Sudan, milisler ve ulus devletin geleceği

Fotoğraf: AFP

Bazı ülkelerin iç işleri ve uluslararası ilişkiler konusunda uzman olsak da zannetmiyorum ki içimizden biri çıkıp da birkaç Arap ülkesindeki kargaşadan ve milis döneminden çıkışa ilişkin dikkate değer ve güvenilir yeni bir şey söyleyebilsin.  

Sudan'daki kargaşa, 1980'lı yıllara dayanan eski bir olgu. O dönemde odak noktası, Sudan'ın güneyinin kuzeyinden ayrılmasıydı.

Bu bölünme, Sudan'a komşu ülkelerin az ya da çok ilgisini çeken bir uluslararası desteğe sahipti.

1987 yılında iktidarı ele geçirmiş olan İslamcılar, 1990'lı yıllarda referandum yoluyla da olsa ayrılığa teslim olma kararı aldılar. Bununla tamamen İslami bir Sudan'a kavuşacaklarını (!) zannediyorlardı.

Gerçi bunun bir yanlış anlama ve değerlendirme olduğu anlaşıldı. Kargaşa her yere ve daima komşu ülkelerle sınır bölgelerinde yayılmıştı.

Bu bölgelerde sol ideolojiye sahip, ancak geçmişleri ve kökenleri tamamen etnik ve bölgesel olan silahlı 7, 8 (devrimci) örgüt ortaya çıktı.

Hartum'daki merkezî otorite, tüm örgütlerle savaşmayı tercih ederken Darfur'daki ikili çözümü tercih etti: bir yandan doğrudan çatışma, diğer yandan daha sonra Hızlı Destek Kuvvetleri olarak anılan milisler de dahil olmak üzere Arap kökenli yerel milislerin yardımına başvurma.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Karşılıklı kıyımların eşlik ettiği kargaşalar 2003'te başladı. Daha da gelişip ardında binlerce ölü ve on binlerce göçmen bıraktığında uluslararası bir müdahale, barışı koruma güçleri, bazı hükümet bayrakları ile bazı milis bayraklarına karşı uluslararası yaptırımlar oldu.

Elbette ayrılan güneyin başkenti Cuba'da ve Afrika Birliği Örgütü'nün genel merkezi Addis Ababa'da hükümetin temsilcileri ile isyancı silahlı örgütlerin temsilcilerini bir araya getirmek için yapılan toplantılar birbirini izledi.

Bilindiği üzere merkezî yetkililer, onca konferansa rağmen sadece isyancı bölgelerde değil, aynı zamanda kentlerde kontrol altında olan bölgelerde de istikrarı sağlamakta başarısız oldu ki Hartum da buna dahildi.

Nitekim 2019 yılında sivil taraflar, sendikalar ve bazı siyasi partiler tarafından örgütlenen barışçıl bir halk devrimiyle karşı karşıya kalındı.   

Bölgelerdeki iki devrimin tırmanması ve Hartum ile kentlerdeki barışçıl devrimin istikrarı karşısında ordu, istifa etmesi için el-Beşir ile anlaşmaya ve Sudan adına ordu ile İslamcıların kontrolünde olmayacak başka bir geleceği müzakere etmek için Özgürlük ve Değişim Güçleri ile masaya oturmaya karar verdi.

İlk bakışta sivil Hamduk hükümetinin varlığı, nihayetinde Arap ve uluslararası toplumun hoşnutluğuyla Sudan'ın geleceğine karar veren seçimlerin yapılacağı (üç yıllık) geçici ortaklık dönemi üzerine varılan anlaşma ve Sudan üzerindeki kuşatmanın kaldırılması ile gelecek, açık ve umut vaat edici görünüyordu.

Ordu, aşamalı da olsa milisler ve silahlı örgütler zamanını geride bırakmak yerine beraberinde kendisine daha önce Darfur'da destek veren HDK'yi getirdi ve yeni sivil dönem için bir coşku belirdi!

Ancak HDK'den önce ordu, geri adım atıp sivil güçlere karşı duruş aldı ve kendi askerî konseyi ile hükümetini kurdu.

Özellikle Batılı taraflardan gördüğü destek çatırdadı ve kuşatma geri döndü. Bu, orduyu geri adım atmaya, müzakerelere yeniden başlamaya ve geçiş dönemi ve adımları için sivil güçlerle "çerçeve anlaşma" imzalamaya mecbur bıraktı.

HDK, darbesinde orduyla beraber yürüdü, ancak çerçeve anlaşmaya dahil olmak için de isteklilik gösterdi.

Bu anlaşmanın maddeleri arasında HDK'nin dağıtılıp orduya göre iki yıl ya da milislere göre on yıl içinde orduyla bütünleştirilmesi de yer alıyordu.


Üç yılı aşkın bir süre boyunca HDK, 100 binden fazla gücü olan, her yere yayılan, altın madenlerini kontrol eden ve uluslararası ve komşu bazı ülkelerle ilişkilere sahip organize bir yardımcı ordu vasfıyla ortaya çıktı.

Silahlı çatışmayı kim başlattı? Ordu mu HDK mi?

İki taraf da hazırlanıyordu. Hemen sonra çatışma birdenbire her yere yayıldı, tek bir taraf şehirleri bile kontrol edemiyordu.

HDK'de milislerin ilkel tabiatı baskın geldi ve özellikle Darfur'daki ana yurtlarında olmak üzere yağmaya, gaspa ve cinayete geri döndüler.

Bunun üzerine el-Cenine şehrinde beş binden fazla kişi öldü, on binlerce kişi göç ettirildi, Batı Darfur valisi öldürüldü ve tüm tesisler yıkıldı.

Ve elbette artık kimse güvende değil. Cuba Anlaşması'nın tarafları bile silahlarını harekete geçirdi.

Etiyopya, bundan en çok faydalanan taraf oldu. Meydanda insani sorunu çözmek için kısa vadeli ateşkesler dayatan Suudi Arabistan Krallığı ile ABD'den başkası kalmadı.

Çatışma nasıl biter?

Kimse bilmiyor, çünkü milisler güçlüler ve tek başlarına değiller. Şimdi herkes şunu düşünüyor:

Kapsamlı bir iç savaş ve yeni bir bölünme turları olur mu?

Lübnan'ın silahlı milislerle olan hikâyesi eskidir. Bununla beraber bu milisler, bu yüzyılın ilk on yılında savaş ve barış kararını ele geçirdi ve tüm tesislere yayıldı.

Milletvekili sayısına ve ittifaklarına bakılmaksızın Temsilciler Meclisi'nin başkanlığını kontrolüne aldı.

2016 yılında iktidara General Avn'ı getirdi. Önümüzdeki altı yıl için de cumhurbaşkanlığına Süleyman Franciye'nin gelmesini istiyor.

Hıristiyan milletvekillerinin çoğu (64 milletvekilinden yaklaşık 45'i), Franciye'ye karşı olduğu için fiilen cumhurbaşkanı seçilmeyebilir. Seçilse Arap ülkelerindeki tek Hıristiyan cumhurbaşkanı olacak.
 


Yemen'deki milislerin hikâyesi de Lübnan'dakinden pek farklı değil. Ülke ikiye bölündü ve Me'rib ve güney vilayetlerindeki meşru hükümet kenara çekildi.

İki taraf şu an savaşlar sonrasında ülkeler arasında olduğu gibi ikinci bir esir takasını müzakere ediyor!

Suriye'deki yoğun vur-kaç turlarından sonra silahlı milisler, Türkiye'nin himayesinde Suriye'nin kuzeyine yerleşti.

Kuzeydoğu Suriye'deki Kürt milisler ise Amerikan güçleri tarafından himaye ediliyor. Suriye ülkesinde Türkiye ve ABD'nin yanı sıra İran ve Rusya'nın da milisleri ve orduları var.

Arap Devletleri Ligi (Arap Birliği), Suriye'nin üyeliğini yeniden etkinleştirdi. Ancak Avrupalılar ve Amerikalılar, BM'nin 2254 sayılı kararı tarafından belirlenen siyasi çözüm planı doğrultusunda ilerlenmediği takdirde yerinden edilenlerin (on milyon) geri dönmesine ve ülkenin yeniden inşasına yardım etmek istemiyorlar.

Öte yandan diğer çözümün güçleri (Rusya, İran ve Türkiye) ortaya çıkan uluslararası çatışmanın ortasında bir çözüm ya da çözümsüzlük için yakın zamanda ikinci kez bir araya geldi!  

Libya'daki milisler, Batı Libya'daki "Birlik Hükümeti" ile birlikte kontrol altında. Milisler, Türk güçleri ve gizli ve görünür diğer güçler kalmakla beraber seçim düzenlemek için Fas'ta ve Mısır'da Libyalı taraflar arasında bitimsiz müzakereler yapılıyor.

Altı Arap ülkesindeki bu milisler, ülkelerin kaynaklarını tüketiyor, istikrarını önlüyor ve devletin yeniden kurulmasına engel teşkil ediyor.

Toparlanma umutları azaldı. Cinayet, zorla göç ve yıkım geçici olarak durduğunda herkes rahatlıyor. Lakin salgın devam ediyor ve bu salgın, Koronavirüsten daha korkunç, zira sonu var mı bilinmiyor.

Bu altı ülkenin halkları çaresiz. Bununla birlikte bazılarında gözle görülür bir direniş gücü var. Arap girişimleri dışında kısa vadede umut yok.

Güçlü Arap ülkeleri de bölge ülkeleriyle anlaşmalar yapıyor ve dünyanın kutuplarıyla dostluklar kuruyor.

Bu artan Arap boyutundan umulan odur ki huzursuz ve yıpranmış ülkelerdeki milislerden kurtularak yeniden afiyete kavuşmada etkili olsun; Ey Araplar!

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

Independent Türkçe için çeviren: Aybüke Gülbeyaz

Şarku'l Avsat

DAHA FAZLA HABER OKU