Seyyid Muhammed Hüseyin el-Hekim, Irak’taki en önemli Şii alimlerden biri. Gün gelip Büyük Ayetullah Ali el-Sistani öldüğünde, büyük ihtimalle Hekim’in babası Muhammed Seyyid bölgedeki baş vaizlik rolünü üstlenecek ve söylenenlere bakılırsa görev ondan sonra Hekim’in kardeşi Riyad’a geçecek. Dolayısıyla bu “bildiğini söyleyen” sağduyulu adam, kendi doğru yolunda ilerlerken mutlak teolojinden ziyade hümanizm destekçisi gibi görünüyor. Karşısına geçip oturduğunuzda, Irak’ın örselenmiş topraklarında önemsenen bir sesi dinlemekte olduğunuzu biliyorsunuz.
Onlarca Seyyid ve sarıklı öğrenci, Muhammed Peygamber’in kuzeni İmam Ali’nin altın kubbeli türbesinden yalnızca birkaç yüz metre ötede yer alan Seyyid’in ders salonunun demir kapısını aşındırıyor. Fakat Seyyid Hekim ne siyasi ne de dini açıdan sözünü sakınan biri. Hayır, fark edeceğiniz üzere İran, Irak Şia’sına akıl hocalığı yapmıyor. IŞİD’den ya da Batı’dan korkmuyor. Bugün bütün Irak’ta olduğu gibi sohbetimiz sırasında da Saddam’ın adı sık sık geçiyor. Tabii Şah’tan ve hatta Osmanlı İmparatorluğu’ndan da bahsediyoruz.
Osmanlılarla başladık:
“Herhangi bir bilimsel başarıya sahip değillerdi. Halklarını güç kullanarak yönetirlerdi. Kendi insanlarını karanlıkta bıraktılar, onları bilimden uzak tuttular. Batı bilimiyle çıkageldiğinde onların stratejileri ülkeleri bölmek ve böylece kolayca yönetmek oldu. I. ve II. Dünya Savaşlarından geriye, devam etmek üzere bu iç çalkantılar kaldı ve Batı, Birleşmiş Milletler (BM) ya da insan haklarının değil kendi çıkarlarının peşine düştü. Oysa savaşlar sadece bu bölgelerde yaşanmıyordu. Almanya ve Fransa arasındaki çatışma (Saddam’ın 1980-1988 yıllarında İran’ı istila ettiği) Irak ve İran arasındaki çarpışma gibiydi."
Buraya kadar her şey yolunda ve anlatılanlar tanıdık:
“Daha sonra Avrupa’da siyasi çıkarlar şahsi çıkarların önüne geçti. Avrupa Birliği’ni (AB) yarattılar ve onu geliştirmeye çalıştılar. Bununla birlikte Avrupa’nın sağcı aşırılığa yol vermesi halinde (buradaki) çatışma Avrupa’ya dönecek. Eğer (Avrupalılar) buna izin verirse ortak çalışma zeminleri kalmayacak. Biz bunun yaşanmasını istemeyiz. Söz konusu çatışmanın büyümemesini ve sonunda baskın çıkmak için ABD’nin sağcı aşırılığı beslememesini umuyoruz. Şu an Brexit’le zaten bunu yapıyorlar!”
Seyyid’in küçük ofisinin her yanında gülüşmeler duyuluyor. Peygamber’in halefi Ali’nin büyük türbesine ve Humeyni’nin 1979’a kadar süren Irak sürgününde kaldığı yoksul eve çok yakın bu yerde Brexit’in karşımıza çıkmasını beklemiyordum. Büyük adam Seyyid Hekim bana, “Şiilikte, bir alim ne kadar çok şey bilirse, o kadar alçak gönüllü olmalı. Aksi halde bir diktatöre dönüşür” hatırlatmasında bulunuyor. Şiilik, Batı dünyasını belki de düşündüğümüzden çok daha iyi anlıyor ve kesinlikle bağımsızlar. Örneğin Seyyid, İran’ın Farsçasını çok az konuşuyor. Belki de İran’ın er ya da geç nüfusun yüzde 65’ini Şiilerin oluşturduğu Şii Irak’a egemen olup olmayacağını sorduğumda kendimi bölgesel teolojinin ilkeleri üzerine bir ders dinlerken buluyorum.
“Diğer ekollerden farklı olarak (Irak’taki) Necef ekolünü takip ediyoruz” diyen Hekim, “Bütün Şii ekoller bilimsel açıdan aynı. Fakat biz siyasete karışmıyoruz. Biz Şiiler, Büyük Ayetullahlarımız gibi, Peygamber’i ve 12 İmam’ı nasıl anlayacağımız konusunda düşüncelerimizde özgürüz. Farklı görüşlere saygı duyuyoruz” şeklinde konuşuyor.
Burada küçük dersimizin odağı daha da daralıyor:
“(İran’ın) Kum kentindeki “mercilik” (büyük alimler) kurumundan farklı görüşlere sahibiz. Humeyni öğretisinden farklılık anlamına gelen dini liderlik anlayışına gerek görmüyoruz. Burada siyasete girmemeliyiz.”
Mesaj oldukça açık. Humeyni’nin - ve günümüzde ihtiyarlamış Ayetullah Hamaney’in - yüce dini lider anlayışının Necef’te bir hükmü yok. Gerçi Seyyid Hekim bunu kelimelere dökmemiş olsa da dini lider düşüncesi İran’da da tarihsel bir mevcudiyete sahip değil.
Sonrasında süratle yakın Ortadoğu tarihine dönüyoruz. İran Şahı, Körfez “polisi” şeklinde adlandırıldı:
“Batı’yla sıkı ilişkilere sahipti. İran’da rejim değiştiğinde, ülke bu eksenden çıktı. İran’daki yeni devrimin Batı’yla problemleri vardı, özellikle de ABD Büyükelçiliği’nin kuşatılmasından sonra. İran şimdi güçlü bir ülke ve diğer milletler yeni hükümetten ürküyor. Tarihe baktığınızda, Türkiye, Irak ve Filistin (İsrail) gibi 3 güçlü ülkenin, İran’ı güçlü ordularla çevrelediğini görürsünüz. Körfez ülkeleri bunda iyi bir rol oynadı. Her savaşta, insana ve paraya ihtiyaç duyulur. Batı, silah sağlama konusunda epey cömert davrandı.”
Sohbetimiz Rönesans sonrası döneme varınca burada kısa bir tarihsel ara veriyoruz:
“300 yıl önce Batı’da, kilise ve bilim insanları arasında çatışma vardı. Bu çatışmadan, bilimsel gerçeklere dayanan bilim insanları galip çıktı. Halk, bilim insanlarını destekledi. Bizim inancımız bu bilimle çatışmıyor.”
Bunun Batı düşüncesiyle ince bir uyumlaştırma olup olmadığını merak ettim. Belki de Müslüman teolojisinde Martin Luther’e bir temastı. Seyyid Hekim’in, daha karanlık kökleri olan daha güncel bir olgu hakkında söyleyecek daha çok sözü var: IŞİD. “İnsanları nefretle beslemeye çalışan, böylece onları ne derlerse desinler inanacak şekilde yetiştirip bizlere karşı kullanan, topluma karışıp bazı insanları dış dünyadan tecrit eden" bir örgüt olarak IŞİD'den bahsederken Hekim'in coşkusu artıyor.
Bu, bizim Batılı “uzmanlarımızın” IŞİD’in ölüm kültü tanımlaması üzerine farklı bir yorum:
"Umutsuz insanları, boş yere ümitlendirerek kullanmaya çalışıyorlar. ‘Umutsuz’ insanlara yaklaşarak, ‘sahip olduğunuz tek seçenek bu’ şeklinde bir umut penceresi açmaya çalışıyorlar. Bu insanları düzmece bir ideolojiye yönelterek aralarında iç çatışma çıkarmaya kalkışıyorlar. Bin Ladin bir keresinde 18-25 yaş arasındaki insanlara yoğunlaşmaları gerektiğini söylemişti… Yeniyetmelik çağında yüksek umutlara ancak çok az dayanağa sahip olan insanlar iç çatışma halinde olur. IŞİD, çoçukluklarının bitişinin tadını çıkaramayan bu insanların yaşadığı çatışmayı onların zihinlerini ele geçirmek için kullanıyor. IŞİD böylelikle bu kişilere büyük sorumluluklar yüklüyor ve ‘Artık çocuk değilsiniz’ diyor.”
Seyyid, şiddet içeren bu ideolojinin değişmesi gerektiğini belirtiyor:
"IŞİD, ne Irak’ta ne Musul’da ne Tikrit’te ne de Ramadi’de doğdu. Bu, planlı ve finanse edilen bir ideolojinin sonucudur… Vahhabi (Sünni) ideolojisini besleyen siyasi bir el mevcut. İnsanları şiddetin daha fazla şiddet doğuracağına ikna etmek zorundayız. Bir arada yaşamak zorundalar. Bu ‘içsel nefreti’ azaltacak unsurlar var: Bilgi ve kültür, verimli çalışma, birlikte var olma ve insani değerler."
Bunlar, insanları IŞİD’e karşı uzun ve çetin savaşlar vermiş bir adamdan duymak adına ilginç sözler. Öyle geliyor ki Vahhabileri, Suudi diye okuyabilirsiniz.
Sanırım Seyyid’in zihninde IŞİD konusundan bağımsız olarak Saddam’ın yaşattığı dehşet, Şiilerin mukavemetinin kanıtı olarak duruyor. Dahası Hekim, Şii Müslümanların “dünya ve ahiret arasında denge kurduğunu, dolayısıyla herhangi bir krizin doruğundayken (yardıma koşacak) umudun ve büyük sabrın buradan geldiğini ve bunun geleceğe attığımız bir adım olduğunu” tekrarlıyor. Şiilerin işkence odalarına ve Saddam’ın ölüm çukurlarına, onlarca yıl süren mahkumiyete ve IŞİD’in kitlesel cinayetlerine nasıl olup da dayandığının sırrı burada mı yatıyor? Hümanizm kazanır. Söylemek istenen bu mu? Teoloji, gazeteciler açısından izah etmesi tehlikeli bir konu.
Irak’ın bir sonraki Büyük Ayetullahı olacak Seyyid’in yaşlı babasının, karşılaşmamızda ihtiyarlamış ellerini bana yaslayarak söylediği şeyin nedeni belki de budur: İki tür gazeteci vardır: Yalan söyleyenler ve doğruyu anlatmaya çalışanlar. Umarım sen ikincisisindir.
Sorunun cevabını, oğul Seyyid Muhammed-Hüseyin el-Hekim bu kelimeleri okuduktan sonra öğreneceğiz.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
https://www.independent.co.uk/voices
Independent Türkçe için çeviren: Esra Güngör
© The Independent