Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, kamuoyunda bilinen adıyla İstanbul Sözleşmesi, 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da düzenlenen Avrupa Konseyi 121. Bakanlar Komitesi Toplantısı'nda dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından imzalandı.
Sözleşmeye ilişkin kanun tasarısı, 24 Kasım 2011 Tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda tüm partilerin mutabakatıyla yapılan açık oylamada 1 çekimser, 246 milletvekilinin oyu ile kabul edilerek yasalaştı.
8 Mart 2012'de Resmi Gazete’de yayımlandı. 12 ülkenin taraf olmasıyla 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi.
Türkiye'nin ilk imzacı ülke olduğu İstanbul Sözleşmesi üzerinde iktidar kanadından yakın zamanda yapılan bazı açıklamalarla kamuoyunda ve siyasette tartışmaları alevlendirdi.
"Türk aile yapısını bozduğu", "eşcinselliğe yasal zemin hazırladığı" yönünde medya organlarında yer alan iddialar da dikkati çekti.
Şiddetle mücadelede, İstanbul Sözleşmesi'ndeki tanımıyla 'önleme' müdahalesine odaklanılması gerektiğine vurgu yapan TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) Başkanı, AK Parti Edirne Milletvekili Fatma Aksal, yapılacak mevzuat ve farkındalık çalışmalarında şiddetin hiç ortaya çıkmaması için neler yapılabilir konusuna eğilmenin önemli olduğunu söyledi.
İstanbul Sözleşmesi'nin toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik düzenleme olmasının, mevcut erkek egemen düzenin sürmesi ile düzenden yana olanlar için rahatsızlık verici olduğunu belirten CHP Eskişehir Milletvekili, KEFEK Başkanvekili Jale Nur Süllü, "'Kadını Yaşatır' sloganıyla savunduğumuz İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmeye izin vermeyecek; tam tersine etkin uygulanmasının sonuna kadar takipçisi olacağız" şeklinde konuştu.
KEFEK HDP Ankara Milletvekili Üyesi Filiz Kerestecioğlu, 27'nci yasama döneminin başında Meclis'teki diğer partilerden destek veren kadınlar ve önergelerle kurulan komisyona dikkat çekti ve "Yani mecliste AKP'nin de önergesiyle kurulmuş bir Komisyon var; İstanbul Sözleşmesi'nin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi Komisyonu. Hem Komisyon kurup, hem de sözleşmeden çıkma tartışmaları 'yaratmak' trajikomik bir durum değil mi" dedi.
Kerestecioğlu'nun, "Her gün kadınlar ölüyor ve etkin uygulanması gereken sözleşme ise uygulanmıyor" sözleri dikkati çekti.
İktidar ve muhalefet temsilcilerinin sözleşmeye ilişkin Independent Türkçe ile paylaştığı görüşleri şöyle:
"AB'de 15 yaşından itibaren her 3 kadından 1'i fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmıştır"
AK Parti'li Fatma Aksal, günümüzde alınan tüm önlemelere rağmen şiddetin, özellikle kadına yönelik şiddetin ekonomik gelişmişlik düzeyi fark etmeksizin tüm dünyada yaygın olarak görülmeye devam eden bir sorun olduğunu vurguladı.
"Birleşmiş Milletler verilerine göre, dünyada her üç kadından biri yaşamının herhangi bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmaktadır" diyen Aksal, sözlerini şöyle sürdürdü:
Kadının insan hak ve özgürlüklerini ihlal eden kadına yönelik şiddet; kadınların sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamda hak ve fırsatlardan adalet çerçevesinde yararlanmalarının önündeki en önemli etkenlerden biridir.
Kadına yönelik şiddet tüm dünyada karşılaşılan bir sorun olarak göze çarpmaktadır. AB'de 15 yaşından itibaren her 3 kadından 1'i (62 milyon kadın) fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalmıştır. Son 12 ayda ise bu kadınların %8'i fiziksel veya cinsel şiddet görmüştür.
AB'nin hazırlamış olduğu Kadına Yönelik Şiddet Raporu'na göre, tüm kadınlar arasında fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalma oranının yüzde 22 olduğunu belirten Aksal, "Ancak bu kadınların yüzde 67'si bu durumu resmi makamlara bildirmemiştir. Resmi makamlara bildirmeme, ülkemizde olduğu gibi AB'de de bir başka sorun alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Rapor, şiddetin özel bir sorun olarak değil kamusal sorun olarak görülmesi gerektiğini de özellikle vurgulamaktadır" şeklinde konuştu.
Kadına Yönelik Şiddet Raporu'na ilişkin bilgiler paylaşan Aksal, "Raporda ilginç bir şekilde, 15 yaşından itibaren en çok şiddete maruz kalan kadınların sırasıyla; Danimarka'da (yüzde 52), Finlandiya'da (yüzde 47) ve İsveç'te (yüzde 46), en az şiddete maruz kalan kadınların ise sırasıyla; Polonya'da (yüzde 19), Avusturya'da (yüzde 20), Hırvatistan'da (yüzde 21) olduğunu ortaya koymaktadır" dedi ve ekledi:
Bu da bize göstermektedir ki; kadın erkek fırsat eşitliği indekslerinde başı çeken ülkelerde dahi kadına yönelik şiddetin bir sorun olmaktan çıktığını söylemek mümkün değildir. Bu durumu da bir anlamda doğal karşılamak gerekir; çünkü kadın erkek fırsat eşitliğini sağlamak aynı anda birden fazla alanda başarı ve ilerleme gerektirmektedir. Şiddet bu alanlardan sadece biridir. Bu indeksler belirlenirken kadının toplumdaki yeri, karar alma mekanizmalarındaki oranı, ekonomiye katılma oranı gibi birçok değişik parametre göz önüne alınmaktadır.
"Şiddetin hiçbir şekilde bahanesi, mazereti ve gerekçesi olamaz"
Kadına yönelik şiddetin en uç noktasını ise, kadın cinayetlerinin oluşturduğunun altını çizen Aksal, "Gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, dünyanın her ülkesinde kadın cinayetlerinin devam ettiğini görmekteyiz. 2015 yılı Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Brezilya'da bir milyon kadında 42 kadın cinayete kurban giderken, ABD'de bu rakam 22, Arjantin'de 13, Kore'de 9, Belçika'da ve Avustralya'da 8, İsrail'de 7 olarak gerçekleşmiştir. Türkiye ise, Almanya, İsveç, Norveç, Hollanda, İspanya gibi ülkelerle birlikte 5 bandında yer almaktadır" ifadelerini kullandı.
Çok boyutlu bir sorun alanı olan kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin, yalnızca kadınları olumsuz etkilemekle kalmadığına, bir bütün olarak toplumu da olumsuz etkilediğine dikkati çeken Aksal, "Kadına yönelik şiddeti doğuran etkenler çoklu ve karmaşık bir yapı sergilemektedir. Bu nedenle şiddetin ortadan kaldırılması için gerekli kapsamlı ve eşgüdümlü politikalar Hükümetimizce etkin bir şekilde yürütülmektedir" dedi.
Aksal, "AK Parti hükümetleri her alanda olduğu gibi 'kadın hakları' alanında da önemli başarılara imza atmış reform niteliğinde yasal düzenlemeleri hayata geçirmiştir. Bu kapsamda kadına yönelik şiddetle mücadelede de her zaman kararlı bir duruş sergilenmiş ve tüm kurum ve kuruluşlar bünyesinde kadına karşı şiddeti önlemeye yönelik seferberlik başlatılmıştır" diye konuştu.
"Kadınlara karşı ayrımcılığı önlemek, kadının insan haklarını korumak ve geliştirmek, kadınların toplumsal hayatın tüm alanlarında hak, fırsat ve imkanlardan eşit biçimde yararlanmasını sağlamak temel amacımızdır" diyen Aksal, sözlerine şunları ekledi:
AK Parti hükümetleri 18 yıldır bu temel amaç doğrultusunda başta anayasa olmak üzere pek çok temel kanunda değişiklikler yaparak kadın ve erkek fırsat eşitliğinin sağlanmasına yönelik reform niteliğindeki yasal düzenlemeleri hızla kabul ederek uygulamasını sağlamıştır.
2004 yılında anayasamıza haklar konusunda özellikle kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir ve devlet bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür hükmü ilave edilmiş olup, bu maddeye 2010 yılında pozitif ayrımcılık eklenmiştir.
2012 yılında Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair 6284 Sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir mesafe kaydedilmiştir.
Bu kapsamda hukuki alandaki kazanımların fiil olarak da hayata geçmesi amacıyla hazırlanan karar ve politikaların etkin şekilde uygulanması ve izlenmesi için eylem planları hazırlanarak uygulamaya konulmuştur.
"Ekin ve sürdürülebilir çözümler, ancak güçlü ve kararlı işbirlikleri ile mümkündür"
AK Parti olarak 'kadına karşı şiddetle mücadelenin' Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde tüm kurum ve kuruluşlarca 'şiddete karşı sıfır tolerans' ilkesiyle yürütülmekte olduğu görüşünü dile getiren Aksal, "Bu ilkenin etkin şekilde uygulanması için her türlü tedbir alınmaktadır. Bu hususta hukuki alt yapı oluşturulmuş, mağdurların güçlendirilmesine yönelik çalışmalar hızla hayata geçilmiştir" dedi.
Şiddete uğrayan kadın ve çocukların korunması için koruyucu ve önleyici tedbirlerin geliştirilmesi ve etkin şekilde uygulanması ile mağdurların güçlendirilmesinin esas öncelikleri olduğunu belirten Aksal, "Şiddet mağdurunun yanı sıra şiddet uygulayana yönelik koruma, tedavi, rehabilitasyon hizmetlerinin sunulması ile bu hususta toplumsal farkındalığın ve duyarlılığın artırılması da büyük önem arz etmektedir" dedi.
Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu'nda kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi amacıyla, mevzuat ve uygulamada yaşanan sorunların tespit ederek bu konularda çözüm önerilerinin geliştirilmesi amacıyla çalışmalar yürütüldüğünü söyleyen Aksal, devam eden yasal süreçlerin de yakından takip edildiğini kaydetti.
Aksal, "Kadına yönelik şiddetle mücadele bir süreç olup kamu kurumları, özel sektör, sivil toplum kuruluşları, akademi ve medya dahil tüm kurumların işbirliği ile çözülebilecek bir husustur. Bu alanda etkin ve sürdürülebilir çözümler, ancak güçlü ve kararlı işbirlikleri ile mümkündür" ifadelerini kullandı.
"Amacımız toplumda kadın, erkek, çocuk hiç kimsenin bu insan hakkı ihlaline maruz kalmamasıdır"
Türkiye tarafından 2011 yılında imzalanarak onaylanan ve 1 Ağustos 2014 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren "Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"nin, kadına yönelik şiddet alanında başta kadınlar olmak üzere tüm ev içi şiddet mağdurlarını kapsadığını söyleyen Aksal, sözleşme ile ilgili şu açıklamalarda bulundu:
Sözleşmede 'kadına yönelik şiddet' kadına yönelik ayrımcılığın bir türü ve bir insan hakkı ihlali olarak anlaşılmaktadır. İster kamu hayatında ister özel hayatta meydana gelsin baskı veya özgürlüğünü engelleme de dahil kadınların fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zararı veya ıstırabı ile sonuçlanan veya sonuçlanması muhtemel olan tüm eylemler şiddet olarak tanımlanmaktadır.
Sözleşme, daha önce kabul edilmiş kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetle ilgili uluslararası standartları, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Komitesi'nin içtihatları ile öğretideki görüşler ve iyi ülke uygulamalarını da kodifiye etmiştir.
Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddete ilişkin soruşturma ve adli işlemler gecikmeksizin yürütülmekte ve mağdurun haklarını göz önünde bulundurarak yapılması amacıyla gerekli hukuki veya diğer önlemler alınmaktadır.
Amacımız elbette toplumda kadın, erkek, çocuk hiç kimsenin bu insan hakkı ihlaline maruz kalmamasıdır. Bu sorunların giderilmesine yönelik Hükümetimizce ve Meclisimizce ciddi çalışmalar yürütülmekte ve gerekli tedbirler hızla alınmaktadır"
Aksal, "Unutulmamadır ki şiddet ile mücadelede iki önemli husus vardır; birincisi, şiddete yönelik tedbirleri alırken ve uygularken sadece mağduru değil şiddet uygulayanı da düşünmek gerekmektedir. Hâkim ve diğer tedbir kararı verebilecek makamlar şiddet uygulayan kişi için koruyucu ve önleyici tedbirlere karar verirken amaç olarak mağdurun korunmasını amaçlamalı, karar verirken aile ilişkisinin devam edebileceğini de göz önünde tutarak şikayet edilen kişinin ekonomik durumunu, mali ve idari geleceğini, şiddetin ağırlığını göz önünde tutmalıdır" şeklinde konuştu.
"Şiddetin hiç ortaya çıkmaması için önleme müdahalesine odaklanılmalı"
Şiddetle mücadele konusunda ikinci önemli konunun ise, şiddetin hiç ortaya çıkmaması için yapılacak mücadeleye yani İstanbul Sözleşmesi'ndeki tanımıyla "önleme" müdahalesine odaklanmak olduğunu söyleyen Aksal, yapılacak mevzuat ve farkındalık çalışmalarında şiddetin hiç ortaya çıkmaması için neler yapılabilir konusuna eğilmenin önemini vurguladı.
"Ülkemizde AK Parti hükümetleri dönemindeki son 18 yılda kadının toplumsal statüsünün güçlendirilmesi, kadın haklarının geliştirilmesi ve kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi konularında çok önemli yasal düzenlemeler yapılmış ve şiddetle mücadeleye dair altyapı güçlendirilmiştir" diyen Aksal, sözlerini şöyle sürdürdü:
Ülkemizin milli ve manevi değerleriyle asla bağdaşmayan "kadına yönelik şiddet" özellikle Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın ifadesiyle "insanlığa karşı suç olarak görülmekte" ve şiddete karşı "sıfır tolerans" ilkesiyle Cumhurbaşkanlığımızın Başkanlığında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı başta olmak üzere tüm kurum ve kuruluşlarımız ile topyekün bir mücadele yürütülmektedir.
Kadına yönelik şiddetle mücadele; çok yönlü, bütüncül bir yaklaşımla ve başta tüm kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum, özel sektör, akademi ve medya olmak üzere sorumluluk ve vicdan sahibi herkesin tek yürek olarak ortak ve kararlı mücadelesiyle mümkündür.
Önemle belirtmek gerekir ki; "şiddetin önlenmesi" özellikle "kadınlara" ve "çocuklara" yönelik şiddetin önlenmesinde ve etkin tedbirler alınmasında kararlı bir Hükümet kararlı bir Meclis ve kararlı bir Komisyon olarak KEFEK bulunmaktadır.
"Kadına yönelik şiddetle mücadele"nin; Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu'nun (KEFEK) önem ve öncelik verdiği hususların başında geldiğini hatırlatan Aksal, 27'nci yasama döneminin hemen başında konuyla ilgili olarak kadına yönelik şiddetle etkin mücadelede alınması gereken önlemlerin tespit edilmesi amacıyla Alt Komisyon kurulduğunu söyledi.
Ayrıca şiddet mağdurlarının KEFEK'e başvurmasına yönelik çeşitli tanıtıcı faaliyetlerinin de bulunduğunu belirten Aksal, şunları söyledi:
Komisyonumuz, kadın haklarının korunması ve geliştirilmesi ile kadın erkek fırsat eşitliğinin sağlanması amaçlarıyla 2009 yılında 5840 sayılı Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu ile kurulmuştur.
Bu Kanun ve İçtüzük kapsamında Komisyonumuz; Meclis Başkanlığı tarafından kendisine havale edilen kanun tekliflerini görüşmenin yanı sıra kadın erkek eşitliği ihlaline ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa dair iddialarla ilgili başvuruları incelemekte, bünyesinde kurulan alt komisyonlar marifetiyle ihtisas alanındaki konularda raporlar hazırlamakta ve ulusal ve uluslararası kuruluşlarla birlikte önemli proje ve etkinliklere imza atmaktadır.
Kuruluşundan bu yana yürüttüğü faaliyetlerle Komisyonumuz, her alanda kadın erkek fırsat eşitliğinin sağlanması ve kadınların sorunlarının çözümü noktasında ihtiyaç duyulan mevzuat değişikliklerinin gerçekleştirilmesinde olduğu kadar toplumdaki zihinsel dönüşümün sağlanmasına yönelik de önemli katkılar sağlamıştır.
KEFEK'in kadın erkek eşitliğinin ihlaline ve cinsiyete dayalı ayrımcılığa dair iddialar ile ilgili başvuruları incelemekte ve gerekli gördüğü hallerde ilgili mercilere iletmekte olduğunu kaydeden Aksal, "Bu kapsamda Komisyonumuza kadına yönelik ayrımcılığın bir türü olan "kadına yönelik şiddetle" ilgili olarak çeşitli başvurular da yapılmaktadır. Başvurular Komisyonda incelenerek ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği halinde, talebin karşılanması mağduriyetin giderilmesine yönelik önlem alınması sağlanmaktadır" şeklinde konuştu.
"İstanbul Sözleşmesi'nin etkin uygulanmasının sonuna kadar takipçisi olacağız"
KEFEK Başkanvekili CHP'li Jale Nur Süllü, "Kadına yönelik şiddetin sona erdirilmesi amacını taşıyan İstanbul Sözleşmesi, ana çerçevesini toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesinin oluşturduğu, kadına yönelik şiddetin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle var olduğunu dile getiren bir hukuk metnidir. Kadınların, erkek egemen toplum yapısından kaynaklanan eşitsiz güç ilişkilerine karşı verdiği uzun mücadelede, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde son derece önemli bir kazanımdır" dedi.
"Kadınlar açısından böylesi önemli bir kazanımın, gerçek dışı söylemlerle eleştiriye açılarak asılsız nitelendirmelerle imzadan geri çekilmenin gündeme taşınması, kabul edilebilecek bir yaklaşım değildir" diyen Süllü, şunları söyledi:
Bu yaklaşım, 'toplumsal cinsiyet eşitliği' tanımlamasını kullanmaktan ısrarla kaçınan, konuyu, kadın-erkek fırsat eşitliği düzlemine çekmeye çalışan, kadın ile erkek rollerinin ve aralarındaki güç ilişkisinin toplumsal olarak belirlendiğini, kabul etmeyerek 'yaradılıştan' kendi deyimleriyle 'fıtrattan' geldiğine inandırmak anlayışını benimseyenler tarafından dile getirilmektedir.
İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkanların ortak noktası, onların deyimiyle 'kadın erkek eşitliğine' karşıtlıktır. Aslında karşı çıkılan sözleşme değil, erkeklerin toplum içindeki egemen konumunu yitirmesi kaygısı ile toplumsal cinsiyet eşitliğidir. İstanbul Sözleşmesi'nin toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik düzenleme olması, mevcut erkek egemen düzenin sürmesi ile düzenden yana olanlar için, rahatsızlık vericidir.
Süllü, "Bu rahatsızlığı gidermek için, bir dönem, İstanbul Sözleşmesi'ni imzalamakla övünen AKP merkezi yönetimi, bu kez de kendi çaresizliğini ve tükenmiş politikalarını gizlemek adına, her zaman kullandığı ayrıştırma ve kutuplaştırmadan beslenme anlayışını, bu kez de İstanbul Sözleşmesi üzerinden yürütmeye çalışıyor. İstanbul Sözleşmesine karşı olan Fetöcülerle olan birlikteliklerinden ders çıkarmayıp, şimdi farklı tarikat ve cemaatler ile işbirliği yapanlar tepkileri bertaraf etmek adına 'gerekli düzenlemeleri yaparız, girdiysek çıkarız' gibi, söylemlerle gerçek gündemi gizleme çabası içinde" dedi.
"Kadına yönelik şiddet ve istismar vakaları ile kadın cinayetlerinin böylesine arttığı bir ortamda, önlemek yükümlülüğüne sahip olanların, kendi bekalarını sürdürmek adına İstanbul Sözleşmesi'ni tartışma konusu yapmasını kabul edecek değiliz" diyen Süllü, "'Kadını Yaşatır' sloganıyla savunduğumuz İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmeye izin vermeyecek; tam tersine etkin uygulanmasının sonuna kadar takipçisi olacağız" şeklinde konuştu.
"Her gün kadınlar ölüyor ve etkin uygulanması gereken sözleşme ise uygulanmıyor"
İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme tartışmalarının geniş bir bağlamda değerlendirilmek gerektiğini söyleyen HDP Ankara Milletvekili, KEFEK Üyesi Filiz Kerestecioğlu, "Çünkü iktidarın kadınları ilgilendiren politikalarını, gündelik hayatın her alanında hegemonya kurma derdinden bağımsız düşünemiyoruz" ifadelerini kullandı.
Sağlık, eğitim gibi sosyal haklardan erkek şiddetine, istihdama katılım, eşit işe eşit ücret gibi ekonomik haklardan siyaset ve karar mekanizmalarına katılıma kadar kadınların hayatlarını şekillendiren konularda iktidarın politik tercihleri hep aynı amaca işaret ettiğini söyleyen Kerestecioğlu, şu açıklamalarda bulundu:
Erkek egemen bir bakışla şekillenen bu tercihler, 'belli türde ve makbul' kadınlık erkeklik hallerini ve cinsiyet ilişkilerini fıtrat gibi özcü bir temele oturtarak normal ve doğalmış gibi dayatırken, bununla çatışan cinsiyet kimliklerini ya da eşitlik gibi politik talepleri marjinalleştirmeye hizmet ediyor.
Bunu da, sosyal yardımlardan yargı mekanizmasına devlet aygıtı içinde zaten yerleşik olan erkek egemenliğini büyüterek yapıyor. Kendine yakın sivil toplum örgütleri yoluyla, söylemleriyle ve medya araçlarıyla kendi makbulünü topluma yaygınlaştırmaya çalışıyor. Ancak bununla da sınırlı düşünmemek gerekir.
Çünkü erkek egemenliği; sadece aile içinde, evde ya da sokakta şiddet olarak tezahür eden bir şey değil. Bir sistem sorunu; dolayısıyla kadınlar için ne amaçla ne kadar bütçe ayrıldığı, kadınların hangi durumlarda şiddetten korunduğu, hangi durumlarda şiddetin üstünün örtüldüğü ya da savaş politikaları çerçevesinde hangi kadınların yaşamlarının gözden çıkarılabilir olduğu da sorunun bir parçası.
Bunun bir diğer ayağının ise, sözleşmeden çekilme tartışmasında olduğu gibi kadınların mücadelesini ve kazanımlarını tartışma konusu haline getirmek olduğunu savunan Kerestecioğlu, "Nafaka hakkını hedef alan yanıltıcı söylemler ya da çocuk yaşta evlendirmeler ve rıza yaşı tartışmaları da bu kapsamda düşünülmeli. Fakat kadınlar bu hakları büyük mücadelelerle, büyük bir emek ve inatla kazandılar. İktidar bunu sürekli es geçerek, kadınların realitesinden kopuk, sorunlarını ve taleplerini görmeyen, tepeden inme kararlarla bir şeyleri değiştirebileceğini sanarak çok yanılıyor" diye konuştu.
Kerestecioğlu, "Sözleşmeden çekilme kararının kamuoyunda hemen her cenahtan kadın tarafından tepkiyle karşılanmasının nedeni çok açık: her gün kadınlar ölüyor ve etkin uygulanması gereken sözleşme ise uygulanmıyor. Türkiye'de hala bir tane şiddet hattı yok. 183 bir torba hat; yaşlı, kadın, gazi yakını herkes bu hattı aramak zorunda, dolayısıyla uzmanlaşmış nitelikli bir hizmet yok" dedi.
"Sığınak kapasitesi hala yetersiz. ŞÖNİM'lerin pek çoğundan nitelikli hizmet alamıyorsunuz. Karakollarda, mahkemelerde kadınlar hala ciddi önyargılarla karşılaşıyor, koruyucu ve önleyici tedbirler gerektiği gibi uygulanmadığı için kadınlar öldürülebiliyor" diyen Kerestecioğlu, sözlerie şunları ekledi:
Durum buyken son derece suni, hiçbir maddi gerçekliği olmayan iddialarla hem de tamamen ithal bir söylemle Sözleşme tartışmaya açıldı. Katolik kilisesinin argümanını birileri 'yerli ve milli' diye pazarlamaya çalıştı. Kadınların buna karşı direnişi çok kitlesel ve net oldu. Bu yüzden artık Sözleşmeden çekilme tartışmasının ancak gündemi kaynatma amacıyla yeniden karşımıza çıkarılabileceğini, fakat Sözleşmeden çıkılmayacağını düşünüyorum.
"Hem komisyon kurup, hem de sözleşmeden çıkma tartışmaları 'yaratmak' trajikomik bir durum değil mi?"
Kerestecioğlu, "Aslında iktidarın İstanbul Sözleşmesi konusunda yekpare bir duruşu olmadığını da tekrar hatırlatmak lazım. HDP olarak İstanbul Sözleşmesi'nin etkin uygulanması ve izlenmesi amacıyla komisyon kurulması için yıllarca önergeler verdik ve 27'nci dönemin başında bunu Meclis'teki diğer partilerden destek veren kadınlarla ve önergelerle birlikte başardık. Yani mecliste AKP'nin de önergesiyle kurulmuş bir Komisyon var; İstanbul Sözleşmesi'nin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi Komisyonu. Hem Komisyon kurup, hem de Sözleşmeden çıkma tartışmaları 'yaratmak' trajikomik bir durum değil mi!" diye konuştu.
Komisyonun bir yıldan fazla çalıştığını ve şu anda raporunu hazırlamış olması gerektiğini söyleyen Kerestecioğlu, "Ama bu tartışmalar nedeniyle o rapor hazırlama süreci biraz kasıtlı olarak bir kenara bırakıldı. Biz de hazırlık yapıyoruz, rapor istediğimiz gibi çıkmazsa muhalefet şerhi yazacağız" dedi.
Kerestecioğlu, "Yine haberlerden takip ettiğimiz kadarıyla Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı da sözleşmeden çekilmenin doğru olmayacağını düşünüyor. Sözleşmenin önerdiği yol haritası uygulandığında nice kadının ölümden dönüp yeni yaşamlar kurabilmesine birebir tanık oldukları için bu yönde görüş beyan ettiklerini tahmin ediyorum" ifadelerini kullandı.
"Muhalefetin de burada kendisinde bir sorumluluk bulması gerekiyor" sözleriyle özeleştiride bulunan Kerestecioğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
Daha fazla anlatabilirdik. Daha fazla yaygınlaşmasını sağlayabilirdik. Etkin uygulanması için daha çok ısrarcı olabilirdik. Bugün sadece İstanbul Sözleşmesi değil toplumsal cinsiyet kavramının ne olduğu da bilinmiyor aslında.
Bir kez daha söyleyelim. Toplumsal cinsiyet rolleri dediğimiz şey toplumsal güç ilişkileri içinde inşa edilen ve kişilere atfedilen kadınlık erkeklik benzeri cinsiyet rolleri. Biz eşitsiz toplumsal cinsiyet ilişkilerine karşı çıkıyoruz.
Herkesin eşit olduğunu ve eşit yurttaşlar olarak dünyada var olduğumuzu ifade diyoruz. İstanbul Sözleşmesi'nde iktidar cenahının karşı çıktığı şeylerden biri bu: cinsiyet eşitliği. Bu nedenle kendi kendilerine kavramlar üretiyorlar.
Kerestecioğlu, "'Toplumsal cinsiyet adaleti' falan diyorlar. Kendi imzaladıkları şeyin ne olduğuna da bakmamışlar. Kendileri de bilmiyor. Sözleşme aslında en basit haliyle cinsiyeti nedeniyle kimsenin şiddete uğramadığı bir düzen kurma sorumluluğu veriyor devletlere. Sadece kadınlar ve LGBTİ+'ları değil, her yurttaşın, vatandaşlık bağıyla bağlı olsun ya da olmasın bu ülkede yaşayan herkesin şiddetten korunmasını amaçlayan, bunun için somut çözümler getiren bir sözleşme" diye konuştu.
Kerestecioğlu, "İstanbul Sözleşmesi'nden cinsel yönelim kavramını çıkardılar diyelim, ne olacak? Onlar şiddete uğradığında engellemeyecek misiniz? İşte şimdi kavramları hedef alarak bulmaya çalıştıkları çözüm sanırım bu. Net ve açık gerçeklik; şiddet yoğun ve öldürülüyoruz! Siyaset bunu engellemek üzerine yürütülmeli" dedi.
İstanbul sözleşmesi ne getiriyor?
- Düzenli olarak 'farkındalık yaratma' kampanyaları
- Kalıp yargılar, toplumsal cinsiyet rolleri ve önyargıları dönüştüren eğitim materyalleri
- Sözleşme kapsamına giren bütün şiddet biçimlerinin önlenmesi ve mağdurun korunması için önleyici tedbirler alınması
- Sivil toplum ve medya ile yakın işbirliği
- Mağdurlara sığınma, yasal ve psikolojik danışmanlık hizmetleri desteği
- Kolluk kuvvetlerinin anında ve gerektiği gibi müdahalesi zorunluğu
- Ücretsiz ve uzman 24/7 telefon yardım ve destek hatları
- Çocuk mağdurlar ve tanıklar için uzman koruma ve destek hizmeti
- Tecavüz ve cinsel şiddet mağdurları için uzmanlaşmış destek hizmetleri
- Bütün süreçte 'mağdur odaklı' ve 'toplumsal cinsiyete dayalı şiddet' kavramı ile hareket etme zorunluğu
- Mağdurun ihtiyaçları ve güvenliğinin, soruşturma/kovuşturmanın bütün aşamalarında göz önüne alınması
- Risk değerlendirmesi ve yönetimi
- Acil uzaklaştırma tedbiri
- Koruma tedbirleri
- Şikayetin geri çekilmesi durumunda da soruşturmanın re'sen devamı zorunluğu
- Belli suçlarda zaman aşımı süresinin uzatılması vb.
- Bütüncül Politikalarla Hareket Etme
- Güvenlik, yargı ve sosyal hizmet kurumları arasında eşgüdüm
- Medya ve politika yapıcılarının desteği
- Sivil toplumla (özellikle KYŞ konusunda çalışan STK'larla) işbirliği
- Veri toplanması ve değişimi, "iyi örnek"lerin paylaşılması vb. için devletler arasında işbirliği
- Devletin bütün kurum ve görevlileri için;
- Sözleşmenin hükümlerini uygulama zorunluluğu.
© The Independentturkish