Geçen yılın ortalarında edebiyat dünyasına yepyeni bir yazar katıldı: Fethi Ahmet. İlk kitabı Tohum, yayıncılar tarafından öykü kitabı olarak tasnif edilse de türler arasındaki net ayrımlardan sıyrılmayı başarıyor. Deneysel bir yöntemle kaleme alınan Tohum'da birbiriyle ilişkili ama tek başına da var olabilen 10 öykü yer alıyor. Bu yöntemi "puzzle-kurgu tekniği" diye isimlendiren yazar, okurun kitaba istediği kısımdan başlayabileceğini ifade ediyor.
Tohum'la birlikte yepyeni bir yazma deneyimini tanıtan Fethi Ahmet, bu deneyimi, "İlk kitabım olduğu için cüretkar davranma hakkımı kullandım" diye açıklıyor. Ancak Türkiye'de yazarları cüretkar davranmaya teşvik eden bir yayıncılık sekötrü olduğunu da düşünmüyor.
Tohum'la ilgili sorularımızı yanıtlayan ve edebiyat ortamına dair düşüncelerini bizlerle paylaşan yazar, ilk kitabını kültür ve sanat faaliyetlerini yaklaşık bir senedir durma noktasına getiren pandeminin başında çıkardı. Yeni bir yazar olarak pandeminin zorluklarıyla da yüzleşen Fethi Ahmet'le birçok konuya değindiğimiz bir söyleşi yaptık.
Öncelikle Fethi Ahmet kimdir, edebiyatla nasıl bir ilişkisi var?
Doğrusu bu soruya nasıl cevap vereceğimi pek kestiremiyorum. Ama kim olduğum sorusunu bir biyografi şeklinde cevaplamak yerine kimliğimi ortaya koyacak bir yerden bakmayı tercih ederim. Ben hayata ücra bir kasabada başlamış, daha sonra ülkenin koşulları nedeniyle batıya göç etmiş bir Kürt ailedenim, ana dilini öğrenmekten yoksun kalmış, hayatı boyunca aydınlanma için sürekli kendini kazımış bir insanım. Zamanın ruhunu kavramış ama bu ruhun uzağında kalmış bir coğrafyaya sıkışıp kalmanın acılarıyla baş etmeye çalışan, özgürlükçü, eşitlikçi, aydınlanmacı biri olarak kendimi tarif edebilirim.
Edebiyata ilgim uzun zamandan beri beni ayakta tutan şey oldu. Yazmayı varoluşsal bir mutluluk kaynağı olarak yaşadım hep ama bugüne kadar yayınlamaya uygun bulduğum ilk eserim Tohum oldu. Yıllardır devam eden bir edebiyat atölyesinde okuyup, konuşuyoruz. Okumayı çok seviyorum. Ama yazmak benim için bambaşka bir şey. Çok varoluşsal bir süreç. Ama elbette yaşamımı tamamıyla yazmak eylemine vakfedemedğim için de üzülüyorum. Yaşamın acı gerçekleri beni bundan alıkoyuyor ve bu beni mutsuz ediyor.
Tohum sizin ilk kitabınız. Bu anlamda aldığınız tepkiler sizin için önemli olmalı. Kitabın karşılığı nasıl oldu? Edebiyat serüveninde ilerlemeye teşvik etti mi sizi?
Tohum'un hikayesi biraz ilginç aslında isterseniz önce biraz ondan bahsedeyim. Kitabın ilk dokuz bölümünü iki ayda yazdım ve bunu yaparken hiç edebi kaygılara takılmadan adeta kusar gibi içimi döktüm kağıda. Finali henüz yazmadan kitaba yabancılaşmak için bir süre ara verdim. Yaklaşık 6-7 ay kadar hiç bakmadım ve bu arada bir kurgu atölyesine katıldım. Daha sonra bir arkadaşımın kitabının editoryal çalışmasını yaparken bir akşam Tohum'a bir bakayım dedim ve okumaya başladım.
Yarısına geldiğimde ve bazı bölümlerde gözlerim yaşardığında kitabın hiç de fena olmadığını düşündüm ve o akşam yarım saat içinde 1,5 sayfalık finali yazdım ki hiç aklımda olmayan ve tamamen o anda spontane olarak ortaya çıkan ve bütün kitabı büyüleyici bir şekilde tamamlayan bir final oldu. Sonrasında kitabı nitelikli okur olduğunu düşündüğüm arkadaşlarıma gönderdim ve heyecan verici dönüşler aldım sonra da yayımlamaya cesaret ettim. Kitap yayımlandıktan sonra aldığım dönüşler beni inanılmaz mutlu etti. Hiç görmediğim tanımadığım insanların kitapla ilgili sözleri çok anlamlıydı ve mutluluk vericiydi doğrusu ve elbette teşvik edici oldu. Hatta sorumluluk yükledi diyebiliriz. Artık yazmak zorundayım yani.
İlk kitabınızı tam da pandeminin ülkemize geldiği sırada, Mart 2020'de çıkardınız. Pandemi; edebiyat ortamına, piyasasına ve Türkiye'de yazarlığın olanaklarına dair görüşlerinizi değiştirdi mi? Yeni bir yazar olarak Türkiye'de yayıncılığın mevcut durumunu nasıl değerlendirirsiniz?
Pandemi diğer bütün her şeyden daha çok kültür sanat alanında yıkıcı sonuçlara yol açtı bence. Örneğin kitap Mart 2020'de baskıya girecekken Mayıs ayına kadar baskıya giremedi. Türkiye'de yayıncılıkla Tohum nedeniyle tanışmak durumunda kaldım ve maalesef durumun içler açısı olduğunu müşahade ettim. Daha önce yayıncılık dünyasıyla bir temasım olmamıştı.
"Edebiyatı besleyen bir yayıncılık dünyası yok"
Bugünkü haliyle maalesef edebiyatı besleyen ve büyüten bir yayıncılık dünyası yok. Fazlasıyla ticarileşmiş bir alanda yeni bir yazarın kendini var etmesi oldukça zor. Ben her şeyden önce eserin kalitesine önem veren biriyim. Yani eğer ürettiğiniz eser yeterince iyiyse ve siz de biraz çaba gösterirseniz bir şekilde okuyucuyla buluşturabilirsiniz. Ama elbette iyi bir yayınevinin imkanlarıyla da eserin desteklenmesi çok önemli. Ben büyük bir yayıneviyle çalışma imkanına sahip olamadım ama açıkçası bu durumu artık çok önemsemiyorum çünkü kitapla ilgili aldığım geri dönüşler beni ziyadesiyle mutlu etti.
Tohum'un gelecekte de var olmaya devam edeceğini ve keşfedilmeye namzet bir kitap olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu incecik kitabın kuramsal olarak (henüz keşfedilmemiş olsa da) edebiyat açısından sahip olduğu nitelikler bir gün edebiyatçılar tarafından irdelenecektir diye inanıyorum. Çünkü kitabın bütün sırları henüz ortaya çıkarılamadı okurlar tarafından.
Öyleyse biraz da Tohum'un içeriğinden söz edelim. Klasik bir soru sorsam ve "Neden öykü?" desem ne cevap verirsiniz?
Aslında Tohum bir öykü kitabı değil tam olarak. Öykü gibi başlayan ama kitap bittiğinde okurun muhayyilesinde romana dönüşen bir kitap. Okuru da bir oyuncu ve tamamlayıcı unsur olarak kullanan, okura boşluklar bırakan ve o boşlukları okurun kendi dünyasına göre tamamlayarak bir romana dönüştürdüğü farklı bir hibrit tür. Kuramcılar nasıl niteleyecekler bilmiyorum ama benim önerim "muhayyel roman"dır. Ama elbette buna ben karar veremem. Kitabın yazarı olarak naçizane bir öneride bulunuyorum sadece.
Tohum'da puzzle-kurgu tekniği ismi verilen deneysel bir yöntem kullandınız. Sanırım "muhayyel roman" diye bahsettiğiniz durum da bu yöntemle ilgili. Biraz açar mısınız, nedir bu puzzle-kurgu tekniği? Ve tabii bu tekniği neden tercih ettiniz?
Puzzle-kurgu Tohum özelinde tanımlayacak olursak 10 bölümden oluşan kitabın her bir parçasının bir bütüne ait olduğu, ancak bundan daha da önemlisi bu parçaların her birinin kendine özgü bir öykü niteliğinde olduğu ve hangi bölümden okumaya başlarsanız başlayın o bütünlüğün kitap bittiğinde bozulmadığı bir teknik olarak tanımlayabiliriz. Böyle bir tekniği neden denemek istediğime gelirsek sanırım ilk kitabım olduğu için cüretkar davranma hakkımı kullandım diyebilirim. Farklı, denenmemiş ve aslında belki de daha sonraki yıllarda yapmaya cesaret edemeyeceğim bütün numaraları ilk kitabımda yapmak istedim.
Kitapta istediğimiz öyküden başlayabileceğimiz ifade ediliyor. Ama tabii basımda yazarın tercihiyle sıralanmış. Siz neden böyle bir sıralamayı tercih ettiniz? İlk öykü eşcinsellik teması üzerine kurulu. Bunun bir etkisi var mı sıralama tercihinizde?
İlk öykü aslında eşcinsellik temasından çok mutluluk temasıyla ilişkili bence ve bu yüzden kitaba öncelikle pembe bir pencereden başlamak istedim. Mutlu bir kadınla başlayan olaylar sonrasında epey karmaşık bir hal alıyor. Tamamen bambaşka bir sıralama da yapabilirdim belki ama okuru daha fazla zorlamak istemedim.
Kullandığım teknikler oldukça zorlayıcı çünkü. Örneğin hiçbir kahramanın adının olmaması, kahramanlar arasındaki ilişkilerin çözümlemesinde küçük detayların kullanılması gibi zorlayıcı faktörler okur açısından belirli bir düzeyde handikap yaratmakla birlikte bütün resmi çözebilen okurun yaşadığı zeka parlaması ve bunun okurda yarattığı heyecan, mutluluk kitabın en önemli özelliklerinden biri.
Kitaptaki parçalar çeşit çeşit insanı anlatıyor. Bir siyasi mahkumdan bir işkenceciye, eşcinsel bir kadından annesinin ölümüne neden olan milliyetçi bir gence, toplumun farklı kesimlerini temsil eden birçok karakter var. Ve bunların "aynı atadan geldiği" ima ediliyor. Öyküleri neden böyle şekillendirdiniz? Bilinçli bir tercih mi?
Bilinçli bir tercih değildi sanırım çünkü başta da söylediğim gibi kitabı yazarken içimde ne varsa kustuğum bir süreç halinde yazdım. Bazı okurlar arasında bu eleştiri konusu da oldu hatta. Çünkü bu kadar çok farklı kesimden kahraman kullandıysan bundan sonra ne anlatacaksın diye sordular bana. Ben de merak etmeyin anlatacak çok şey var diyorum.
"Kitap artık benim değil, okurun kitabı"
Ancak Tohum'da aslında bütün hayattan bir intikam alma hali mevcut. Irkçı, mukaddesatçı, homofobik olan her şeyden bir intikam alma ya da hesaplaşma hali. Evet belki öfkeme yenik düşmüş olabilirim ama ne gam. Ben bir ayna tuttum okuyucuya. Kimin kendini nerede ve nasıl göreceğini veya tamir edip etmeyeceğini ben belirleyemem. Dolayısıyla kitap artık benim değil, okurun. Nasıl kullanacağına okur karar verecek.
"Aynı atadan gelme" konusu çok derinlikli ve üzerine çok konuşulabilecek bir mefhum. Okuyucuyu çok sıkmadan özetle şunu söyleyebilirim ki; "varoluşunuza atfettiğiniz o büyük anlamlar aslında bir hiç kadar değersiz çünkü milyonlarca yıldır sürekli bölünüp çoğalan o ilk tohumun bir parçasından başka bir şey değilsiniz".
Son olarak, ufukta yeni bir proje var mı? Varsa yine bir öykü kitabı mı planlıyorsunuz veya bir roman yazmayı düşünür müsünüz?
Her ikisi de olabilir ama bu konuda okurlar daha yönlendirici oldular. Benden bir roman bekliyorlar. Herhalde bu seferki biraz daha okurun alışkanlıklarına uygun bir roman olur diye düşünüyorum ama kimseye söz veremiyorum tabii. Çünkü yazarken nereye savrulabileceğimi ben de çok kestiremiyorum doğrusu.
© The Independentturkish