Kadının adı Dilek Ekmekçi. Lise eğitimini İzmir Amerikan Lisesi'nde, üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde, yüksek lisansını ve doktorasını Galatasaray Üniversitesi'nde yapan bir avukat, akademisyen ve arabulucu. Bahar yarıyılında Özyeğin Üniversitesi'nde dersler vermeye devam etmeyi planlıyor. Aslında Ayşe Arman söyleşilerini okuyanlar, onun ismine biraz aşina olabilir ama unutanlar için geçen hafta Twitter'da yazdığı ve her gün eklemeler yaptığı 190 küsur maddelik tweet zinciriyle kendi hayat hikâyesinin onu getirdiği durakları, bu duraklardaki tanıklıklarını ve bu tanıklıklarda kadınların nasıl kurban edildiğini isim isim anlattı. Anlatmaya da devam ediyor. Ne yok ki tanıklıklarında; kadın cinayetleri, yok edilen soylar sahtecilikler, yurtlarda büyüyen çocukların dramları ve siyasetin de içinde olduğunu söylediği fuhuş ağı.
Dilek Ekmekçi'nin hayatı Ankara'da Zekai Tahir Burak Doğumevi'nde terk edildikten iki buçuk ay sonra değişti. İki buçuk aylıkken, yıllar sonra babalık davası açacağı ANAP Eski Milletvekili Tevfik Ertürk'ün bir aile dostuna emrivaki yönlendirmesiyle. 11 yaşına kadar biyolojik anne ve babası sandığı ailesi, ona evlatlık olduğunu lisanımünasiple anlattı. O günden sonra hep biyolojik ailesini merak etti. "Ama" diyor "Detaylı araştırmaya akademik kariyerime belli bir aşamaya geldikten sonra başladım. 2013'te doktoramı bitirdim ve o yılın Ağustos ayı sonunda önce anne bir baba ayrı G.Ç. adında bir ablam olduğunu öğrendim. Tabii en başta babalarımızın ayrı olduğunu bilmiyordum. Nüfusta, kapalı kayıtlarda ikisi bir gibi kaydedilmiştik. Meğer anne baba isimlerimiz her şey yalanmış.
Ardından doğum ve nüfus kayıtlarında yaptığı araştırmalarla Hatice Kuran ismine ulaştı ve Ankara 5. Aile Mahkemesi'nde ilk analık/babalık davasını açtı. Ancak Kuran ailesi, halen 4 üyesi Adalet Bakanlığı'nda memur olan, Ekmekçi'nin soy bağı yok edilirken sadece paravan olan bir aileydi. Hatice Kuran'ın kimlik bilgileri kullanılarak ancak doğumda "Hatice Çelik" olarak verilerek Ekmekçi biyolojik annesi tarafından terk edilmişti. Ablası G.Ç. de Dilek'in doğumuyla yurda terk edilmiş, 18 yaşını doldurana kadar yurtlarda büyümüştü. Kuran ailesinin gerçek anne ve babasının izinin bulunmaması için paravan olarak kullanıldığını anlayan Ekmekçi, ablasının yurt kayıtlarında annesinin adının Pamuk Deniz olduğunu öğrendi. Ancak annesi ablasını yurtta ziyaret ettiği yıllar boyunca da "Hatice Çelik, Hatice Şahbaz, Hatice Aydın, Hatice Deniz" gibi farklı isimler vermişti:
"Ablam bir kardeşinin olduğunu biliyormuş. Ziraat Bankası'nda çalışıyordu ben bulduğumda. Ama beni aramaya hiç gerek duymamış. O sırada Girne Amerikan Üniversitesi'nde yardımcı doçenttim, bir dedektif tuttum. Şimdiye kadar hikâyemin detaylarını öğrenmek için herhalde bir 200-300 bin TL harcamışımdır. İlk olarak Ankara Kayaş'ta oturan Kuran ailesine gittim, onların da benimle yaşıt Neriman adlı bir kızları görünüyor kayıtlarda. Doğmuş, ölmüş ve kimsesizler mezarlığına gömülmüş. Üstelik ölümünden sonra nüfusa kayıt edilmiş. Araştırmalarım sonucunda aslında bu çocuğun sahte olduğunu, hiç doğmadığını öğrendim. Öyle ki ölüm raporundaki doktor imzasının sahte olduğunu bile doktorun tanıklığı doğruladı. Ben de bu sahte şahsın nüfus kaydının iptali için dava açtım."
Kuran ailesine Tevfik Ertürk'ü de soruyor Dilek Ekmekçi: "En merak ettiğim isimdi. Çünkü beni evlat edinen aileme, makam şoförüyle, eşiyle paket gibi sunan kişi Tevfik Ertürk. Kuran ailesiyle bağını merak ettim. Ve onlarla konuşmalarımdan ailenin Ertürk'ü tanıdığını da anladım."
Söz Ertürk'e gelmişken, evlat edinen ailesinin Ertürk'ün babası olabileceğinden en baştan beri şüphelendiğini, üvey babasının memleketinde bunun konuşulduğunu, hatta biraz da belki bu yüzden sadece annesinin kendisini evlat edindiğini, üvey babasının kendisini evlat edinmediği bilgisini de veriyor: "Evlat edinen annem bana hep destek oldu, bana üzerinde durmadığım pek çok ayrıntıyı anlattı."
Dilek Ekmekçi'nin artık hayatta olmayan Tevfik Ertürk'e 2017'de açtığı babalık davası sürüyor, mezarını açtırmak istiyor ama bir yandan da DNA sonuçlarının manipüle edilip edilmeyeceğine dair de kuşkuları olduğunu söylüyor:
"Önce güzellikle DNA vermesini istedim, her şey sizi işaret ediyor dedim. Beni tehdit etti. Hatta önce evlat edinen annem gitti konuştu. Bunca sene aile dostu olan kadına, "İnsan böyle katil oluyor, cinayetler böyle çıkıyor" diye tepki gösterdi. Hakkında beni ölümle tehditten dava açıldı ancak vefat ettiği için dava düştü. Tabii tehditlerine aldırmayıp babalık davası da açtım. Anlatılanlara göre biyolojik annemle yolları Ankara'da kesişmiş görünüyor. Biyolojik annem, 13 yaşında Kars Akyaka'da yaşarken, babasının kumar borcu için kadınları fuhşa sürükleyen kişilere satılmış, Ertürk'le karşılaştıklarında hayat kadını yani. Zaten yakından tanıyanlar Ertürk'ün çok çapkın olduğunu anlatıyor. Hatta karısının evlat edinen anneme dert yandığını biliyorum, valizinden kadın iç çamaşırları çıkıyor diye."
Dilek Ekmekçi, Tevfik Ertürk ile babalık davası öncesi ilişkilerini ise şöyle anlatıyor:
"Çok sık görüşmesek de, O benim Tevfik Amcamdı. Bana kitap imzalamışlığı var. 1996 yılında hediye etmişti. Kitabı imzalarken ‘Beni, aileni ve Türkiye'yi çok sev ve unutma her şeyin en iyisini yapacak güçtesin' diye yazmıştı. Yüksek lisansı bitirdiğimi öğrendiği anda, telefonda mutluluktan ağladı, öyle ağladı ki konuşamadı. Benim yaşıtım olan torunu Nazlı ile görüşmemi de özellikle istemişlerdi, ancak görüşmek nasip olmadı. Bunun dışında ilk ve tek Barbie bebeğimi alan kişidir. İlk kimliğimi çıkarıp, evlat edinen aileme getiren kişidir. Benim üvey babam da, Tevfik Ertürk'ün kardeşine ev alması için yüklü miktar yardımda bulunmuştur, Ertürk üvey babama kardeşim dermiş. İlişkimiz ben ailemi sorgulamaya başlayana kadar böyleydi."
Kuran ailesiyle sohbet ederken, olası bir kadın cinayetinin izine de ulaşıyor Av. Dilek Ekmekçi:
"Sonradan anladım ki ailede bir kadın cinayeti yaşanmış. Çünkü ailede bir acı var, bir yara var, saklanan büyük bir sır var. Ayşe Arman'a verdiğim röportaj sırasında beni bunun ensest olduğuna inandırmışlardı. Ancak kadın cinayeti olduğunu anladım. Melahat Kuran adlı Demetevler'de hayat kadını olduğu söylenen bir kız kardeşleri varmış, aile içinde öldürülmüş, yok edilmiş ve muhtemelen sahte çocuk Neriman Kuran'ı gömdüklerinden söz ettikleri Kayaş Mezarlığı'na o kadın gömülmüş. Çünkü devletin kayıtlarına göre sahte çocuk kimsesizler adasından Elmadağ Mezarlığı'na nakil görünüyor. Devlet bu 60 yaşlarında görünen Melahat Kuran adlı kadını sağ biliyordu, ben ihbar ettim, iki kere takipsizlik kaldırdım. Meğer Ankara'daki savcılık bu işi araştırmakta ihmal ve gecikme gösterirken, yıllarca Ankara'da hayat kadınlığı yapmış bu kadını üç yaşında Yozgat'ta ölmüş gibi beyanla nüfustan düşürmüşler. Ben bunları da ortaya çıkardım. Tüm bunları ortaya çıkardığım için, Ertürklere babalık davası açmamdan iki hafta sonra Kuran ailesi de bana ve avukatıma 280 bin liralık manevi tazminat davası açtı. Ben de Kuranlara karşı manevi tazminat davası açtım. Davalar birleştirildi. Ancak dosyaya bakan erkek hâkim dosyadaki onlarca delile, soy bağı yok etme suçuna ilişkin profesör mütalaasına, eski ve taze sahteciliklere ilişkin iki tane grafoloji uzmanı akademisyenin daha mütalaasına, tanıklıklara rağmen benim tazminat talebimi reddedip, bir de beni tazminat ödemeye mahkûm etti. Bu kararı veren hâkim Selami Y.'nin dünya hukuk gününde hukuk katliamı yaptığını özellikle vurguladım. Kararın iyi niyetli olmadığını düşünüyorum. Zira bu karardan bir hafta sonra tazminat davası açtığım ilk analık babalık davama bakan hâkim Sebahattin A. E. bana karşı manevi tazminat davası açtı. Bu olaylar Twitter'da patlayınca da Ertürk ailesi bana karşı manevi tazminat davası açtı. Organize bir şekilde felç edilmiş, eril, erkek bir hukuk sistemini bana karşı yıldırma amaçlı kullanıyorlar. Çünkü ben çok yönlü olarak kadınlar ve çocukların hakkı için savaşıyorum."
Dilek Ekmekçi bir yandan bu paravan aileyle ilgili adli süreçlere devam ederken, bir yandan da gerçek annesini aramaya devam etti:
"Sonradan karşılıklı davalık olduğumuz aile hâkimi Sebahattin A. E.'nin ve savcılığın toplamadığı delilleri bile ben topladım ve gerçek annemin adının 2009 yılında Kars'ta ölen Pamuk Deniz olduğunu öğrendim. Emniyet tahkikatıyla nüfustan düşülmüştü ama defin ruhsatı dahi yoktu. Yılların savcısı da şaşırdı bu duruma. Nüfus Hizmetleri Kanunu'nun 33. maddesine göre yapılmış işlem. Ben bu maddeye cinayet örtbası maddesi diyorum. Dosyanın şüphelilerinden Kars Akyaka eski belediye başkanlarından ve öz dayım olan Abamüslüm Deniz, annemi defin ruhsatsız gömdüğünü ve ölüm yılını 2011 diyerek yalan beyan ettiğini savcılık ifadesinde itiraf etti."
Annesinin ismini öğrendikten sonra, önce annesinin mezarını açtırdı Ekmekçi ve DNA testiyle Pamuk Deniz'in kızı olduğunu kanıtladı. Ama orada da bir başka olası kadın cinayetiyle karşılaştı:
"Annem öldürülmüştü. Öldürüldüğünde muhtemelen 60 yaşlarındaydı. Öldürülmüştü çünkü mezardan çıkarılan kemiklerinde muazzam kırıklar saptandı. En ölümcül olanı da uyluk başı kırığıydı. Kars Devlet Hastanesi'ne götürdüklerini söylüyorlar ancak böyle bir tedavi kaydı olmadığı savcılık ile hastaneler, Sağlık Bakanlığı ve SGK arasındaki yazışmalarla kesinleşti, böyle bir kayıt yok, çünkü götürmemişler. Zaten tıbben kemiklerin halinden de belli tıbbi yardım almadan çok ciddi kırıklarla damarlı bölgenin akciğere emboli atması sonucu vefat ettiği, yönünde Cerrahpaşa Adli Tıp'ın mütalaası da var dosyada, ancak yine Adalet Bakanlığı, yine savcılık, yine Adli Tıp Kurumu, bu kadar kırığa bir ortopedist görüşü bile alamadı yıllardır. Şahsen annemi bulmak için sorgulamalara başladığımda öldürüldüğünü, azmettiricisinin Tevfik Ertürk, failinin de dayım olduğunu düşünüyorum, döve döve, eziyet ede ede, hastaneye götürmeden. Çünkü 29 Mart 2009'da ilk defa annemi aradığımı ve babam olabileceğini Tevfik Ertürk'e söylemiştim. O da "anneni bulsan babanı da bulacaksın değil mi, ben ne darbeler gördüm konuşmadım" demişti, annem o yerel seçim günü oy kullanıyor, o tarihten sonra bu eziyetleri yaşayıp, birkaç ay can çekişip vefat ediyor."
Bu bilgilere ulaşırken bir yandan da yeni bulduğu ablasının aslında annesi hakkında çok şey bildiğini de öğrenmiş Dilek Ekmekçi:
"Muhtemelen sonradan onun hayatıyla ilgili öğrendiğim gerçeklerin ortaya çıkmaması için sustu. Zaten, erkek arkadaşlarımla trafiğimin ortaya çıkmasını istemedim, diye de itiraf etti adliye koridorunda. Yurt kayıtlarında annemizin ablamı ziyaret ettiğini ortaya çıkardım. Ablam önce Keçiören'de, sonra Saray, en son da Burdur'da yurtlarda kalmış. Ablam "Beni her yerde ziyaret eden dirençli o kadın nasıl bu yaşta ölmüş olabilir?" merak ediyorum diyerek olayın üzerine gitmem için ima yollu beni yönlendirdi. Kemik kırıklarını öğrenince döverek öldürmüşler belli ki dedi ama asla öldürüldüğünü biliyordum demedi, bilgi değil yorum diye vurguladı."
Annesinin olası cinayet kurbanı olmasına rağmen etkin soruşturma yapılmadığını anlatıyor:
"Cerrahpaşa'dan mütalaa alıp, dayım, teyzem ve yengem hakkında cinayetten suç duyurusunda bulundum ama onu bile UYAP'a kaydetmediler, cinayet soruşturması açmadılar. Tablo net, aylarca vücudunda var olan kırıklar yüzünden ölmüş. O kadar kırığa rağmen, ifadelerde verilen onca açığa rağmen, hala bir cinayet soruşturması bile yok ortada. Uuzman polislere ifade aldıran yok, arama yok, yakalama yok, telefon dinleme yok, gözaltı yok, tutuklama yok. İki yılda bir yeni genç bir savcı geliyor, teyzemin üç yıldır ifadesini alamıyorlar, savcılıkla köşe kapmaca oynuyor, o kadar kırığa bir ortopedist görüşü bile alınamadan Adli Tıp Kurumu'nca rapor düzenleniyor ve ölüm sebebini bulamadık diyerek dosya soğutuluyor. Cerrahpaşa buldu ölüm sebebini de ATK neden bulamıyor? Ben bir Ceza Hukukçusu olarak bunları yaşıyorum, sıradan vatandaş ne yapsın? Olay hala soruşturma aşamasında. En kötü ihtimalle, dayım aynı evde yaşayan kardeşi olduğu için ihmali davranışla kasten öldürmeden yargılanmalı ama onun eziyetlerine tanıklık yapan öz teyzemin ifadesi bile yıllardır alınmadı. Resmen bu eli kanlı insanlara hayatınıza devam edin diyor devlet, böyle hukuk devleti mi olur?"
Annesinin şüpheli ölümünü araştırırken, babalık davası açarken, ablasının babasını ve ağabeyini bulmak için dedektif gibi araştırmalarını ve ablasıyla da ilişkilerini sürdürmüş Dilek Ekmekçi ve bu sırada tamamı yetiştirme yurtlarından çıkan pek çok kadınla tanışmış ablası sayesinde: "Çok enteresan bir dünyaydı. Birçoğu devlet kurumlarına yerleştirilmişti, orada çalışıyorlardı ama sürekli erkeklerin girip çıktığı, bir dünyaydı. Ve bu erkekler hiç sıradan erkekler değildi. Hâkimler, savcılar, bürokratlar, siyasetçiler, emniyetçiler"
"Aleyna Çakır 'yerli ve milli bir fuhuş çetesi'nin kurbanı"
Aleyna Çakır olarak bilinen Sema Esen adlı genç kadının şüpheli ölümü sonrası bildiklerini ve gördüklerini paylaşmaya karar verdiğini söyleyen Av. Dilek Ekmekçi, Sema Esen'in de ablası gibi "yerli ve milli bir fuhuş çetesi"nin kurbanı olduğunu iddia ediyor:
"Aleyna Çakır'ın ölümünden sorumlu olduğu öne sürülen Ümitcan Uygun'un annesi Gülay Uygun'un da öldürülmesi üzerine bildiklerimi anlatmak istedim. Gülay Uygun Facebook profiline SHÇEK dışında bir EGM yazmıştı. Hatta Aleyna Çakır'ın ölümünün de bu şebekeyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Olayı ekrana taşıyan Müge Anlı ekibiyle de görüştüm ama onlar konuyu kapatmayı tercih ettiler. Hâlbuki Gülay Uygun, SHÇEK'te çalışıyordu, EGM bağlantısını kendisi ifade etmişti. Öldürülmeseydi iki gün sonra ifade verecekti. Bu bağlantılar ortadayken Aleyna Çakır'ın ölümünden sorumlu olduğu söylenen Ümitcan Uygun'un İçişleri Bakanı'na meydan okuması benim için bardağı taşıran son damla oldu."
Aslında bu iddiaları yıllardır öne süren, hatta bunu yargıya da taşıyan Dilek Ekmekçi konuşmaya devam ediyor:
"Ablam bir sohbetimizde Osman K'nin teknesine eskort gittiğini anlatmıştı. Sonra pek çok arkadaşını tanıdım. Yıllardır yazıyorum, söylüyorum ama sanki yeni bir durummuş gibi algılanmasına sebep olunmasının nedeni ablam ile Aleyna Çakır'ın aynı düzenin kurbanı olmaları. Ankara on yıllardır kadın öğüten ama milliyetçi ve dindar geçinme riyakârlığında koca bir pavyon olmuş. Ablam gibi kadınlarsa hem kimsesiz ve aile konseptinden uzak olmaları; hem de memur oldukları için, siyasetçilere, hâkimlere ve bürokratlara eskortluk edebilecek görgüye sahip olmaları nedeniyle biçilmiş kaftan olarak görülüyorlar."
Tweet zincirinde çoğunu oldukça açık yazdığı birçok isim var Dilek Ekmekçi'nin. Ve bu isimlerin devletin birçok kanadında görevli olduğunu öne sürüyor ve bunun halen devletin içinde yuvalandığını söylediği FETÖ ile bağları olduğunu da:
"Bu yapının başını çeken erkeklerden benim bildiklerim A. H., S.T., M.Ö. ve M.Ö.’nün ağabeyi eski emniyet istihbarat şube müdürü K. Ö.’dir. Ergenekon davasında haksız yere yıllarca hapis yatan ve Albay Levent Göktaş'ın avukatı olan Serdar Öztürk de verdiği dilekçede Adnan Oktar'ın kedicikleriyle irtibat halindeki emniyet istihbarattaki FETÖ yapılanmasının en kritik isimleri arasında K.Ö.’yü göstermişti"
Ekmekçi, "Milli Damar" yapılanmasının altını çiziyor, bu grubun eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile bağlantılı olduğunu öne sürüyor ve Hanefi Avcı'nın da yıllar önce buna dikkat çektiğini söylüyor:
"A. H. ve M.Ö. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde Gökçek zamanında işe alınmış; kendilerini yıllarca Gökçek'in adamları olarak tanıtmış ancak Mansur Yavaş başkan olduktan sonra Yavaş'a ellerinde çiçeklerle gidip fotoğraf çektirmek veya yeni twitter hesabı açıp tweet atmak suretiyle destek vermeye başlamış iki isim.
Aleyna Çakır vakasından çok önce, 11 Kasım 2019'da bir suç duyurusuyla bu yapı hakkında şikayetçi olduğunu söyleyen Ekmekçi; "Ancak Cinsel Suçlar ve Ayrımcılık bürosu eski savcısı Mustafa Saylam'ın yürüttüğü soruşturmada hemen hiçbir delil toplanmadan, sunacağım arama kayıtları; sosyal medya ve iletişim içerikleri dâhil onlarca delil beklenmeden; adreslerini bildirdiğim tanıklar çağrılıp dinlenmeden, hiç evlenmemiş ablam ifadeye evli yazılarak takipsizlik kararı verildi" diyor.
Bu isimlerin ablası G.Ç.'le bağlantılı olduğunu da kanıtladığını söylüyor Av. Ekmekçi:
"Ali H.'nin tanımadığını iddia ettiği ablamın, bu kişinin Facebook sayfasında yığınla beğenisi var. HTS kayıtları istense ablamın en çok irtibatta olduğu kişilerin başında da bu isim olduğu anlaşılacak. Ekmekçi, Fetö'nün bu en kripto kanadının soruşturmaların davaya dönüşmesini engellediğini de iddia ediyor ve devam ediyor:
"Dosyada nüfuz kullanıldığı şüphesi uyandıran bir başka isim ise ablamın Antalya'da eskort gittiğini anlattığı eski ağır ceza reisi Osman K. ve onun arkadaşları halen görevdeki hakim H.K. ile savcı M.K. Ki, M.K. K.Ö. tarafından ablamın sevgilisi olarak anlatıldı bana. Başka türlü ablamın telefonla uzun görüşmeler yaptığı Atilla Ö. adında ülkücü bir hukuk profesörü gibi yapılanmadan eskort temin eden başka önemli isimlere, dosyaya sunulacak delillere ve dinlenmesi gerekli iki önemli tanığın adreslerine ilişkin 3 Şubat 2020'de verdiğim dilekçe 4 Şubat 2020'de takipsizlikle sonuçlanmazdı."
2020'nin başına kadar ablasının avukatlığını da yapmış Dilek Ekmekçi. Ama ablası G.Ç.'in 8 Ocak'ta tehdit ve şantajlar nedeniyle kendisini azlettiğini söylüyor ve en son hakkında gerçekçi olmayan iddialarla dolu bir ifade vermeye zorlandığını da: "Ablam bu işi kurcalamamı istemiyor. Çünkü yıllarca önemli mevkilerdeki kişilerce kullanılmış."
Bu süreci "kanser" gibi yaşadığını söyleyen Dilek Ekmekçi; "Cidden bildiğiniz gibi değil, son yedi yılda şahit olduğum kokuşmuşlukların hangi birini anlatsam bilmiyorum. Zira hepsi özünde aynı yara, kadının adı yok, adaletin de "a"sı yok. Bu kızlar yurttan çıkar çıkmaz şanslılarsa devlet memuru oluyorlar, olmayanlar Aleyna Çakır olayında olduğu gibi direk pavyona düşüyorlar. Şanslı olanlar ise şantaj-montaj amaçlı eskort olarak, hakimine, savcısına, siyasetçisine, bürokratına sunuluyor. Ve bunun başında da Emniyetteki birileri var. Sosyal hizmetlerdeki çürüklerle Emniyet'teki çürükler arasında kurulan bir çark bu. Buna FETÖ diyebilirsiniz, bürokratik ataerkil oligarşi diyebilirsiniz, derin devlet diyebilirsiniz. Bu ağ muhtemelen 1980 öncesinde de vardır ama esas olarak bu ağın Melih Gökçek'in Sosyal Hizmetler Genel Müdürlüğü döneminde kurumsallaştığını düşünüyorum" diye konuşuyor.
"Erkek ve ergen bir yapı ile savaşıyorum" diyen ve annesini aramakla başlayan bu süreçte en az 50 dava ve soruşturma ile uğraştığını söyleyen Ekmekçi'ye son açılan davalar ise, söyleşimizden hemen sonra babalık davası süren Ertürk ailesinin açtığı manevi tazminat davası ve K. Ö.'nin Ankara'dan jet hızıyla ulaşan savcılık şikâyeti:
"Adli Tıplardan savcılıklara kadar çok özel bir engellenme ile karşı karşıyayım. Çünkü ilmeğin bir tarafı çözülürse, bütün mafyöz düzen çözülecek bunu biliyorlar. Ben dava açmayayım isteniyor, onların açtığı karşı davalarla uğraşıp enerjimi buralara harcamam isteniyor, her şey zamana yayılarak unutturulmak isteniyor. Mesela fuhuş dosyasında bile zaman aşımını kullanmak için savcı ifade aldığında 12 yıl olan zaman aşımı, ifadeler kolluğa aldırılarak 8 yıla düşürülmeye çalışılıyor."
Dilek Ekmekçi akademik hayatını sürdürürken bir yandan da halen Twitter paylaşımlarını sürdürüyor, bir yandan da davalar açıyor, hakkında açılan davaları takip etmeyi sürdürüyor. İddialarının gerçekliğini ise, kendisinin de söylediği gibi "etkin soruşturmalar" ve "adil yargılamalar" gerçekleşirse kanıtlayacak ve sürecin nasıl seyredeceğini belli ki zaman ortaya koyacak.
© The Independentturkish