Biden'dan Trump'a İran ile yüzleşme ve İsrail'e destek!

Fotoğraf: AA

Hizbullah'ın içinde bulunduğu krizin en iyi göstergesi, Genel Sekreter Hasan Nasrallah’ın Aşura konuşmasındaki sözleridir. O konuşmada Genel Sekreter’in sesi, ses tellerini etkileyecek kadar yüksekçe yankılanıyordu. Nasrallah, daha öncesinde düşman İsrail’in Lübnan'a saldırmaya cüret etmesi halinde yıkıma ve korkunç şeylere maruz kalacağı tehdidinde bulunmuştu. Ayrıca Nasrallah, 1948'deki Nekbe'den bu yana İsrail ordusunu caydıran tek gücün kendisi olduğunu iddia etmişti. 5 Haziran 1967'de Kahire'de ‘Arapların Sesi’ radyosundan seslenen Ahmed Said, “Mısır ordusu Tel Aviv'e girdi” demişti. Geçmişi hatırlatan Nasrallah, bir füze tepkisi dışında bu sözlerini yerine getiremedi.

Güney Lübnan'da 56 kasaba yıkılmış durumda. Aynı zamanda 109 binden fazla insan da yerinden edilmiş halde. Tarım arazileri İsrail'in fosfor bombardımanıyla yakıldı. Lübnan Afet Araştırmaları Vakfı tarafından 10 Temmuz itibariyle 18 milyon metrekare olduğu tahmin edilen ve binlerce çiftçinin satarak geçimini sağladığı meyve ağaçları, meşeler, çamlar ve ekinlerin bulunduğu bu araziler nadasa bırakıldı. Çoğu sivil olan 580 kişinin yanı sıra 310 Hizbullah mensubu ve lideri de hayatını kaybetti. Tüm bunlardan sonra Nasrallah'ın sesi zafer iddiaları ve vaatlerle yankılandı.

Hasan Nasrallah geçtiğimiz çarşamba günü yaptığı son konuşmada, başlarına gelen felaketin dehşeti karşısında genel olarak Lübnanlıları ve özel olarak da felaket ortamını sakinleştirmek için ölümün ve ebedi huzura geçişin iyi yanları hakkında vaaz etti. Çünkü başka söyleyecek bir şeyi kalmadı. Hizbullah'ın eylemlerinden şüphe duyanlar için Nasrallah bizi Nebukadnezar ve Kiros'tan Kudüs'e girişe kadar Yahudilerin tarihine götürdü. Nasrallah şu ifadeyi kullandı: “Allah Yahudilerin yenileceğine söz vermiş ve bunu Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah'ın şu sözüyle ilişkilendirmiştir: ‘Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz.’* Nasrallah, sanki buradaki yenilgiyi gerçekleştirmek için geri dönecek olan şeyden Hizbullah'mış gibi bahsediyor. Felaketten etkilenenlere yeniden inşa etme ve kaybettiklerini cömertçe telafi etme sözü veren Nasrallah, Lübnan devletinin kendi memurlarının maaşlarını ödeyemeyecek durumda olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. Nasrallah, devlete danışmadan karar verip girdiği bir savaşı telafi etmek için milyarlarca doları nerden bulacak? Hizbullah, Lübnan'ı savaşa sürüklüyor ve sonra da devlete pazarlık yap diyor. Bu, artık kimsenin kanmadığı sapkınlığın doruk noktasıdır.

Hizbullah krizinin kaynağı, planlarının uygulayıcısının İran olmasıdır. İran, küçük bir ülkenin zararına olsa da kendi çıkarları için kazanımlar elde etmeye çalışıyor. Bu artık haklı görülemez. Deniz sınırlarının belirlenmesi konusunda İran, Güney Kore tarafından ödenen 6 milyar dolar tutarındaki el konulmuş İran fonları üzerindeki ablukanın kısmen kaldırılması karşılığında Lübnan'daki iktidar koluna bunu kabul etmesi talimatını verdi. Bu durum, denizindeki zengin doğalgaz kaynaklarını kaybeden Lübnan'ın zararına oldu. Nasrallah'ın “Deniz sınırlarını belirleme müzakereleri hükümet tarafından yürütüldü ve Cumhurbaşkanı Mişel Avn tarafından imzalandı” yönündeki açıklamasına aklı başında hiç kimse kanmadı. İran, Aksa Tufanı’ndan sonra güney cephesini ateşlemesi için kendi sınırlarındaki Hizbullah koluna talimat verdi. Tahran, İsrailliler ölüm ve yıkımı artırsa bile bunun İran-ABD müzakereleri için bir kart olması ve küçük ülke pahasına da olsa kazanımları arttırması için aşılamayacak angajman kuralları koydu.

Yeni ya da yenilenmiş bir ABD yönetimini ve ABD-İran müzakerelerinin geri dönmesini beklerken Lübnan acı darbeler alıyor. Tahran yönetimi, Hizbullah’tan halkı ehlileştirmesini ve olanları meşrulaştırmasını istiyor. Bunu yaparken de Nebukadnezar ve Kiros’u hatırlatması gerekiyorsa hatırlatsın. Hatta ölümü güzelleyen vaazlar bile verilebilir.

Şimdi yaklaşan seçimlerin sonuçlarının ertesi gününe ulaştığımızı varsayalım. Hizbullah için ne değişecek?

Dünyanın her zaman bu istikrarsız köşesinde, Ortadoğu'da, Joe Biden ve Donald Trump arasındaki fark penceresi daha dar görünüyor.

Trump'ın bölgeye yaklaşımı İsrail'e güçlü bir destek ve İran'a karşı çatışmacı bir duruş içeriyor.

Trump ve Yardımcısı J.D. Vance da 7 Ekim'deki Hamas saldırılarından bu yana İsrail'i destekleyen güçlü söylemlerde bulunuyor. Hamas saldırılarının kendi gözetiminde gerçekleşmeyeceğini iddia eden Trump, “İsrail'i güvende tuttum... Bunu başka kimse yapamaz” ifadelerini kullandı.

Elbette İran ilgi odağı olmaya devam ediyor. İran'a yönelik düşmanlık -tıpkı İsrail'e verilen destek gibi- Washington'da iki partili bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Ancak kayıtlara göre ikinci bir Trump yönetiminin daha sert bir çizgi izleyebileceğini gösteriyor.

Trump'ın ilk dönemine İran'ı izole etmeye yönelik maksimum baskı kampanyası damgasını vurmuştu. Daha sert yaptırım vaatleriyle bu kampanyanın devam etmesi muhtemel görünüyor.

Pek çok uzman, ikinci bir Trump yönetiminin, bölgedeki İsrail ya da ABD çıkarlarına İran’ın vekil güçleri tarafından bir saldırı gelirse İran'a askeri misilleme yapılması olasılığının daha yüksek olacağına inanıyor.

Geçtiğimiz ay, en azından ismen bir reformist olan Mesud Pezeşkiyan İran Cumhurbaşkanı seçildi. Raporlar Pezeşkiyan'ın nükleer müzakereler ve Batı ile ilişkilerin geliştirilmesi çağrısında bulunabileceğini gösteriyor. Ancak uzmanlar, özellikle Trump'ın kazanması halinde daha somut bir ilerleme kaydedilmesinin pek olası olmadığını söylüyor. Bunun tam tersi de doğru çıkabilir. Her iki durumda da çevreye kim bakacak? Nasrallah ağaçtan inecek mi?

* İsrâ Suresi 8. Ayet

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU