Osmanlı'da külhanbeyleri; haklarında çok az bilgiye sahip olduğumuz ama neredeyse hepimizin haberdar olduğumuz, topluluklardan birisidir.
Konuyla ilgili merhum âlimlerimizden Reşad Ekrem Koçu ve Ebuzziya Tevfik'in yazdıkları olmasa külhanbeylerine dair neredeyse hiçbir kaynağa ulaşmamız mümkün olmayacaktı.
Külhanbeyleri ile ilgili bilinen en önemli hadise ise Patrona Halil İsyanı'na katılarak Üçüncü Ahmet'i tahttan indirmeleridir. Bu iddiayı ortaya ilk defa atan kişi de Reşad Ekrem Koçu'dur.
Kendilerine has giyimleri, kuşamları, üslupları ve hiyerarşileri olan bu topluluğun aslında en önemli özelliği yetim olmalarıdır.
Hayata bir şekilde tutunmayı başaran bu kişiler, Osmanlı toplumunun en sıra dışı sınıflarından birisini meydana getirmişlerdi.
Kışın soğuktan korunmak için sığındıkları hamam külhanlarında yaşadıkları için onlara külhanbeyi denilmişti. Bu yetimler İstanbul'un baldırı çıplak ve serseri takımını oluşturuyordu.
Osmanlı'da gündelik hayata dair en önemli eserlerden birisi olarak kabul edilen 'Osmanlı Adet Merasim ve Tabirleri'nin yazarı Abdülaziz Bey, İstanbul'un belalıları olarak kabul edilen külhanbeylerini şöyle tanımlamaktadır:
Bu sınıfı teşkil edenlerden bir kısmı peder ve validesi ve kendisine bakan ve iaşe eden kimsesi olmayan ortada kalmış çocuklar ile pederi vefat edince sonradan aldığı üvey validesi elinde kalan ve onun tarafından bakılmayıp evden kovulan veya peder ve validesi olduğu halde bir türlü zapt ve idare olunamayan, nasihat, tekdir ve dövmek ile uslanmayıp idaresinden acz kalınan ve arttk adam olması mümkün görülmeyip ebeveyni tarafından red vc tard edilen çocuklardır.
Tabii başlarını sokacak ve oturacakları yerleri ve koruyucuları olmadığı için ortada ve sokakta kaldıklarından merhametli ve iyiliksever hamam sahipleri bu çocuklan kış günleri hamamların külhan mahalline kabul ederek kışı geçirmelerine izin verirler, çocuklar da böylece korunmuş olurlardı.
Konuyla alakalı en geniş bilgi sunanların başında gelen Ebuzziya Tevfik de 'Yeni Osmanlılar' isimli eserinde külhanbeyi yetimlerinin hamam külhanlarındaki vaziyetini şu sözlerle aktarmaktadır:
Onların yatağı, yastığı kışın sıcak kül, yorganları külhanın kızgın üfürüğüdür. Beyler elde ettikleri yiyecekler ile külhana dönerek akşam nevalelerini hazırlarlar, en son kişi gelen kadar kimse yiyeceğe dokunmaz.
Külhancı bir baba gibi asla sönmek bilmeyen külhanın yarı açık bulunan ağzına karşı oturmuş yavrularının gelmesini bekler. Herkes tamam olunca külhan kapısı kapanır, yemeğe oturulur. Ancak külhancı bu yemeğe katılmaz, o sadece külhan güruhuna yeni bir katılım olursa sofraya oturur.
Zaman içerisinde İstanbul'u adeta esir alacak bu yetimlerin sayılarına dair ilk istatistik bilgisini paylaşacak kişi ise Reşad Ekrem Koçu'dur.
Koçu, yetimlere dair sayısal verilere hangi kaynaktan ulaştığını açıklamaz; ama onun külhanbeylerine dair yaptığı yorumların büyük çoğunluğunun isabetli olması dikkate alındığında, bu rakamların da doğruluk değerinin yüksek olduğu kanısına varılabilir:
Lale devrinde her külhanda bir deste, on nefer külhanbeyi barınırken, 1846'da külhan odalarında beyler yatan büyük İstanbul hamamları ehemmiyetleri sırasıyla şunlar olmuştur ki, bir külhandaki beylerin 4 desteye kadar yükselmiş oldukları görülür:
Gedikpaşa Hamamı 40 bey, Mahmutpaşa Hamamı 30 bey, Aksaray'da Muratpaşa Hamamı 30 bey, Ayasofya Hamamı 30 bey, Tophane'de Kılıçalipaşa Hamamı 30 bey, Beyazıt Hamamı 30 bey, Bahçekapısındaki Haseki Hamamı 30 bey, Tahtakale'de Rüstempaşa Hamamı 20 bey, Laleli'deki Ağa Hamamı 20 bey, Samatya'da Ağa Hamamı 20 bey, Zeyrek'teki Çinili hamamı 20 bey, diğer 50 kadar hamamda birer desteden 500 bey.(Reşad Ekrem Koçu - Patrona Halil)
Nasıl külhanbeyi olunurdu?
Külhanbeyliği sistemi devlet denetiminde olan ya da vakfı bulunan bir sistem değildi. Tıpkı İstanbul dilencilerinde olduğu gibi doğal seyrinde kurumsallaşmış ve kabul görmüş bir yapı idi.
Bir yetimin külhanbeyi olarak kabul edilmesinin çeşitli şartları bulunmaktaydı. Evvela çocuk 11 yaşından küçük, 15'inden de büyük olmayacaktı.
Abdülaziz Bey, evden kaçanların da külhanbeyi olabildiğini söylese de Ebuzziya Tevfik'in aktardığına göre herhangi bir hamisi ya da yaşayan akrabası bulunan kimseler külhana kabul edilmezdi.
Eğer ki bir yetim gerekli şartları yerine getiriyorsa bazı ritüellerden sonra destebaşı denilen külhanbeyi, yeni yetime nasihatte bulunur, ardından onu kabul ettikleri anlamına gelen tuzlu suya bandırılmış ekmeği üleştirirdi.
Yetime yapılan uzun nasihat ise şöyledir:
Burada verilen emre hayır demek yoktur, etini kesip şarabımıza kebap edip yesek boynunu bükeceksin, ağzını açmayacaksın!
Razı mısın?
Öyleyse utanmayacaksın, dolaşacağın bakkal dükkânlarında kovulmaktan sıkılmayacaksın, dayak yememeye çalışacaksın, arsızlıktan çekinmeyeceksin; vermezlerse bir daha iste, yine vermezlerse tekrar iste, sızlan, yalvar; bakkal dükkânına sinek gibi yapış, kopma; eğer bakkal veya çırağı seni hırpalamaya kalkarlarsa şirretleş, dükkânın müşterilerine sokul, sürün; tiksinir, iğrenirlerse daha daha sürün sırnaş!
Haydi, uğrun açık olsun!
Bu ritüelleri tamamlayan yetim, artık bir külhanbeyiydi. Kimsesi yokken biranda onlarca kardeşi olurdu.
Külhanbeyleri kendi içlerinde son derece adil bir ilişkiye sahipti. Aileleri olmayan bu yetimler birbirlerini kardeş olarak görürdü, külhan dışında kalan herkes onlar için artık öteki demekti.
Ebuzziya, bu ilişkiyi şöyle aktarır:
Ey Layhar'ın evlatları Burası baba yurdudur. Burada senin benim yoktur. Burada herkes kardeştir. Bir anadan doğanlar, bir babadan olanlar birbirlerini boğazlarlar. Layhar'ın evlatları birbirlerini bir vücut bilirler. Kardeşlerine birisi bir iğne batırsa acısını kendi vücutlarında duyarlar.
Bu kefene sağlığından girenler ölünceye kadar birbirlerini ayrı görmezler. Bu ikilikte birliktir. Bu senin sağ elindir, sen de bunun sol elisin. Vücudunuz birdir, başlarınız ikidir. … Kazancınızı buraya getirisiniz. Burada bu senindir, bu benimdir yoktur. Az çoğu arttırır, çok hepinizi besler. Kazan birdir, hepinizi doyurur.
Reşad Ekrem Koçu ise İstanbul yetimlerinin bu dayanışmasını yalnızca basit bir topluluk olarak görmez.
Ona göre külhanbeylerinin meydana getirdiği yapı olsa olsa bir tarikat idi. Koçu, ayrıca külhanbeylerinin nasıl ortaya çıktığını da şöyle aktarır:
Külhanbeyliğinin bir çeşit tarikat halinde doğması 17'nci yüzyıl sonu, 18'nci yüzyıl başına dayanır. Viyana bozgunu olmuş, pek çok eyalet elden çıkmış, devlet büyük bir tehlike altında kalmıştır. Hünkar, sadrazam Edirne'ye yerleşmişler, İstanbul'un idaresi Sadaret Kaymakamına bırakılmış, düzen bozulmuş, asayiş kalmamıştır.
Bu sırada fuhuş geniş ölçüde artmış, gayrimeşru çocuklar ortaya bir sorun olarak çıkmışlardır. Hamamların külhan kısımlarını kendilerine mesken edinenlerin yaşlıcaları, sokaklara düşen bu çocukları mahiyetlerine almışlar ve yavaş teşkilatlanarak 'ocak' meydana gelmiştir. Buraya düşen çocukların çoğunun iyi aileden peydahlanmış olmaları nedeniyle de bunlara külhanbey adı verilmiştir.
Elbette bu çocuklar hayatlarının sonuna kadar külhanda yaşamazlardı. Zaten destebaşları en fazla 23 yaşına kadar yetimlerin burada kalmasına izin verirdi. Bir külhanbeyi için yapılabilecek en önemli meslek tulumbacılıktı.
Tulumbacıların esas görevi yangın söndürmek olsa da külhanbeyi kökenli olan tulumbacıların çoğu yangınları asıl çıkaran kimselerdi. Bu yangınlar sırasında yağma ve hırsızlık yaparak zenginleşirlerdi.
Tulumbacı olamayan külhanbeyleri için hayat oldukça zordu; çünkü bu kimseler toplumdaki adi suçların kucağına düşerlerdi.
Abdülaziz Bey, külhanbeylerinin yaptığı işleri şöyle aktarmaktadır:
Bunların büyükleri gündüzleri İstanbul'un pazar kurulan yerlerine giderek arka küfesiyle onun bunun aldığı sebzeleri evlerine götürür, yaşı küçük olanlar da hanım ve efendilerin eşya bohçalarını taşır, 5-10 para alarak geçinirlerdi.
Bunların içlerinde güçlü, kuvvetli, çevik ve hızlı- olanlarından bazıları mahalle tulumbacılarıyla ilişki kurar ve mahallelerdeki tulumbacı koğuşlarına alınır, yangına gider, toplanan bahşişlerden pay alırlardı. Zaten tulumbacıların çoğunu bu sınıf teşkil ederdi.
İçlerinde hiçbir iş görmeyerek yankesicilik ve hırsızlıkla geçinenler sebep oldukları olaylardan dolayı tutulur ve hapishanelerde beslenirlerdi. Bunlar ahlak dışı hareketleriyle de mahalle zabıtasını özellikle meşgul ederlerdi.
Külhanbeyleri nasıl ortadan kalktı?
Külhanbeyleri aslında devletin acziyetinden doğmuştu. Yetim olmaları sebebiyle toplum tarafından hiçbir zaman nefret nesnesine dönüşmediler; ama belirli bir zaman sonra sayılarının artması bir takım problemleri de beraberinde getirdi.
Devlet bu soruna bir çözüm bulmak adına külhanbeylerine bir çözüm sundu; ya asker olup devletin kanatları arkasına sığınacaklardı ya da hapishaneyi boylayacaklardı.
Külhanbeylerinin birçoğu asker olmayı kabul ederek İstanbul'un gündelik hayatından silinip gitti. Onlardan geriye bugün hâlâ argoda kullanılan birçok deyim miras kaldı.
Osmanlı devletinin kısa bir süreliğine görmezden geldiği yetimler bir padişahı tahttan indirmiş, İstanbul'u kıskacına almış ve odun külleri arasında bir yuva kurmayı başarmışlardı.
Yetimlik meselesine dair son sözü Reşad Ekrem Koçu söyleyecektir:
Külhanbeylerinin mevcut olmadığı zamanımız için de acı şeyler yazabiliriz. Edep, ar, namus ve iffet cevherlerini kaybetmiş çocuklar ve delikanlılarla İstanbul yine tıklım tıklım doludur…
İstanbul Afganlı kalender Lâyhâr'ın şarap küpü, fıçısı halindedir, içinde tahammür halinde bulunan mayaya her gün kokulu, şerbetli, renkli salkım salkım üzümler gibi sürü sürü çocuklar ve gençler atılmaktadır. Kim ilgileniyor?
*Daha ayrıntılı bir okuma için Ebuzziya Tevfik Bey'in "Yeni Osmanlılar" eseri; Reşad Ekrem Koçu'nun "Patrona Halil İsyanı" eserini, Abdülaziz Bey'in 'Osmanlı Adet Merasim ve Tabirleri' isimli eseri incelenebilir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish