Babam meclis göreyim diye beni kahveye götürürdü. O zamanlar keyf vardı. Mecelbehr denilen kahvede, Necim Şexê adında birisinin sayesinde müziğe, cümbüşe sevdalandım. Babamın alacak gücü olmamasına rağmen, zorla bir cümbüş aldırdım.
Gazelhan Kazancı Bedih böyle diyordu 1998 yılında.
Yetmişinde sanat dünyasında tanınan; Türkçe, Kürtçe ve Arapça gazel okuyan, uzun hava ve türkü söyleyen yanık sesli Kazancı Bedih’in ömründe iki şey değişmez.
Biri çocukken yüzünde çıkan Şark Çıbanı, biri de müzik aşkı. Her ikisi de ölümüne kadar kendisiyle beraber yaşar.
Urfa’da müzikle ilgilenen herkes tanır ve zamanla Pir olarak kabul görür.
Kazancı Bedih kendi döneminde rakipsiz bir gazelhandır ve aynı zamanda gazelhanların da piridir.
1 Ocak 1929 tarihinde Urfa’da doğar. Doğduğunda kış kıyamet, açlık, yoksulluk diz boyu. Her şeyin yeniden ele alındığı, başladığı dönemler.
Urfa yorgun, Urfa mağrur. Büyük yıkıntıların, acı ve sancıların yaşandığı yıllar. Bu ortamda dünyaya gözlerini açar.
Babası çulhacılıkla geçimini sağlarken, annesi ev işlerini yürütür. Büyük bir mutluluk kaynağı erkek çocuklarına Bedih ismini koyarlar.
Baba, daha küçük yaşta oğlunu kendisiyle birlikte çulhacılık yaptığı atölyesine götürür, toplum içine çıkarır. Katıldığı müzikli buluşmalara Bedih’i de katar.
Zaten küçük Bedih’in de müziğe ilgisi vardır, meclislerde söylenen müziklere kulak verir, çalınan enstrümanları kavrar, dost meclislerinde ahlak, adap öğrenir.
O yıllarda Urfa’da dost meclisi yanı sıra kültürü hakimdir. Her mahallede dost ve ahbap meclisleri kurulur, sazlı sözlü toplantılar tertiplenirdi.
Bugün sıra gecesi olarak eğlence kültürüne giren bu gelenek, o dönemin bir yaşam biçimiydi.
Dengbejlerin sazla buluştuğu, gazelhanların çok kültürlü toplumu içselleştirdiği dost meclislerinde Kürtçe, Türkçe, Arapça gazeller okunur, saz çalınır, yemekler yenilir, cümbüş eşliğinde mütevazi eğlenceler düzenlenirdi.
Bu sıra meclislerin üyeleri, profesyonel müzisyen olmayıp, esnaftan, eşraftan insanlardı. Genellikle de erkekler arasında meclis kurulur, sıra geceleri düzenlenirdi.
İşte bu ortamda büyüdü Kazancı Bedih, çocukluk yıllarında kendisinden büyük insanlarla oturdu, kalktı. Çocuk yaşta genç sayıldı.
Henüz on üç ya da on dört yaşında, evin tek erkek çocuğu olduğu için erken yaşta babasının ısrarı üzerine evlenmek zorunda kaldı.
Evlendiği çocuk yaşta hayatına cümbüş de girdi.
Evliliği ve cümbüşle olan aşkını bir röportajında şöyle ifade eder Kazancı Bedih:
Benim gönlüm Allah ve müzik aşkına açık oldu. Tez evlendiğim için gönül gözümü, çocuklarımın anasına açtım.
Bir kuru kaya parçası gibi oldu gönlüm. Aşkları, en güzel aşkları gazel söylerken, cümbüş çalarken yaşadım. *
Bedih, babası tarafından zanaatkarlık öğrensin diye bakır ustasının yanına çırak olarak gönderilir. Bakırcılık işinde çalışmaya başlar ve adı zamanla Kazancı Bedih olur.
O artık bakırcılar çarşısında çalışıyor, zaman buldukça esnaf arkadaşlarının müzik meclislerine katılıyordu.
Özellikle Necim Şexê ve o dönem Urfa’nın en ünlü müzisyeni Tenekeci Mahmut’tan dersler alır, cümbüşün yanında saz, bağlama ve bir çok enstrüman çalmaya başlar.
1998 kışında kendisiyle Urfa’nın eski ve dar sokaklarından birindeki küçük dükkanında görüşmüştüm.
Mevsim kışa hızlıca evrilirken, camekansız dükkanın içinde sohbete başlamadan, bana kaçak ve demli bir çay söylemişti...
Elindeki alüminyum demliği tamir ederken, bir yandan da tane tane ve oldukça sakin, bir bilge edasıyla yaşadıklarını anlatmış, müzikle olan serüvenini ortaya dökmüştü;
Müzik benim hayatıma çok erken yaşta girdi. Babamla gittiğim dost meclislerinde çok şey öğrendim.
Orada gerçek sanatkarlar vardı. Her şeyi onlara borçluyum. Eskiden sıra, bugünkü gibi değildi. İnsanlar dayanışma için yan yana gelir, sorunlara da çözüm arardı.
Birisinin derdi, hepsinin derdiydi. Sıra demek, dayanışma demekti. Oysa şimdi içi boşaldı, mesele eğlenceye dönüştü.
Asıl adı Bedih Yoluk iken, bakırcılık yaptığı için kendisine Kazancı Bedih adı verilir. Kazancı lakabı ölünceye kadar kendisiyle yaşar ve Pir olarak anılsa da, Gazelxan Kazancı Bedih olarak kabul görür.
Çocukluk yılları yoktur aslında. Babasıyla meclislere gittiğinde çocuk olmasına rağmen, bir olgun genç gibi davranmak gerektiğini öğrenir.
Evin de tek erkek çocuğu olduğu için henüz 13 yaşında evlendirilir.
Hayat zordur. Babasından kalan çulha tezgahıyla hayata tutunmak mümkün olmadığı gibi, bakırcı çırağı olarak çalışmak da yeterli gelmemektedir.
Bu nedenle değişik işlerde çalışmaya başlar, İstanbul’a giderek, iş arar; ama kendine uygun işler bulamaz.
Kısa bir zaman Urfa otobüs firmalarında “çığırtkan” olarak iş bulur.
“Ankara, Adana, Antep, Urfa” diye bağırırken biri “Usta sen bu sese yazık ediyorsun. Çığırtkanlığı da hicaz makamında yapıyorsun” * deyince, ekmek parası der geçiştirir.
İki yıl çığırtkanlık yapar. Tekrar Urfa’ya döner, müziğe ve bakırcılığa devam eder.
Kazancı Bedih bakır kazanları döver, hayat ise kendisini. Yoksulluk içinde ezile ezile yoluna devam eder.
Müthiş bir sesi vardır, güzel gazel söyler, mevlitlerde kaside okur, ama bu işten para kazanamaz.
Öylesine ve mütevazi bir yaşam sürdürür, dost meclislerinde cümbüşünü kullanır, zaman zaman evlerde kurulan meclislerde yanık sesini dinletir.
Ta ki Eşkıya filmi çekilene kadar.
Başrollerinde Şener Şen, Uğur Yücel'in oynadığı Yavuz Turgul'un yönettiği ve senaryosunu yazdığı Eşkıya, 1996-1997 yıllarında çekilir.
Kazancı Bedih bu filmde okuduğu gazelle milyonların gönlüne dokunur ve adı kısa zamanda yetmiş yıllık birikimin parsasını toplar, bir anda müzik dünyasında gündeme oturur.
Yetmişinde ünlüdür artık.
Filmde okuduğu gazel, kendisini bir anda müzik dünyasının gündemine taşır.
Aslında piyasada adları aşina olan bir çok Urfalı ses sanatçı Pir’in tezgahından geçmiştir, cümbüşünden nemalanmıştır; ama yetmişine kadar, kimsenin aklına Pir’i dünyaya tanıtmak gelmemiştir.
Neyse ki kısa sürede tanınır ve yanık sesi bütün Türkiye’ye ulaşır. Birçok TV programına çıkar, gazel okur, divan edebiyatının örneklerini seslendirir.
Herkes Pir’in çok para kazandığını düşünür. Ama gerçek öyle değildir. Pir hala eskisi gibidir. Sanıldığı kadar da para kazanmamaktadır.
O zaman bir gazeteci “Sizin gazellerinizle bir, hatta iki milyon satan albümler oldu? İyi para kazanmışsınızdır” deyince şöyle der:
Bu işlerden çok telif alınmıyor. Biz yaptığımızda biraz para alıyoruz. Adam sonra çoğaltıp satıyor. Para peşine düşmedik. Bu yaştan sonra para kazanıp da rafa sahan mı dizeceğim? *
Pirin İstanbul çıkartması kısa sürer. Bir kez daha ana baba ocağına döner ve bir daha İstanbul’da işlerin peşine düşmez.
Şöyle diyordu Pir;
Babamla sıraya giderken herkes kendi dilinde söylerdi. Bir ayrım, gayrım yoktu. Sonra bir gün 1940 olacak sanırım, dediler şalvar yasak, sıra kültürüne bir düzen getirdiler. Meclis kültürünü yeme, içme ve eğlenme düzenine çektiler. Meclis sıra gecesi oldu. İş ticarete dönüştü. İşte o zaman gerçek sanatkarlar azaldı.
Serzenişte bulunduğu kişiler, onun bestelerini söyleyerek milyonlarına milyon kattılar. O ise başladığı noktada gazel okumaya devam etti.
Yüreğindeki aşkın ateşinde yandı, insanların yüreğine dokundu..
Ölmeden önce kendi adını taşıyan torununa şunları söylüyordu:
Torunum Bedih; dersine iyi çalış. İşine, kârına dikkat et. Benim gönlüm Allah ve müzik aşkına açık oldu.
Tez evlendiğim için gönül gözümü, çocuklarımın anasına açtım. Bir kuru kaya parçası gibi oldu gönlüm.
Aşkları, en güzel aşkları gazel söylerken, cümbüş çalarken yaşadım.
Torunum, sana tavsiye etmiyorum. Sen kır çiçekleri aç, şakşako (gelincik) gibi ol. *
Cümbüşünü oğluna emanet etse de, torununa müzikle ilgilenmesini salık vermiyordu.
Yıllarca sesini dinleten, Pir unvanını alan Kazancı Bedih, serzeniş içinde yaşamın son deminde kırgın ve bitkin yaşadı.
Sıra geceleri ise zengin sofraların yan kenar süsü olarak varlığını sürdürdü, sürdürüyor.
Yapımcılar, müzik şirketleri, TV'ler onun sesinden para kazanmaya, sermayelerine sermaye katmaya devam ettiler...
Pir, yaşlanmasına rağmen sesi son nefesine kadar gazelleri canlı tutmaya yetti.
Ama ne yazık ki 20 Ocak 2004 yılında evinde ısınmak için kullandıkları katalitikten sızan gazdan eşiyle birlikte hayata veda etti...
Kendisinin sık sık okuduğu gazel ise ömrünün kocaman bir özeti oldu.
Tükendi nakd-i ömrüm dilde bir sevda-yi ah kaldı
Tevessül dilber-i yare benim arzum nigah kaldı
Benim taciz etmediğim ne şah ne padişah kaldı
Benim perişan halime kimseden insaf olmadı
Derunum derdini lokmana gösterdim dedi eyvah
Bu derdin def'ine çare eder ancak Allah kaldı
Kara günlerde mi halkeylemiş bilmem beni Mevla
Tutuldu şemsü kemer günlerim pek simsiyah kaldı
Perişan halıma hiç kimselerden olmadı imdad
Benim arzetmediğim şah veziri padişah kaldı
Bu Rıf'at varını yaran uğruna eyledi yağma
Elinde sade bir keşkül başında bir küllah kaldı.
* İbrahim Tekpınar / Divan Edebiyatının Garip Dervişi “Kazancı Bedih” İzdiham
** Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish