Bu yıl Almanya için bir "süper seçim" yılı oluyor. Ülkede federal seçimlerin 26 Eylül'de düzenlenmesi beklenirken, 6 eyaletteki seçimler 14 Mart itibarıyla başladı bile.
Federal seçimlerde Almanya Federal Meclisi'nin (Bundestag) üyeleri belirlenecek. Ülkedeki seçim sistemi nedeniyle tek bir partinin iktidar olması neredeyse imkansız. Dolayısıyla Almanya, II. Dünya Savaşı sonrası dönemden bu yana koalisyonlarla yönetiliyor.
2005'ten beri görevde olan Başbakan Angela Merkel'in tekrar aday olmayacağını açıklamasıyla, federal seçimler sonrası ülkede yeni bir döneme girilmesi bekleniyor.
Sonuçlar Türkiye-Almanya ilişkilerinde de yeni bir sayfa açabilir. Independent Türkçe'ye konuşan Ruhr Bochum Üniversitesi'nden Dr. Caner Tekin, Merkel sonrası dönemde olası koalisyon senaryolarını ve bunların Berlin-Ankara ilişkilerine nasıl yansıyacağını değerlendirdi.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Tekin radikal milliyetçi, demokrat ve sosyal demokrat adayların Türkiye'nin sığınmacıları barındırmasından uzun vadede fayda sağlamak istediklerini belirtirken, buna karşın sol ve liberal çizgideki adayların Türkiye'ye insan hakları konusunda daha fazla baskı yapabileceğini ifade etti.
Tekin, seçim sonucu ne olursa olsun, iki ülke arasındaki ilişkilerin gidişatını belirleyecek temel unsurun koalisyon partilerinin Avrupa Birliği (AB)-Türkiye arasındaki sığınmacı anlaşmasına yaklaşımı olacağını dile getirdi.
Türkiye-Almanya ilişkilerine dair değerlendirmelere geçmeden önce, Federal Meclis'te yer alması beklenen 6 parti ve adaylarını tanıyalım.
Armin Laschet ve Hıristiyan Birlik partileri
Koalisyon hükümetindeki Hıristiyan Birlik partileri, Hıristiyan Demokrat Birliği (Christlich Demokratische Union Deutschlands –CDU) ve onun kardeş partisi Hıristiyan Sosyal Birlik'ten (Christlich-Soziale Union in Bayern –CSU ) oluşuyor.
CDU liberal muhafazakar görüşte ve merkez sağ pozisyonda bir siyasi parti. II. Dünya Savaşı'nın sonunda Nazi diktatörlüğünün yıkılmasıyla 1945'te kurulan CDU, üye bakımından ülkenin en büyük partisi konumunda.
CSU ise bölgesel bir kimliğe sahip ve yalnızca ülkenin güneyindeki Bavyera eyaletinde çalışıyor. Sığınmacı krizi ve din gibi toplumsal meselelere karşı daha muhafazakar bir tutumu bulunan CSU, bu özelliğiyle CDU'dan ayrılıyor.
Hıristiyan Birlik partileri, 2017 Almanya Federal Seçimleri'nde yüzde 33 oyla Federal Meclis'teki 709 sandalyeden 246'sını kazanmıştı. Birlik, 2019'daki Avrupa Parlamentosu Seçimleri'ndeyse yüzde 28,9 oy almıştı. 2021 seçimlerinde birlik partileri FDP, SPD ve Yeşiller'in bulunduğu koalisyonlarda yer almayı tercih ediyor.
Hıristiyan Birlik partileri, federal seçimlerdeki adaylarını 20 Nisan 2021'de açıkladı. Buna göre CSU'dan Markus Söder'le CDU'dan Armin Laschet'in çekişmesinde Söder'ın adaylığını geri çekmesi sonucu Laschet birliğin şansölyelik yarışındaki resmi adayı oldu. Oylamada Laschet'e destek yüzde 77,5, Söder'a destekse yüzde 22,5 oranında olmuştu.
Angela Merkel'in CDU parti başkanlığını 7 Aralık 2018'de bırakması üzerine görevi, partinin o dönemki genel sekreteri Annegret Kramp-Karrenbauer devralmıştı. Kramp-Karrenbauer ise makamı 16 Ocak 2021'de bırakmış, yerine Laschet geçmişti.
Ülkenin en çok nüfusa sahip Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin 27 Haziran 2017'den beri başbakanlığını da üstlenen 60 yaşındaki deneyimli siyasetçi, Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi ve Bonn Üniversitesi'nde hukuk ve siyaset bilimi bölümlerinde eğitim gördükten sonra bir süre gazetecilik alanında da çalıştı.
1994-1998 arasında Federal Meclis'te yer alan Laschet, 1999-2005 arasında da Avrupa Parlamentosu'nda milletvekili olarak görev yaptı. Siyasetçinin diğer ülkelerle kurduğu bağlar da ön plana çıkıyor. 2019 yılından beri Alman-Fransız kültürel ilişkiler temsilcisi olarak görev yapan Laschet, yine aynı yıl Kuzey Ren-Vestfalya Başbakanı olarak ABD'yi de ziyaret etmişti.
Laschet, Kuzey Ren-Vestfalya'daki sığınmacılarla, özellikle de Türk toplulukla yakın ilişkileri nedeniyle "Türk Armin" lakabıyla da anılıyor.
Türk seçmenlere yakınlığıyla bilinmesine rağmen Laschet, geçen hafta yaptığı açıklamada partisinin "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyeliğine destek verilmeyeceğini" açıkladı. Ankara'yla Berlin'in "yakın bağa sahip olduğunu" belirten Laschet, buna rağmen Türkiye'yi eleştirerek "insan hakları ve demokrasi kriterlerinden uzaklaşıldığını" savundu.
Laschet konuşmasında dış politika konusunda Rusya ve Çin'e karşı sert tavır alacaklarını ifade ederken, NATO'ya verdikleri desteğin yeniden altını çizdi. Şansölye adayı ayrıca uzun vadede Avrupa'da ortak bir ordu oluşturulması gerektiğini de söyledi.
Deneyimli siyasetçinin ülke içinde birlik ve beraberliği önceleyen bir siyasi çizgi izlemesi öngörülüyor. Laschet, amaçlarının "Doğudan batıya, kuzeyden güneye, kırsal bölgelerden şehirlerdeki yerleşim yerlerine kadar her yerde, toplumu bir araya getirecek şekilde Birlik partilerini güçlendirmek" olduğunu belirtmişti.
Koronavirüs pandemisinin yarattığı krize de değinen Laschet, "Pandemi sonrasında Avrupa'da gerginlikler artacak, bazı ülkeler durumun daha kolay üstesinden gelirken, bazıları için böyle olmayacak. Bunu göz önünde bulundurmak, yerine getirilmesi gereken bir görev" demişti.
Laschet'in parti genel başkanlığına seçilmesi, CDU içinde Merkel çizgisinin devam edeceği şeklinde yorumlanmıştı. Siyasetçi, 2015'te yaşanan sığınmacı krizi sırasında ağır eleştirilere maruz kalan Merkel'e arka çıkmış ve şansölyenin güvendiği isimlerden olmuştu.
Öte yandan salgın konusunda ülkede yaşanan aksaklıklar nedeniyle Laschet giderek Merkel'den uzaklaşmış, bu da Hıristiyan Birlik partilerinin yaşadığı iç çatışmaları ortaya koymuştu. Dolayısıyla Laschet başkanlık yarışını sürdürürken bir yandan da partiler içindeki birlik ve beraberliği sağlam tutmak zorunda.
Ayrıca mayısta Konrad Adenauer Vakfı tarafından düzenlenen, "Almanya'nın Uluslararası Güvenlik Politikaları'ndaki Rolü" başlıklı konferansta Laschet, Türkiye'yi, Lübnan ve Suriye'yle birlikte anarak bu ülkelerdeki "gelişmelerin Avrupa'nın güvenliğini etkilediğini biliyoruz" demiş ve "Akdeniz'i çevreleyen bölgedeki ülkeleri demokrasi konusunda cesaretlendirmenin önem taşıdığını" söylemişti.
Annalena Baerbock ve Yeşiller
Birlik 90/Yeşiller (Bündnis 90/Die Grünen) ya da kısaca Yeşiller (Die Grünen), 1980 yılında Batı Almanya'da kurulan Alman Yeşiller Partisi ile 1989 ayaklanmaları sırasında Doğu Almanya'da kurulan Birlik 90 partilerinin, 1993 yılında birleşmesiyle ortaya çıktı.
Yeşil siyaset sürdüren ve merkez sol pozisyonda bir parti olan Yeşillerin seçimlerdeki adayı, partinin Robert Habeck ile eş başkanlığını üstlenen Annalena Charlotte Alma Baerbock.
14 Kasım 2009'dan 16 Kasım 2013'e kadar partinin Brandenburg eyaletindeki liderliğini de yapan Baerbock, 22 Eylül 2013'ten beri de aynı eyaleti Alman Federal Meclisi'nde temsil ediyor.
40 yaşındaki siyasetçi, Hamburg Üniversitesi'nde siyaset bilimi ve kamu hukuku okuduktan sonra, Londra Ekonomi Okulu'ndan Uluslararası Kamu Hukuku alanında yüksek lisans derecesi aldı. Baerbock ayrıca trambolin ve jimnastik alanında şampiyonalara katılmış ve Almanya üçüncüsü olmuştu.
Adaylığı 19 Nisan 2021'de açıklanan Baerbock, parti tarihinde ilk defa şansölyelik için aday gösterilen ilk kadın. Ayrıca kendisi, ülke tarihinde Merkel'den sonra şansölyeliğe aday olan ikinci kadın da oldu.
Parti, 2017 Almanya Federal Seçimleri'nde yüzde 8,9 oyla Federal Meclis'teki 709 sandalyeden 67'sini kazanmıştı. Yeşiller, 2019'daki Avrupa Parlamentosu Seçimleri'ndeyse yüzde 20,5 oy almıştı. SPD ve CDU partinin 2021 seçimlerindeki tercihi koalisyon partnerleri.
Adaylığının açıklanmasının ardından yaptığı konuşmada Baerbock, önceliklerinin çevre sorunları olduğunu belirterek "iklim koruma bizim zamanımızın, benim neslimin görevi" dedi.
Baerbock'un partisinin eş başkanlığı görevine gelmesinden sonra, kamuoyu yoklamalarına göre partinin oyları yüzde 20 civarına yükselmiş, birçok eyalet seçiminin yanı sıra Avrupa Parlamentosu Seçimleri'nde de parti oylarını artırarak başarı elde etmişti.
Seçim sonrasında CDU-CSU-Yeşiller koalisyonunun olabileceği düşünülürken, öte yandan Baerbock CDU-CSU-SPD hükümetinin izlediği iklim politikalarından farklı olarak 2038'e kadar kömür enerjisinden vazgeçilmesini planladıklarını belirtmişti.
Aynı şekilde hükümetteki koalisyonla savunma harcamaları konusunda da ters düşen Baerbock, savunma ve silah sanayisine yapılan yüksek yatırımlara karşı çıkıyor.
Öte yandan siyasetçi hakkında sosyal medya platformlarında bir karalama kampanyası da yürütülüyor. Hakaret içerikli ve yanlış bilgilerin yer aldığı saldırgan paylaşımlardan en öne çıkan örnek mayıs ayındaki fotoğraf montajı olmuştu. Bu olayda Baerbock'un fotoğrafı, milyarder iş insanı George Soros'un yanında duruyormuş gibi gösterilen çıplak bir Rus modelin fotoğrafıyla montajlanmıştı.
Baerbock, Almanya'yla Rusya arasındaki Nord Stream 2 doğalgaz hattı projesini eleştirerek çalışmadan siyasi desteğin çekilmesi gerektiğini savunmuştu. Siyasetçiye sosyal medya üzerinden düzenlenen saldırıların Baerbock'un bu tutumundan kaynaklandığı da düşünülüyor. Siyasetçi projeye karşı çıkmasıyla özellikle sağ görüşlü çevrelerden ciddi tepki toplamıştı.
Yeşiller partisi milletvekili Cem Özdemir ise karalama politikalarının arkasında Türk ve Rusların olduğunu iddia etmişti. Özdemir, "Demokratlara Putin'in kirli kampanyasında yer almamaları çağrısında bulunuyorum. Almanya parlamentosu Moskova, Ankara ya da Pekin'de değil Almanya'da seçilecek" demişti.
Dış politika konusundaysa ABD ve NATO'yla işbirliğine sıcak bakan Yeşiller, Rusya ve Çin'e karşı sert bir tutum sergiliyor. Partinin seçim programında Almanya'nın çok kutuplu uluslararası sisteme entegre kalması gerektiği belirtiliyor. Ayrıca Rusya ve Çin'in demokrasi ve insan hakları konusundaki ihlalleri nedeniyle Almanya'nın müttefiki olamayacağı savunuluyor.
Yeşiller buna ek olarak güçlü bir AB'nin desteklenmesi gerektiğini de düşünüyor.
Olaf Scholz ve Sosyal Demokrat Parti
Almanya Sosyal Demokrat Partisi (Sozialdemokratische Partei Deutschlands -SPD), CDU'nun ardından ülkenin ikinci büyük partisi konumunda. Federal meclisteki en eski parti olan ve merkez sol görüşü takip eden SPD'nin kökenleri Avrupa'nın işçi sınıfına dayanıyor.
Tarihsel olarak SPD, 1863'te kurulan Genel Alman İşçileri Birliği (Allgemeiner Deutscher Arbeiter-Verein -ADAV) ve 1869'da kurulan Sosyal Demokrat İşçiler Partisi'nin (Sozialdemokratische Arbeiterpartei Deutschlands -SDAP) 1875'te birleşerek Almanya Sosyalist İşçiler Partisi'ni (Sozialistische Arbeiterpartei Deutschlands –SAD) kurumasıyla ortaya çıkmıştı. 1890'lardan 20'inci yüzyılın erken dönemlerine kadar Avrupa'nın en büyük Marksist partisi olan SPD, bu dönemde Almanya'da da en önde gelen partiydi.
Parti, 2017 Almanya Federal Seçimleri'nde yüzde 20,5 oyla Federal Meclis'teki 709 sandalyeden 153'ünü kazanmıştı. SPD, 2019'daki Avrupa Parlamentosu Seçimleri'ndeyse yüzde 15,8 oy almıştı. 2021 seçimlerinde parti, CDU ve Yeşiller'le parlamentoda koalisyon kurmayı tercih ediyor. Ayrıca partinin eyalet düzeyinde Sol Parti'yle de koalisyonlarda yer alabileceği tahmin ediliyor.
SPD, 9 Mayıs 2021'de Merkel kabinesinde Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı olarak görev yapan Scholz'un adaylığının oy çokluğuyla resmen kabul edildiğini duyurmuştu.
Scholz, pandemi sonrasında "genç kuşaklar için perspektif" sunmayı hedeflediğini söylemiş emeklilik ve vergi konularında reform sözü vermişti.
Öte yandan Scholz koalisyon ortakları CDU ve CSU'nun politikalarını eleştirerek, bu partileri ülkenin ilerlemesini engellemekle suçlamıştı. Ayrıca siyasetçi ulaşım, ekoloji, dijitalleşme ve sağlık alanlarında değişim ihtiyacını da vurgulamıştı.
Hamburg Üniversitesi'nde hukuk eğitimi gören Scholz, ilk kez 1998'de Federal Meclis'e seçilmiş, 2001'de 5 aylığına Hamburg eyaleti İçişleri Bakanı olarak görev yapmıştı.
62 yaşındaki siyasetçi, 2002'de Federal Meclis'e geri dönmüş ve aynı yıl SPD Genel Sekreterliği görevini üstlenmişti. Bu görevinden 2004'te istifa eden Scholz, 2007-2009'da Çalışma Bakanı olarak görev yapmış, 2011'de de Hamburg eyaleti Başbakanı seçilmişti. Mart 2018'den bu yana da Maliye Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapıyor.
SPD'nin seçim programında partinin koalisyon ortakları CDU ve CSU'dan farkları vurgulanırken, çevre koruma projelerinin artırılmasıyla sosyal yardımlarda ve vergide reform hedeflendiği de belirtildi.
Buna göre 2030'a kadar karbondioksit salımının yüzde 65, 2040'a kadar da yüzde 88 azaltılması öngörülürken, kömür enerjisinden vazgeçilmesi içinse tarih verilmedi.
Ayrıca düşük ve orta gelirlilerin vergi açısından rahatlatılması, yüksek gelirlilerin ve mal sahiplerinin vergilerinin artırılması planlanıyor.
Seçim programında toplumda nefret, dışlama, ayrımcılık, ırkçılık ve antisemitizmle mücadele vaat eden SPD, haziranda 9,60 euro (yaklaşık 100 TL) olan saat başı asgari ücretin 12 euroya (yaklaşık 125 TL) yükseltilmesini de hedefliyor.
Dış politikadaysa güçlü bir AB vurgusu yapan SPD, transatlantik ilişkilerin güçlendirilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Parti, ayrıca AB-Rusya arasındaki gerilimlerde ortak zeminin bulunması gerektiğini savunurken, Çin'le işbirliğine sıcak bakmıyor.
Christian Lindner ve Hür Demokrat Parti
Tarihsel anlamda kökleri 1861'deki liberal partilere kadar uzanan Hür Demokrat Parti (Freie Demokratische Partei -FDP), 1948'te eski Alman Demokrat Partisi (Demokratische Partei Deutschlands -DPD) ve Demokrat Halk Partisi (Demokratische Volkspartei -DVP) üyeleri tarafından kurulan, liberal çizgide ve merkez sağ pozisyonda bir parti.
Siyasi tarihinde Federal Meclis'e 13 defa koalisyonla girmiş olan FDP, 2013'te yüzde 5'lik barajın altında kalarak ilk defa parlamentoda yer alamamıştı. 2017'de yapılan en son seçimlerdeyse yüzde 10,7 oy oranıyla Federal Meclis'e 80 milletvekiliyle muhalefet partisi olarak girmeye hak kazanmıştı. FDP, 2019'daki Avrupa Parlamentosu Seçimleri'nde yüzde 5,4 oy almıştı.
Siyasi spektrumdaki pozisyonu bağlamında ekonomik liberalizm, serbest piyasa ve özelleştirme politikalarını destekleyen parti, genellikle parlamentoda dengeleyici bir rol oynuyor.
FDP'nin seçimler için gösterdiği aday Christian Lindner. Bonn Üniversitesi'nde siyaset bilimi eğitimi alan Lindner, şu anda partinin başkanı konumunda. Kendisi 7 Aralık 2013'te seçimlerdeki başarısızlığın ardından istifa eden Philipp Rösler'in yerine görevi devralmıştı. Rösler'e kıyasla daha agresif bir yaklaşımı benimseyen 42 yaşındaki siyasetçi, koalisyon hükümetinin farklı alanlarda izlediği adımları sık sık eleştirmiş ve muhalif bir tutum sergilemişti.
Özellikle koronavirüs önlemleri kapsamında uygulanan tecritler üzerinden hükümete yüklenen Lindner, "Bu sıradışı durum ülkemizdeki özgürlükçülüğün zedelenmesine neden oldu. Pandemi, yurttaşların hakkı konusunda Hür Demokratlara güvenebileceğinizi gösterdi" demişti.
FDP ve Yeşiller seçmenlerinin birtakım ortak özellikleri olduğu düşünülüyor. Yaş olarak daha genç, şehirlerde yaşayan ve özel sektörde çalışan, siyasi bakımdan merkez sol görüşte, SPD'nin geleneksel işçi sınıfı tabanına ait olmadığı gibi CDU'nun beyaz Hıristiyan tabanına da girmeyen bir kesim, bu iki partiye de oy veriyor.
Öte yandan, cinsiyet eşitliğini ve çeşitliliği temel değerleri olarak savunan Yeşiller'in aksine FDP genelde beyaz ve erkek egemen imajını kıramadığı nedeniyle sık sık eleştiriliyor.
Ayrıca parti 2015-2016'da patlak veren sığınmacı krizi sırasında Lindner'in önderliğinde Merkel'den çok daha tutucu bir çizgi izlemiş ve hükümetin krizde yürüttüğü politikalara yoğun şekilde karşı çıkmıştı. Öte yandan, AB'yi sıkı şekilde destekleyen FDP, Türkiye'nin AB üyeliğine de karşı çıkmıştı.
FDP'nin koalisyon bağlamında en yakın ortağı CDU. BILD Am Sonntag'a konuşan Laschet, koalisyon partneri olarak Yeşiller'le mi yoksa FDP'yle mi birlikte çalışmak istedikleri sorusuna, "Temelde FDP bize Yeşiller'den çok daha yakın" demişti.
Janine Wissler ve Dietmar Bartsch – Sol Parti
Sol Parti (Die Linke), Doğu Almanya'yı 1989'a kadar yöneten Almanya Sosyalist Birlik Partisi'nin (Sozialistische Einheitspartei Deutschlands –SED) ardılı olan Demokratik Sosyalizm Partisi (Partei des Demokratischen Sozialismus -PDS) ve SPD'den ayrılan Emek ve Sosyal Adalet - Seçim Alternatifi'nin (Arbeit und soziale Gerechtigkeit – Die Wahlalternative -WASG) birleşmesiyle 2007'de kuruldu.
Janine Wissler ve Susanne Hennig-Wellsow'un eş başkanlığıyla yönetilen parti, merkez sol pozisyonda ve demokratik sosyalizmi savunuyor.
Sol Parti, 2017 Almanya Federal Seçimleri'nde yüzde 9,2 oyla Federal Meclis'e 69 milletvekili sokmuştu. Parti, 2019'daki Avrupa Parlamentosu Seçimleri'ndeyse yüzde 5,5 oy almıştı. 2021 seçimlerinde partinin tercih ettiği koalisyon adayları arasında SPD ve Yeşiller bulunuyor.
Sol Parti, ülkedeki diğer partilerin aksine Almanya'nın uluslararası askeri operasyonlarda yer almasını reddediyor ve silah ihracatının durdurulmasını talep ediyor. NATO'nun dağılmasını ve asgari ücretin ciddi şekilde artırılmasını savunan parti, bazı siyaset bilimciler tarafından kapitalist ekonomik düzenin ortadan kaldırılmasını hedefleyen radikal sol çizgide bir oluşum olarak değerlendiriliyor. Fakat parti aslında daha güçlü piyasa düzenlemeleri, konutlarda daha net kira sınırlaması (Mietendeckel) uygulamaları ve toplumsal yatırımların artırılması gibi kapitalizm içi reformlar savunuyor. Sol Parti ayrıca askeri yatırımlarına karşı çıktığı AB'nin köklü bir değişimden geçmesi gerektiğini savunuyor. Parti ayrıca Almanya'nın ABD'ye silah ihracatına da karşı çıkıyor.
Parti, 9 Mayıs'ta seçimler için eş adaylarının Janine Wissler ve Dietmar Bartsch olduğunu duyurdu.
Partinin eş başkanlarından 39 yaşındaki Wissler, Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi'nde siyaset bilimi eğitimi aldı. WASG'ın ortak kurucularından olan Wissler, aynı zamanda ülkenin ikinci büyük işçi sendikası ver.di'nin de (Vereinte Dienstleistungsgewerkschaft) üyelerinden. Partinin radikal sol çizgisini temsil eden siyasetçi, Sol Parti'nin "somut mücadeleleri desteklemesi ve antikapitalist bir perspektifi benimsemesi gerektiğini" belirtmişti.
Partinin Federal Meclis'teki grup başkanlığını yapan Dietmar Bartsch ise bugünkü adıyla Berlin Uygulamalı Bilimler Üniversitesi'nde siyasal ekonomi eğitimi gördü.
2002 ve 2017 Almanya Federal Seçimleri'nde de partinin eş adayı olarak gösterilen 63 yaşındaki siyasetçi, Wissler'e kıyasla Sol Parti'nin daha ılımlı ve reformist tarafını temsil ediyor.
2013-2017 parlamenter döneminde Bartsch partisiyle SPD arasında bir federal koalisyon oluşturulmasını savunmuştu. Benzer şekilde siyasetçi 2017 Almanya Cumhurbaşkanlığı Seçimleri'nde SPD, Sol Parti ve Yeşiller'in mutabık olacağı bir merkez sol adayın çıkarılmasını savunmuş fakat SPD bu teklifi reddedince, Sol Parti de SPD'nin adayı olan şu anki Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'a verdiği desteği çekmişti.
Ayrıca Bartsch, Merkel hükümetinin Türkiye'de 15 Temmuz'da yaşanan darbe girişiminden sonra düzenlenen tasfiyelere karşı yetersiz tepki verdiğini savunmuş, hükümetin demokrasi ve insan hakları adına daha net bir tavır takınması gerektiğini öne sürmüştü.
Alice Weidel ve Tino Chrupalla – Almanya için Alternatif
Milliyetçi ve sağ popülist bir parti olan Almanya için Alternatif (Alternative für Deutschland -AfD) siyasi hayatına 2013'te başladı. Aynı yıl yapılan seçimlerde parti yüzde 4,7 oy alarak yüzde 5'lik seçim barajını kıl payı farkla geçememiş ve Federal Meclis'e girmeye hak kazanamamıştı.
2017 seçimlerindeyse parti yüzde 12,6 oy alarak 92 sandalyeyle ilk defa Federal Meclis'e girmiş ve ülkenin en büyük üçüncü partisi konumuna gelmişti. Parti, 2019'daki Avrupa Parlamentosu Seçimleri'ndeyse yüzde 11 oy almıştı. 2021 seçimlerinde hiçbir parti resmi olarak AfD'yi tercih ettikleri koalisyon partnerleri arasında göstermezken, partinin siyasi çizgisi gereği CSU'yla koalisyon kurmayı tercih edebileceği düşünülüyor.
Jörg Meuthen ve Tino Chrupalla'nın eş başkanlığını yaptığı AfD, başlarda merkez sağ görüşü ve AB'ye şüpheyle yaklaşan bir perspektifi benimsemesine rağmen, zamanla çizgisini daha da muhafazakarlaştırarak açıkça sığınmacı, İslam ve AB karşıtı bir pozisyona doğru kaydı.
Ayrıca AfD'nin, 2017'den bu yana "Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar" (Patriotische Europäer Gegen Islamisierung Des Abendlandes -Pegida) gibi radikal sağ gruplara destek verdiği, aynı zamanda da ırkçı, antisemit ve yabancı düşmanı olduğu ve neo-Nazi bir çizgiye doğru yöneldiği düşünülüyor.
Martta Alman medyasında çıkan haberlerde, Federal Anayasa Koruma Teşkilatı'nın (Bundesamt für Verfassungsschutz -BfV) partiyi radikalist bir grup olduğu şüphesiyle takip etmeye hazırlandığına yönelik haberler çıkmıştı. Öte yandan Cologne İdari Mahkemesi, seçimler öncesinde böyle bir takibin AfD'ye diğer partiler karşısında eşit şans tanınmasını engelleyeceği gerekçesiyle BfV'nin takip isteğini askıya almıştı.
AfD, seçimlerde parti meclis grubu eş başkanı Alice Weidel ve parti eş genel başkanı Tino Chrupalla'yı aday gösterdi. İkili, 31 bin parti üyesinden yüzde 48'inin katıldığı oylamada yüzde 71'lik çoğunluğa ulaşarak, oy oranları yüzde 27'de kalan ve partinin ılımlı kanadını temsil eden Joana Cotar ve Joachim Wumdrak'ı yendi.
Bayreuth Üniversitesi'nde ekonomi ve işletme eğitimi alan Weidel, önce 2005-2006 arasında Frankfurt'taki Goldman Sachs'ta daha sonra da Çin'de 6 sene yaşayarak Bank of China'da çalışmıştı.
42 yaşındaki siyasetçi, AB ve sığınmacılık karşıtı söylemleriyle gündeme gelmiş ve bu konularda Merkel yönetimini eleştirmişti.
Görlitz ve Dresden'de resim ve dekorasyon eğitimi alan Chrupalla ise kendisinden önceki parti eş başkanı Alexander Gauland tarafından aynı pozisyon için aday gösterilmiş ve 2019'da görev başı yapmıştı.
46 yaşındaki siyasetçi, 2015'te partiye katılmış ve bir sene sonra AfD'nin Görlitz'deki bölge komitesinde görevlendirilmişti. 2017'deyse CDU'dan Michael Kretschmer'i yenerek Görlitz seçim bölgesini AfD adına temsil etme hakkını kazanmıştı.
Weidel ve Chrupalla, 25 Mayıs'ta sonuçların açıklanmasının ardından yaptıkları açıklamada pandeminin ekonomik ve toplumsal etkilerinin seçim kampanyalarının odak noktasını oluşturacağını söyledi.
İki siyasetçi de 2017'deki seçimlerde aldıkları yüzde 12,6'lık oy oranının üstüne çıkmayı hedeflediklerini belirtti.
Chrupalla, oylama sonucunun "açık bir zafer ve büyük bir başarı" olduğunu belirterek toplumun geniş kesimleri için siyaset yaptıklarını söylemiş ve "orta sınıfın erozyona uğradığını, ülkeyi ayakta tutan kesimlerin ihmal edildiğini ve geniş kesimlerin siyasi aidiyet hissedemediğini" kaydetmişti.
Chrupalla'nın orta sınıfa hitap etme mesajına ek olarak Weidel da parti içinde birlik vurgusu yaparak seçim kampanyalarında baş rakiplerinin CDU olduğunu belirtmişti. Siyasetçi ayrıca pandemi önlemlerini eleştirerek yüzbinlerce kişinin işsiz kalma riskiyle ve sanayi işletmelerinin iflas tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylemişti.
Dış politika konusundaysa parti Rusya'ya yakın davranırken, Çin'in güçlenmesine karşı çıkıyor. AfD Dış Politika Sözcüsü Paulus Hampel, Fransa ve Almanya'nın AB-Rusya zirvesi önerisine dair geçen hafta yaptığı değerlendirmelerde, Çin'in güç kazandığını ve bunun bir tehdit oluşturduğunu belirterek AB-Rusya ilişkilerinin geliştirilmesi gerektiğini savunmuştu. Hampel, "Avrupa da ABD gibi, Rusya ile ilişkileri normalleştirmek istiyor" demişti.
Anketler ne durumda?
Seçime ilişkin anketlerde öne çıkan partiler arasında Hıristiyan Birlik partileri (CDU-CSU), SPD ve Yeşiller yer alıyor. Almanya'da kamu yayıncılık kuruluşu ARD'nin düzenli aralıklarla yaptırdığı "ARD-DeutschlandTrend" anketinin mayıs sonuçlarında, CDU ve CSU yüzde 23 oy oranında kalırken, Yeşiller yüzde 26 seviyesine ulaşmıştı. Bu sonuçlarla birlikte nisan-mayıs arasında 4 puan kaybeden birlik partileri, Temmuz 2019'dan bu yana ilk kez en güçlü parti konumunu yitirmişti.
Ankette AfD yüzde 12'yle 4'üncü parti olurken, oy oranını nisandaki ankete göre iki puan arttıran FDP yüzde 11, Sol Parti'yse yaklaşık yüzde 6'yla yüzde 5 barajını aşarak Federal Meclis'e girebilecek konumdaydı.
Ayrıca ankette halkın üçte ikisinin hükümetten memnun olmadığı da ortaya çıkmıştı.
Yine mayısta Forsa Enstitüsü adlı araştırma şirketinin açıkladığı verilere göre Yeşiller yüzde 25 oy oranına ulaşırken, CDU/CSU ise yüzde 24 oranındaydı. Bu ankette de ARD'ninkine benzer şekilde Yeşiller'in zirveyi zorladığı belli olmuştu.
Ankette seçmene "Başbakanı doğrudan seçme imkanınınız olsa kimi seçersiniz?" sorusu da yöneltildi. Buna göre Yeşiller Partisi'nin adayı Baerbock yüzde 28'le en yüksek oyu alan isim oldu. Baerbock'u yüzde 18'lik destekle Hıristiyan Birlik partilerinin adayı Laschet ve yüzde 14'le SPD'nin adayı Scholz izledi. Ankete katılanların yüzde 40'ıysa bu isimlerden hiçbirine oy vermeyeceklerini belirtti.
Öte yandan hazirandaki anketlerde ibre yeniden birlik partilerine döndü. Yine Forsa Enstitüsü'nün düzenlediği ankete göre CDU-CSU'nun oyları 1 puan arttı ve birlik partileri böylelikle oy oranı 1 puan düşen Yeşiller'in önüne geçti. Buna rağmen genel istatistiklere bakıldığında Yeşiller 2017 seçimlerine göre oylarını yüzde 15'in üzerinde artırmış durumda.
Diğer partilerde de değişimler gözlemlendi. FDP'ye destek 1 puan arttı yüzde 14 oranındaki SPD'yle aynı seviyeye geldi. AfD'nin oyları 1 puan civarında azalarak yüzde 9'a gerilerken, Sol Parti'ninse sandıktan yüzde 6'yla çıkabileceği öngörüldü.
Yeşiller'in ve Baerbock'un düşüşü
Ancak anketlerin seyrini değiştiren önemli gelişmelerden biri Yeşiller'in nisan-mayısta yakaladığı hızlı yükselişi haziranda kaybetmesi oldu. Kamu televizyonu ZDF tarafından düzenlenen "siyaset barometresi" adlı kamuoyu araştırmasının sonuçlarına göre seçmenler başbakan tercihlerini sırasıyla Scholz, Laschet ve Baerbock olduğunu söyledi.
Baerbock'un liderliği, geçen sene Noel'de partiden aldığı yaklaşık 25 bin euroluk (yaklaşık 260 bin TL) ek ödemelerin vergisini ödediği halde bunu kurallar dahilinde Federal Meclis'e gelir olarak göstermediğinin ortaya çıkmasıyla sarsılmıştı.
Buna ek olarak adayın özgeçmişinde bir takım tutarsızlıklar tespit edilmiş ve bunların sosyal medyada paylaşılmasıyla parti tepki toplamıştı. Buna göre Baerbock'un özgeçmişinde Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne (United Nations High Commissioner for Refugees -UNHCR) üye olduğu belirtiliyordu. Fakat UNCHR'ın bireysel üyelik sistemiyle çalışmadığı dolayısıyla Baerbock'un buraya üye olamayacağı anlaşılmıştı. Adayın UNHCR yerine Birleşmiş Milletler'in (BM) mültecilerle ilgilenen koluna finansal destek sağlayan Alman mülteci kuruluşu UNO-Flüchtlingshilfe'ya üye olduğu ortaya çıkmıştı. Parti bunun üzerine Baerbock'un özgeçmişini, diğer bazı kuruluşlardaki üyeliklerini de daha doğru yansıtacak şekilde güncellemişti.
Öte yandan adayın Londra Ekonomi Okulu'ndan Uluslararası Kamu Hukuku alanında aldığı yüksek lisans derecesi de sorgulanmış, bazı radikal sağ görüşlü kesimler bu derecenin Almanya'da gerçek bir yetkinliğinin bulunmadığını ve Baerbock'un lisans eğitimini tamamlamadan dereceyi "hileli" olarak elde ettiğini öne sürmüştü.
"Baerbock'un sorunları aşması zor"
Bir başka sorun da Yeşillerin ilk eyalet başbakanı olan Baden Württemberg Eyalet Başbakanı Winfried Kretschmann'ın açıklamalarından kaynaklanıyor. Stuttgarter-Zeitung'a cuma günü verdiği röportajda Kretschmann, pandeminin yurttaşların özgürlüklerini kısıtlayarak ve katı sınırlamalar getirilerek sonlandırılabileceğini savunmuştu. Yeşiller'in bireysel özgürlükleri savunan politikasıyla örtüşmeyen açıklamalar, parti içindeki çekişmelerin ve krizlerin bir yansıması olarak değerlendirildi. Öte yandan Der Spiegel'da Sophie Garbe'nın kaleme aldığı analiz yazısında Yeşiller'in bir "kriz yaşadığı" ifade edilirken, "Şansölye adayı Baerbock'un bu tür sorunları şu anda aşmasının zor olduğu" değerlendirmesinde bulunuldu.
Yeşiller ve Baerbock'un anketlerdeki gerileyişini değerlendiren akademisyen Tekin, "Baerbock için başından beri muhafazakar partilerce ve medyada ‘deneyimsiz' ve ‘yeni yetme' yakıştırmaları" yapıldığını belirtti. Tekin, yaşanan sorunların "hem Yeşiller dışından gelen oylarda çekimserliğe neden olduğunu hem de Baerbock'un kendisine karşı yürütülen muhafazakar propagandayı güçlendirdiğini" ifade etti.
Anketlerde radikal sağ ve ultra milliyetçilik
Peki radikal sağın ya da ultra milliyetçiliğin yükselişi Almanya'da seçimleri ve takip edilen politikaları kısa ve uzun vadede ne şekilde etkiler?
Tekin, eğer vaktinde CDU'daki parti içi lider seçimlerinde Merkel yerine Friedrich Merz seçilmiş olsaydı, partinin şu anda radikal sağ seçmenlere de hitap edebileceğini belirtti. Fakat durum böyle olmadığından, şu anda radikal sağ kesimin ana adresinin hala AfD olduğunu söyleyen Tekin, partinin anketlerde genel olarak yüzde 12-13'lük çizgisini koruduğunu ifade etti.
Almanya uzmanı akademisyen, seçim sonrası koalisyonda hükümet kurma konusunda bir kriz yaşanması ve birinci partinin koalisyon için AfD'yle işbirliği yapması durumunda, radikal milliyetçi bir bakanın kabineye gelme şansı olduğunu ifade etti.
"AfD uzun vadede Alman siyasetini tehdit ediyor"
Tekin, AfD'nin ülke politikasında kısa vadede olmasa da uzun dönemde değişikliğe yol açabileceğini söyledi. AfD'nin oylarını artırmasının ve koalisyonda yer almasının ülkede "radikal sağın normalleştirilmesine neden olabileceğini" belirten Tekin, bunun sonraki seçimlere olumsuz yansıyacağını söyleyerek "Alman siyasetini ve istikrarını tehdit eder duruma gelmesinin kaçınılmaz olacağını" ifade etti.
Seçimler Almanya-Türkiye ilişkilerine nasıl yansıyacak?
Ruhr Bochum Üniversitesi'nde yer alan Akdeniz Çalışmaları Merkezi'nden Dr. Caner Tekin, Merkel'in başkan olmayacağı yeni dönemde oluşacak koalisyonlarda Türkiye-Almanya ilişkilerini belirleyecek temel unsurun sığınmacı meselesi olduğunu belirtti.
"Temel mesele sığınmacı anlaşması"
Partilerin ve adaylarının AB-Türkiye arasındaki sığınmacı anlaşmasına yaklaşımlarının iki ülke arasında ilişkilerin gidişatını anlayabilmek için anahtar niteliğinde olduğunu belirten Tekin, şu değerlendirmelerde bulundu:
Hıristiyan demokrat, radikal milliyetçi ve sosyal demokrat adaylar Türkiye'nin Avrupa ve Almanya için güvenlik açısından önemine vurgu yapıyor. Daha doğrusu Ankara'nın sığınmacıları tutma kapasitesinden uzun dönemde yararlanmak istiyorlar. Bu açıdan, bu adaylardan birinin başbakanlığı mevcut statükonun devamı anlamına gelecektir. Öyle ki, anketlerde birinci olan CDU-CSU ittifakının adayı Armin Laschet'in, birçok konuda olduğu gibi sığınmacı anlaşmasında da Merkel'in çizgisinde olduğu biliniyor.
Bu açıdan olası ittifak senaryoları içinde CDU-CSU ittifakının iki ülke arasında halihazırda kurulan ilişkileri benzer bir çizgide götürmesi öngörülüyor. Tekin, Laschet veya Scholz'un başkanlığının, hatta AfD'nin büyük bir başarı yakalayıp koalisyona ortak olmasının "Türkiye'nin güvenlik açısından önemini değiştirmeyeceğini ve Berlin- Ankara ilişkilerinde büyük bir değişime yol açmayacağını" belirtti.
"Liberal ve sol adaylar, insan hakları için baskı yapacak"
Öte yandan Tekin, liberal ve sol adayların sözkonusu meseleye yaklaşımının bir "kırılma noktası" teşkil ettiğini belirterek "Bu adaylar Türkiye'ye insan hakları konusunda daha fazla baskı yapılmasını ve gerektiğinde Avrupa Birligi'nin kullanılması yönünde hemfikirler" ifadelerini kullandı.
Bu bağlamda, her ne kadar son anket çalışmalarında popülerliği azalmış olsa da, araştırmacıya göre Yeşillerin koalisyona girmesi durumunda "hükümetten Türkiye'deki insan hakları ihlalleri üzerine daha çok eleştiri duyma ihtimalimiz var."
Seçimlere yaklaşık üç ay kalmışken, Yeşiller'in durumunda da görülebileceği gibi gidişat patlak veren siyasi skandallar ve yürütülen propagandalarla ciddi ölçüde değişebiliyor. Bir yandan Kovid-19 kriziyle uğraşan öteki yandan da uzun süredir etkili olan sığınmacı krizi ve radikal sağın yükselişinden kaynaklanan siyasi ve toplumsal durumları yönetmeye çalışan Almanya'da, yeni kurulacak koalisyon hükümetini belki de hiç olmadığı kadar yoğun bir gündem bekliyor.
© The Independentturkish