Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2015 yılında 39 bin ton olan pestisit kullanımı 2018’de 60 bin tona ulaştı.
Kimyasal gübreler, ithalata bağımlı olduğu için maliyetleri yükseltmesi, gıda sağlığı açısından tehlikeleri beraberinde getirmesi gibi pek çok sorunu ve tartışmayı da barındırıyor.
Alman ilaç ve kimya devi Bayer, Türkiye'de de satılan ve yabani otları kurutmak için kullanılan RoundUp adlı ilacın kansere yol açtığı iddiasıyla açılan dava sonrası, davacılara 10,9 milyar dolar ödemeyi kabul etti. Bayer'in bu adımı, tarımda kimyasal kullanımı tartışmasını yeniden alevlendirdi.
RoundUp, tarımsal alanlarda ekili ürün dışında kalan bitkileri öldürmek için kullanılan bir glifosat ürünü ve tarımda kullanılan yüzlerce kimyasaldan sadece biri.
Türkiye’de glifosat kullanımının son 20 yılda katlanarak arttığı ve binlerce tona ulaştığı tahminleri yapılırken, Bayer’in ürettiği glifosat etken maddeli RoundUp adlı tarım ilacına karşı Türkiye’de de açılan bir dava var.
Davanın duruşması 10 Temmuz’da Ankara’da görülecek.
Tarımda kullanılan kimyasallardan sadece birinin bile telafisi mümkün olmayan ciddi sorunlar ortaya çıkarmaktayken, kimyasal kullanımının nedenlerini, ortaya çıkardığı sonuçları ve tarımsal üretim alternatiflerini tartışmaya açan soruları konunun uzmanlarına sorduk.
Tarımsal üretimin hangi aşamalarında kimyasal madde kullanılıyor?
Kimyasal madde kullanımının tarımsal faaliyetlere maliyet, verimlilik ve gıda sağlığı gibi konularda ne gibi etkileri oluyor?
Tarımda kimyasal kullanımı bir zorunluluk mu? Vazgeçmek mümkün mü, nasıl?
Toplumun tarımsal gıda ihtiyacını karşılayacak bir alternatif tarımsal üretim mümkün mü?
"Tarım ilaçları kalıntıları sorunu ise çok büyüktür"
Tarım ekonomisti Prof. Dr. Tayfun Özkaya, kimyasalların, üretim aşamasında kullanıldığı gibi, depolamada, nakliye sırasında ve marketlerde satış aşamalarında da kullanıldığını söyledi.
Kimyasal madde kullanımının tarımsal faaliyetlere etkisini değerlendiren Özkaya, “Tarım ilaçları ve kimyasal gübrelerin fiyatları çok hızlı artıyor. Örneğin tarım ilaçları fiyatları bir yıl içinde yüzde 50 ila 80 arasında arttı. Son beş yıldır artış oranı yüzde 300-400 arasındadır. Buna karşılık çiftçi eline geçen ürün fiyatları ya çok yetersiz artmış ya da artmamıştır. Böylece çiftçi girdi fiyatları ve ürün fiyatları makası arasında ezilmektedir. Tarım ilaçları kullanımı artmasına karşı verim artmamaktadır. Tarım ilaçları kalıntıları sorunu ise çok büyüktür” ifadelerini kullandı.
"Önce yerel tohumlara dayalı bir biyoçeşitlilik olmalı"
Tarımda kimyasal kullanımı bir zorunluluk olmadığını, kimyasal kullanımından vazgeçmenin mümkün olduğunu söyleyen Özkaya, “Vazgeçmek mümkün. Kısacası agroekolojiye dayalı bir tarıma geçmek gerekiyor. Bunun birçok araçları var. Birincisi biyoçeşitlilik” dedi.
Özkaya, “Önce yerel tohumlara dayalı bir biyoçeşitlilik olmalı. Çoklu ürün de gerekli. Az sayıda türde (örneğin sadece pamuk) ürün yetiştirmek zararlı ve hastalıkları artırıyor. Bir sorun olduğunda ise ev yapımı ilaçlar kullanılabilir. Bütün bunlar bir yılda gerçekleşemez. Üç dört yıl süren bir geçiş süresi gerekebilir” diye konuştu.
"Agroekoloji aynı zamanda bir harekettir"
Özkaya, kimyasal kullanımına alternatif olarak önerdiği agroekolojiyi şöyle anlattı:
Agroekoloji organik tarımı da kapsayan bir şemsiye terim olarak düşünülebilir. Ancak organik tarım birçok ülkede ve Türkiye'de sistem içine alınmıştır. Yasalar bunu pekiştirmiştir. Türkiye'de de organik kanunu vardır. Örneğin organik tarımda kontrol şirketlerinin sertifikasyonu zorunluluktur. Halbuki katılımcı sertifikasyon (buna katılımcı onay sistemi de diyebiliriz) da söz konusudur.
Organik tarımda daha çok biyopestisitlerin kullanıldığını söyleyen Özkaya, “Kısacası organik tarımda tarım kimyasalları yerine biyopestisitlerin ikamesini yapmaktadır. Biyopestisitleri gene tarım ilacı şirketleri üretir. Daha pahalıdır” ifadelerini kullandı.
Özkaya, “Ayrıca organik tarım yeterince ekolojik ve eşitlikçi değildir. Büyük bir şirket geniş bir alanda organik tarım yaptığında az sayıda ürün yetiştirebilir. Örneğin sadece bir çeşit şeftali. Yabancı işçiyi sömürür. Ürünleri zenginlere pazarlanır ve çok uzak yerlere gönderilir. Bunlar ne ekolojik ne de eşitlikçidir. Agroekoloji aynı zamanda bir harekettir” dedi.
"Kurak yıllarda ekolojik üretimde verim daha yüksek"
Tarımda kimyasal kullanımının tartışıldığı bir dönemde toplumun gıda ihtiyacının kimyasal kullanımı olmaksızın karşılayacak bir alternatif tarımsal üretimin mümkün olup olmadığı sorusunu yanıtlayan Özkaya, şunları söyledi:
Endüstriyel tarım bugün bütün dünyayı doyuramıyor. Bir milyara yakın insan aç. Açlık sosyal ve politik bir sorun. Gıda üretimi azlığı ile ilgili değil. Dünyada gıda üretiminin hacim olarak üçte biri, enerji olarak dörtte biri çöpe atılıyor. Ayrıca bir milyara yakın insan obez.
"Agroekolojik tarımın adeta adı bile yok"
fazla oku
Özkaya, “Yapılan araştırmalar bir geçiş süresi sonrası verimlerin endüstriyel tarımı geçebileceğini göstermektedir. ABD'de Rodale enstitüsünde kırk yıldır mısır, soya ve buğdayda yapılan karşılaştırmalı büyük araştırmalar verimlerin eşit olduğunu, kurak yıllarda ise ekolojik üretimde verimin daha yüksek olduğunu göstermektedir” şeklinde konuştu.
Türkiye’de alternatif tarım yöntemlerine verilen desteğe de değinen Özkaya, “Organik tarım bile yetersiz destekleniyor. İki yıl üst üste organik tarım destekleri alan çiftçiler (ki destek yetersiz düzeyde) üçüncü yıl destek alamıyor. Agroekolojik tarımın ise adeta adı bile yok” ifadesini kullandı.
"Kimyasalları kullanmak şart mı?"
Bursa’da çiftçilik yapan CHP Bursa Milletvekili Orhan Sarıbal ise, bir ziraat mühendisi olarak ve sürdürdüğü tarımsal faaliyetlere dayanarak tarımda kimyasal kullanımını çeşitli yönleriyle değerlendirdi:
Şöyle bir şey düşünelim, diyelim ki yarın sabah Türkiye’de bir karar alındı ve kimyasal yasaklandı. Türkiye bugün 83 milyonun karnını doyurabilecek 5 milyon sığınmacının karnını doyurabilecek ve turistlerin ihtiyacını karşılayabilecek tarımsal üretim bir anda yeterli düzeyde gerçekleştirebilir mi? Soruya buradan başlamak lazım.
Sarıbal, “Kimyasalları neden kullanıyoruz? Kimyasal zorunlu ve şart mı? Bunları mutlaka sorgulamak lazım” diye sordu ve şöyle devam etti:
Üçüncüsü, organik tarım, ekolojik tarım, agroekolojik tarım, permakültür gibi çeşitli üretim yöntemleri konvansiyonel tarım ya da kimyasal tarımın bir alternatifi midir? Alternatifi ise sorunları çözebilecek kabiliyette midir ya da üretimde ülkedeki insanların hem karnını doyurmak aynı zamanda ülke insanının gıda güvenliğini, gıda egemenliğini sağlayabilecek miktarda mıdır, buna bakmak lazım.
"Türkiye’deki yaklaşık 200 milyon dönüm arazinin çok büyük kısmında kimyasallar kullanılıyor"
Türkiye’de kimyasal kullanımının arttığını hatırlatan Sarıbal, “Türkiye’de yaklaşık 200 milyon dönüm arazi ekiliyor. Bu arazilerin çok büyük bir kısmında kimyasallar kullanılıyor. Neden? Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkelerin gıda sorunu yaşaması, tarım ürünü sorunu yaşaması sonucu tarıma çok hızlı yatırım yapılmış. Birim alandan daha fazla verim almanın yolu bir tohum değişimi olmuş, yani gen aktarımı diyebiliriz buna, ıslah diyebilirsiniz” şeklinde devam etti.
"Kimyasal kullanımı öylesine bir artış gösteriyor ki doğanın dengesi bozulmaya başlıyor"
fazla oku
-
Tohum ve toplum: Ucuz ve sağlıklı gıda mümkün mü?Node ID: 185031
Tarımda kimyasal kullanımının aşamalarını aktaran Sarıbal, “Kimyasal kullanımı, birinci olarak verimli tohuma geçişle, ikinci olarak da bu ürünün zararlılara karşı yani böcekler, mantarlar, virüsler, bakteriler gibi zararlılara karşı, hastalıklara karşı korunmasıyla ve üçüncü olarak da yabancı otlara karşı mücadelede gündeme gelmiş.Yani ekiyor biçiyor ama yeterli ürünü alamıyor. Yine sorun var. Dolayısıyla dönüyor, sorunu yine kimyasallarla çözmeye çalışıyor. Fakat bu öylesine bir artış gösteriyor ki doğanın dengesi bozulmaya başlıyor” dedi.
Vektörler ve predatörler denilen böceklerin kimyasal kullanımı sonucu doğada azaldıklarını veya yok olduklarını söyleyen Sarıbal, sözlerini şöyle sürdürdü:
Tabii ki doğal denge bozuldukça, elbette hastalıkları yoktan var etmiyoruz ama doğada baskı altında olan, doğada var olup doğanın kendi işleyişi nedeniyle, kendi düzeni, kendi doğal dengesi nedeniyle bastırılmış halde duran zararlı böcekler, zararlı virüsler, zararlı bakteriler, zararlı mantarlar ve yabancı otlar deyim yerindeyse ciddi zararlar vermeye başlıyor.
Bunları gidermenin, yok etmenin ve dekar başına verimi artırmanın yolu o günün koşullarında kimyasalla ancak mümkün oluyor. Bu durum günümüze kadar devam edegelmiş.
"Hatırlayınız, DDT neydi?"
20'nci yüzyılda kullanımı dünya ölçeğinde hızla yaygınlaşan fakat 1970’li yıllarda yasaklanan DDT (Dichloro Diphenyl Trichloroethane) vurgusuyla devam eden Sarıbal, “Bir çok hastalığa devaydı. Ama bugün DDT dünyanın en tehlikeli ilacı olduğu için kaldırıldı. Yine bunun gibi yüzlerce kimyasal ilaç kullanımdan kaldırıldı. Kaldırılmaya da devam ediyor, yakın tarihte 16 kimyasal yok edildi” dedi.
Sarıbal, “Bütün bunlara rağmen, bugün dünyadaki 7 buçuk milyar insanın karnını doyurabilmek, ne yazık ki hala konvansiyonel tarım dediğimiz kimyasalların kullanıldığı tarım sistemi ile ancak mümkün olabiliyor” şeklinde konuştu.
"Hem toprakları hem de yer altı sularını kirletmeye devam ediyor"
Kimyasal kullanımı ile sürdürülen tarımdaki temel amacın birim alanda en yüksek verime ulaşmak olduğunun altını çizen Sarıbal, “Temel mesele bu, aslında bunu sorgulamak gerekiyor” diyerek şöyle devam etti:
Önce tohum ekiliyor, ama tohumun verime geçme aşamasında zararlılar, hastalıklar çıkıyor. Onun devamında, o tohumdan yeterli verim alabilmek için onun ihtiyaç duyduğu besin maddelerini vermek gerekiyor. Bu da gübre. Milyonlarca yıllık dünya toprakta birikmiş olan organik madde ve diğer besin maddeleriyle yeterli geldi kendisine.
Sarıbal, “Ama sürekli ekilip azalmaya başlayınca, organik gübreler, doğal denge torflar vesaire azalınca bu defa toprağa kimyasal, yani deyim yerindeyse gübre katkısı, besin maddesi katkısı vermek gerekiyordu” dedi ve şöyle devam etti:
Bunun da çözümünü yeni dünya düzeni yine kimyasallarla, kimyasal gübrelerle; azot, fosfor, fosfat, kalsiyum, magnezyum, demir, çinko, bakır, molibden gibi bir çok ürünü bu defa toprakta tükendiği için, yerine başka yöntemlerle konulamadığı için -ki normalde konulabilir- yine bunları kimyasallarla çözme yoluna gittiler.
Bu hem topraklarda çoraklaşma etkisi yarattı, aynı zamanda ciddi maliyetler yaratttı. Aynı zamanda hem toprakları kirletiyor hem de yer altı sularını kirletmeye devam ediyor.
Peki, kimyasallar ne durumda?
Bu ne yazık ki organik tarımın ve ekolojik tarım yöntemlerinin artmış olmasına rağmen, permakültür ve diğer üretim modelleri, yöntemleri, teknikleri artıyor ve gelişiyor olmasına rağmen dünyada kimyasal kullanımının artığını ifade eden Sarıbal, “Peki, neden” sorusunu şöyle yanıtladı:
Birincisi, doğal denge bozudu. Artık doğada hiçbir canlı biyolojik yöntemlerle kendi kendini kontrol edemiyor ya da kendi otokontrol sistemini kullanamıyor.
İkincisi, küresel ısınma ve küresel ısınmaya bağlı olarak iklim değişikliğinden dolayı artık çok daha fazla hastalık ve böcek hareketi olmaya başladı. Hiç literatürde olmayan ya da uzunca yıllardır baskı altında olan, tespiti yapılmış böcekler ve zararlılar devreye girmeye başladı, virüsler, bakteriler, mantarlar.
"Dengesiz yağışlar yüzünden ot mücadelesi çok zorlaştı"
Üçüncü sebep olarak, dengesiz yağışlar yüzünden ot mücadelesinin çok zorlaşması olduğunu aktaran Sarıbal, “Teknik yöntemlerle, mekanik yöntemlerle yapılamayacak kadar ya da yapılsa dahi çok pahalı olacağı için, kimyasal yöntemlerle ot mücadelesi yapılıyor. Bunlar ağırlıklı olarak iklim değişikliğinin yani yağış rejim değişikliğinin, kışların da artık ılık geçmesinin, yazların, ilkbahar ve sonbaharların dengesiz yağışlar ortaya çıkarmasının getirmiş olduğu sonuçlardır” diye konuştu.
"Dördüncü temel mesele de çeşit değişimi" diyen Sarınal, çeşit değişiminin, bitkilerde verim artışını sağlamak için sürekli, ama ıslah yöntemiyle ama GDO yöntemiyle, birçok değişik yöntemlerle, verim artışı için çeşitli değişik ürünler kullanılması demek olduğunu ifade etti.
Sarıbal, farklı tohum ıslah yöntemlerine değinerek, kimyasal kullanımı ile tohum kullanımı arasındaki ilişkiyi şöyle açıkladı:
Çeşit değişiminin birçok yöntemi var. Bir tanesi biliyorsunuz ıslah yöntemi ki hibrit tohumlar dediğimiz tohumlar. Bunları biz olumsuz görmüyoruz. Ama tabii ki sahici olursa yani çiftçiyi kandırmayan, amacının dışında olmayan gerçekten ıslah edilmiş çeşitleri uygun buluyoruz. GDO’ya zaten açık bir şekilde karşıyız. Ve bir üçüncüsü de zaten yöresel, kendi tohumlarımız var.
Hibrit ve GDO’lu tohumlarla ekilip üretilen ürünlerde kimyasal kullanımının daha da artığını ifade eden Sarıbal, GDO’lu tohumların belirli otlar ya da belirli zararlılar tarlada olduğu zaman ekilemediği bilgisini paylaştı.
"On defa ilaç attığımız yere, yirmi defa ilaç atmak zorunda kalıyoruz"
Kimyasal kullanımındaki artışı kendi deneyimlerine dayanarak açıklayan Sarıbal, “O tohumu zararlı zararlı otlara karşı ya da bu hastalığa karşı koruyucu gen aktarımı yapılıyor, biz buna 'canavar tohumlar' diyoruz. Çünkü kendinden sonra da toprağa zarar veriyor ve toprağa etkiliyor. O yüzden GDO’lu tohum var, GDO’lu üretim kimyasal kullanımını artırdı” dedi.
Aşırı bir kimyasal kullanımının söz konusu olduğunu vurgulayan Sarıbal, “Bunu biz Bursa’da ve tüm Türkiye’de çok net yaşıyoruz. Beş defa ilaç attığımız yere on defa ilaç atıyoruz, on defa ilaç attığımız yere yirmi defa ilaç atmak zorunda kalıyoruz” dedi.
"Çeşitliliğin yeni olması daha fazla ilaç kullanımına neden oluyor"
Sarıbal, tohum çeşitliliğindeki değişimin kimyasal kullanımına etkisine değinerek şöyle devam etti:
Biz bu üretim biçimini reddediyoruz. Ama diğer yandan dünyada kullanılıyor; bu gerçeği görmek zorundayız. Bu çeşitlerin yani ister GDO’lu olsun ister hibrit tohum olsun, bölgeler arası farklılıktan dolayı bölgeler arası iklim değişikliğinden dolayı topraklardaki uyumdan yani adaptasyon eksikliğinden dolayı aşırı hassas bir tohum var.
Yani bir yandan üretimi artırırken bir taraftan çeşitli hastalıklara karşı açık kalıyorlar. Dolayısıyla çeşitliliğin yeni olması daha fazla ilaç kullanımına neden oluyor.
"Geleneksel çeşitlerimiz genellikle daha dayanıklı"
Sarıbal, “Oysa geleneksel çeşitlerimiz, yerel çeşitlerimiz genellikle daha dayanıklı. O bölgeye dayanıklı, o iklim koşullarına dayanıklı, o bölgenin zararlı ve hastalıklarına karşı dayanıklı. Yani çeşitler ne kadar üretime odaklı üretimi artırmaya odaklı değişime uğratılıyorsa, o kadar daha fazla ilaç, daha fazla gübre, daha ilaç tüketimi gerekiyor. Yani kısacası, iklim değişikliği, üretim biçimleri ve üretim çeşitliliği ile toprakların aşırı yıpranmasından dolayı daha fazla kimyasal, kimyasal gübre, kimyasal ilaç kullanılıyor” dedi.
Sarıbal, “Peki, ne yapmak lazım?” sorusunu ise şöyle yanıtladı:
Organik tarım elbette çok kıymetli; ama organik tarımın bir maliyeti var. Organik tarım aslında dışarıdan müdahale edilen tarım. Sonuçta gübre veriliyor ama örneğin organik gübre dediğimiz bitkilerden, hayvanlardan, mutfak atıklarından, ağaç kabuklarından, kümes hayvanlarından, büyükbaş hayvanlardan elde edilen gübre veriliyor.
Organik tarım ile üretim artışı sağlayabilmek ve bir verimlilik elde etmenin, bugün için çok mümkün değil olmadığını söyleyen Sarıbal, “Üretimde bir azalma olacaktır. Sonuçta müdahale var dedik, yeterli organik gübreyi bulabilmek şu anda çok zordur. Var ama yetersiz, düşünün ki Türkiye’de 200 milyon dönüm alanı ekmek zorundasınız" diye konuştu.
Organik ürün ile kimyasal kullanılarak üretilen ürün arasındaki maliyet farkına değinen Sarıbal, “İkincisi de organik ürünü satmak için pazara gittiğinizde, diğer taraftaki konvansiyonel yöntemle elde edilmiş ürün ile eşleştirdiğinizde en az yüzde 100 fiyat farkı ile üretici satabilmeli ki bunu devam ettirebilirsin” dedi.
"Organik üretim, havza bazlı olmalı"
Organik tarımda bir havzanın belirlenmesi gerektiğini ifade eden Sarıbal, “Öyle ovanın ortasına gidip işte 'Benim 30 dönüm arazim var, ben burada organik tarım yapacağım' dediğinizde olmaz, bazı kriterler var. En yakın kullanılan kimyasalın 30 kilometre uzaklıkta olması gerekiyor. Karayolundan uzak olması lazım, fabrika artıklarından uzak olması lazım, bacalardan uzak olması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Sarıbal, “Dolayısıyla organik üretim, havza bazlı olmalı. Aynen ekolojik ürün gibi aynen agroekolojik tarım gibi, aynen permakültür tarım gibi. Bütüncül bir tarım politikasına ihtiyaç var” açıklamasında bulundu.
"Kimyasalların yerini dolduracak çok önemli ürünler üretiliyor"
Organik tarımın bir alternatif olduğunu fakat hem üretici hem de tüketici için pahalı olduğunu belirten Sarıbal, “Türkiye’de sorunu çözebilecek bir noktada karar verildiğinde bir anda tarımın konvansiyonelden organik tarıma dönüştürülmesi çok çok zordur. Türkiye’nin ya da dünyanın kısa zamanda ya da gıda üretiminde üretim desenini bir anda değiştirebilecek güç ve kabiliyeti yoktur. Çok ciddi de bir kamu gücü sağlanması lazım organik tarım için” dedi.
Şu anda dünyada, kimyasalların da yerini dolduracak çok önemli ürünler üretildiğini söyleyen Sarıbal, “Ama çok pahalı, Türkiye bunu kullanamıyor. Çünkü çok pahalı. Bunlarla mücadele ettiğinizde ne yazık ki daldan elde ettiğiniz ürünün değeri bunların maliyetini karşılamaz” ifadelerini kullandı.
"Kimyasal uygulamaların çok kısa sürede sistemden çıkacağına inanmıyorum"
Sarıbal, “Öyle bir mekanizmaya doğru gitmeliyiz ki kimyasalları minimize eden bunun yerine organik mücadele yöntemlerini, biyolojik mücadele yöntemlerini ortaya koyacak uygulayacak bir destekleme modeli olabilir. Bu mümkün ama ben kısa sürede toprakların bu kadar çoraklaştığı, çeşitliliğin bu kadar arttığı, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin bu kadar etkili olduğu, ürün çeşitliliğinin sürekli değişip üretime odaklandığı ve dekar başına verim artışına odaklanıldığı bir mekanizma içerisinde kimyasal uygulamaların çok kısa sürede sistemden çıkacağına inanmıyorum” görüşünü paylaştı.
"Birikimleri üst üste koyan bir politik planlamayla ancak mümkün olabilir"
Kimyasaldan organiğe geçiş için gereken dönüşümün bütünsel olması gerektiğini belirten Sarıbal, sözlerini şöyle sonlandırdıİ:
Çok ciddi bir önemli bir planlama gerektirdiğini, bu planlama toprak planlamasından tutun iklim planlamasına iklimlerin getireceği risklerin planlanmasına kadar üretilecek ürünlerin bölgeye yöreye uyumuna kadar çok geniş çok bilimsel çok tarihsel birikimleri üst üste koyan bir politik planlamayla ancak mümkün olabileceğini söyleyebilirim.
© The Independentturkish