Evine havan topu düştüğünde henüz 11 yaşındaydı. Ailesinin bir gecede aldığı göç kararıyla, belleğinde travmatik anılarla doğduğu toprakları terk etmek zorunda kaldı.
Yerinden edilmişliğin, kendisi ve ailesine nasıl bir gelecek hazırladığını bilmiyordu, ancak yönü nereye dönerse dönsün hayatın, kendi hayatının başrolünde olacaktı.
Çocuk yaşta göç ettiği coğrafyaya 21 yaşında öğretmen olarak geri döndü. Kapısı, penceresi olmayan, kaderine terkedilmiş bir köy okulunun tek kadın öğretmeni olarak 2 yıl İngilizce eğitimi verdi.
İçi rahat değildi, çünkü öğrencilerinin daha sağlıklı bir ortamda öğrenim görmesini istiyordu. Tam anlamıyla akıntının tersine kürek çekerek Türkiye çapında destek kampanyaları başlattı ve okulu baştan yarattı.
Amacına ulaşınca, bu kez kendi isteğiyle hayatının ikinci büyük göçünü yaşadı.
İngiltere’ye yerleşerek, önce Metropolitan Üniversitesi’nde Edebiyat ve Modernizm üzerine master, ardından Exeter Üniversitesi’nin Kürt Çalışmaları Bölümü’nde ‘Kürtçe Roman’ üzerine doktora yaptı.
ABD, İspanya ve İsrail gibi birçok ülkede Kürt romanı üzerine konferanslar verdi. 2013 yılından beri, dünyanın en prestijli üniversitelerinden biri olan Oxford’da öğretim görevlisi olarak çalışıyor.
Şırnaklı Akademisyen Özlem Galip, 5 yıl üniversitenin Ermeni Bölümü’nde, geçen yıldan bu yana da Antropoloji Bölümü’nde başarılı projelere imza attı.
Oxford’da iki yıl boyunca Kürtçe dersleri veren Galip, üniversitenin 800 yıllık tarihinde bir ilki de başlatmış oldu.
Avrupa komisyonu destekliyor
O şimdilerde, Avrupa Komisyonu’nun desteklediği Marie Curie Fellowship adı altında, Oxford Üniversitesi’nde yürütülen akademik bir projeyle çizgi dışı hayatları olan ve Avrupa’da yaşayan Kürt göçmen kadınlarını yazıyor.
Her sene tüm dünyadan 9 bin kişinin başvurduğu bu fondan destek almayı başaran 700 projeden biri.
Proje, Almanya, Belçika, İngiltere, İsveç ve Fransa’da yaşayan 40 entelektüel kadının portresini içeriyor.
Özellikle Avrupa medyasında son yıllarda yaratılan “savaşçı”, “militan”, “politik” Kürt kadını tasvirlerine itiraz eden Galip, başat söylemlerden bağımsız öyküleri seçiyor.
Ulaştığı kadınlardan kimi ünlü bir opera sanatçısı ya da yönetmen, kimi aktris, tiyatro sanatçısı ya da komedyen.
Hepsi, yaptığı işler, elde ettiği başarılarla göçmen olarak yaşadığı topraklarda kendilerini kabul ettirmiş, üreten, dönüştüren kadınlar.
Öyle ki, aralarında ülkenin yasalarını değiştirmeyi başaran bile var.
Galip, onların hayatını aktarırken, aynı zamanda Avrupa’nın göçmen politikalarını da karşılaştırıyor.
Haberi sayesinde İsveç'te göçmen çocukların aileleri için tercümanlık yapması yasaklanacak
Galip'in aktardığı portrelerden biri 37 yaşındaki Gazeteci Şükran Kavak’a ait.
7 yaşındayken Mardin’den ailesiyle Stockholm’e göç eden Kavak, Stockholm Üniversitesi’nde hukuk eğitimi aldı. Ancak hayalini kurduğu meslek gazetecilikti.
Üniversiteyi bitirir bitirmez İsveç’in ulusal radyosunda çalışmaya başladı. Radyoda başarılı işlere imza atmaya başlayan Kavak’ın iki yıl önce yaptığı bir haber ise büyük ses getirdi.
Öyle ki, haberin ardından bir yasa tasarısı İsveç meclisine sunulup onaydan geçti.
Haber, hastane gibi devlet kurumlarında aileleri için tercümanlık yapmak zorunda kalan göçmen çocukları konu alıyordu.
Yaklaşık 400 çocukla görüşen gazeteci, çocukların hemen hemen hepsinin dil problemi yaşayan aileleri için bir ya da birden çok kez tercümanlık yaptığını yazdı.
Tıpkı kendi travmatik öyküsünde olduğu gibi…
O da, çocuk yaşlarında doktor randevusu esnasında babasına kanser olduğunu kendi söylemek zorunda kalmıştı.
Haberin ardından İsveç İçişleri Bakanlığı çocukların tercümanlık yapmasını yasaklayan bir yasa tasarısı hazırlayıp meclise sundu ve bu tasarı onaydan geçti.
Artık, İsveç’te çocukların tercümanlık yapmaları tamamen yasaklanacak.
Bol ödüllü Kürt Soprano
Soprano, Klasik Batı Müziği sanatçısı Pervin Çakar da Mardin’de 5 çocuklu bir ailenin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi.
Ankara Gazi Üniversitesi Müzik Eğitim Bölümü Şan Ana Sanat Dalı’ndan mezun olan Çakar, İtalya’da Accademia d’Arte Lirica Müzik Akademisi’nde opera çalışmalarını sürdürdü.
2006 yılında da İtalyan hükümetinin verdiği burstan yararlanarak opera eğitimine İtalya’da devam etti.
Luciana Serra, Lella Cuberli, Tiziana Fabbricini, Mietta Sighele ve Veriano Luchetti’nin masterclass programına katıldı.
2008’de İtalya’da Perugia F. Morlacchi Devlet Konservatuvarı’ndan üstün derece ile mezun oldu. Aynı konservatuvarda en yüksek derece ile masterını tamamladı.
Uluslararası yarışmalarda adını duyuran Çakar, 28. Uluslararası Mari Caniglia Opera Yarışması’nda birincilik, 4. Milano Magda Olivera Opera Yarışması’nda ikincilik ödülü aldı.
Newyork’ta Lehmann Vakfı Özel Ödülü Yılın En İyi Kadın sesi seçildi.
Çakar, hayatını Almanya’da sürdürüyor.
Hayatını anlattığı kitabı İsveç'te en çok satanlar listesinde kaldı
İsveç’in tanınmış oyuncularından Evin Ahmad, Suriye Kürtlerinden.
İsveç’in en prestijli drama okulunda oyunculuk eğitimini aldıktan sonra göçmen çocuk rolleriyle İsveç dizilerinde ve sinema filmlerinde rol aldı.
Fransız Devrimi’nde idam edilen Fransız Kraliçesi Marie Antoinette üzerine kurgulanan bir tiyatro oyununda, kraliçeyi canlandırdı.
Kraliçe rolünün bir Avrupalıya değil de kendisine verilmesi eleştirilere neden oldu. .
Netflix’te gösterilen Danimarka yapımı 'Rain' dizisinde Kira adlı rolüyle şimdilerde Danimarka’da da oldukça iyi bilinen bir aktris.
Ahmad’ın 2017 yılında kendi hayatını kaleme aldığı ‘En dag ska jag bygga ett slott av pengar’ (Bir gün paradan kale yapacağım) isimli biyografik kitabı haftalarca İsveç’in en çok satılan kitapları arasında yer aldı.
“Ya savaşçı ya politik aktivisttir”
Akademisyen Galip, Kürt kadınlarının özellikle Rojava’dan sonra uluslararası medyada “Ya savaşçı ya politik aktivisttir” şeklinde lanse edilmesinden duyduğu rahatsızlığını dile getiriyor ve soruyor;
Madem bizi bu kadar iyi tanıyorlar, peki anlattığım kadınların portresi ya da benimki neden onların çizdiğine uymuyor?
Benzer yaklaşımların fazla marjinalize edilen bir tutum, duruş olduğunu düşünen akademisyen şöyle devam ediyor:
Bu beni hiçbir zaman memnun etmedi. Ki ‘Ya savaşçı ya politik aktivisttir’ bakışı olumlu olanlar. Ya da en başarılı Kürt kadın portresi bile politik.
Başarılı görünebilmek için politik olarak aktif olmak zorunda mıyız? Bizim başka becerilerimiz yok mu hayatta? Bunlar kafamda olan sorular, sorgular, rahatsızlıklardı.
Öte yandan Kürt çalışmaları üzerine doktoramı yaptığım için mevcut yazılmış kaynakları, Batılı, Avrupalı, Amerikalı etnografların ne kadar oryantalist bir bakış açısıyla kitaplarını yazdığını çok iyi biliyorum.
1970’li yıllarda Kürt köylerine gidip, çeşme başında su taşıyan kadınları görüp bunlar üzerinden tanımlamalar yapmışlar.
Öyle hadlerini aşmışlar ki, akademik ve hala okutulan kitaplarda şu cümleleri bile görebiliyorsun; ‘Kürt kadını duygusaldır’.
Temelde oluşturulmuş literatüre neden bakmıyor, kaç kişi üzerinden bu argümanı yapıyorsun?
Akademisyen Galip, yalnızca birkaç örnek üzerinden Kürt kadınının sosyal, kültürel yapısının araştırma olarak unulmasından duyduğu rahatsızlığı şu sözlerle anlatıyor:
Benim annem, 1970’li yıllarda erkeklere rest çekmiş bir Kürt kadını. Halamın eşi onun üzerine evlenmek istemiş.
Annem de onu tutuklatmış, bununla da kalmayıp tüm Şırnak’ın ona düşman kesilmesini sağlamış.
Annem gibi 1970’li yıllarda ataerkil sisteme ses çıkaran, öldürülmeyen, ezilmeyen kadınlar da var. Ama o etnograf, o kadını görmek istemiyor, onu kitabına yazmıyor.
İki tane Kürt kadını üzerinden oranın sosyal, kültürel yapısını araştırma olarak sunuyor.
Sana seni anlatıyorlar! Bir akademisyen olarak bunlardan hep rahatsızlık duydum. Kendimden yola çıkarak başlattım projeyi.
Projenin belgeseli için fon arıyor
Akademisyen Galip, “Projeyi kızgınlıkla yazdığımı hatırlıyorum” diye başlıyor anlatmaya;
Avrupa Birliği’ne başvurduğum için aslında bir nevi Avrupa ile diyalog içindeydim. ‘Siz Kürt kadınları hakkında böyle diyorsunuz ama aralarında müzisyeni, gazetecisi, yönetmeni, komedyeni, ressamı, kadın hakları aktivisti de var. Üstelik sadece kendi komüniteleri içinde değil yaşadıkları ülkede bilinen kadınlar bunlar.’
Özellikle toplumdaki hali hazırdaki algıyı kırmış kadınları seçtim. Destek alacağımı biliyordum, çünkü haklıydım. Kendimi mahkeme karşısında savunma yapıyor gibi hissettim. Kendi davamı savunuyor, tazminat istiyor gibiydim.
Proje bitiminde bir kitap yazıp, workshop ve konferanslar düzenleyeceğim. Henüz birkaç ay önce belgeselini de yapmaya başladık.
Amacım sadece projenin sonucunu akademisyenlere duyurmak değil. Makale ya da kitap da yetersiz olacaktı. Ne yaparsam yapayım, aktarmak konusunda yetmeyecek gibi düşünüyordum. O yüzden belgesel çok önemli.
Ulaşmak istediğim kitleye, akademik olmayan kişilere, yeni jenerasyona daha kolay ulaşacağım. 75 dakikalık, 10 kadının hikayesinin yer aldığı bir belgesel olacak.
Festivallere gönderip, özel gösterimler yapacağız. Şu an çekimleri sürdürebilmek için fon arayışı içindeyiz. Yeni bir maddi kaynak bulmaya ihtiyacımız var.
© The Independentturkish