Judy el-Asmar
Lübnan vatandaşı Ali Surur, İsrail bombardımanının yoğunluğu nedeniyle Lübnan’ın güneyindeki sınır kasabası Ayta eş-Şaab’da sahibi olduğu arazide zeytin hasadı yapamadı.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Surur duruma ilişkin şu açıklamada bulundu:
“Bahçemde her mevsim yaklaşık yedi yağ deposu dolduran 80 zeytin ağacım var ama zeytinleri toplamaya cesaret edemedim. Bombardımandan zarar görmeseydi fosfor bombalarıyla zehirlenecekti. Komşularda da durum böyle. Hasat mevsimi başlayınca savaş çıktı ve geçim kaynaklarımızı geride bıraktık. Geri dönene kadarki hasarı hesaplayamayız ve ne zaman döneceğimizi de bilmiyoruz.”
Uluslararası Af Örgütü’nün Kriz Kanıt Laboratuvarı, savaşın başladığı 10 Ekim’den bu yana Ayta eş-Şaab kasabasının beyaz fosforla hedef alınmasının görüntülerini yayınladı. İsrail’in Güney Lübnan’ı hedef alması, savaşın en tehlikeli silahı olan fosfor bombalarının açıkça kullanıldığını ortaya koyuyor. Bu bombaların toprağa ve suya verdiği hasarın onarılması uzun yıllar alıyor.
Kız kardeşi de Sayda bölgesindeki Kevseriyye es-Siyad köyünde üç ay önce kiraladığı dairede Ali’yle birlikte kalıyor. Aile, topraklarının akıbetini bilmiyor. Zira sakinlerin köye dönmesi yasak. Ali, cenazelere katıldıklarında mezarlığa yakın olduğu için yeri görebildiğini söyledi.
Musa Touba
Savaşta ölenler ölür, hayatta kalanlar ise hayatta kalır. Kaderimiz tehlikede ve kayıplarımızı kimin, ne zaman telafi edeceğini bilmiyoruz.
Ali sözlerini şöyle sürdürdü:
“Başta tütün olmak üzere yüzlerce çiftçi daha büyük kayıplara uğradı. Çiftçilerin aralık ve ocak ayları arasında fidanlıkların gübrelenmesi için çalışması nedeniyle köyümüz tütün tarımına bağımlıdır. Ama yer değiştirme nedeniyle bunu yapamadılar. Hareket etmediğimiz taktirde herkes bizi zehirli toprak konusunda uyarıyor.”
Bilinmeyene doğru
Aytarun köyünden yerinden edilen Musa Touba’nın da koşulları kötüleşirken, Sayda’nın bitişiğindeki ez-Zarariyye kasabasında dört aileyle paylaştığı evi ‘artık oturulamaz bir ev’ olarak tanımladı.
Touba, beş dönümlük zeytin, keçiboynuzu ve incir ağaçları, iki bin avokado fidanı, 15 dönüm buğday ve bal elde edilen bir arı kovanının bulunduğu meyve bahçesinde büyük kayıplar yaşadı.
Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre bilinmeyenin beklentileri gölgelediğini söyleyen Musa Touba şu ifadeleri kullandı:
“Yerlerimizden olduğumuzdan beri kasabaya ayak basmadım. Bugün hala bunun bir savaş olup olmadığını bilmiyoruz. Savaşta ölenler ölür, hayatta kalanlar ise hayatta kalır. Kaderimiz tehlikede ve kayıplarımızı kimin, ne zaman telafi edeceğini bilmiyoruz.”
Saldırılar genişlemeye devam ederken, Lübnan’daki tarım bölgeleri arasında en fazla çeşitliliğin olduğu kabul edilen bölgenin topoğrafyası sayesinde yerel tarımsal üretimin yaklaşık yüzde 37’sini sağlayan Güney Lübnan’ın tüm bölgelerine uzanıyor. Öyle ki güney kıyı şeridi boyunca muz ve narenciye ağaçları var. Burası, Lübnan kıyılarında kalan son tarım bölgesi olarak kabul ediliyor. İç kesimlerde sınıra doğru tütün, zeytin ve incir ekimi yoğunlaşırken, Cebel Amel olarak bilinen yaylalara kadar dağılıyor.
Filistin’deki koşulların, Güney Lübnan’dakilerle kritik ve dinamik bir şekilde iç içe olduğu ve devam eden savaşın toprağın çevresel değerini yeniden dikkate aldığı ‘direniş ülkesi’ hakkında merkezi bir anlatı ürettiği kabul ediliyor. İki mesele, Güney Lübnan halkının kendisine maddi ve sembolik sermaye sağlayan bir topraktan elde ettiği ‘aidiyet endüstrisi’ çerçevesinde tartışılıyor.
Çevresel hasar sahnesi maddi unsurlarla sınırlı değil. Zira bu durum, Güney Lübnan halkı için toprağın temsil ettiği ilişkisel- sosyal ve sembolik- kültürel anlamı gerektiriyor.
Sayılarla kayıplar
Ulusal Bilimsel Araştırma Konseyi Ulusal Erken Uyarı Platformu, 7 Ekim 2023’ten 1 Ocak 2024’e kadar Güney Lübnan’a yönelik 2 bin 447 İsrail saldırısı gerçekleştiğini açıkladı. Bu dönemde İsrail ordusu, 800 hektarlık alanı yaktı.
Yanan alanda 22,8 hektar muz ve narenciye ağacının yanı sıra, bazıları 150 yaşın üzerinde olmak üzere 5 bin ağaç ile 24 hektar zeytin ağacı bulunurken, en büyük hasarı 343,9 hektar yaşlı meşe aldığı görüldü. Kullanılan silahlar, normal mermilere (27) ek olarak füzeler ve baskınlar (2 bin 200), yangın çıkarıcı işaret fişeği bombaları (107) ve fosfor bombaları (73) arasında değişiyordu.
Tamara ez-Zeyn
Güney Lübnan’da yaşananlar, bölgeyi insanlar ve mahsuller için güvensiz bir savaş alanına dönüştürmek amacıyla İsrail’in saldırganlığıyla gerçekleştirilen çevresel soykırımdır.
Ulusal Bilimsel Araştırma Konseyi Genel Sekreteri Dr. Tamara ez-Zeyn açıklamasında “Güney Lübnan’da yaşananlar, bölgeyi insanlar ve mahsuller için güvensiz bir savaş alanına dönüştürmek amacıyla İsrail’in saldırganlığıyla gerçekleştirilen çevresel soykırımdır” dedi.
Bu amaçla İsrail, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu’nun ‘bir bölgede ilerlerken veya geri çekilirken düşmana fayda sağlayacak her şeyin yakıldığı askeri strateji veya operasyon yöntemi’ olarak tanımladığı ‘yanmış toprak’ politikasını benimsiyor.
Zeyn, Al-Majalla’ya yaptığı açıklamada, güney topraklarındaki toksin konsantrasyonunun, ister toksin konsantrasyonunun belirlenmesi, isterse topraktaki varlığının gelişimi açısından olsun, mevcut aşamada belirlenemeyeceğini dile getirdi. Bu konsantrasyonun istikrarsızlığına, başta yağmur olmak üzere çeşitli faktörler müdahale ediyor.
Toprak, su, hayvanlar ve kuşlar
Yeşil Güneyliler Derneği Başkanı Dr. Hişam Yunus, Majalla’ya şu açıklamada bulundu:
“Fosfor, salındıktan sonra aylarca uzun bir süre toprakta aktif kalıyor. Meslektaşımız fosfora maruz kaldıktan 20 gün sonra bir toprak örneğini incelediğinde deneysel olarak bunu test ettik. Numunenin hareket etmesi ve oksijenle temas etmesi nedeniyle duman çıktı ve bunun sonucunda meslektaşımız zehirlendi.”
Araştırmacıya göre fosfor, azot fiksasyonu ve organik fosfor mineralizasyonu gibi topraktaki besin geri dönüşüm süreçlerinde hayati bir rol oynayan toprak bileşenlerine, mikroplara ve arkelere önemli zararlar verir. Bu nedenle toprağın fosforla zehirlenmesi besin döngüsü sürecinin bozulmasına yol açarak toprağın verimliliğini ve kalitesini azaltır. Dolayısıyla da yüksek seviyedeki fosfor asit konsantrasyonu, güney Lübnan’daki toprak sisteminin baltalanması ve elementlerinin zehirlenmesi anlamına geliyor. Toprağın canlılığını bu saldırılardan önceki durumuna döndürmek ise uzun zaman alıyor.
Gözlemini İsrail’in son saldırılarında temel aldığı üç faktöre dayandıran Yunus sözlerini şöyle sürdürdü:
“Beyaz fosforun benzeri görülmemiş yoğunlukta kullanımı, tek ölçekte tekrarlı hedefleme ve bunun uzun süre devam ettirilmesiyle çevre yok ediliyor. İsrail, savaşın başından bu yana Güney Lübnan’daki yaşam alanlarına ve ekosistemlere saldırma niyetindeydi. 8-23 Ekim 2023 tarihleri arasında fosfor bombardımanı, alanı 100 kilometrekareyi aşan tüm sınır bölgelerini kapsıyordu. Örneğin, Labouneh orman alanı 4 ay boyunca fosfor bombardımanına maruz kaldı. Amaç ekosistemi ve ağaçların yeniden büyüme fırsatını baltalamak veya çok zorlaştırmaktı.”
Hişam Yunus
Yüksek düzeyde fosfor asit konsantrasyonu, güney Lübnan’daki toprak sisteminin zarar görmesi ve içindeki elementlerin zehirlenmesi anlamına geliyor.
Son savaşlarla karşılaştırıldığında mevcut hedeflemenin süresi, Temmuz Savaşı’nın birkaç katı. Bu savaş, çok büyük hasara neden oldu ama doğası farklıydı. Çünkü hedefleme, başta misket bombaları ve daha az oranda uranyum ve fosforla zenginleştirilmiş bombalar olmak üzere çeşitli bomba türlerine dayanıyordu. Parça tesirli bombaların sayısı, bir milyonu patlamamış bomba olmak üzere dört milyonu aştı ve 15 kilometrekareyi aşan bir alanı ve 150’den fazla köyü kapsıyordu.
Yunus, orman ve tarım alanlarını kapsayan bitki örtüsünün zarar görmesinin, fosforun yer altı suyu rezervuarlarına sızma olasılığının ve su sistemlerine ve organizmalarına verdiği zararın yanı sıra mevsimsel nehirlere ve akarsulara akan veya sayısız hayvan ve kuş türünün içmek için başvurduğu bataklıklarda ve kayalık su havzalarında biriken yüzey sularının kirlenmesinin tehlikelerini hatırlattı. Bu alanlar, bir kısmı nadir bulunan ve nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan hayvan ve kuşlar için yaşam alanı oluşturmakta ve tüm okyanusun biyolojik çeşitliliğinin sürdürülmesinin unsurlarından birini sağlamaktadır. Hişam Yunus bu bağlamda şunları söyledi:
“Şu anda bu fosfor operasyonunun hayvanları ne ölçüde yok ettiğine dair bir tahminimiz yok. Ancak teyit edebileceğimiz şey, bunun çeşitli aktif yırtıcı türleri, yerleşik ve göçmen memelileri ve kuşları etkilediğidir.”
Yunus ayrıca şunları söyledi:
“Hayvan kayıpları arasında 1970’lerde Lübnan’da kaybolan ve güney sınırı ile kuzey Filistin arasında seyahat ederek daha sonra geri dönen kızıl tilki, Avrasya porsuğu ve dağ ceylanı gibi çeşitli memeli türleri yer alıyor. Kemirgen, sürüngen ve böcek türlerinin yanı sıra birkaç kolonide belgelediğimiz ve özellikle Nakura bölgesinde yaygın olan Güney Afrika Damanı ve bölgedeki ana yırtıcı etoburlardan biri olan ve Ayta eş-Şaab ormanları da dahil olmak üzere bölgede aktif olan altın çakalı var. Bu hayvanların çoğu beyaz fosfora maruz kalan tünellerde barınıyordu. Boğularak ya da fosfor kemiklere ulaşana kadar yanarak öldüler.”
Yunus, ölümlerin aynı zamanda, mevsimsel göç mevsimi savaşın patlak vermesine denk gelen ve hedef alınan bölgelerin semalarında uçan göçmen kuşları da etkilediğini belirttiği açıklamasında şu ifadeleri kullandı:
“Bu kuşlar genellikle Lübnan- Filistin- Mısır hattını Orta Afrika’ya kadar takip ediyor. Fosforun bu göçmen kuşlara iki bölgeden ulaşması bekleniyor; soludukları hava ve dinlenmek için daldıklarında içtikleri su.”
Kimlik ortamı
Şu anki aşamada ve tüm zamanlar boyunca Güney Lübnan halkının çoğu için toprak hâlâ eksen, çevre, olay ve belirleyici unsurdur. Toprağın sulanması, zeytin hasadı, buğday tanelerinin saçılması ve savaş zamanlaması hayatlarını yönetiyor.
Son savaş, güney topraklarının aynı zamanda hem güvenlik hem de tehdit kaynağı oluşturduğu çelişkileri teste tabi tutuyor. Burası, tıpkı savaş ülkesi ve ölüm nedenleri ile dolup taşan toprak olduğu gibi, barınma, tarım ve geçim olanağı sağlayan bir mekandır. Güney Lübnan toprakları bu nedenle jeopoetik anlamda kimlik, varlık ve varoluş üreten duygusal ve fiziksel bir ortamdır.
Sosyoloji alanında araştırmacı Dr. Said Necdi, Al-Majalla’ya Lübnan’ın coğrafi manzarasından başlayarak Güney Lübnan halkının toprakla ilişkisini analiz etti. Bu bağlamda Dr. Necdi, şunları söyledi:
“Lübnan, başlangıçta kuzey ve güneydeki Cebel-i Lübnan merkezli dağlık doğası nedeniyle bir grup tarım topluluğu olabilir. Ancak ikincisi hala toprak meselesi yoluyla varlığını sürdürüyor ve güçlendiriyor.”
Said Necdi
Güneylilerin bazen Arap milliyetçiliği modeliyle, bazen de Lübnan ağırlığının güneyde yoğunlaştığı sol tarafından temsil edildiğini ve siyasal İslam’ın yükselişiyle direnişlerinin İran’la birleştiğini görüyoruz.
Araştırmacıya göre konunun derinliği, Cebel Amel ile olan tarihsel bağın gücü ve bunun Lübnan’daki modern devletin oluşumuyla kesişmesiyle ilgili. Bu durum, bizi güney halkının Lübnan devletiyle ilişkisine getiriyor. Güney topluluğunun kuruluşundan bu yana Cebel Amel’e bağlılığı ve Suriye’ye mi yoksa Lübnan’a mı yerleşeceği yoksa Akka vilayetine mi bağlanacağı konusunda tartışmalar sürüyor. Güneyin, Cebel Amel’in Filistin’e açılan ticari kapısı olduğunu da eklemek gerekiyor. Coğrafi konumun da etkisi var. Zira bu toprakların güneyinde işgal altındaki Filistin var ve Lübnan’ın iç kesimlerinde mezhepçi kantonlar mevcut.
Bu koşullar, Necdi’yi otorite ve kalkınmayı Beyrut ve Cebel-i Lübnan’da yoğunlaştıran ve ideolojik partilere Lübnanlılar ile onların kazanılmış hakları arasında arabulucu konumu veren, Lübnan’ın oluşumuna özgü objektif bir faktörden bahsetmeye sevk etti.
Necdi’ye göre bu faktörlerin toplamı, Güney halkı ile Lübnan varlığı arasındaki ilişkinin istikrarsızlığını ve kırılganlığını yarattı. Topraklarına bağlılıkları taraflı ve bağımsız bir şekilde, Güney halkının kendi topraklarından başka hiçbir şeye sahip olmadığı bir şekilde kuruldu. Onun uğruna işgale ve toprak gaspına karşı direniş başladı.
Necdi, güneydeki direnişin belirli bir döneme ait olmadığını veya belirli bir grup tarafından benimsendiğini belirtti. Her şeyden önce bu, Lübnan sınırları dışından ideoloji ve fikir modellerini benimseyerek tamamlayıcı bir kimlik arayışı içinde olan Güney halkının bilinçaltı yapısını içselleştiriyor. Güneylilerin bazen Arap milliyetçiliği modeliyle, bazen de Lübnan ağırlığının güneyde yoğunlaştığı sol tarafından temsil edildiğini ve siyasal İslam’ın yükselişiyle direnişlerinin İran’la birleştiğini görüyoruz.
Aidiyet krizinin ve toprak- vatan ilişkisinin Lübnan’daki hiçbir grubu dışlamadığını söyleyen Dr. Said Necdi sözlerine şöyle devam etti:
“Mezhep taassubuna dayalı bir ülke bölgelere göre bölünmüş durumda. Bugün Lübnan, tüm Lübnanlılar gibi güneyli vatandaşın mezhepsel- bölgesel mensubiyeti dışında devamlılığı için kuluçka alanı bulamayacağı parçalanmış bir devlettir.”
Necdi, güney halkının herhangi bir tazminat veya hükümet planı olmadan da olsa köylerine dönmesini ve her savaştan sonra yaptıklarına benzer şekilde bu seçeneği ele almalarını bekliyor. Bu durum, ‘birleşik bir devletin’ yokluğuna ve terk edilmenin yaygınlığına karşın, Güney halkının kendi topraklarında daha derin kök salmasını teşvik edecektir. Bu terk edişin öncesinde, Lübnan’da vatandaşlar ve devlet arasındaki ilişkinin, her dönemde her mezhebe yönelik hegemonya türleri şeklinde, patlamaya yönelik gizli bir hazırlık var.
*Bu haber Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisi tarafından çevrildi.
*İçerik orijinal haline bağlı kalınarak çevrilmiştir. Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.