve baskıcı bir yönetim ile ezmesi halkta bir bıkkınlığa sebep olmuştu.
1919 yılına gelindiğinde Paris'te toplanacak barış konferansı ve ABD Başkanı Wilson'un yayınladığı ilkeler Mısır aydınları arasında heyecana sebep oldu.
Tüm bu hareketlilik ve heyecan Mısır halkını bir beklenti içine sokmuştu; ancak İngilizlerden hak talebinde bulunacak ciddi bir kurumsal muhalefet yoktu.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Öte yandan Sad Zağlul resmi bir sıfatı olmaksızın İngiliz Yüksek Komiserliğinden Mısır'da yaşananları İngiliz halkına anlatmak ve Paris Barış Konferansı'na katılmak üzere izin talebinde bulununca tutuklanarak Malta Adası'na sürgüne gönderildi.
Ardından birçok aydın da aynı akıbete uğradı ve Malta'ya sürgüne gönderildi. Bu durum Mısır halkı için bardağı taşıran son damladır.
Sad Zağlul bir anda Mısır halkının gayrı resmi sözcüsü konumuna yükseldi ve sembole dönüştü.
Halk sokaklara dökülünce ve pek çok yerde ayaklanmalar baş gösterdi.
Meydanlarda halkı organize eden ve protestoların simgesi haline gelen bir diğer kişi de Sad Zağlul'un karısı Safiye Zağlul'du.
Bilhassa kadınların meydanlarda önemli bir kitleye dönüşmesi ve İngiliz kumaşına karşı başlatılan savaşta önemli bir rol üstlenmişti.
Buna göre hürriyetlerini ellerinden alan ve kocalarını tutuklayan İngilizlerin kumaşı ile örtünmek kadınlığı izzetine yakışmayacağı ilan edilerek boykot edildi.
Günün sonunda olaylar çığırından çıkma noktasına ulaşmıştı. İngilizlerin Mısır'a konuşlandırdığı askeri kuvvet Hindistan'daki askeri kuvvetin yaklaşık dört katına ulaşmıştı, oysa Mısır Hindistan'dan neredeyse 20 kat küçük bir ülkeydi.
Devrimin önemli isimlerinden Hizbü'l Vatani Partisi'nin lideri Muhammed Ferid 1919 yılında gerçekleşen ayaklanmayı hatıralarında şöyle anlatır:
Böyle bir hareket hesapta hiç yoktu. Mısırlıların gösterdikleri dayanışma ve ittifak da hiç kimsenin hayal edebildiği bir şey değildi.
Özellikle kadınların mitinglere katılmaları, Kıptilerin papazlarının Ezher'de Müslüman ulemayı ziyaret edecek derecede Müslümanlarla anlaşmaları, Şeyh Muhammed Bahit'in de bizzat Kıpti Patriği'ni ziyaret etmesi, halkın bu kaynaşma münasebetiyle Hilal önündeki yıldız yerine Haç koydukları yeni bayraklar yapmaları gerçekten de beklenen hadiseler değildi.
Necib Mahfuz: 1919'da büyümek zorunda kaldım
Mısır edebiyatının önemli isimlerinden Necib Mahfuz, 1919 yılında gerçekleşen hadiselerde henüz küçük bir çocuktur.
Daha sonra çeşitli yazı ve konuşmalarında yaşanan olaylar ile çocukluğunun geride kaldığını dile getirir.
Her yanı saran protesto dalgaları ve her an sokağın ortasında öldürülen çoğu öğrenci Mısırlı gençlerin gözler önünde vurulup yere yığılması yazı hayatında onu Mısır gerçekliğini anlama ve anlatma ihtiyacına sevk ettiğini söyler.
Bu dönemde yaşamış pek çok kişi ve olayı romanlarına aktaran Mahfuz, yıllar sonra Nobel ödülüne layık görülecek; ama o ödülü almaya dahi gitmeyecektir.
İşte böylesi bir ortamda Ümmü Gülsüm'ün sesi Mısırlılara sesiyle bir kimlik bilinci verecekti.
Kadın figürünün siyasi bağımsızlığın sembolüne dönüştüğü yılların ardından Gülsüm'ün sesi milli bir kimlik anlamı taşımaya başlamıştı.
1946 yılına gelindiğinde ise Gülsüm artık Arap müziği denildiğinde akla gelen ilk isimdi.
Yine Cemal Abdunnasır döneminde Arapları yeniden birleştirme ülküsünün en güçlü enstrümanlarından birisi Ümmü Gülsüm'dü.
Suriye sokaklarından Libya çöllerine Gülsüm, Mısır'ın ve Arap milliyetçiliğinin mücessem bir ikonuna dönüşmüştü.
1967 faciasından sonra ise Gülsüm'ün konserleri yaraları saran tek ilaca dönüşmüştü.
Yalnızca 1967 faciası değil, 1962 yılından beri süregelen Yemen İç Savaşının da aktörlerinden birisi Mısır'dı.
Nasır'ın Arap dünyasındaki hayalleri Mısır halkını son derece yormuştu ve yılgın halk soluğu Gülsüm'ün şarkılarında alıyordu.
Gülsüm'ün Perşembe konserlerinde yalnızca 3 şarkı okunuyordu; ama bu şarkıların her biri farklı şekillerde 60 dakika sürüyordu.
4 Şubat 1975 günü Mısır radyoları tüm gün aralıksız Kuran-ı Kerim tilaveti ile dinleyicilerinin karşısına çıktı; çünkü Mısır'ın sesi ebediyen susmuştu.
O, Nasır'ın aksine Arapları kültürel olarak birleştirmeyi başarmıştı. Kuveyt'te, Irak'ta, Libya'da, Tunus'ta… her Arap vilayetinde siyaseten muhtemelen asla gerçekleşmeyecek bir hayalin kültürel başarısıydı Gülsüm.
Başka bir ifadeyle Ümmü Gülsüm, yalnızca bir sanatçı değildi; siyaseten yorgun düşmüş Arap halklarının afyonuydu.
Bir daha da hiçbir Arap sanatçı Ümmü Gülsüm'ünki denli bir şöhreti yakalayamadı.
Onun hakkında en güzel tespiti de Devlet Başkanı Nasır yapacaktı.
Nasır, iktidarı ele aldığında Gülsüm'ün radyoya çıkarılmadığını öğrenir. Bunun üzerine Radyo Müdürünü çağırıp sebebini sorar.
Müdür, Gülsüm'ün geçmişi anımsattığını ve iktidara zarar vermemesi için sahne verilmediğini söyler.
Nasıl bunun üzerine müdüre şu cevabı verir;
Madem öyle Nil'i de kurutun, piramitleri de yıkın, zira onlar da eski rejimin simgesiydi!
(Gariplerin sesi: Ümmü Gülsüm - Muhammed Berdibek / Cins Dergisi)
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish