Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin banisidir, yani kurucusudur.
Türk halkı, diğer tüm devlet büyüklerine gösterdiği gibi Atatürk'e karşı da büyük bir hassasiyet ve teveccüh gösterir.
Hiç kimsenin devlet büyüklerine hakaret etmeye, tahkir etmeye ya da küçük düşürmeye hakkı yoktur.
Bu demek değildir ki tenkit edemez.
Tenkit, akit, vakit veya nakit hepsi değer anlamında kökteş kelimelerdir. Tenkit etmenin bir mahsuru yoktur, bu Atatürk'ten bir şey götürmez.
Fakat hakaret edildiği noktada hele ki bu hakaret haksız isnatlara dayanıyorsa milletin vicdanında zaten mahkûm olmaktadır.
Mesela Atatürk'ün eski mesai arkadaşlarından Rıza Nur'un yazdıkları hakarettir ve halkın vicdanında Rıza Nur mahkûm edilmiştir.
Oysa Kazım Karabekir hasbidir ve onun itirazları tenkittir ki çoğu haklıdır.
Bir kimse Kazım Karabekir'in itirazlarını ve tenkidini okuyunca Atatürk'e düşman mı oluyor?
Elbette ki hayır.
Bilakis devri daha iyi anlıyor ve keşke bazı hadiseler farklı şekillerde gömlek değiştirse diyordur.
Öte taraftan, Mustafa Kemal Atatürk; "Kemalizm" ideolojisi ile çeşitli siyasi fraksiyonların ve dahi siyasal partilerin istismarına uğradığını kim inkâr edilebilir.
Sosyolojide bir kaide vardır; hiçbir düşünce kendisi adına yapılmış bir cinayetten sorumlu tutulamaz.
Dolayısıyla 1960, 1980 Darbeleri ya da 28 Şubat teşebbüslerindeki cürümlerde Atatürk'ü suçlayabilir miyiz?
Elbette hayır.
Bakın Atatürk hayatta iken Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanlarından Dr. Nazım Bey, Gazi Paşayı öldürmeye çalışmış ve tutuklanarak idam edilmiştir. Şimdi Fenerbahçe'ye Atatürk düşmanı bir takım diyebilir miyiz?
Elbette hayır.
Sapla samanı birbirinden ayıralım. Arapların ve hatta çoğu Arap yöneticinin Atatürk'e düşman olduğu falan yok.
Bilakis Arap modernleşmesinin en büyük ikonik figürlerinden birisi Mustafa Kemal Atatürk'tür. Ayrıca Atatürk'ün de Araplardan nefret ettiği falan yoktur, Libya günlerinden itibaren Araplar ile kişisel dostluğunu ve bağını öldüğü son saate kadar sürdürmüştür.
Riyad'da yaşananlar bir iletişim faciasından başka bir şey de değildir. Toplumumuzun son dönemdeki Arap karşıtlığı birileri tarafından kışkırtılmak için Gazi Mustafa Kemal Atatürk istismar edilmektedir.
Buyurun Gazi Paşa ve Arap ilişkilerini, ayrıca Arap modernleşmesinde Atatürk'e bakış açısına yakından bakalım.
Arap Aydınlar ve Atatürk
Mustafa Kemal, Tunus'tan İran'a Afganistan'dan Libya'ya varıncaya kadar siyasileri, şairleri ve aydınları derinden etkilemişti.
Elbette bu muhabbet karşılıklıydı. Sözgelimi Atatürk, Libya mücadelesi yıllarında tanıdığı bazı Arap dostlarıyla ilişkisini ömrünün sonuna kadar sürdürmüştü.
Belki de bu konuyu birinci ağızdan Libyalı tarihçi ve siyasetçi Fuat el-Ka'bazi'den dinlemek gerekir;
Aile fertleri bir araya gelmiş, konuşuyorlardı ve ben de onların konuştuklarına kulak misafiri oluyordum. Bu duyduğum şeyler bırakın bir Libyalının duyabilmesini, bir Türk vatandaşının bile işitip, öğrenmesi imkânsız değerli bilgilerdi. Babam Atatürk'ü, vatan sevgisinin, gasp edilen topraklara yardım etmek için gitmeye teşvik ettiği bir subay olarak tanımıştı. Babam, Atatürk'ün gözlerinde o parıltıyı görmüş, hatta düşünceli bakışlarından onun sadece kötü şartlar içinde yasayan Libya'da değil tüm dünyada başarılı olacağını anlamıştı. Atatürk'ün babama yansıyan bu intibaı hala aklımın bir kösesinde saklıyorum.
Yirmili yıllarda gazeteler onun fotoğraflarını yayınladığında babam hemen onu tanımış, gelecekteki sanlı haberlerini bekler olmuştu. Vatan sevgisi ve imanı tam olan ninem ise, Atatürk'ün giriştiği tüm islerinde ümmetin hayrı için başarılı olmasını temenni ederdi. Mesajını tamamlaması için Allah'tan ona uzun ömürler vermesini isterdi. Mustafa Kemal Pasa, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı olup, Ankara'yı başkent ilan ettikten sonra, dayım olan Rasim Ferit'i özel doktoru olarak yanında götürdü. Doktoru olmakla birlikte, parlamentoya milletvekili olarak girdi ve Atatürk'le hayat boyu dost olarak kaldı. Diğer dayım olan Sadettin Ferit ise avukatlık yapmaktaydı.
Kendisinden Ankara'ya gelmesini istese de buna kesinlikle razı olmayıp, İstanbul'da kalarak, ceza avukatı olarak çalışmayı tercih etti. Ancak milletvekili seçilmesinden sonra, Ankara'ya sadece meclisteki oturumlar için gidip, gelmekteydi. Ankara'nın yeni başkent olmasından pek hoşnut olmamıştı. Bazı konularda Atatürk'e katılmıyordu. Buna rağmen Atatürk kendisiyle olan dostluğunu korumaya devam etti ve kendisine katılmadığı görüşleri eğer varsa korkmadan bildirmesini isterdi.(Abdulrahman El-Benghazi,
Atatürk ve Atatürk Devrimlerinin
Kuzey Afrika Fikir ve
Düşünce Hayatına Etkileri)
Atatürk etkisi yalnızca Libya ile sınırlı değildi. Mısır'ın önemli şairlerinden Ahmet Şevki, Atatürk'e şu methiyeleri dizecekti;
Allah u ekber, ne acayip fetihler vardır
Ey Türklerin Halit'i Arapların Halit'ini yeniden yaşat.
Kanunsuz ve ahlaksız savasın olduğu bir zamanda
Selahaddinlerin harbini gerçekleştirdin
Bedir günü gibi, toz üzerinde dans eder hakikat atı, Allahlın atı ise bulutlardadır.
Ey gazi hazır ol fetih kutlamasına, ta ki bu fetih zamanların ayeti olsun.
Mısır'da politikacıların aksine özellikle aydınların Atatürk'e yakın bir ilgi duyduğunu söylemek mümkün; çünkü Libya, Tunus ve Afganistan'dakine benzer politik bir rüzgâr esmez Mısır'da.
Öte taraftan Atatürk ve devrimleri Mısırlı aydınlar tarafından yakından takip edilmiştir.
Atatürk etkisinin güçlü olduğu bir başka ülke, şu sıralar bazı siyasi problemlerle karşı karşıya olan Tunus'tu.
Buradaki en önemli etken Devlet Başkanı Burgiba'ydı.
Burgiba siyaseten Atatürk'ü tam bir rol model olarak kabul ettiğini iddia ediyordu.
Atatürk devrimlerini örnek aldığını söyleyerek başörtüsünü ve ezanı yasakladı. Tunus'un önemli camilerini ibadete kapattı ve ülkedeki güçlü İslami hareketleri yasaklamaya çalıştı.
Tüm bu politikaları Nahda Hareketi'nin lideri Gannuşi şu sözlerle eleştirecekti:
Onlara göre modernizm; bilimsel ilerleme, düşünce sistemi ve yaşama yöntemlerinin rasyonalizasyonu değil halkı öz kimliğinden ve tarihi bağlarından koparmak, içinde bulunduğu Arap – İslam muhitiyle ilişkisini kesmek ve onu denizaşırı muhitin içine dâhil etmektir.
…
Bir halkın temel kültürünün görmezden gelindiği yerde ne demokrasi ne de modernizm olur. İslam, halkın kimliğinin temel bileşeniyse bu kapıdan girilmediği ve bu değerler üzerine inşa edilmediği sürece ilerleme ve özgürlük nasıl beklenebilir
(Raşit Gannuşi,
Laiklik ve Sivil Toplum)
Elbette Burgiba, örneğinde olduğu gibi pek çok politikacı Atatürk'ü ve devrimlerini son derece yanlış anlamıştı.
Politikacıların aksine Doğulu aydınlar bu konuda daha bilinçliydi.
Mısırlı yazar Muşarrafa, Atatürk etkisini şu sözlerle anlatacaktı:
Atatürk'ün Doğu için değeri somut ve olumludur. Çünkü o bize, kültürce Batının etkileri altında kalıp boğuluruz diye korktuğumuz korkuların temelsiz olduğunu göstermiştir. O Doğulu uluslara, ulusal bütünlüklerini yitirmeden, kendi değerlerini yeni durumlara nasıl uygulayacaklarını göstermiştir.
Atatürk de yaptığı devrimlerin ve sonuçlarının Doğu toplumlarında bir karşılığı olduğunun farkındaydı.
Özellikle politikacıların zamansız ve toplumunun kırmızıçizgilerini hesap etmeden giriştiği uygulamaları tasvip etmediğinin en mücessem örneği Afgan Kralı Amanullah'a yaptığı nazik uyarıydı.
Afgan Kralı Amanullah, ülkede iktidarı ele geçirdikten sonra hızlı bir modernleşme sürecine girişti; elbette bu husustaki en büyük rol modeli Mustafa Kemal Atatürk idi.
Atatürk ile hususi dostluğu ömrünün sonuna kadar süren Kral Amanullah'ın giriştiği reform sürecine ilk ciddi ikaz da Atatürk'ün bizzat kendisinden geldi:
Aziz kardeşim nedir bu tedbirsizlik? Nedir bu gamsızlık? Almışsın aileni yanına ülkeden ülkeye dolaşıp duruyorsun. Arkana baktığın yok oysa Afganistan'ın durumu pek naziktir. Bunu bir an bile aklından çıkarma hatta kuruntulu, kuşkulu ol ama tedbirsiz olma. Daha dün çadırında kurşunlanmış olan öz babanı hatırla, Afganistan tarihini hatırla.
(Bilâl N. Şimşir,
Atatürk ve Afganistan, s.176)
Cezayir'in bağımsızlığının önemli isimlerinden Ferhat Abbas'ın takma adı "Kemal Abenserag" idi.
Bu Türkiye kurucusunun ve Büyük Endülüs hükümdarlarının isimlerinden birleşiyordu. Yani Arap bağımsızlık direnişçileri Atatürk'ün adını kendilerine alıp kullanıyordu.
1965 yılında Cezayirli "Arap" gazeteciler Ünsal Oskay'a verdiği demeçteki sözlere hiç dokunmadan aktarıyorum:
Hiç şüphe yok ki bağımsızlık savaşımızın başlangıcında bütün Cezayirlilerin kalbinde bir Atatürk özlemi vardı. Kurtuluş Savaşı boyunca, ne yazık ki Türkiye'den umduğumuz ilgiyi görmedik. Bu demek değildir ki size karşı bir kırgınlık duyuyoruz. Biliyoruz ki hükümetler çeşitli siyasal ekonomik bağlantılar yüzünden halkın gerçek düşünce ve duygularına aykırı politikaları zaman zaman izleyebilirler.
Gelelim Atatürk ve Suudi Arabistan ilişkilerine;
İster tarihe inanın ister Ümit Özdağ'ın deli saçmalıklarına ama Suudi Arabistan'ı devlet olarak tanıyan ilk dünya lideri Mustafa Kemal Atatürk idi.
Hatta Suudi Arabistan resmen 1932 yılında kurulmasına rağmen Atatürk 1926 yılında Suud mümessilini elçi sıfatıyla tanıyarak Suudi Arabistan'a devletleşmesi, yani bağımsızlaşması noktasında destek vermiştir.
Başka bir deyişle Suudlar devlet olsak mı olmasak mı diye tereddüt ederken Atatürk elçilerini tanıyarak devletleşmeleri konusunda cesaretlendirmişti.
Hakikat ayakkabısının bağcılarını bağlayana kadar yalan dünyayı yedi kez dolaşırmış. Suudların Atatürk'e düşmanlık etmesi için bir sebep yok; bilakis şükranlarını sunacağı çok neden var.
Tamam, Araplardan nefret eden bir güruh var; ama bu kadar cahilane gerekçelerle yaygara koparmaları akıl alır iş değil.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish