Seçim sonuçlarını analiz ettiği yazısında eski AK Parti milletvekili Aydın Ünal; iktidar partisinin seçmen kitlesini 'sağ/muhafazakarlar', 'dindarlar', 'muhafazakar Kürtler-muhafazakar milliyetçiler' olarak tasnif ettiği yazısında 'ıstakoz' konusuna da değindi.
"Peki ne yapmalı?" diye soran Ünal şu vurguları yaptı:
Erdoğan ekonominin durumunun farkında. Önünde seçimsiz 4 yıl var ve Mehmet Şimşek’e verdiği tam yetkiyle ekonomiyi düze çıkaracaktır. Güvenlik konusunda yegâne liman olduğu açıktır. Sağ/muhafazakâr büyük kitleyi yeniden toparlamakta zorlanmayacaktır.
Bu toparlanma sürecinde dindarların gönlünü yeniden kazanmak teknik olarak zor olacaktır. Zira çürümeye yönelik tüm iddiaların üzerine kararlılıkla gitmek, yani “öze dönmek” gerekecektir. Erdoğan, acımasız davranır, çeteleşmeleri, gruplaşmaları dağıtır, lejyonerlerden, asalaklardan mahalleyi temizler, samimiyeti, tevazuu yeniden egemen kılarsa, özgürlükçü ve kucaklayıcı dili yeniden inşa ederse, örneğin Külliye’den kibirle sallanan parmakları kırarsa, örneğin Monako’dan ıstakoz fotosu paylaşan sızıntılarla hesaplaşırsa, mahalle yanarken saçını tarayanları kapının önüne koyarsa, dindarları yeniden kazanabilecektir.
Irkçı/kafatasçılarla arasına mesafe koymuş bir MHP’nin muhafaza edilmesi, MHP’nin altını boşaltma gayretlerinin boşa çıkarılması da Cumhur İttifakı’nı daha güçlü kılacaktır. Hatta şunu da ekleyelim: Türk ırkçısı olduğunu söyleyip, PKK ile aynı istikamette yürüyenlerin karşısında, MHP, muhafazakâr Kürtlerle barışık bir çizgiye rahatlıkla gelebilir. Bu da hem Türkiye’nin bekası için hem de toplumsal barış için eşsiz bir aşama olur. Sadece Türkiye’de değil bölgedeki birçok denklemi altüst edebilir. En başta doğru bir dil, doğru bir söylem bile bu kapıyı aralayabilir.
Özetle, ekonomide toparlanma, iç ve dış güvenlikte istikrar, öze dönüş ve Türk-Kürt kardeşliği mevcut tabloyu tam tersine çevirecektir. AK Parti ve Cumhur İttifakı daha uzun yıllar geniş kitleler tarafından tercih edilecektir.
Eski AK Parti milletvekili ve halen partinin MKYK üyeliğini sürdüren Orhan Miroğlu ise, tartışmaya sosyal medyadan dahil oldu. Milletvekili sorumluluklarına dikkat çektiği yazısında Miroğlu, "Sizin çıktığınız tatilde faturayı ödeyecek zenginlikte olmanız değildir mesele, milletin vekili olmanıza durumun yakıştırılamamasıdır" dedi.
Miroğlu şu ifadeleri kullandı:
Bir milletvekilinin halka karşı sorumluluğu bir yasama yılıyla sınırlı değildir. Milletvekilinin ülkesine karşı ahlaki ve vicdani sorumluluğu bana kalırsa ölünceye kadar devam eder. Yasama yılı bittiğinde bugün artık özgürlüğüme kavuştum diye düşünen milletvekili, o makama hiç inanmamış demektir. Ve ülkemizin içine sürüklendiği vasatlık - vekil olduğunun bilinciyle hareket eden vekillerimizi tenzih ederim -son yıllarda geldi TBMM seçimlerini de vurdu. Liyakat, siyasi temsil gibi vasıflar rafa kaldırıldı. Milletvekilliği çeşitli karmaşık ilişkilerden ‘aklanmak’ ve ‘netameli bir geçmişi silmek ve itibar satın almanın mümkün hale geldiği bir alana dönüştü. Manzarayı umumiyeye bakan herkesin, rahatlıkla ‘bu iş demek bu kadar ucuz ‘ diyebileceği bir alan! Oysa ilk meclisin kuruluşundan başlayarak meclisimize giren vekillerimizin , her biri roman olabilecek kadar güçlü hayat hikayelerine bakarsanız gerilemenin ve düşüşün ne boyutlarda olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Devir kabul edelim ki, o makama inanmadan oturmayı , o makamı her kapıyı açacak bir maymuncuk olarak kullanmayı amaçlayanların ve başkaları tarafından o makama oturtulmayı her nasılsa rahatlıkla başaranların devridir artık. Milletvekilliği hiç bir meslek grubuyla eşdeğer değildir. Adı üstünde milletin vekili! Venezüelalı bir turistin İstanbul’da Nusret’te et yemesini sorun etmez kimse , haber değeri bile olmaz, ama halkı yoksulluktan ülkesini terkederken Venezüela devlet başkanı Maduro ( üstelik sosyalist!) İstanbul’da Nusret’te görülürse bunu mesele eder insanlar. ( Nitekim öyle de oldu hatırlayın) Türkiye’de de bunca yoksulluk varken ve her iki vekilin partisi son seçimde yerelde iktidarı kaybetmekle kalmamış bir de “ kan ve ruh kaybettiği” liderinin dilinden ifade edilmişken, partiye oy veren ve üye olan milyonlarca insan nefesini tutmuş ne olacak diye beklerken, böyle bir süreçte gerçekleşen Monaco ve Maldivler tatiline de yurt içindekilere de, bakarlar insanlar ve sorgularlar her bakımdan!. Sizin çıktığınız tatilde faturayı ödeyecek zenginlikte olmanız değildir mesele, milletin vekili olmanıza durumun yakıştırılamamasıdır. Milletvekili seçilmişseniz özel hayatınız, ve başka vasıflarınızla kamuoyunun önünde yaşamayı kabullenmişsiniz demektir. Milletvekili bir sosyal medya fenomeni gibi davranamaz. Malumunuz, kişinin kendini ‘ifşa etmesi” sosyal medyanın insanı adeta mecbur kıldığı bir ‘ merak ve hoşlanma’ alanına dönüştü. Son iki hadisede de bu ifşa tutkusunun yol açtığı zarar- ziyanı hep beraber yaşamış olduk ve en büyük zararı da bu vekillerimiz ve partileri görmüş oldu ki unutulacak gibi de değil hadise. Milletvekili sevincini, acısını, insanlığın ortak değerlerini hatırlatmaya hizmet edecekse özel hayatına ilişkin anları ve zamanları da paylaşır elbette, gerisi ona kalır, ama “ifşa etmez.”
Bir milletvekilinin halka karşı sorumluluğu bir yasama yılıyla sınırlı değildir.
— Orhan Miroğlu (@OrhanMiroglu) April 15, 2024
Milletvekilinin ülkesine karşı ahlaki ve vicdani sorumluluğu bana kalırsa ölünceye kadar devam eder.
Yasama yılı bittiğinde bugün artık özgürlüğüme kavuştum diye düşünen milletvekili, o makama…
Independent Türkçe