11 Eylül'ün 22. yıl dönümü: Dünya artık daha güvensiz bir yer mi?

Kapitalizmin simgelerinin altüst olduğu 11 Eylül 2001 aynı zamanda dünyaya güvensizlik mirasının bırakıldığı gün olarak tarihe geçti. Uzmanlar 11 Eylül saldırılarının yansımalarını Independent Türkçe için yorumladı

1980'lerde kaç kişi Sovyetler Birliği'nin bu kadar çabuk ve bu kadar kansız şekilde parçalanacağını düşünüyordu ve 2001'de kaç kişi adını çok az insanın duyduğu bir hareketin, el Kaide'nin liderinin 11 Eylül'de bu kadar gözü kara saldırabileceğini bekliyordu?"

Immanuel Wallerstein, Dünya Sistemleri Analizi

22 yıl önce, bugün…

Emma E. Booker Okulu.

ABD’nin 43. başkanının elinde kitap, sandalyeye kurulmuş karşısındaki öğrencilere bir şeyler okuyor.
 

FOTO 1.jpg

Fotoğrafçı Win McNamee için Florida Sarasota'daki bu okul ziyareti sıradan bir iş gibi görünüyordu, bu karenin hikayesi ortaya çıkıncaya dek / Fotoğraf: Reuters


Başkan’ın yanına gidip o sırada olan biteni haber veren kişi Beyaz Saray güvenlik şefi Andrew Card. 

Başkan'ın kulağına eğilip “ABD saldırı altında” diyor.

O sırada önemsiz gibi görünen ziyareti takip eden birkaç kamera kayıtta.

George Walker Bush tam 7 dakika boyunca hiçbir şey söylemeden etrafına bakınıyor, 301 numaralı sınıfta dersi dinliyormuş gibi yapıyor.

Yaklaşık 71 kilometre ötede tarih yeniden yazılıyor.

O sırada New York

20 dakika öncesi.

Saat 08.46.

Yer ABD’nin New York kenti, günlerden Salı.

Sabahın erken saatlerinde Manhattan’da insanlar her zamanki gibi işine gidiyordu.
 

FOTO 2.jpeg

Fotoğraf: Reuters


Aslında birkaç dakika öncesine kadar her şey olağandı.

Gökyüzünde uçakların görülmesiyle her şey değişti.

Amerikan hava yollarına ait yolcu uçağı Dünya Ticaret Merkezi’nin kuzey kulesine çarptı. 94 ve 98. katlar arasına.

Çevrede insanlar…

Çoğu ağızlarını iki eliyle kapatmış, dehşet ve şaşkınlık içinde gökyüzüne bakıyorlardı.

Tam 17 dakika sonra Hudson nehri tarafından bir başka uçak, bu kez kulenin güneyine daldı.

İçerisi itfaiyecilerin deyimiyle endüstri fırınları kadar sıcak, ortalık cehennemi andırıyordu.

Kuzey binası 102, güney binası 56 dakika sonra tamamen yıkıldı.

Bu sırada Beyaz Saray ve kongre binası boşaltıldı, Amerikan hava sahası tüm uçuşlara kapatıldı.

Bush kendine gelip “Ulusal trajedi yaşıyoruz” dedikten yarım saat sonra ise bu kez adres Washington’daki Pentagon merkezi oldu.
 

FOTO 3.jpg

Saldırının hemen ardından ABD Savunma Bakanlığı Pentagon'un güvenlik kameralarına yansıyan görüntüler / Görsel: Ken Jenkins, 9-11TV.org


Bir başka uçak Amerikan Savunma Bakanlığı'na çarptı.

Saldırıların ardından 2 bin 976 sivil ve 19 militan öldü.

6 bini aşkın yaralı da cabasıydı.

Yaşananlar Amerikan rüyasının karabasana dönüşmesinin fotoğrafıydı.

Sonraki yıllarda ise peşi sıra gelecek yüz binlerce ölümün habercisi gibiydi.

Kapitalizmin simgelerinin altüst olduğu gün

11 Eylül saldırılarının üzerinden 22 yıl geçti.

Kapitalizmin simgelerinin altüst oluşu, aynı zamanda içinde yaşadığımız yüzyılın yeniden yazıldığı gün oldu.

Binlerce Amerikalının canını alan o gün, dünyayı tehdit edecek bir askeri-siyasi bir tsunami dalgasına dönüşecekti.
 

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)


Sadece siyasetçiler değil, o güne birebir tanıklık edenlerden, televizyonlarının başına kilitlenip yaşananların vehametini kavramaya çalışan milyarlarca insana dek herkes aynı şeyi düşünüyordu:

“Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”

Suçluların 24 saat içinde tespiti

ABD hükümetine göre sorumlu Araplardı.

Hedef tahtasında el-Kaide ve lideri Usame bin Ladin vardı.

Üzerinden 24 saat bile geçmeden tüm suç delilleri ve zanlılar tespit edilmişti.

Enkazdan yanmadan ve yanarak çıkan “terörist” pasaportlarından, uçuş yöntemlerini içeren bir dizi belgeye kadar ortaya dökülen deliller kimilerince şaibeli bulundu.
 

FOTO 4.jpeg

(Üstte) Teröristlerden Muhammed Atta'nın 18 Mayıs 2000'de aldığı ABD vizeli pasaportu, (Altta) teröristlerden Ziyad Cerrah'ın bir kısmı yanmış olarak bulunan, ABD vizeli pasaportu Fotoğraf: https://govinfo.library.unt.edu 


Ama karar alınmıştı, Afgan Dağları’na yuvalanmış radikal teröristler vurulacak, Taliban yönetimi yıkılacaktı.

O günlerde Beyaz Saray’ın adalet arayışı yüzünden dünyanın çivisini çıkacağını düşünenlerin sayısı pek bir azdı. 

Aslında ABD bir zamanlar Sovyet Rusya’nın Afganistan’daki işgaline karşı savaşan o mücahit neslin iyice organize olmuş halini yani el Kaide’yi yakından tanıyordu.

Öyle ki; yıllarca aşırıları bilfiil desteklediği sır değildi. Saldırıların beraberinde getirdiği şok dalgası ile Washington neredeyse tüm dünyayı arkasına almıştı.

Hatta Soğuk Savaş boyunca bir numaralı düşman addedilen Rusya bile Amerika’nın yanında saf tutmakta gecikmedi.

Bush’u arayıp “Geçmiş olsun” diyen ilk lider Kremlin’in bir numarası Vladimir Putin’di.

Amerika’ya destek için askerlerini teyakkuza geçirdiğini söyledi.

Sam amca ise Sovyetler Birliği sonrası yeni düşmanını belirlemişti: “Uluslararası terörizm”

Afganistan’a bomba yağıyor 

7 Ekim 2001’de Afganistan üzerine Amerikan ve İngiliz bombaları düşmeye başladı. Amaç 11 Eylül saldırılarının mimarı olduğu ilan edilen Usame bin Ladin’i yakalamak, el Kaide terör örgütünü dağıtmak ve ona yataklık ettiği düşünülen Taliban rejimini yıkmaktı.
 

FOTO 5.jpg

8 Ekim 2001 tarihli New York Times, Afganistan'a saldırıların başladığını, terör kamplarının hedef alındığını haber veriyordu, Bush'un "Taliban bedelini ödeyecek" açıklamasıyla birlikte / Görsel: Twitter


Bir ayda Kabil alındı, Tora Bora Muharebesi’nden bir şey çıkmadı…

İlk beş yıl Afgan topraklarında hâkimiyet kuruldu gibi görünse de, 2006’dan sonra Taliban kaynaklı isyancı hareketler artışa geçti.

Taliban rejiminin yerine getirilen ya da getirildiği düşünülen Amerikan destekli Karzai uzun yıllar bir piyon olmaktan öteye geçemedi.

Başkent Kabil dışındaki kısıtlı kontrol dışında Afganistan’ın istikrarı yıllardır tehlikede.

Rakamlar çelişkili ama Amerikan bombalaması sonucu 5 bin Afgan’ın hayatını kaybettiği söyleniyor.

Koalisyon güçlerinin beklenmedik bir direnişle karşılaşıp, 3 bine yakın kayıp vermesi de tarihe düşülen bir diğer not.

2011 yılında Pakistan'da düzenlenen bir operasyonla El Kaide lideri Usame bin Ladin'i öldürdüldü.

Obama 21 Eylül 2012’de Afganistan’daki Amerikan takviye güçlerinin son kısmını da geri çektiğini açıkladı. 

2016 yılında Taliban ile barış görüşmeleri yapmak için çaba gösterdi, ancak başarısız oldu.

Obama, 2017 yılında görevi bırakmadan önce Afganistan'daki ABD asker sayısını 8 bin 400'e indirdi.

Afganistan'a yaklaşık 4 bin ek asker gönderme kararı alan Trump, Afganistan'dan asker çekilmesini koşullara bağladı, 2018 yılında Taliban ile doğrudan görüşmelere başladı ve barış anlaşması için müzakere etti, Taliban'ın bir Amerikan askerini öldürmesi üzerine görüşmeleri iptal etti.

2020'de Afganistan'daki ABD asker sayısını 2 bin 500'e indirdi ve tarihi bir düzeye getirdi.
 

FOTO 6.jpg
Obama, Biden ve Trump / Fotoğraf: Paul J. Richards/AFP


Sonrasında göreve gelen Biden ise 2021'de Taliban'ın hızla ilerlemesine rağmen asker çekmeye devam etti ve Afgan hükümetinin kendi güvenliğini sağlaması gerektiğini söyledi.

Afganistan'ın başkenti Kabil'in Taliban tarafından ele geçirilmesinden sonra yaptığı konuşmada asker çekilmesinin doğru karar olduğunu savundu ve ABD'nin Afganistan'da sonsuza kadar kalamayacağını söyledi.

Afganistan'da kalan Amerikalıları ve ABD'ye göç etmek isteyen Afganları tahliye etmek için büyük bir operasyon başlattı.

Ancak operasyon, Taliban'ın kontrolü, havaalanındaki kalabalık, vize sorunları ve terör tehdidi gibi zorluklarla karşılaştı.

Sonrasında ortaya çıkan manzara tüm dünyanın malumu.

11 Eylül’ün ikinci rotası: Irak  

Ve 11 Eylül sonrası Amerika’nın yöneldiği ikinci rota, Afganistan’ın ardından hedef daha büyük bir lokma, Irak’tı.

20 Mart 2003, Irak’ta sonun başlangıcı oldu.
 

FOTO 7.jpg

Devrik Irak lideri Saddam Hüseyin / Fotoğraf: AP


Zira Washington yönetimine göre Saddam’ın elinde, halkını selamladığı tüfeğinden çok daha tehlikeli silahları vardı.

Bush yönetimi 11 Eylül faillerini desteklediği ve kitle imha silahları barındırdığı gerekçesiyle Irak’a saldırdı.

Hem de uluslararası toplumu karşısına alma pahasına.

Saddam'ın kitle imha silahları olduğu iddiası sosyal medyada dalga konusu bile yapıldı.

“Irak’ta kitle imha silahı yok” diyen BM’nin biyolojik silah uzmanı ve Irak gözlemcisi David Kelly’nin ise Haziran’da intihar ettiği haberi geliyordu.
 

FOTO 8.jpg

O dönem İngiltere merkezli gazetelerin en merak ettiği soru: "Kelly öldürüldü mü?" / Görsel: Independent Australia


10 yıllık abluka karşısında zaten dizleri üzerine çökmüş olan Irak ancak üç hafta dayanabildi.

Türkiye, Irak Savaşı için Amerika’ya topraklarını açmayı reddetti.

Yine de 40 yıllık Baas rejimi başkent Bağdat’ın en görünür yerindeki Saddam Hüseyin heykelinden bile hızlı yıkılıyordu.
 


Savaşta en az 125 bin Iraklı yaşamını yitirdi.

Aralık 2011’de ABD Irak’tan resmen çekildi.

Geriye bölünmeye doğru giden, Başbakan’ın Cumhurbaşkanı Yardımcısı hakkında gıyabında idam cezası verdiği, altyapısını hala tamamlayamamış, yolsuzluğa boğulmuş, mezhep çatışmasılarıyla kendini koca bir yangının içinde bulmuş ülke kaldı.

ABD’nin 2001’den beri dâhil olduğu tüm savaşlarda en az 225 bin kişinin öldüğü biliniyor.

Başta Irak ve Afganistan olmak üzere neredeyse Türkiye’nin nüfusu kadar, 70 milyonu aşkın insan yerinden yurdundan oldu.

Aslında dönemin ABD hükümeti; Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin yazılı beyanına uygun davranıyordu.

11 Eylül 2001’den çok önceleri, Haziran 1997’de aralarında Dick Cheney, Jeb Bush, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz gibi kritik isimlerin imzasının olduğu açık mektup “Küresel sorumluluklarımızı yerine getirmek için askeri harcamalarımızı ciddi oranda arttırmamız ve ordumuzu gelecek için modernize etmemiz gerekir” mesajı veriyordu.

Kabuk değiştiren terör...

Peki, tehditlerin 1990’lara göre çok daha farklı tanımlandığı dünyada 22 yılda ne değişti?

Gerçekten çok daha güvenli bir dünyada mı yaşıyoruz?

Şurası çok açık ki; 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak işgalleri el Kaide’yi durdurmadı.

Önce IŞİD türedi.

Bir ara o kadar büyüdü ki; Irak Merkez Bankası'nın kasasına el koyar hale geldi.

Farklı isimlerle terör devam etti.

2002 Ekim’inde, Endonezya’nın Bali Adası’nda çoğu turist 202 kişi öldürüldü.

Terör 2003 Aralık’ında Türkiye’ye uğradı, beş gün arayla iki saldırıya hedef oldu İstanbul.
 

FOTO 9.jpg
Fotoğraf: AFP


HSBC bankası, İngiliz Başkonsolosluğu ve sinagogları hedef alan bombalar 50 kişinin ölümüne, 750 kişinin yaralanmasına yol açtı.

Mart 2004'te İspanya’nın başkenti Madrid’de sabah işe gidenleri taşıyan trenlere yerleştirilen bombalar 191 kişinin sonu demekti; 2005’de de Londra’da 52 kişi eş zamanlı bombalı saldırılarda öldü.

Hindistan'ın ticaret merkezi Mumbai kenti de 11 Temmuz 2006'da terör saldırılarının hedefi oldu.

Mumbai'de yolcu trenleri ve garlarda 7 bomba art arda patladı; 190 kişi öldü, 700'den fazla insan yaralandı.
 

FOTO 10.jpg

Fotoğraf: Times of India


7 Ocak 2015'te derginin Paris'teki ofisini basan iki saldırgan 12 kişiyi katletti, Fransa'nın Nice şehrinde 14 Temmuz 2016'da Bastille Günü kutlamaları esnasında, bir kamyon kalabalığa dalıp en az 84 kişinin ölümüne neden oldu.

2015 Ekim'inin son günü Rusya'da 224 kişiyi taşıyan Rus Kolavia Havayolları'na ait yolcu uçağı Sina Çölü üzerinde düştü, saldırıyı IŞİD üstlendi.

Belçika'nın başkenti Brüksel 22 Mart 2016 tarihinde terör saldırıları ile sarsıldı, Zaventem Havalimanı ile Maelbeek metro istasyonunda meydana gelen 3 patlamada 38 kişi hayatını yitirdi.
 

FOTO 11.jpg

Fotoğraf: Reuters


10 yıllık arayışın sonunda Usame bin Ladin 2011 Mayıs ayında Pakistan'daki evinde öldürüldü.

Kaide, Nusra, IŞİD...

Radikal İslamcı terör kabuk değiştirip durdu.

İsimler değişti, yöntemler belki farklılık gösterdi ama ortaya koyduğu tablo hep sivillerin gözünü korkuttu.

İstihbaratçıları en çok endişelendiren senaryo ise bu tip örgütlerin nükleer, biyolojik ya da kimyasal silahlar ele geçirerek kitlesel panik yaratacak başka eylemlere de yönelmesi oldu. 

Bir yandan da İslamofobi ve nefret suçları artışa geçti.

11 Eylül'den sonra ne değişti?

Çok şey.

Güvenlik politikalarının değişmesi ve olmazsa olmaz hale gelişi beraberinde özgürlüklerin kısıtlanmasını da getirdi.

Bugün uçağa binmek bile başlı başına bir mesele.
 

burak küntay.jpeg
Prof. Dr. Burak Küntay'ın uzmanlık alanları arasında ABD politikası da var / Fotoğraf: Linkedin


Saldırı düzenlediği zamanlarda ABD'de yaşayan Beykoz Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Burak Küntay özgürlüklerin kısıtlandığını belirtip değişimi şu sözlerle anlatıyor:

Evet, özgürlükler kısıtlandı. Çok basit bir örnek vereyim mesela. Ben Amerika Birleşik Devletleri'ne giderken, bizler her zaman için işte Türkiye'den uçağa binerdik. Bavullarımız kontrol edilirdi. Nerede kontrol edilirdi? Biz verdikten sonra içeride bir yerlerde kontrol edilirdi. Biz bunu görmezdik hiçbir zaman. Amerika'ya varınca bavulunuzu alırdınız çıkar giderdiniz. İçeriye tabii o zaman bu elimizdeki bazı teknolojik aletler, cep telefonları falan yoktu. Ama daha az güvenlik önlemleri vardı diyelim. Mesela Amerika'dan dönerken artık bavulunuzu check-in sonrası alıp özel bir bölüme götürdüğünüz, o bölümde aranıp güvenlik önlemlerinden geçtikten sonra tekrar geri alıp tekrar verdiğiniz enteresan bir sürece girildi. Sadece bir X rayden geçerken üzerinize böyle tam adını bilemiyorum onun ama böyle kurşun gibi tak tak tak bu hava basılan enteresan şeylerden geçildi. Elinize bir şeyler sürüldü. Vesaire. Bir müddet sonra telefonlar ortaya çıkmaya başlayınca bunlar yasaklandı. Yani kısaca bir kere bilfiil bunu hissettik. bunu yaşadık.

Ama kuşkusuz bu güvenlik bunalımından daha fazlası var. 

Zira 11 Eylül tarihi dünyanın yönünün değiştiği gün.

Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi'nden Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu'na göre 11 Eylül sonrası dünya devlet dışı aktörlerin açıktan kullanıldığı bir döneme girdi. 
 

nurşin.jpg
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu / Fotoğraf: AA


Artık öngörü yapabilmenin mümkün olmadığı bir dünyada nefes alıp veriliyor:

11 Eylül’den önce güvenlik paradigmalarında, temel olarak saldırıların uluslararası bir aktörden geleceği hesaba katılırdı. Dolayısıyla 11 Eylül sonrası en temel değişiklik, tehditin devlet dışı unsurlardan gelişiyle ortaya çıktı. Bütün güvenlik yapılanmaları değişti. Mesela NATO’nun beşinci maddesinin yorumlanmasından tutun da, ABD’nin Afganistan’a müdahalesine kadar dünya çok daha karmaşık bir hale geldi. Devlet dışı aktörlerin kullanıldığı hibrit savaşlar dönemindeyiz şu an. ABD’nin başta olmak üzere bu kompleks dünyada neyin ne olduğunu, kimin düşman kimin dost olduğunun bile tanımlayamadığımız bu gri alanlarda çatışma riskleri arttı"

Ateşoğlu, artık ideolojik karşıtlık döneminin sona erdiğini, jeopolitik çatışmaların ise devlet dışı aktörler ile sürdüğünü söylüyor, uluslararası hukunun anlamını yitirdiğini vurgulayarak:

Artık esnek, konu bazlı birliktelikler söz konusu. Çok daha karışık bir dünyadan söz ediyoruz. Müdahalelerin önü açıldı. Uluslararası hukuk diye bir şey kalmadı. Dün çok daha basit ve okunabilir bir dünyaydı. Herkesin dostu düşmanı belliydi. Bugün ise tanım yapmaktan bie aciz haldeyiz. Her türlü enstümanın kullanıldığı, belirsiz ve öngörü yapmanın asla mümkün olmadığı bir çatışma dünyasında yaşıyoruz"

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Emeritus Profesör İlter Turan ise 11 Eylül'ü dünyada daha önce rastlanan terör olaylarının ABD içinde gerçekleştirildiği gün olarak tarif ediyor.
 

ilter_turan.jpg
Emeritus Profesör İlter Turan / Fotoğraf: Vitae Dergisi


Turan, 11 Eylül sonrası ie dünyada terörden korunmuş/arınmış bir alan olmadığı kanaatinde:

ABD, sanki dünyadaki gelişmelerden kendisinin korunduğu gibi bir düşüncenin sahibiydi. Dünyanın başka yerlerinde izlediği politikaların doğurduğu tepkilerin kendi topraklarında sonuçlar doğuracağını düşünmüyordu. 11 Eylül aslında tüm dünyanın siyasi tartışmalar ve çatışmalar için bir alan olduğunu dolayısıyla dünyada terörden korunmuş bir alan kalmadığını gösterdi" 

"11 Eylül sonrası dünya 'Minority Report' filmine benzedi"

Yukarıdaki ifadenin sahibi ise Profesör Küntay.

Küntay, 11 Eylül sonrası ABD'nin soft powerdan hard power'a geçiş yaptığını, bunun hazırlıklarının uzun süreden beri devam ettiğini, 8 yıl süren neo-muhafazakarlar döneminde ABD'nin önleyici müdahale doktrinine giriştiğini bir benzetmeyle tarif ediyor:

Minority Report filminde ileriki yıllarda geleceği gören bazı ne diyelim uzaylı değildi de onlar işte başka üstün yeteneklere sahip kimseler vardı. Onlar bir suç işlenmeden o suçu görürler, tespit ederler ve polis daha suç işlenmeden gider, onu işleyecek olan kişiye müdahale ederdi. İşte 11 Eylül sonrası aynen böyle oldu. Hatta Irak Harbi'nde de birçok noktada da belli bir kabahat veya belli bir suç işlenmeden burada suç işlenme potansiyeli var diye ortaya çıkılan ve işte önleyici müdahale doktrini dediğimiz bir nevi de Bush doktrininin esasını oluşturan hadise vuku buldu"

11 Eylül sonrası özgürlüklerin kısıtlandığını belirten Emeritus Profesör İlter Turan, ABD'de başından geçenleri şu sözlerle anlatıyor:

Amerikan hükümeti böyle olayların tekrar etmemesi ve yaygınlaşmaması için sadece federal düzeyde değil hemen her düzeyde yani eyalet düzeyinde eyalet altı örgütlenmeler ve kent düzeyinde de tedbirler almaya çalıştı. Bu özgürlüklerin kısıtlanmasına iki şekilde yol açtı. Bunlardan bir tanesi belki bunun sonunda hani hukuki düzenlemeler geldi ve mevcut yapılar daha etkin bir şekilde terörü denetlemeye karşı çalıştırılmak istendi. Fakat bir de bunun yanında ikinci bir husus ortaya çıktı. Herkesin birbirinden kuşku duyduğu herkesin terörden kendini sakınmak için çeşitli yollar aradığı bir ortam oluştu. Ben şunu bile hatırlıyorum. Hani Washington'da New York'a arabayla gidiyordum o sırada. Ve karayollarında uyarı işaretleri vardır, bildiğiniz gibi. Ve bu uyarılarda işte "Şüpheli hareketler görüyorsanız bin 800 bilmem kaç numaraya telefon edin" şeklinde davetler vardı"

"Devletlerarası savaş bitti, uluslararası meşruiyet arayışı kalmadı"

Dış politika alanında yazılar kaleme alan Posta gazetesi yazarı Verda Özer de 11 Eylül sonrası dünyada uluslararası meşruiyet arayışının artık anlamını yitirdiğini düşünenlerden. 
 


Özer'e göre devletlerarası savaş artık sona ermiş durumda:

11 Eylül zamanında Bush "Gönüllüler Koalisyonu" kurmuştu. O zamanlar uluslararası meşruiyete daha çok önem veriliyordu. O zaman bir arayış vardı. Günümüzde böylesi bir arayış mevzu bahis bile değil. Bugün bakıldığında devletlerin esamesi pek okunmuyor. Her ne kadar İngiltere, Fransa işin içinde hâlâ görünüyor gibi olsa da Avrupa elini eteğini çekti. Devletlerarası savaşın sona ermiş olduğu bir dönemdeyiz. Artık paramiliter güçler üzeriden varlık gösteriliyor sahada. Örneğin bugün ABD her ne kadar Kuzey Suriye'de müdahil görünse de aslında bunu YPG üzerinden yerine getiriyor. Rusya havada etkin olsa da İran milisleri üzerinden etki gösteriyor. Türkiye, Özgür Suriye Ordusu üzerinden varlık göstermeye çalışıyor. Artık tartışmanın tüm yörüngesi ve aktörler değişmiş durumda.  Sınırların erozyona uğramış olması dışında mezhepler savaşı kızıştı.  İnsanlar 'ABD neyin peşinde?' sorusunu sormaya başladı"

ABD istihbaratı sınıfta mı kaldı?

11 Eylül sonrası 22 yılda dünyada geçen zaman içinde pek çok şey konuşuldu.

Saldırının hemen ardından ise sorulan soru ise buydu.

İstanbul Bilgi Üniversitesi'nden Emeritus Profesör İlter Turan, ABD'nin o dönem kendini bu tip saldırılardan korunmuş addettiğini ancak yaşananlar karşısında şoka girdiğini anlatıyor:

Amerika Birleşik Devletleri böyle bir olgudan kendisini korunmuş addediyordu. Ve katiyen böyle bir hareket beklememekteydi. Ve hatta ilk cereyan ettiğinde insanlar inanmakta güçlük çektiler ve bilhassa kimin yaptığı konusunda da tereddütler yaşadılar. Amerika kendi içerisinde, kendi insanlarından kaynaklanan bazı terör olaylarıyla karşılaşmıştı. Fakat bir uluslararası terör örgütünün böyle bir tasavvuru gerçekleştireceğinin Amerika'daki binaları yakıp yıkacağını düşünememişti. Hatta geriye doğru bakıldığı zaman şu ortaya çıktı ki; hani bu hareketin planlandığı ve geliştiğine ilişkin birtakım ipuçları Amerika'daki istihbarat kurumlarının masalarına gelmiş. Fakat anlaşılıyor ki; yine bu ifade etmeye çalıştığım zihni çerçeve içerisinde kimse bunu yeterince ciddiye almamış çünkü böyle bir şeyin mümkün olacağını düşünmemişler"

"Çok kültürlü toplumlara güvensizlik mirası"

Başta çok kültürlü toplumlara nur topu gibi bir güvensizlik mirası bırakan 11 Eylül'den 22 yıl sonra  dünyanın daha güvenli bir yer olmadığı aşikar.

Amerika Birleşik Devletleri iki kutuplu dünyanın sona ermesinden sonra tek kutuplu bir dünyanın patronu olabileceğini hesap etmişti.

Emeritus Profesör Turan'a göre 11 Eylül bu bağlamda yorumlandığı zaman Amerika'nın tek başına dünyaya hükmetmek girişimlerinde ne gibi güçlüklerle karşı karşıya olacağını ortaya çıktı. 

Bir başka deyişle 11 Eylül, Amerikan gücünün sınırsız kullanımının ne gibi sınırlamalarla karşı karşıya kalabileceğini çok net gösteren bir olay olarak hatırlarda kaldı.

Bush'un yıllar önce Ulusal Birlik konuşmasında dediğinin aksine savaş kazanılmadı, küresel terör yenilemedi.

Sadece geçen yıl 2,4 trilyon dolar askeri harcama yapan dünyada son 22 yılda tehdit rüzgârlarının artık çok daha geniş bir coğrafya üzerinde estiği kesin.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU