PKK için bereketli topraklar: Fırat’ın doğusu

Mehmed Mazlum Çelik Independent Türkçe için yazdı: Esad askerleri Fırat’ın doğusuna girerek Türkiye’ye karşı ‘ilan edilmemiş savaşı’ yeniden başlattı

Fotoğraf: Reuters

Yaklaşık bir hafta önce Mazlum Kobani Abdi, NBC’ye verdiği röportajda ABD’nin bölgeden çekilmesi durumunda YPG’nin Şam yönetimi ile ittifak yapabileceğini açıklamıştı.

Bu açıklamadan yaklaşık 5 gün sonra, Türk ordusunun operasyonlarını aralıksız şekilde sürdürdüğü sırada, sosyal medyadan yayılan bir haber kısa sürede doğrulandı.

Buna göre Esad güçleri Kobani ve Menbiç’e girmek üzere harekete geçmişti. 

Barış Pınarı Harekatı” henüz ilk haftasını dahi geride bırakmamışken operasyon daha girift bir hâl aldı.

Buna göre Fırat’ın doğusunda yapılacak operasyonlarda denklemin içinde artık Şam yönetimi askerleri de bulunuyordu.
 

afp.jpg
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, Barış Pınarı Harekatı'nı başlatan Türkiye'ye karşı Suriye yönetimiyle anlaştıklarını duyurdu / Fotoğraf: AFP


Türk kamuoyunun merak ettiği ise ABD güdümünde hareket ettiği düşünülen YPG’nin, Şam yönetimi ile arasında nasıl bir ilişki bulunuyordu da bu denli kısa sürede bir ittifak anlaşması yapılıp uygulamaya koyulabilmişti. 

Bu noktada sanılanın aksine Şam yönetimi ve YPG arasındaki ilişki ABD-YPG ilişkisinden çok daha güçlü bir ilişkiydi ve 60 yıllık bir tarihi bulunuyordu.

Bunun için hikâyenin en başına dönmemiz, bugün yaşanan gelişmeleri daha net bir şekilde anlamamızı sağlayacaktır.


1960’ların ortasından beri Şam Yönetimi Türkiye’ye örgüt ihraç ediyor

‘Hatay Meselesi’ sonrası Ankara-Şam yönetimini karşı karşıya getiren en önemli olay Şam yönetiminin Fırat Nehri üzerine Tabka Barajını inşa etmesi ve Türkiye’nin de Keban Barajı inşaatını gerçekleştirmesi oldu.

Suyun kontrolünün Türkiye’de olması Şam yönetimi açısından bir milli güvenlik sorunu olarak görüldü. 

Suriye bu sorunun çözümünü Türkiye’nin iç işlerine müdahalede buldu.

Bu doğrultuda Türkiye’de faaliyet gösteren radikal sol grupların desteklenmesine ve Suriye topraklarında özgürce hareket etmesine imkân sağladı.

Bu örgütler içinde DEV-SOL, DEV-GENÇ ve THKO gibi yapılanmalar bulunuyordu.

1980 darbesi öncesi sağ-sol olaylarında önemli rol oynayan bu yapılanmalar sokak çatışmaları ve gerilla eylemleri için gerekli eğitimi Suriye’de bulunan kamplarda gerçekleştirdi.

Fakat bu örgütlerin hiçbiri 12 Eylül 1980 darbesinden kısa bir süre önce kurulan PKK kadar Şam yönetiminin dikkatini çekmemişti.

PKK kuruluşundan kısa süre sonra örgütlenmesini sağlayacak kuyumcu ve banka soygunu gibi girişimlere başlamıştı; ama bu faaliyetlerin hiçbiri PKK’nın lokal bir örgütlenme olmanın ötesine geçmesi için yetmemişti.

PKK’nın darbeden kısa bir süre önce Suriye’ye davet edilmesi, Şam yönetimi ve PKK arasında 1998 Şam Protokolüne kadar sürecek ilişkinin ilk evresini oluşturmuştu.


PKK için bereketli topraklar: Fırat’ın doğusu

PKK’lı militanlar Suriye’ye geçiş yaptıktan kısa süre sonra Şam Yönetiminin güç hinterlantında bulunan Bekaa Vadisinde yerleştirilmişti.

PKK’lılar burada “Filistin Kurtuluş Örgütü” (FKÖ) üyeleri tarafından eğitildi.

Yaser Arafat’ın yönetimindeki FKÖ tarafından eğitim gören PKK’lılar, saha tecrübesi edinebilmeleri amacıyla İsrail’e karşı girişilen operasyonlarda da kullanılmıştı.

Zamanla PKK kendi başına hareket edebilecek bir örgüt hüviyetine büründüğünde ise Suriye topraklarındaki faaliyetlerinin geliştirilmesi sorumluluğu Hafız Esad’ın kardeşi Cemil Esad’a devredildi.

PKK, Bekaa Vadisi'ndeki yararlılıkları dikkate alınarak 1982 yılında kendisine ait ilk askeri kampı olan Helve eğitim kampı Şam yönetimi tarafından bu örgüte verildi.

Helve Kampı kısa sürede birçok sayısız kampın kapısını araladı.

1992 yılına gelindiğinde PKK’nın Suriye’deki kamplarda faaliyet gösteren 20 bine yakın askeri bulunuyordu.

Örgüt kısa süre içinde Ortadoğu’nun uyuşturucu ve insan kaçakçılığı faaliyetini kontrolüne alarak muazzam bir manevra alanı edindi.
 

pkk aa.jpg
Fotoğaf: AA


PKK’nın Suriye’deki en büyük kazanımı ekonomi ve askeri manevra alanı değildi, Şam yönetimi bütün Kürt siyasi hareketleri yasaklayıp liderlerini idama mahkûm ederken PKK’nın Kamışlı, Rasulayn, Kobani, Afrin ve Haseke gibi bölgelerde siyasi ofisler açmasına izin verdi.

PKK’nın bölgedeki neredeyse her siyasal hamlesine müsaade eden Şam yönetimi PKK’nın Nevruz kutlamalarını gövde gösterisine dönüştürmesine de müsaade etmişti.

Hatta işi bir adım daha öteye taşıyan Şam yönetimi PKK’ya katılan Kürt gençlerinin askerlikten muaf tutulacağını ilan etti.

Bu uygulamalar Suriye’de yaşayan Kürtleri PKK’nın kontrolüne geçmesine neden olurken Türkiye, İran ve Irak’ta yaşayan Kürtler PKK’nın Suriye örgütlenmesine katılarak Türkiye’ye karşı savaşa girişmişti. 

Suriye yönetimi topraklarını PKK’ya açarak bir taşta iki kuş vurmuş oluyordu:

Öncelikle Şam yönetimi, Türkiye ile sorunlarını örgütler üzerinden çözerek masaya güçlü oturuyordu.

Şam yönetiminin bir diğer kazanımı da birçok siyasal haktan mahkûm bıraktığı Kürtleri PKK vasıtasıyla kontrol altında tutuyordu.


Türkiye’nin PKK-Şam yönetimi ile olan ilişkisine tepkisi

Türkiye, 1985 yılında Şam yönetimi ve PKK arasındaki ilişkiyi engellemek amacıyla Suriye ile “Sınır Güvenliği Protokolü” imzalamıştı; fakat bu anlaşma yalnızca kâğıt üstünde kalmıştı.

1996 yılında ABD ve İsrail’in desteğini alan Türkiye, Suriye’yi teröre destek veren ülkeler listesine almayı başardı; fakat diplomatik alanda edinilen kazanımlar sahada karşılık bulmuyordu.

Şam yönetimi, PKK’ya olan desteğine günden güne artıyordu.

1997 yılında Mesut Yılmaz’ın Başbakanlığa gelmesiyle Suriye ile olan ilişkiler diplomatik alandan askeri sahaya kaymaya başladı.

Mesut Yılmaz bir yurt dışı gezisi sonunda ise ilk kez Suriye’yi en üst perdeden uyaran açıklamayı yaptı.

Bu açıklama iki ülkeyi savaşın eşiğine getirecek sürecin fitilini ateşledi;

Ürdün, İsrail ve Filistin’i kapsayan ziyaretimi Suriye’nin eleştirmiş olmasını, düşmanlık yaratacak bir gezi olarak nitelemesini kale almamız söz konusu olamaz.

Düşmanlıktan söz edilecekse, asil büyüteç altına alınması gereken, Suriye’nin Türkiye’deki teröre verdiği destektir.


16 Eylül 1998 yılına gelindiğinde Suriye-Ankara hattında ilişkiler tamamen kopma noktasına gelmiş, Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş, Reyhanlı sınırına gelerek şu açıklamayı yaptı;

Ülkemizin problemlerini çözmek, ekonomiyi düzeltmek, kalkınmayı sağlamak ve halkı daha çok refaha kavuşturmak için çaba harcanıyor.

Bazı komşularımız, bizim iyi niyetimizi, gösterdiğimiz yakinliği yanlış değerlendirmişlerdir.

Uzun zamandan beri Apo denilen eşkıyayı kendi ülkelerinde barındırıp, onu destekleyerek Türkiye’yi terör belasına bulaştırmışlardır.

Şunu açıkça söylemek istiyorum: Türk milleti artık bu konuda göstereceği iyi niyetin sonuna gelmiştir.

Sabrımız tükenmek üzeredir. Sabrımızı taşırmasınlar.


Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de tartışmalara dahil olarak şu açıklamayı yaptı;

Suriye, PKK terör örgütüne aktif destek sağlamayı sürdürmektedir.

Tüm uyarılarımıza ve barışçı açılımlarımıza rağmen hasmane tutumundan vazgeçmeyen Suriye’ye karşı mukabelede bulunma hakkimizi saklı tuttuğumuzu, sabrımıziı taşmak üzere olduğunu bir kere daha dünyaya ilan ediyorum.


Suriye ile yaşanan gerilim Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in araya girmesiyle yumuşadı.

Mübarek’in müdahalesini Demirel şöyle yorumlamıştı; 

Kendi hoş geldi sefa geldi. Mübarek de Mısır da bizim dostumuzdur. Bütün Arap ülkeleri dostumuzdur.

Türkiye içinde vuku bulan kanlı terör olayını anlattık.

Dedik ki ‘Bu Müslümanlığa sığar mi? Ölenler insandır. İnsanlığa sığar mi? Kardeşliğe, komşuluğa sığar mi?

Suriye’nin yaptığı ne insanlığa ne Müslümanlığa ne de komşuluğasığmaz.’ (…)

İş ciddidir. Açıkça söylüyorum. Türkiye bu kadar zaman çok büyük ıstırap çekmiştir. Bundan sonra bu ıstırabı çekmek istemiyor.

Mübarek belki salı ya da çarşamba geliyor. ABD, ne düşündüğümüzü biliyor.

Benden duyduklarınızı o da duyuyor. Cani yanan Türkiye’dir. Ateş düştüğü yeri yakar.


Türkiye bu gerilimin ortaya çıkmasıyla kendi sınırında 30 kilometre derinliğe sahip bir yığınak yapmıştı.

Türkiye’nin kararlı tutumunu göre Suriye süreci yumuşatmaya yanaşarak Adana Mutabakatına katılmayı kabul etmişti.

Hüsnü Mübarek’in arabuluculuğunda iki ülke masaya oturmuştu ve Suriye yönetimi masaya oturmadan önce iyi niyet göstergesi olarak Türkiye’nin öne sürdüğü koşullara şu cevabı vererek oturmuştu;

Öcalan şu andan itibaren Suriye’de değildir ve kesinlikle Suriye’ye girmesine izin verilmeyecek.

PKK kampları şu andan itibaren faaliyette değildir ve kesinlikle faaliyete geçmelerine izin verilmeyecektir.

Birçok PKK'lı tutuklanmış ve adalete sevk edilmiştir. Listeleri mevcuttur ve Suriye bu listeleri Türk tarafına vermiştir.


1998 Adana Mutabakatı imzalandıktan sonra Şam yönetimi bir süreliğine de olsa sözünü tutmuş ve ülkesindeki PKK kamplarını kapatmış ve bu örgütü terör listesine alarak faaliyetlerini yasaklamıştı.


Adana Mutabakatı sonrası PKK Suriye’de PYD olarak yeniden yapılandı

Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun “Türkiye’ye karşı ilan edilmemiş savaş” olarak nitelendirdiği Suriye’deki PKK krizi 1998 yılında imzalanan mutabakatla kısa süreliğine de olsa tatlıya bağlanmıştı.

2002 yılına gelindiğinde ise PKK bölgede gerçekleştirdiği 8.Kongresinde ismini ve yapısını değiştirerek Suriye’deki faaliyetlerini sürdürme kararı aldı.

Suriye’deki yol haritası ve yapılanmasını ise şu şekilde açıkladı;

Parti Önderliğimizin Demokratik Uygarlık Manifestosu’nun bu alana yönelik somut belirlemeleri temelinde, bu durumun aşılması yönünde yeni bir tartışma ve kendini yeniden düzenleme faaliyeti gelişmiştir.

Bu alan almak4, çalışmalarını İran’dakine benzer bir yaklaşımla ele fakat alanın somut özgünlüğünü de görmek ve gözetmek gereklidir.

Suriye genelinde demokratikleşmeyi esas alan, Kürt halkının kimlik ve kültürel gelişim sorunlarını böyle bir demokratikleşme içerisinde çözmeyi programlayan bir 5 demokratik birlik örgütlenmesi en doğru bir örgütlenme olabilir.

Yasal mevzuat elverirse, böyle bir hareket kendini parti olarak da adlandırabilir.


Kongremiz hareketimizin yeni dönemde bu alana yönelik siyasal örgütlenmesini de bu temelde ele almalı, gerekli görevlendirmeleri yapmalı;

Bir Suriye Demokratik Birlik Hareketi’ni veya partisini ortaya çıkartarak, onu önümüzdeki dönemde hareketimizin örgütsel yapısı olarak görüp gerekli desteği vermelidir.


PKK artık Suriye’de bu isimle anılmayacaktı ve kendisini PYD olarak tanımlamıştı; ama bu yapının kurucuları PKK militanları olan Şilan Kobani kod adlı Meyisa Baki, Zekeriya Toros kod adlı Zekeriya İbrahim, Fuat kod adlı Hikmet Tokmak, Cemil Rodi kod adlı Nebo Ali ve Ciwan Kobani kod adlı Hacı Cuma Ali gibi isimler vardı.

PYD’nin asıl amacı PKK’nın bölgede meydana getirdiği sosyal tabanı korumak ve örgütün Suriye’deki varlığını korumaktı.

Bu süreçten sonra PYD zaman zaman Suriye rejimi ile de karşı karşıya gelmişti. 


Suriye iç savaşı ile PYD, PKK’nın 1998 öncesi gücünü tekrar elde etti

Suriye iç savaşının başlamasıyla PYD’nin güdümünde hareket eden Suriye Demokratik Güçleri (SDG) evvela Tel Rifat, Menbiç ve Tabka gibi bölgelerin yönetimini ele geçirdi.

Türkiye ile savaş gerekçesi olarak görülen meşhur Tabka Barajı’da PYD’nin kontrolüne geçmişti.

Yine ülkenin enerji kaynağı Deir ez Zor iç savaştan kısa bir süre sonra PYD’nin kontrolü altına geçti.

Fakat bölgede PYD’yi büyük bir güç unsuru haline getiren en önemli gelişme; İran, Şam yönetimi ve PYD arasında varılan anlaşmaydı.

Bu anlaşma gereği PYD’de bölgede Şam yönetimi aleyhinde yapılacak eylemleri durduracaktı.

Bu amaçla Irak, Türkiye ve İran’da bulunan PKK militanları Suriye’ye çekildi.

Bu anlaşma ile Şam rejimi tek kurşun atmadan muhaliflerini tasfiye ediyordu, İran ülkesinde bulunan PJAK isimli örgütten kurtuluyordu ve PKK-PYD sahada kendisi için sınırsız bir manevra alanı buluyordu.

İlerleyen yıllarda Şam yönetimi ve PYD arasındaki karşılıklı mutabakat ve iyi ilişkiler meyvesini vermeye devam etti;

Afrin ve Ayn el Arap gibi Kürt nüfusnun çoğunlukta olmadığı bölgeler de PYD kontrolüne geçti.

Özetle Şam yönetimi 1998-2002 yılları arasında Adana Mutabakatı sonrası kısa bir süreliğine PKK-PYD ile ilişkilerini kesmiş; ama 1970’lerin başından günümüze kadar ülkesinde yaşayan Kürtleri başta Türkiye’ye karşı olmak üzere güçlü bir silah olarak kullanmıştır.

Bu yüzden 5 gün gibi kısa bir süre içinde Şam güçlerinin PYD ile anlaşarak Fırat’ın doğusuna gelmesi çok da şaşılacak bir durum değildir.

 

 

*Daha ayrıntılı bir okuma için şu çalışmalar incelenebilir;

  • Buğra Sarı: “Çatışmaya, Çatışmadan Ortaklığa: İlişkilerinin Vekillikten PKK-Suriye Değişen Karakteristiği”
  • Kaan Gaynatçıoğlu: “Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye - Suriye İlişkilerinin Ortadoğu Politikasına Etkisi”

* Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU