Bu topraklardan Ahmet Yurt dede geçti...

Ahmet Yurt, kendisinin de temsilcisi olduğu dedelik kurumunu ise hem çok önemser hem de gönümüzde yapılan kimi dedelik biçimini eleştirmekten geri durmazdı

"Sen Âdem’sin toprak anan olmuştur / Hak nuruyla gönül evin dolmuştur / Cihan Âdem ile revnak olmuştur / İncil, Tevrat, Zebur, Kur’an sendedir…" diyordu Ahmet Yurt dede, insanlığın arasındaki yapay ayrımların anlamsızlığını anlatırken. Biyolojik ömrü vefa etseydi, belki bunun gibi daha nice güzel sözü insanlık ailesine armağan edecekti. Ama kendisinden iki hafta önce bu alemden giden eşi Fethiye Hanım gibi; Hakk’tan gelen teni, Hakk’a döndü, Hakk’la bir oldu. Onun gidişiyle, başta Dersim Alevileri olmak üzere Alevi toplumu çok önemli bir değerini yitirdi. Sarı Saltık Ocağı pirlerinden ve Dersim’in yaşayan en önemli ozanlarından Ahmet Yurt dedeyi, herkes Kalan Müzik tarafından yayınlanan "Anadolu’nun Kayıp Ezgileri" belgeselindeki Eşrefoğlu deyişiyle tanımıştı, ancak ömrü boyunca yazdığı 1000’e yakın şiiriyle önemli bir şair ve müzik adamı olmasının yanı sıra, inanç önderi olarak da Alevilerin önemli bir ismiydi. Çok yönlü kişiliği, yeteneği ve inançtaki yeri nedeniyle yaşarken pek çok akademik teze, araştırmaya ve programa konu olmuştu. Ama onun için en önemli şey, inancı ve dedelik makamıydı.

Ahmet Yurt dede 1934’te Ovacık’ta doğdu, dört yaşında iken Dersim Harekatı’na tanıklık etti ve çocuk yaşta ailesiyle Dersim’den Bilecik’e sürgün edildi. Dokuz yaşına kadar Bilecik’in Gölpazarı ilçesinin Polatlı köyünde yaşadı. 1947’de Hozat’a döndü ve şehir hayatının monotonluğunu sevmediği ve doğayla iç içe yaşamaktan zevk aldığı için, evini ilçenin 1 kilometre yakınındaki dağın yamacına yaptırdı, ömrünün sonuna kadar da orada yaşadı. Doğaya ve Hozat’a duyduğu sevgiyi bir şiirinde şöyle anlatmıştı: "Dört yanını sarmış sıralı dağlar / Eteğinde yatar güzel Hozat’ım / Bahar gelir zümrüt bahçeler bağlar / Ruhları şâd eder güzel Hozat’ım."

Ailenin şeceresine göre, peygamber soyundan gelen bir aileden olan Ahmet Yurt dede aile şeceresinde 36’ıncı sıradaydı. Kendisiyle yapılan bir söyleşide Sarı Saltık soyundan gelişini ve Aleviliğe duyduğu sevgiyi şu sözlerle anlatmıştı:

"Kendim Sarı Saltık evladı olarak dedelik unvanı adı altında halkla ilgilendim çok âlim, ilim sahibi kimselerle karşılaştım ve hayatım bugüne kadar öyle geçti. Benim Aleviliğe karşı büyük bir sevgim var. Her gittiğim yerde ben Alevi’yim, ben Kızılbaş’ım diyen insanlardan beklediğim birçok şeyler olmuştur; başta ilim güzel bir şeydir, ahlak güzel bir şeydir, edep güzel bir şeydir, erkân güzel bir şeydir, sevgi güzel bir şeydir, hoş görü güzel bir şeydir."

Aleviliği insanlığın temel taşı, sevginin temel taşı olarak gören Ahmet Yurt dede, ömrünü adadığı inancını ise şu sözlerle anlatırdı:

"Aleviliğin yasak ettiği bir şey vardır; hırs, nefis, kin, kibir, haset. Bir insan elbette ki beşeri hayata gelir; doğar, büyür ve yaşar ama bu insan boşuna yaratılıp bu beşeri âleme gönderilmemiştir. Bunun bir sorumluluğu vardır, burası beşeri imtihan âlemidir. Nasıl ki; anasından tertemiz günahsız bir masum olarak doğuyorsa yine aynı şartlar altında o tarafa gittiği zaman yani mana âlemine gittiği zaman da o şekilde, tertemiz huzura varması lazım."

Ahmet Yurt, kendisinin de temsilcisi olduğu dedelik kurumunu ise hem çok önemser hem de gönümüzde yapılan kimi dedelik biçimini eleştirmekten geri durmazdı. Yazar Ayhan Aydın’a şunları anlatmıştı: "Ben dedeyim demek yetmez. Bir konudan habersiz bazıları, bir yol almış gidiyor ama menzile varıp varamayacakları meçhul. Çünkü Nesimi diyor ki; ‘ey Nesimi, Can Nesimi bildim mi Hakk aynındadır, bunca mahlûkatın günahı ulemanın boynundadır’. Dede bu işin farkına varmalıdır; omuzlarında büyük bir yük var. Dede tarikat hukukçusudur, mazlumun hakkını zalime yedirmemektir, dedelik. Yani bir Alevi eğer o inanca sahip ise, o kültürü biliyor ise, o kültüre gerçekten gönül vermiş ise, orada kavganın, nizamsızlığın olmasına olanak yoktur. Onun içindir ki, geçmiş dedeler bunları işlemişler, bizlere kadar getirmişler bu gerçekleri. Bundan dolayı geçmiş ecdatlara minnettarım."

Ömrü ve sağlığı yettiğince dedelik vasfının tüm gereklerini yerine getiren Ahmet Yurt dede, Dersim’de cemlere önderlik etti, Hozat’ta bir cemevi yapılmasına önayak oldu, cemevlerinde ibadeti yürütecek pek çok kişiyi yetiştirdi. Dedeliğin kutsallığını çok iyi bildiği için, toplum tarafından kabul edilmeyecek davranışlardan özenle kaçınarak yaşadı. Toplumda küsleri barıştırdı, çocuk sahibi olmayan ailelere dualar etti, derdine derman arayanlara şifa olmaya çalıştı. Kapısı ülkenin, hatta dünyanın dört bir yanından onun nefesinin şifasına inananlara hep açık oldu. Dedeliğin ağırlığını ise yazar Ayhan Aydın’la sohbetinde şu şekilde vurguladı:

"Halkı bilinçlendirmek lazım, halkı yönlendirmek lazım, halkın beynine bunları sokmak lazım, halkı bu konuda aşılamak lazım. Hele gençlik üzerinde fazla durmak lazım, yani o yaşlılar iyi kötü bir şeyler görmüştür, ama gençlik hiç bir şey görmemiştir. Gençliği bu konuda bilgilendirmek lazım, yönlendirmek lazım, onlara rehberlik yapmak lazım. Tarikata giren adam, pirlik yapan adam, rehberlik yapan adam, mürşitlik yapan adam, dedelik yapan adam her şeyden arınmış olacak. Dede bizzat kendisini kanıtlamalıdır, kabul ettirmelidir. Bu halk o kadar güzel bir halktır ki, bu toplum o kadar güzel bir toplumdur ki, her halimizi gördüğü halde bizi böyle sinema filmi gibi seyrediyor adam. Yine karşı karşıya geldiğimiz zaman buyurun diyor pirim, edebini topluyor, erkânını topluyor. Yani biz de hiç insaf yok mu, hiç olmazsa ecdadımızdan utanmalıyız, geçmişimizden utanmalıyız… Dedeler eğer birbiriyle hasbıhal olursa şöyle toplanıp bir araya gelirlerse işin özelliğini, güzelliğini meydana çıkartırlarsa, birlik ve beraber içerisinde birbirlerine kenetlenir, birbirileriyle kucaklaşırsa efendime söyleyeyim talibe ait olan görevini bir fiil icra ederlerse, talip üzerindeki o konumları tam manasıyla yerine getirilerse her halde bu iş düzene girer."

Bir yandan da Aleviliğin kurumsallığı ve kalıcılığı için diğer dedelerle bir araya geldi, inancın en iyi şekilde yaşatılması için fikirlerini dile getirdi. Çeşitli üniversitelerden araştırmacılar, Alevilikle ilgili çalışmalarında Ahmet Yurt’un engin bilgilerinden faydalandılar. Talip Tuğrul’un hazırladığı "Tunceli Aleviliğinde İnanç ve İbadet (Sarı Saltık Ocağı Örneği)" adlı tezde Ahmet Yurt dededen sözlü kaynak olarak faydalanıldı. 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Tunceli’yi ziyarete geldiğinde Ahmet Yurt dede, ona bir cem töreni izletti ve törenden sonra bağlamasını Gül’e hediye etti.

 

İlkokul mezunu olmasına rağmen, kendisini hem inancının birikimiyle hem de araştırarak, öğrenerek yetiştirmiş biriydi Ahmet Yurt dede. Ömrü boyunca örnek aldığı babası gibi Osmanlıca öğrendi ve bu sayede önemli kaynaklara erişti ve görenlerin de hayran olduğu devasa bir tarih bilgisine sahip oldu. Yüksek lisans tezi olarak Ahmet Yurt dedeyi işleyen Fırat Üniversitesi’nden Faruk Ekici’nin aktardığına göre; eski Türkçe ve Osmanlıcanın yanı sıra, Kuran-ı Kerim’i de öğrenen dede; saz çalmayı 13 yaşında dedesinden öğrendi. Çocuk yaşta cemlere katıldı ve sanatçı kişiliğinin temelleri de o yaşlarda atıldı, sazını çocukluk arkadaşı, dert ortağı olarak gördü ve bunu şiirlerinde de anlattı. Saltuk mahlasıyla dile döktüğü, kaleme aldığı şiirlerinde sazına olan sevgisini hep dile getirdi:

"Sazım senden başka dost bulamadım / Dünyada muradım hiç alamadım / Bir gün olsun derdin ben sormadım / Bağışla kusurum yoldaşım benim / Saltuk bir gün gider ise dünyadan / Elini vurursa sana bir nadan / Gönlüm razı olmaz asla bir zaman / Hakkım helâl etmem haldaşım benim."

Ahmet Yurt dedenin kendi şiirlerini yazmasında ve deyişlerini bestelemesinde ise, Âşık Veysel’in çok önemli bir rolü var. Faruk Ekici’ye anlattığı o karşılaşmayı ve hayatının yönünün değişmesini şöyle anlatmıştı:

"1960 yılı Ocak ayında Ankara’da İsmet Paşa semtinde oturduğum sırada Hozatlı arkadaşım rahmetli İbrahim Dağsuyu ile karşılaştım. Beni gördüğünde ‘Neden burada yalnız oturuyorsun kalk bizim eve gidelim.’ dedi. Kalktık beraber eve gittik. Meğer evde misafiri varmış. Misafiri Âşık Veysel imiş. İçeri girdik, oturduk. Biraz sonra İbrahim Bey, Âşık Veysel’e: ‘Veysel baba, burada bir genç var, o da çalar söyler.’ dedi. Veysel’in sazını bana verdiler. Çalıp üç tane deyiş söyledim ve sazı bıraktım. Rahmetli Veysel bana: ‘Gencim, sazın sözün güzel ama sen hırsızsın’ dedi. Ben de: ‘Veysel baba, bu ne demek?’ dedim. ‘Sen şunun bunun malını satıyorsun, kendin üret kendin söyle’ dedi. Rahmetli beni teşvik etti. O günden sonra ben de yedi yüze yakın beste yazdım ve söyledim. Tabii o ulu ozanların ve Yüce Allah’ın inayetiyle bu aşkı ve bu sevdayı bana veren, gönül evimi vecde getiren o Yüce Allah’ıma sonsuz teşekkürlerimi sunarım."

Ahmet Yurt dede, Âşık Veysel’den el aldıktan sonra kendi şiirlerini yazmaya ve bestelemeye başladı. İsmi duyulmaya, ülkenin pek çok yerinde çalıp söylemeye başladı. Ama çalıp söylerken de tek isteği, sazını sözünü dinleyenleri memnun kılmasıydı. Bu yüzden şiirlerini-deyişlerini satması, kaset çıkarması yönünde tekliflere hiç sıcak bakmadı, bu önerileri "Özümü kaybetmekten korkuyorum" diye geri çevirdi. Sadece bir kez, Nezih Ünen’in yönetmenliğini yaptığı belgeselde Kırıkkaleli Alevi Dedesi Hasan Dede’nin "Eşrefoğlu Al Haberi" deyişini seslendirdi.

Akademisyen Faruk Ekici; Ahmet Yurt dedenin şiiri bir sevda, bir aşk olarak gördüğünü ve dedenin şiirlerinin başka âşık meclislerinde de seslendirildiğini ve dedenin bundan büyük bir gurur duyduğunu belirtiyor.

Şiirlerinde Aleviliğin ve İslam’ın kutsallığı kadar, insanlığın unuttuğu kavramlara değinen Ahmet Yurt dede, emeğin kutsallığını ve çalışmanın önemini şu sözlerle anlattı:

"Anan toprak gir koynuna yatsana / Hele sen bir etrafına baksana / Çalış toprak ile rızkın alsana  / Kaçırma kısmetin al yavaş yavaş..."

Dünyadaki ve topraklarımızdaki savaşlar da, Ahmet Yurt dedenin hem hüznünün hem şiirlerinin kaynağı oldu, bir şiirinde barışa olan özlemini şu sözlerle dillendirdi: "Dört kitap gelmiştir dördü de Hak’tır / Şu beşer dünyada ayrım çoktur / Dört kitap ehline şüphemiz yoktur / Bütün insanoğlu gelin barışa…"

Şiirlerini, deyişlerini satmaya yanaşmayan dede; bütün şiirlerini Erzincan’daki bir talibine öğretti, onu ziyaret ettiği zamanlarda şiirlerini ondan dinlemeyi ayrı bir mutluluk olarak gördü. Şiirlerinin kaybolmasını engellemek için de, bütün şiirlerini kendi çabasıyla iki ciltlik bir kitap olarak bastırdı ve bütün sevenlerine, taliplerine hediye etti. 320 şiir içeren ‘Nefes’ adlı ilk kitabı 2005 yılında Kayhan Matbaası tarafından basıldı. Kitabının arka kapağında, şiirlerinde sürekli ‘Adem’ olarak konu ettiği insanı ne kadar önemsediğini göstermek için "Özümde en büyük değeri insana veririm çünkü insan yüce bir varlıktır. O bakımdan insan kimliğine büyük saygı duyarım" diye bir cümle yer aldı. 2014 sayfalık ikinci kitabı ‘Dostun Bahçesi’ ise 2008 yılında Yazıt Yayınları tarafından basıldı.

Ahmet Yurt dedeyi, yani nam-ı diğer Saltuk’u onun gibi bir Alevi ozanı olan ve Alevilikte ölümün bir devriye olduğunu en iyi anlatan dizelerin sahibi olan Gufrani’nin dizeleriyle Hakk’a uğurlayalım: "Bulut olup ağdığımı bilirim / Boran ile yağdığımı bilirim / Altı anadan doğduğumu bilirim / Kaç ebeden kaç soruldum kim bilir…"

Devrin daim olsun Ahmet dede, yine bulut olup ağ Dersim semalarından, yine boran olup yağ Hozat dağlarına, yine doğ, yine çal, yine söyle…

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU