Bir asistanlık kadrosunun bugüne anlattıkları

Türkiye'de akademik kadro, bilhassa asistanlığın sergüzeşti bu ve benzeri hadiselerle temellendirildi. Dolayısıyla bugünkü sıkıntıları ve arızaları kimsenin eleştirmeye hakkı yok

Erzurum Üniversitesi kuruluş yılları

Güzel bir söz vardır; "Gündüz vakti sokak ortasında gözünüzü kapattığınızda kendinize gece yaparsınız, oysa gün ışımaya devam eder."

Akademik camiada tüm kadrolar liyakate göre dağıtılır ve hak-hukuk çok önemlidir tarzında ifadeler asistanlık kadrosu almaya uğraşan genç bir araştırmacının kulağına gitse muhtemelen hayli güler.

Bu kadrolardan birini elde etmek için -kaba tabirle- torpiliniz olsa da tek başına yeterli değildir; çünkü sizin torpilinizin karşısına muhakkak başka torpili olan biri çıkar.

O yüzden torpilinizin mahiyeti önem arz ediyor; yani mücadele torpiller arası bir rekabete eviriliyor.

Bu hükümetin ya da şu anki akademik idarecilerin suçu-günahı değil. Bir gömleği iliklerken eğer, gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklerseniz bu iş böyle gider.

Neredeyse sistem ilk kurulduğunda bu mantık üzerine inşa edildi. 

Ayrıca, asistanlık kadrosuna memuriyet kadrosu şeklinde bakamayız.

Cemil Meriç der ki "Havarilerini yetiştiremeyen İsa'nın yeri tımarhanedir."

İyi bir profesör kendi asistanını yetiştirme hakkına sahip olmalıdır.

Oysa çoğu argör mümkün olduğunca hocalara görünmeden bölümlerinin idari işlerini yapmaları sonucu bir geleneğin devredildiği/devredileceği meslekler olmaktan uzak- elbette istisnalar vardır, olacaktır da. 

Gelgelelim konumuza; Merhum Mehmet Kaplan ve Merhum Orhan Okay Hoca arasındaki mektuplar çok şey anlatıyor.

Daha fazla söze karışmadan yalnızca onların yaşadıklarına değineceğiz ve tek bir kelime söylemeden bugüne dair çok şey anlatmış olacağız. 
 

Mehmet Kaplan.jpg
Mehmet Kaplan

 

Mehmet Kaplan, hocaların hocasıdır, şahsım dahi bugün onun geleneğinden gelen profesörlerin tedrisatından geçti.

Kaplan Hoca'nın akademik camiada bıraktığı izi anlamak için yalnızca talebelerinin yazdıklarına bakmak yeterlidir.

Elbette itiraz eden talebeleri de yok değil, biliyorsunuz Ahmet Hamdi Tanpınar asistan seçiminde Mehmet Kaplan ve Behçet Necatigil arasında kalmış ve tercihini Kaplan'dan yana kullanmıştır.

Velhasıl bazı talebeler tercihin Necatigil'den yana olması halinde Türkoloji'nin bilhassa Yeni Türk Edebiyatının bambaşka bir koldan akacağını düşünür. 
 

Orhan Okay.jpg
Orhan Okay

 

Konumuzun bir diğer kahramanı Orhan Okay da Türk edebiyatının önemli figürlerinden biridir.

O, ilk defa akademik camiaya Merhum Fuat Sezgin'in yanında başlar:

Mezun olmama yakın aylarda, çok farklı bir alanda asistanlığım bahis konusu oldu. Edebiyat Fakültesinde Zeki Velidi Togan'ın kurduğu ve ilk müdürlüünü yaptığı İslam Tetkikleri Entitüsü açılmıştı. Zeki Velidi ile pek ilişkilerim olmadı. Ama Enstitünün müdür muavini Fuat Sezgin'le birkaç yıldır tanışıyorduk. Arapçamı beğeniyor ve beni oraya asistan olarak almak istiyordu.

O yıllarda asistan olmak geçim bakımından öğretmenlikten daha zor olduğundan imtihana benden başka giren olmadı.

(Mehmet Kaplan'dan
Mektuplar ve Hatıralar,
Orhan Okay)


Orhan Okay akademik olarak asistan olsa da öğretmen okulu mezunu olması nedeniyle zorunlu şark görevi ve askerlik için İstanbul'dan ayrılır.

Okay'ın Mehmet Kaplan ve Behice Kaplan çifti ile yakın bir ilişkisi söz konusudur.
 

Behice Kaplan.jpg
Behice Kaplan

 

Bu sırada Erzurum Atatürk Üniversitesi'nin edebiyat bölümünün kuruluşunda önemli roller üstlenen Mehmet Kaplan, öğrencisi Orhan Okay'ı asistan olarak akademik kadroya almak istemektedir.

Öğrencisini tekrar Fuad Sezgin'in yanına aldırmak ister; ama Enstitünün Müdürü Zeki Velidi Togan bu asistanlık görevine karısını atamak istemesi işleri zorlaştırır:

Fuat (Sezgin) burda bulunmadığı için İslam Tetkikleri Enstitüsü'ndeki asistanlık işini harekete getiremiyorum. Zeki Velidi kendi hanımını asistan almaya çalışıyor. Üstadın garip bir zihniyeti var.

Erzurum'a gidince orada asistanlık kadroları temin etmeye çalışacağım. Umarım ki muvaffak olurum ve sen de gelirsin.


Kaplan Hoca, Erzurum'a gelince kadro ilanını öğrencisine müjdeler, büyüklerim kızacak belki ama Hocaların hocası Kaplan dahi adrese teslim kadro açacaktır:

Yakında asistanlık için ilan yapacağız. Senin şimdiden hal tercümeni bildiren Atatürk Üniversitesi Rektörlüğüne daimi Erzurum'da kalmak isteği ile asistanlık müracaat etmen iyi olur. Ben takip edeceğim.


Okay Hoca'nın Erzurum akademisine kattıklarına gölge düşürmek gibi bir hadsizlik peşinde değilim, sadece bu işin dün nasıl ilerlediğinden hareketle bugünkü aksaklıkları anlamanızı isterim.

Hoca devamında gelişen süreçleri de tüm ayrıntıları ile aday asistana aktarır:

Orhan,

Mektubunu aldım, istidadın da geldi. Rektör ve dekanlar belli olunca sizi çağıracağız. Burada yabancı dil, Osmanlıca ve umumi bilgiden imtihan yapacağız.


Okay, sonrasında Kaplan'dan başarılı olduğuna dair bir mektup alır. Onun yanı sıra Mehmet Akalın ve Haluk İpekten gibi isimler de Kaplan'ın araya girmesiyle Erzurum'da kadroya geçmişlerdi.

Okay binbir meşakkatle kadroyu alsa da bu kez öğretmen okulu mezunu olması nedeniyle MEB sorun çıkarmaktadır.

Bu sorunu çözmek için Rektör, Milli Eğitim Bakanlığı ile görüşür. Sorun çözülür; ama Okay'ın kadroya atanması 6 ay kadar gecikecektir. 

Mehmet Kaplan sevdiği öğrencileri kadroya almayı başarır ve nihayet her şey yoluna girecekken Anadolu Akademiasında insanın içini ürperten o malum kıskançlık savaşları Kaplan'ın başını yer.

Okay, Erzurum gibi ketum anlayışın hâkim olduğu bir yerde Kaplan'ın dikkatsizliğine sitem eder:

O hadiseler, Türkiye'nin hala yaşamakta olduğu temelinde müsahamasız, hoyrat taassubun yattığı fikir krizlerinin bir parçasıydı.
 

Ahmet Hamdi Tanpınar.jpg
Ahmet Hamdi Tanpınar

 

Kaplan'ın Erzurum'u değiştirme isteği onun işine mal olmuştu. Küçük yerlerin kıskançlık, kapalılık ve dedikodu mekanizmasını kavrayamaması sonucu işinden olmuştu.

Esasen Tanpınar, sevdiği öğrencisini uyarmış ve bu maceranın başına iş açacağını söylemişti. İdealist ve genç bir hoca olan Kaplan bunu dinlemeyince netice kaçınılmaz olmuştu.

Velhasıl, Türkiye'de akademik kadro, bilhassa asistanlığın sergüzeşti bu ve benzeri hadiselerle temellendirildi. Dolayısıyla bugünkü sıkıntıları ve arızaları kimsenin eleştirmeye hakkı yok.

Liyakatlerini tartışmıyorum; ama "hocaların hocası" dediğimiz Tanpınar, Kaplan ve Togan gibi abide kişiler dahi usulde hata yaptılar. Şimdi o geleneğin sürmesinden daha doğal ne olabilir ki? 

 

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU