2020 tüm dünya için çok zorlu başladı. Üst üste yaşanan krizlerden sağlıklı ve güçlü bir şekilde çıkabilmek için vermek zorunda kaldığımız sınavlar hala devam ediyor.
Ve sınırsız bir tüketim çılgınlığı içinde sürdürdüğümüz yaşantılarımız arasında hayat sanki bize bağıra bağıra “artık dur ve bir mola ver” demek istiyor.
Bu stresli ortam içerisinde evlerimize kapanıp düşünme, tefekkür edebilme, biraz olsun ruhumuzu dinlendirebilmenin tam zamanı; tabii ki eğer vicdanınızın sesini duyan, hala sözünüzü dinleyen bir ruhunuz varsa.
Yukarıdakiler, aşağıdakiler ve düşenler; “Platform”
Yönetmen: Galder Gaztelu-Urrutia / Oyuncular: Iván Massagué, Antonia San Juan, Zorion Eguileor, Emilio Buale Coka, Alexandra Masangkay, Eric Goode, Algis Arlauskas / 94 dakika
Bir İspanyol bilim kurgu-gerilim filmi olan The Platform (El Hoyo), 2019 Toronto Uluslararası Film Festivali’nde Gece Yarısı Çılgınlığı kategorisinde Halkın Seçimi Ödülü’nü kazandı ve akabinde film ekibinin Netflix ile uluslararası bir yayın anlaşması yapmasını kolaylaştırdı.
Böylelikle film 20 Mart itibariyle Netflix üzerinden yayınlanmaya başladı ve modern bir zamana ait alegorik hikayesiyle şimdiden sinemaseverlerin üzerinde kafa yorduğu bir film oldu.
Film, kat sayısının belirsiz olduğu, ancak her katında iki kişinin barındığı, toplamında ise yüzlerce mahkûmun bulunduğu, onların ancak bu dikey kulenin seviyelerine kademeli ve süreli olarak inen bir platform aracılığıyla beslenebildiği modern bir hapishanede geçiyor.
Resmiyette “Dikey Öz Yönetim Merkezi” olarak anılan üst üste istiflenmiş hücrelerden oluşan bu hapishane, mahkumlar içinse bir “Çukur”dan ibaret gibi görünüyor.
Ancak tabii ki bu Öz Yönetim Merkezi her ne kadar bir hapishane ve içindekiler de mahkûm diye tanımlanıyor olsa da esasında durum biraz faklı.
Bu yer form olarak, mevcut dünyamızda var olan herhangi bir yapıya benzemiyor olsa da beton duvarlar ve zemin, iki küçük karyola, bir klozet/lavabo kombinasyonu ilk anda sıradan bir hapishane hücresini akla getiriyor.
Hücrelerin dikey olarak tasarlanmış olması ve tüm hücrelerin ortasında dikdörtgen bir deliğin yer alması ise onu bildiğimiz hapishane hücrelerinden farklılaştırıyor.
Ayrıca içerdekilerin çoğu bu merkeze ya gönüllü ya da onlara sunulan alternatifli tercihler sonunda girmiş olduğu için mahkûmiyet kavramı da bildiğimizin dışında bir anlam barındırıyor.
Hiyerarşi
Filmin esas oğlanı Goreng de bu merkeze, sigarayı bırakmak ve Don Kişot’u okumak için altı aylık bir süre için gönüllü başvuranlardan.
Üstelik eğitimini erken yaşta yarıda bırakmış olan Goreng’e altı ayın sonunda dışarıda ihtiyaç duyduğu yüksek eğitim sertifikası/diploması da teslim edilecektir.
Ancak henüz gözlerini nasıl bir kabusa açtığın farkında olmayan Goreng’in cevap beklediği pek çok soru vardır. Ayrıca hücrede kendisinden başka Trimagasi isimli biri daha vardır.
Ondan çok daha önce bu hapishaneye girmiş olduğu anlaşılan ve insanları; “üstte olanlar”, “altta olanlar” ve “düşenler” şeklinde üçe ayıran hücre arkadaşı Trimagasi ona en kestirme yoldan olan biteni anlatır:
Her ayın ilk gününde yeni bir hücre arkadaşıyla insanların uyandığı bu yerde mahkumlar kendilerini rastgele atanmış bir kişiyle ve rastgele belirlenmiş bir kat seviyesinde bulur.
Mahkumların neden daha yüksekte veya daha aşağıda olduklarına dair belirleyici ve kesin bir kural yoktur.
Ama yine de hiyerarşik bir düzende üst katta olanlar her zaman olmaları gerektiği yeri kazandıklarını düşünür.
Bunun da ötesinde, her kattaki mahkûm, bulunduğu kat fark etmeksizin altındaki ya da üstündeki kişilerin varlığı nedeniyle sahip oldukları ya da olmaları gerektiği şeyi kaybettikleri için kendilerinden başka herkesi bir düşman olarak görür ve zamanı gelince her birinin güçlü bir tekme yemeyi hakkettiklerini düşünür.
Acımasız bir besin zinciri
Mahkumlar, günde bir kez bir yemek masası olarak katları dolaşan ve her mahkûmun en çok sevdiği bir yemeğin yanı sıra sıcak soğuk başlangıçların, mezelerin, ara sıcakların, etlerin, sebzelerin, meyvelerin, tatlıların ve içeceklerin servis edildiği büyük bir platformdan beslenir.
Ancak her mahkûmun bu platformdaki yiyeceklerden eşit bir şekilde faydalanabilmesi yukarıdan aşağıya doğru herkesin kendine adil bir pay almasıyla mümkün olabilmektedir.
Yiyecekleri platformdan uzakta yemeye ya da stoklamaya da izin verilmiyor. Bunu yapmaya çalışanlar merkez tarafından anında ölümcül bir şekilde cezalandırılıyor.
Aslında besin dağıtımını yapan merkez o kadar adil, bonkör ve titizdir ki; her gün, herkes aynı miktarda ve sadece kendine ait olanı yerse, platformda tüm katlara yetecek kadar yeterli yiyecek vardır.
Ama tabii ki, bu pratikte gerçekleşmiyor; yukarıdakilerin kendilerinden sonra gelecek olanları düşünmeden ihtiyaçlarından fazlasını tüketmesi bu dengeyi bozuyor.
Ne kadar yüksekteyse yemek yeme olasılığının arttığı böylesi bir yapıda üst seviyelerdeki insanların açgözlülüğü nihayetinde belli bir kat seviyesinden sonraki insanları aç bırakmaya başlıyor.
En altta olanlar hayatta kalabilmek için savaşırcasına mücadele vermek zorunda kalıyor.
Hatta seviye düştükçe barbarca yöntemlerin ve orman kanunlarının geçerli olduğu katlarda cinayetler işleniyor, yamyamlık, hastalık ve delilik ortalarda kol geziyor.
Don Kişot
Tesisteki yaşamın beklediği gibi olmadığını hızlı bir şekilde öğrenen Goreng, tabii ki hücre arkadaşının anlattığı bu koşullardan hiç hoşnut olmuyor.
Bir süre “değişim asla kendiliğinden gerçekleşmez” düşüncesiyle Don Kişot misali; yukarıdaki ve aşağıdakileri doğru olanı yapmaları konusunda ikna etmeye ve en alttakilerin hayatta kalabilmeleri için gereken porsiyonları kurtarmayı deneyerek bu acımasız besin zincirine yenik düşmemeye çalışsa da nihayetinde buna uzun süre dayanamıyor.
Yukarıdakilerin bu düzeni alt üst eden bencilliği ve aç gözlüğü nedeniyle insanların kendi üstündekilerden arta kalanları yemek zorunda kalmalarını önlemek için radikal bir şekilde harekete geçene dek o da bir süre bu düzene ayak uydurmak zorunda kalıyor.
Sınıfsal bir mücadele
Bir hapishaneden ziyade insanların içinde bulunduğu baskı altında ne yapmaya devam edeceğini göstermek adına psikososyal bir deneye ev sahipliği yapan Dikey Öz Yönetim Merkezi’nde yaşanan bu şeylerin en endişe veren sonucu; tüm bunların artık ne yazık ki bir alegori gibi görünmemesi.
Tüm dünyayı tehdit eden küresel virüs salgınından çok önce çekilen, çok uzak olmayan bir distopik gelecekte gerçekleşen, doğal ve yaşam kaynaklarımızın tükenmesi üzerine örtülü bir metafor içeren bu filmin fırsat eşitliği ve sınıf mücadelesiyle ilgili anlatmaya çalıştığı şeyler artık görüyoruz ki çok da ütopik bir dünyayı resmetmiyor.
Şunu artık kabul etmemiz gerekir ki; çoğu zaman acımasız, bencil ve çirkin ve kötü olabiliyoruz, kötü şeyler yapabiliyoruz.
Eğer öyle olmadığını düşünüyorsanız herhangi bir haber kanalını açarak sokaklarda yaşananları ya da bir süpermarketin tuvalet kağıdı ya da makarna reyonuna giderek bu tezi teyit etmeniz mümkün olabilir.
Cube, Snowpiercer, High Rise ya da Parasite gibi metaforik anlamları oldukça yüksek ve güçlü olan filmleri sevenler bu filmi de sevecektir.
Ki bu konuda haksız da sayılmazlar. Ama ben Platform’un kısa film için şahane, uzun metraj için fazla sündürülmüş bir konusu olduğunu düşünüyorum.
Film çok iyi başlıyor, sınırlı kaynaklarını iyi kullanıyor, mesajını oldukça net şekilde veriyor ancak konusunu uzattıkça tekrara binen akışı düzensizleşiyor ve nihayetinde başladığından çok daha kötü bitiyor.
Yine de hikayesini yaşadığımız dünyadan çok da farklı olmayan bir distopya üzerine kuran Galder Gaztelu-Urrutia, insanlığın ilkel doğası ve zayıf olanı istismar etme isteğimiz hakkında bazı acı gerçeklerle yüzleşmemizi sağlıyor.
Yüzden fazla seviyeye sahip dikey bir hapishane ile toplumun yapısını temsil ettiği bu distopik kâbus ile panik güdümlü tüketim, bireycilik-kolektivizm, gelir eşitsizliği ve servet ayrımcılığına yönelik düşünmeye de sevk ediyor.
Dünyada sosyal, finansal ve politik bir kaosa neden yıkıcı bir salgın karşısında yaşadıklarımız, Platform’un kadrajına aldıklarından çok da farklı değil. Hatta belki de daha fazlasına sahibiz.
Topluluk, sorumluluk ve hayatta kalma konusunda güçlü bir benzetme olan Platform, tam olarak şu anda, içine düştüğümüz bu duruma farklı bir açıdan bakabilmek adına seyir listenize alabileceğiniz bir film.
Haftanın diğer filmleri
Koronavirüs salgını nedeniyle sinemanın da dünyadaki geleceğini çevreleyen bu belirsizlik döneminde filmlerin daha geniş kitlelere ulaşımını sağlayacak yeni platformlar, alternatif ürünler ve sinema aracılığıyla bir şeyler anlatmak isteyen film yapımcıları için yeni nesil bir üretme ve yayıncılık alanı var.
Yetkililerin, toplumun kendi OHAL’ini ilan ederek tedbir amaçlı evlere kapanmasını istediği bu dönemde, inzivaya çekilerek kendisini izole edenler evinde alternatif bir şeyler seyredebilsin diye yönetmen ve yapımcıların verdikleri yasal izinler doğrultusunda çeşitli platformların kısa bir süreliğine online ve ücretsiz seyretme imkanı sağladığı filmler arasından bu hafta öne çıkanlar şöyle.
Benden Hikayesi
Yönetmen: Onur Barış / Oyuncular: Mert Er / 73 dakika
Benden Hikayesi; bir adada doğup, ömrünü başka bir adada geçiren, Türk edebiyatının sorumlu avaresi Sait Faik’in yaşamını kendi hikayeleri eşliğinde işliyor.
Yazar, Bursa Erkek Lisesi’nde İpekli Mendil ile başlayan hikayecilik hayatını kendine özgü “savrukluğu” ile Beyoğlu’nun Yüksekkaldırımı’nda, Fatih’in Kirazlımescit sokağında, kendi çocukluğunu bulduğu Burgaz Ada’da devam ettiriyor.
Sait Faik, içinde dülger balığının yüreğindeki korkuyu, milyonluk şehirlerin yalnızlığını, insanların sevinçlerini kederlerini kendi korkusu, kendi yalnızlığıymışçasına yazıya döküyor.
Yazarın hikayelerine mekân oluşturmuş yerleri, Sait Faik’ten iz taşıyan noktaları bugünün görselliğiyle canlandırmalar eşliğinde perdeye yansıtan belgesel türündeki film, Sait Faik'in doğa ve insan sevgisiyle bütünleştirdiği hüsnüniyet kavramı üzerine oluşturulmuş bir yapım olma özelliğini taşıyor.
Türk edebiyatının önemli yazarlarından Sait Faik Abasıyanık’ın öykü ve romanlarının ruhuna uygun olarak Özgür Özdural’ın seslendirmesi, Mert Er’in canlandırması eşliğinde her türlü bilgi, malzeme ve fotoğraf belgeselde birer tamamlayıcı oluyor.
Filmde yazarı hasta yatağında son görenlerden, yakın zamanda kaybettiğimiz fotoğrafçı Ara Güler’in anılarına da yer veriliyor. Benden Hikâyesi’nde Sait Faik’in “dünyanın kitaba para veren ilk bakkalı” dediği Burgazada’daki bakkalı Orhan Tuncer de hatıralarını paylaşıyor.
Sait Faik portresi, yaşamının geçtiği Adapazarı, Bursa, İstanbul ve Burgazada'daki canlandırmalarla perdeye yansıyor.
Onur Barış’ın yönetmenliğini üstlendiği bu lirik belgeseli Grand Pera Cinemo’da seyretme imkânım olmuştu.
Ödüllü yönetmen Grant Gee’nin tekniğine benzettiğim çekimler ile metinler filmde dokunaklı bir seyir sağlıyor.
Sait Faik’in adımlarıyla yol alacağınız bir dünyanın içinde seyri kısa etkisi uzun bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız, filmi, kendi YouTube kanalında kısa bir süreliğine ücretsiz olarak yüksek görüntü kalitesiyle erişime açıkken mutlaka seyredin derim.
“Benden Hikayesi” ismini Sait Faik’in bizim için endişelendiği o meşhur son kuşlar hikayesindeki son pasajdan alıyor:
Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak: Benden hikayesi.
Canavarlar Sofrası
Yönetmen: Ramin Matin / Oyuncular: Gizem Erdem, Ibrahim Selim, Pınar Töre, Tuğrul Tülek / 85 dakika
Bu, herhangi bir ülke ya da şehirde, sıradan bir akşamda sıradan evli çiftlerin arasında geçebilecek bir hikaye: Her şey normal gibi görünür, evli bir çift olan J. ve M., akşam yemeğinde gene evli bir çift olan K. ve D.’yi misafir edecektir.
K. ve D. gelir, hediyeler verilir ve salonda sıradan bir sohbet başlar. Ama bu kadar normalliğin içinde ters giden bir şeyler olduğu bellidir.
Örneğin sanata dair her türlü şey yasaklanmıştır, buna karşılık nefret dolu sözler, kibirli tavırlar, hatta polisin birisini öldürmesi normal karşılanır.
Yemeğe oturulmasıyla birlikte ortamdaki gerginlik de artar. Aslında dört kişi arasında dostluktan ya da sevgiden eser yoktur. Her şeyin göstermelik gibi göründüğü bu mekânda tek önemli olan haz ve tüketim duygusudur.
48. Altın Portakal Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü”, 23. Ankara Film Festivali’nde ise “Umut Veren Yeni Yönetmen” dahil “En İyi Görüntü Yönetmeni”, “En İyi Müzik”, “En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu” ve “SİYAD Ödülü”nü kazanan Canavarlar Sofrası, Türk sinemasında gerek konusu gerek yapısı ile oldukça farklı bir emsal niteliğindedir.
Giyotin Film’in yapımcılığını üstlendiği, Ramin Matin’in ilk uzun metrajlı filmi olan Canavarlar Sofrası (The Monsters' Dinner), tek dil olarak İngilizce’nin konuşulduğu, ahlakın ve etik değerlerin tamamen tepetaklak olduğu, zamanı ve koordinatı bilinmeyen herhangi bir yerde, yaşama anlam katacak her türlü sanat eserinin ve keyif veren unsurun yasaklandığı faşizan bir sistemin yönetimiyle baskı altında yaşayan distopik bir dünyayı modellemektedir.
Böylesi bir dünyada tüketime dair kendilerine empoze edilen şeylerin öğretileriyle kalıplaşmış davranışlar sergileyerek bu yasakların haklılığını savunan fakat bu yasakları çiğnemekten de geri duramayan J., M., K., ve D. adındaki bireyleri bir akşam yemeğinde bir araya getiren filmin konusu, karakterlerin aykırılıklarıyla her ne kadar seyirciye tuhaf bir tablo çizse de bu koşulların günümüzden çok da uzak olmadığını söylemek sanırım yanlış olmaz.
Yönetmenin sosyal medya hesabından yaptığı duyuruyla birlikte erişime açılan bu filmi Giyotin Film’in kendi vimeo kanalı üzerinden ücretsiz izleyebilirsiniz.
Eksik
Yönetmen: Barış Atay Mengüllü / Oyuncular: Nur Sürer, Barış Atay, Uğur Polat, Özgür Emre Yıldırım, Toprak Sağlam, Şebnem Sönmez / 106 dakika
Barış Atay ve Barikat Film’in kararıyla bir süreliğine online ve ücretsiz seyredebileceğiniz, Malatya Film Festivali’nden “En İyi Senaryo Ödülü” ile dönmüş olan Eksik isimli film; 1980 darbesi sonrası parçalanan bir ailenin otuz yıllık ayrılık sürecine ışık tutmaya çalışıyor. Bir anne ve birbirinden ayrı büyümek zorunda kalan iki kardeşin aralarındaki ilişkiyi irdeliyor.
Çekimleri Antakya’da gerçekleşen filmde, 80 darbesinden sonra hayatı parçalanmış olan ailenin yolları yıllar sonra kesişir.
Birbirlerini hiç tanımayan ve ayrı büyümek zorunda kalan Deniz ve Devrim isimli iki kardeş ile anneleri Melek böylelikle otuz yıl sonra yeniden bir araya gelir. Her birinin yıllarca içinde tuttuğu bir öfkesi ve özlemi vardır.
Eksik, geçmişi tekrar gözden geçirip hayatlarında ilk kez birbirleriyle yüzleşip kırılan parçaları yeniden birleştirmeye çalışan iki kardeş ve annelerinin yıllarca derinlerde sakladıkları özlemle karışık öfkelerine, geçmişte kalmış kırılmanın parçalarını birleştirme çabalarına ve hayatlarında ilk kez yüzleşmelerine tanıklık etmeyi amaçlıyor.
Filmin hem yönetmenliğini üstlenen hem de oyuncu kadrosunda yer alan Barış Atay’ın sosyal medya hesabından yaptığı duyuruyla birlikte erişime açılan bu filmi Barikat Film’in kendi vimeo kanalı üzerinden ücretsiz seyredebilirsiniz.
Kavak Yelleri
Yönetmen: Chucho E. Quintero / Oyuncular: Gerardo Del Razo, Sofía Sylwin, Carlos Hendrick Huber, Axel Arenas / 101 dakika
Korona günlerinde hız kesmeden devam eden KuirFest Karantina, bu hafta evlerinize Kavak Yelleri isimli film ile konuk oluyor.
9. Pembe Hayat KuirFest’in programında yer alan ve Türkiye prömiyerini KuirFest ile yapan bu gençlik filmi, 29 Mart Pazar günü online erişime açık olacak. Saat 19.00 ile 23.59 arasında izlenebilecek olan Kavak Yelleri, 2019 yapımı bir Meksika filmi.
Lise mezuniyetlerini kutlamak için şehirden uzak, doğanın içinde bir ev seçen sekiz arkadaşın hikayesine odaklanan film, bu kişilerin arasındaki dostluk, aşk, sevgi ve cinsellik bağlarını inceliyor.
Karakterlerin lise anıları, aralarındaki zamanla değişen duygular ve ilişkilenmeler; bağlılık, aşk, cinsellik gibi kavramların tanımlarına biseksüellik üzerinden bir patika açıyor.
Meksikalı yazar ve yönetmen Chucho E. Quintero’nun üçüncü uzun metraj filmi olan Kavak Yelleri, Meksika’nın Playa Del Carmen şehrindeki Uluslararası Kuir Festival’inde oyuncusu Axel Arenas’a “En İyi Oyuncu”; La Frontera Kuir Film Festivali’nde ise “En İyi Kurmaca Film” ödülünü kazandırmıştır.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish