Osmanlı'da meslekler toplum sosyolojisini anlamak adına son derece önemli. Bunların arasında kahvehane işletmecileri ve berberler bugün en dikkat çekenleri.
Kahvehane işletimi her daim zor bir meslek oldu. Kanuni Sultan Süleyman ve Dördüncü Murat gibi kudretli sultanlar fitne ve fücur merkezi olan bu yerleri kapatarak çözüm buldu.
Nitekim kahvehanelere ve kahveye yönelik yasaklayıcı fetvalar da bulunuyordu.
Bütün engelleme ve yasaklara rağmen kahve ve kahvehane hakkındaki fetvalar bir şekilde delindi.
Saray eşrafının kahvehane tekellerini ellerine alıp buralardan ciddi bir gelir kapısı oluşturması kahveye yönelik algıyı değiştirdi.
Öyle ki kahvehane kültürü de serpilip yayıldı, çeşitlendi ve Osmanlı toplumunun yapısını yansıtan bir hüviyet kazandı.
Örneğin, "Mahalle kahvesi" herkesin gelip sosyalleştiği kahvehanelerdi. Bugün de neredeyse her mahallede bulunan kahvehaneler bu kültürün devamı olarak kabul edilir.
Buralarda daha çok gündelik konular konuşulur bunun yanı sıra, politik konular da ele alınırdı.
"Esnaflar kahvehanesi", Osmanlı'da kendisine hayat bulan kahvehanelerdendi.
Bir süre sonra ticaretin kalbi bu mekânlarda atılmaya başlanmış ve ticaretin yoğun yapıldığı tüm ilçelere dağılmıştı.
Haliç, Eminönü, Aksaray gibi ticaret noktaları bu kahvehanelerin yoğun bulunduğu bölgelerdi.
Yeniçeriler askerlik mesleğini ihmal ederek sivil hayata adapte olmaya başladıklarında yoğun olarak yaptıkları mesleklerin başında kahvecilik geliyordu.
Sonraları "Tulumbacılar Kahvehaneleri" olarak bilinecek bu kahvehanelerin sermayesi külhanbeylikten elde edilen paralar ile sağlanırdı.
Buraya gelen müşterilerin de tamamına yakını Yeniçeri Ocağı'nın mensuplarıydı.
İkinci Mahmut, Yeniçeri Ocağı'nı kaldırırken bu kahvehaneleri de yıkmayı ihmal etmemişti.
Bunların dışında âşıkların şiirlerini icra ettikleri "Aşıklar Kahvesi", Karagöz ve Meddahlık gibi oyunların oynandı "Meddah Kahvehaneleri", çeşitli eğlencelerin yapıldığı "Çalgılı kahvehaneler", afyon içilen "Afyon kahvehaneleri", İstanbul sosyetesinin rağbet ederek tavla ve satranç oynadığı "Tiryaki Kahvehaneleri" ve camilerin bitişiğine yapılar "İmaret kahvehaneleri" gibi kahvehaneler İstanbul'un vazgeçilmez kahvehanelerindendi.
Berberlerin işi de en az kahvehane işletmecileri kadar zordu. Osmanlı'da berber, sadece saç ve sakal tıraşı yapan kişi değildi.
Diş çekmek, sünnet etmek, hacamat yaptırmak ve çıban dağıtmak gibi tıbbi müdahaleleri yapan kişiler berberlerdi.
Bu yüzden berberler "esnaf-ı cerahat" mensubu kabul edilirdi. Yani berber demek bir çeşit alternatif tabip anlamını da ihtiva ediyordu.
Berberler, ilk mekânlarını ise kahvehanelere borçludur. Hemen hemen her kahvehanenin bir berberi bulunuyordu; ama kahvehanelerin sık sık kapatılması berberleri kendi mekânlarını açmaya zorladı.
Osmanlı'da ser-terâş ve hallâk gibi isimlerle de anılan berberlik yukarıda bahsedilen hususlardan ötürü çok hoş görülen bir meslek değildi.
"Lahana kadar baş, on paraya tıraş" geleneğinin terk edilerek "Acem usulü, ibrişim usulü" gibi tarzların gençler arasında yaygınlık kazanması yenilik karşıtlarının berberlere hasmane bir tavır içine girmelerine neden oldu.
Berberlere yönelik en sert yasak Dördüncü Murad döneminde oldu. Berber dükkânları ancak Sultan öldükten sonra tekrar açılabildi.
Tıpkı kahveciler ve berberler kadar işi zor olan bir esnaf sınıf daha vardı: Dalkavuklar…
Bir esnaf sınıfı olarak dalkavukluk
Dalkavukluk, Osmanlı'da kabul görmüş bir esnaf sınıfıydı.
Başta Sultan olmak üzere devlet ricalinin üst basamaklarında bulunan birçok kişi himayesinde dalkavuk bulundurmuş ve koruması altına almıştı.
Dalkavukların asli vazifesi hizmet ettiği kişiyi eğlendirmektir; ama özellikle kriz anlarında dalkavuklar efendisi adına hedefteki kişiyi utandırtmak ve şahsiyetini zedelemek için çeşitli amaçlarla kullanılmıştı.
Reşat Ekrem Koçu, bu bedbaht mesleği icra edenleri şu veciz sözlerle anlatmıştı:
İşleri, meslekleri başkalarını eğlendirmek olan dalkavuk esnafına zelil adamlar kabul edilmişti ve onlara serpuş olarak ayak takımının ve eşrafın ve askerin serpuşu olan külah giydirme imkânı bulunamamıştı; zira, külahlarına ne sararlarsa sarsınlar, yahut dalkülah da olsalar muhakkak esnaf veya askerle karıştırılacaklardı. Kavuk ise daima üzerine bir şey sarılarak giyilen serpuş olduğu için o zelil adamlara serpuş olarak kavuk seçildi ve toplum içinde derhal seçilmemeleri için de ‘dalkavuk' olmaları, yani kavuklarına hiçbir şey sarmamaları emrolundu, bu suretle kendileri de alameti farikaları olan serpuşlarına nispetle ‘Dalkavuk' adını aldılar.
Osmanlı dalkavukları asla efendilerini eleştirmez yahut onu küçük düşürecek bir davranış içinde bulunmazlardı; ama efendilerinin hasmı olan kişilere yönelik cesur ve şedit bir muhalefet söz konusuydu.
Böylesi riskli bir iş yapmaları nedeniyle hayat onlar için hayli zordu. Koçu'nun ortaya çıkardığı belgelerde Dalkavukların I. Mahmud zamanında sosyal güvence talep ettiklerine şahit oluyoruz:
"Kimsesiz dalkavuk kulların padişaha arzuhali"
Her sene Ramazanı Şerif geldiğinde İstanbul'da, davetli, davetsiz iftarlara gideriz. Ulemanın, ricalin, devletin vesair büyüklerin mevki sahiplerinin sofralarında çeşitli nefis yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, şerbetler, tavukgöğüsleri, elmas pareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer içeriz, üstüne göbek tütünü ve kahve ile ikram görürüz. Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırları ile velinimetimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır.
Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikârdır. Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzlarını tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şakir Ağa'nın cümlemize kâhya tayin olunmasını ve memuriyetini bildiren bir kıt'a ruhsatname ihsan buyurulmasını niyaz ederiz. Emir ve ferman devleti inayetli efendim sultanım hazretlerinindir.İmza: Dalkavuk Kulları
Padişahın sevgili ve kimsesiz kulları dalkavuklar arzuhallerinin hemen altına düştükleri notta mesleklerine yaraşır ayrıntılar yazmayı da ihmal etmezler:
Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler. Oturacakları yer, trahzan yanındaki küçük minderlerdir. Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh tabirlerden ve küfürlerden gayetle sakınmaktır. Hane sahibi ne söylerse fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir. Verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünülmeyecektir.
Osmanlı'da zor bir zanaat olarak dalkavukluk bir esnaf sınıfı olarak kabul görüyordu.
Bu işi yapan kimseler çok düşük ücretle kelle koltukta gezen kimselerdi.
Efendilerinin gözden düşmesi çoğu zaman onların da sonu oluyordu.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish