ABD ve müttefiklerinin Irak topraklarını işgal ederek dönemin diktatörü Saddam Hüseyin'i devirmesinin üzerinden 20 yıl geçti.
Askeri-siyasi deprem niteliğindeki bu olayın yankıları ve sonuçları ise evrensel boyutta hâlâ tartışılıyor.
Bu süreçte başta ordu olmak üzere Irak'ın bütün kurumları dağıtıldı.
Saddam yanlıları ve bilhassa subaylar ile istihbaratçıları, bir süreliğine illegal direnişe geçtilerse de devrik lider ile oğullarının ölümüyle sonuçlanan yeraltı direnişi uzun süre dayanamadı.
Yönetim boşluğu ve kaostan yararlanan El Kaide isimli cihatçı hareket kısa zamanda Saddamcı milliyetçiler, istihbaratçılar, komutanlar ve benzeri unsurlarla birleşerek Amerikan askerlerine karşı ölümcül bir mücadeleye girdiler.
Irak ve Suriye'deki vahşi eylemleriyle, Avrupa'nın birçok yerindeki intihar saldırılarıyla dünya kamuoyunu dehşete düşüren Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü tipik bir Saddamcı-cihatçı koalisyonu sayılabilir.
Biz, bu yazıda işgal öncesindeki siyasi ve diplomatik görüşmeler ile kulisleri gündeme getireceğiz.
Ana kaynağımız, bu konuda iyi bir dosya hazırlayan Londra merkezli Şark'ul Avsat gazetesindeki dört makale olacak. Iraklı bir bakanla söz başı yapacağız.
Eski Irak Ticaret Bakanı Muhammed Mehdi Salih El Ravi, Bağdat'ın Amerikan-İngiliz kuvvetlerinin eline düştüğü geceye (19-20 Mart 2003) ilişkin tanıklığını şöyle anlatıyor:
ABD'nin operasyonu Iraklı yetkililer açısından sürpriz olmadı. Hepimiz teyakkuz halinde bekliyorduk. Halka ve bize altı ay yetecek kadar gıda stoku yapmıştık. Ben de personelimle birlikte bakanlık binasında kaldım. İhtiyat kabilinden Aden Meydanı yakınındaki bir binamız vardı. Her iki yer arasında gidip geliyorduk.
Operasyon öncesi ve sonrasında Saddam Hüseyin ile yönetim kademesi birkaç toplantı yaptılar. Ben sadece üçüne katılabildim. Petrol Bakanı ile görüştüm. O, füzeler ve uçakların görüş alanını karartmak üzere petrol yakıtının sürekli duman çıkaracak tarzda yakılması yolunda emir almıştı.
Ayrıca Reis (Başkan Saddam Hüseyin) bana, muhtemel şehir içi çatışmalar süresince ahaliye yetecek kadar gıda lojistiğinin yapılmasını emretti.
Şehir düşünce yetkililer ayrılmak zorunda kaldılar, fakat Reis (Saddam), hiçbirimize veda etmedi. Esasen biz de aramızda vedalaşmadık. Çünkü olayın bu şekilde sonuçlanabileceğini, Bağdat ile Irak'ın işgal edileceğini tahmin etmiyorduk.
Tikrit'teki cephaneliklerden yeterli silah ve mühimmatın Bağdat'a taşınması için Cumhuriyet Muhafızları komutanlığıyla eş güdüm halinde çalıştık.
Amerikan birlikleri ilerlemeden önce Irak'ın başlıca altyapı tesisleri yoğun bombardımana maruz kaldı. Başkente giren devasa tankların varlığı gözümün önünden gitmiyor. Apache helikopterinin sivil insanları ve arabaları tarayarak üzerimizden geçtiğine tanık oldum. Kömürleşen bedenler ve arabalarının içinde yanarken can çekişen insanlar vardı.
Ortalık yanmış cesetlerden geçilmiyordu.
O sırada bile biz, gıda ve silah sevkiyatına devam ediyorduk. Büyük hacimli 2000 kadar (tank dâhil) ağır silah nakil aracımız vardı. Ne var ki bazı geveze ve yaygaracılar ortalığa dökülünce, sevkiyata son verdik.
Şehrin düşmesinden sonra 9 Nisan'da Kabine sekreterliği yoluyla biz bakanlara günlük genelge ve talimatlar gelmeye başladı. Buna göre; herkes istediği yere gitmekte serbestti.
Suriye sınırındaki memleketim olan El Anbar'a gittim. Bir kısım akrabam Halep ve Deyrizor (Suriye) yöresindeydiler. O tarafa geçip 5-10 gün durumu gözlemem önerildi. Kardeşim Mazhar ve müsteşarım ile Suriye tarafına geçtik. Çünkü ülkeme uygulanan 2000 tarihli ambargo nedeniyle Reis beni Suriye'ye gönderip, hem iki ülke ilişkisinin normalleşmesini sağlamamı hem de ambargoya karşılık olmak üzere ikili ticaret anlaşması yapmamı emretmişti.
Bozuk ve gergin gitmekte olan Suriye-Irak ilişkilerinin normalleşmesine katkım olduğundan Şam'da barınacağımı sandım. Bizi, Suriye istihbarat sorumlusu (ve Beşar Esat'ın eniştesi) Asaf Şevket karşıladı. İstersem ailemi bile yanıma alabileceğini söyledi.
Önce Deyrizor istihbarat merkezine aldılar. Orada Asaf Şevket ve Irak Büyükelçisiyle birlikte akşam yemeği yedik. Ardından bize bir daire tahsis ettiler. Çok kirli ve pisti. Bir müddet sonra kardeşimi tutukladılar, beni de Esat Köyü isimli bir köyde ev hapsine aldılar. 5 istihbarat subayı sürekli beni gözetliyor ve dışarı çıkmama izin vermiyordu. Bunun üzerine Başkan Beşar Esat'a bir mektup yazarak (21 Nisan), kendimi tanıttım ve beni Irak'a geri göndermelerini istedim. Bu arada tutuklu kardeşimin akıbetini sordum.
Daha sonra Suriyeli istihbarat subayı, bir meslektaşı ile beni kaçak yoldan Irak tarafına gönderdi. Orada Amerikan askerleri üzerimize silah doğrultarak bizi durdurdular. Suriyeli subay, beni kendi elleriyle onlara teslim etti. Başıma çuval takarak, Ürdün sınırındaki bir Amerikan üssüne götürdüler.
9 gün kaldım sorguda. 5 saat sürdü sorgu sual. Önce Lübnanlı bir tercüman getirdiler. Çok iyi İngilizce bildiğimden tercüman istemediğimi söyledim. Sorgudan sonra yanımdaki tutukevinde Iraklı bir Bakan ile Filistinli eski örgüt lideri Abu Nidal grubundan biri vardı. Bu sonuncusu arananlar arasında yoktu ama kendisi teslim olmuştu.
Tahkikatın ertesi günü Amerikalı istihbarat yetkilisi beni yeniden çağırdı. Benim 'samimi ifade vermediğimi' ileri sürdü. Delil olarak Suriye Başkanına gönderdiğim mektubun muhtevası ile kardeşimin akıbetini soran sözlerimi gösterdi. Daha sonra Saddam'ın niçin Suriye ile görüşmek üzere beni Şam'a gönderdiğine ilişkin cevabımı istedi. Suriye'ye muhtemel bir İsrail saldırısı olması halinde, Irak ordusunun Ürdün-Suriye sınırına askeri yığınak yapmasının anlamını da sordu.
Aynı subay, demokrasi getireceklerini ve görev tamamlanınca çekileceklerini söyledi.
Buna karşılık dedim ki: Gerçek bir demokrasi inşa edemezsiniz ve Irak'tan asla çekilmeyeceksiniz. Çünkü sizinle birlikte ve sizden sonra Irak, dinci (mezhepçi) ve aşiretçi yapıların eline geçecektir. Petrol fiyatları şimdikinin birkaç misline çıkacaktır. Bölgeye kaos egemen olacaktır.
Tarihi bakış açısından Irak'ın istikrarsızlığı Ortadoğu'nun istikrarsızlaşması anlamına gelir. Irak halkı itaatsizliğiyle nam salmıştır. Bundan ötürü sadece Akad, Babil ve Asur kralları tarafından yönetilebilmişti.
Arananlar listesinde olduğumdan tutuklanıp 9 yıl hapis cezasına mahkûm edildim. Ağır Ceza Mahkemesi, sonradan salıverilmeme karar verdi.
İkinci olayı ise KDP ve Irak Kürt Hareketi lideri Mesud Barzani anlatıyor:
11 Eylül 2001 Olayı (New York'taki İkiz Kulelere saldırı) olduğunda oğlumla birlikte Duhok şehrindeydik. TV kanalındaki o çarpma sahnesini izledik. İlk anda bunu bir film sahnesi zannettik. İkinci uçağın diğer kuleye yöneldiğini görünce iyice şaşkına döndük. Bunu son dakikada verilen acil haberler izledi.
Dinleyince ABD'de tehlikeli bir hadise oluyor dedik ama başka bir süper devletin Amerika ayarındaki bir devletin evine kadar gidip vuracağını uzak bir ihtimal olarak görüyorduk. Olayın El Kaide örgütü marifeti olduğu ortaya çıktığında bile, bunun bedelini Saddam'ın ödeyeceğini beklemiyorduk. Çünkü iki taraf arasında bir ilişki bulunması imkansız gibiydi.
Bu tarihten itibaren bölgenin yeni bir aşamaya girebileceğini hissettim. Ancak olası neticeleri henüz muğlaktı. Bu nedenle Celal Talabani'nin başında bulunduğu YNK örgütü ile aramızı düzelttik. Bu arada Türkiye, Suriye ve İran'a temsilciler göndererek onların New York'taki hadise ile bağlantılı değerlendirmelerini öğrenmek istedik. Bu üç ülke, ABD'nin muhtemel tepkileri üzerinde durmakla birlikte yeterli cevapları bulamıyorlardı.
O sırada İran yönetimi, bizden bir heyet istedi. Oraya gidip Hilton Azadi oteline yerleştik. Meğer ev sahibi Tahran, Saddam'ın gönderdiği heyeti de maksatlı biçimde bizim kaldığımız otele yerleştirmiş. Kürt heyeti ile İstihbarat Müdürü başkanlığındaki Iraklı heyet lobide el sıkışmak durumunda kaldılar. Anlaşılan Bağdat gayet endişeli ve huzursuzdu; yeni dönemi anlayıp gelecek muhtemel tehlikelerden korunmak istiyordu.
Irak Heyeti, bana (Mesut Barzani'ye-F.B.) Saddam'ın 'ne isterseniz, yerine getirmeye hazırım' mesajını ilettim. Şu karşılığı verdim:
'Sadece Basra değil, bütün Irak yıkıldıktan sonra mı bu mesajı iletmiş! Artık çok geç. Ayrıca Saddam rejimiyle yaptığımız her anlaşma, Kürdistan halkına felaketten başka bir şey getirmedi!'
Ağır yara almış olan ABD, pek öfkeliydi. Ancak bu gazabını nereye ve kime yönlendireceği henüz belli değildi. 30 Ocak 2002'de ABD Başkanı George W. Bush, Irak rejimine ateş püskürdü; İran, Kuzey Kore ve Irak'ı 'şer ekseni' olarak damgaladı.
Şubat ayında Dışişleri Bakanı Colin Powell, 'Irak rejiminin değiştirilmesine ve gerekirse ABD'nin bunu tek başına yapacağına' dair bir demeç verdi. İngiltere Başbakanı Tony Blair ise, bu orkestraya (koalisyona) katılacağını beyan etti.
17 Şubat 2002'de Amerikan istihbarat servisi (CIA) heyeti ziyaretime geldi. Şunu söylediler:
'Amerika, Saddam rejimini devirmeyi kararlaştırdı. Bu operasyonu birçok cepheden aynı anda başlatacağız. Hesaplarımıza göre Kürdistan bölgesinin bu operasyonda rolü önemli ve hayatidir. Dolayısıyla Washington'a davet ediyoruz sizleri.'
Yanıtımı verdim: 'Kürtler, demokratik ve çoğulcu federal bir Irak inşa edilmesine yönelik her adımı desteklerler. Bu hususta ABD'nin garantörlüğünü istiyoruz. Zira bu güvence, halkımızın korunup himaye edilmesi açısından önemlidir. Washington, bu yöredeki şahsiyet ve kesimlere yönelik tehditlerden kaçınması için çevredeki ülkeleri (Türkiye, İran ve Suriye) uyarmalıdır.' Bunu belirttikten sonra Washington'a gitme davetini kabul ettim.
Nisan başında KDP sorumlularıyla birlikte Amerikan Dışişleri Bakanlığı heyetini kabul ettik. Heyet Başkanı diplomat Ryan Crocker, Saddam'ı devirmek konusunu ve Kürtlerin Washington'u ziyareti meselesini tekrar etti. Bu arada Kürtler arasındaki sorunların giderilip Türkiye ile yaşanan gerginliklerin sona erdirilmesinden bahsetti.
Büyük devletlerin vaatleri noktasında ağzım yandığı için, ABD heyetinden daha açık ve kesin konuşmasını bekliyordum.
15 Nisan'da Frankfurt'ta beklemekte olan özel uçak beni, oğlum Mesrur ve Hoşyar Zebari'yi Washington'a götürdü. Celal Talabani, oğlu Pavel (Bafel) ve Berham Salih ise sonradan Kürt heyetine katıldılar. Virginia yöresindeki bir konakta misafir edildi heyetimiz. Orada CIA şefi Başkan yardımcısı, Dışişleri görevlisi diplomat R. Crocker, Milli Güvenlik sorumlusu bir general ve benzerleriyle görüşüldü.
Amerikan tarafı açık konuştu: 'Saddam'ı devirme kararımız kesindir. Böylece Kürtler de tüm haklarına kavuşmuş olacaklar. ABD, federal bir sistemden yanadır. Bu sisteme dışarıdan müdahalelere müsaade etmeyecektir. Aynı zamanda ABD, Kürtlerin Irak muhalefetini birleştirip hazırlamak üzere çaba göstereceğini ummaktadır.'
Amerikan heyeti bu açıklıkta konuşunca Kürt heyeti de beklenen yanıtı verdi: 'Madem ABD, Saddam rejimini devirmek için nihai kararını vermiş bulunuyor. Bizler de bunun gerçekleşmesi maksadıyla elimizden geleni yapacağız. Madem Saddam rejiminin alternatifi demokrasi ve federal Kürdistan olacaktır, o halde muhalefeti birleştirip harekete geçirmeye gayretle devam edeceğiz.'
Bizi alan uçak tekrar Frankfurt havaalanına indi. Orada Talabani ile anlaşıp eş güdüm içinde hareket etmeye ilaveten bölgede yaşanan değişimlere ayak uydurma konusunda da fikir birliğine vardık.
Frankfurt'tan sonra Paris'e geçtim. Fransız yetkililere, ABD'nin Saddam'ı devirme kararını bildirdim. Meğer kendileri de aynı kanıdaymışlar. Ancak onlar, devrilecek olan Saddam sonrası rejimin ne olabileceği konusunda sorular sordular. Iraklı muhaliflerle görüşme ve müzakereler yoluyla alternatifin bulunabileceğini söyledim. Bu arada Irak bileşenlerinin haklarını da içeren demokratik bir federasyondan da bahsettim.
Paris'ten Şam'a gittim. Başkan Beşar Esat ile görüşmemde ABD'nin kesin kararını dile getirdim. Pek sevindiler Saddam'ın devrilecek olmasına. Irak'ın geleceğine ilişkin şunu vurguladım: Bu ülkenin bölünmesi konusunda kesinlikle hiçbir plan yapılmadı, yapılmıyor! Ayrıca dış müdahalelere karşı olduğumuzu da belirttim. Saddam'ın devrilme tarihinden haberdar olmadığımı ve bunu sadece Amerikan yönetiminin bildiğini söyledim. Suriye Devlet Başkan Yardımcısı ise, 'Amerika'nın Irak'a askeri müdahale yapmayacağı konusunda bahse girmeye hazır olduğunu belirtmişti!'
Yaz boyunca yaşanan gerginlikler ile bazı emarelere dayanılarak ABD'nin kararından vazgeçebileceği şeklinde yorumlar yapılıyordu. Bu emareler, Washington'a giden Neçirvan Barzani ve Hoşyar Zebari'nin temaslarında da ortaya çıktılar.
21 Temmuz'da uzmanlardan oluşan bir ABD heyeti Erbil'e indi. Onlarla görüşmeler sırasında şu gerçek açığa çıktı: Türkiye, Irak'ta rejim değişikliği sonucunda bir Kürt devleti kurulmasından korkuyordu. Amerikan heyetinden sorumlu zat şunu söyledi:
'Türkiye, ABD'ye şantaj yaparak büyük bir meblağ koparmak istiyor. Oysa ziyaretlerimiz değerlendirme yapmak içindi. Dolayısıyla Türkiye'nin bölgeye (Irak Kürdistan bölgesi) askeri müdahalede bulunmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Amerikan askeri operasyonu tarihi yaklaştıkça, Türkiye'nin bilinen kompleksi giderek depreşmiş görünüyor.'
Türkiye'nin şartları şöyle özetlenebilirdi:
- Kürt devleti kurulmamalı.
- Kürtlerin Musul ve Kerkük şehirlerini ele geçirmesine izin verilmemeli.
- Yeni Irak rejimi hususunda Türkiye de söz sahibi olmalıdır.
- Saddam rejiminin düşürülmesi operasyonuna Kürtler katılmamalıdır.
Irak muhalifleriyle ilişki konusunda yetkili ABD diplomatı Zalmay Halilzad'a göre; Saddam karşıtı operasyona Türkiye'nin katılmasının rolü ve önemi büyüktü.
O zamanki Amerikan planı uyarınca Irak'a kuzeyden ve güneyden operasyon yapılacak; Kuzeyde Türkiye topraklarından hareket edilecekti.
Kürtler ise, bölge ülkelerinden hiçbir devletin böyle bir operasyon çerçevesinde Irak topraklarına girmesini istemiyordu.
Çünkü Türkiye, ABD ile görüşmelerinde Musul ve Kerkük'e gönderilmek üzere iki Türk askeri birliğini hazırladığını söylüyordu.
Son toplantıda ise ben (M. Barzani-F.B.), Meclis Başkanı bir Türk yetkilinin "Kuzey Irak'a girdiğimizde Peşmerge güçlerini silahlardan arındıracağız" tarzındaki ifadesini görüşme masasına getirip şöyle bir not düşmüştüm:
'Böyle bir durumda, sizinle birlikte veya siz olmadan geldiklerinde bizi silahsızlandıracak olanlarla ölümüne çatışacağız. Evet, Türk devleti ve ordusu güçlüdürler. Fakat Peşmerge, silahlarını teslim edeceğine ölü bedeni üzerine basılıp geçilmesini tercih eder. Bizzat ben Zaho'da tek başıma kalmış olsam bile, onlarla çatışmaktan geri durmayacağım.'
TBMM Amerikan askerlerinin ülke topraklarından geçmesine izin vermeyince, muhtemel bir Türk askeri-Peşmerge çatışması olmadı. ABD Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları, Irak muhalefet önderlerini Washington'a davet ettiler.Talabani, Amerikalı üst düzey yetkililerle görüşebilmek için Iraklı muhalefetin manevra yapması ve işi ağırdan alması önerisini getirdi.
Ben, oradaki görüşmeye katılamadım. Çünkü o sırada Kamışlo (Rojava) bölgesindeydim. Suriye yönetimi, bir Amerikan uçağının gelip beni oradan almasına izin vermedi.Yerime Hoşyar Zebari katıldı.
Talabani ve diğer Iraklı muhalif temsilciler heyette yer aldılar. Heyet ABD Savunma Bakanı Rumsfeld ve Genelkurmay Başkanı Richard Myers ile görüştüler. Donald Rumsfeld kararlıydı. 'Irak'a ambargo başarılı olmadı. Biz güney ve kuzeyden Irak'a girmeliyiz.'
İran ise, Irak'a operasyondan son derece endişeliydi. Tek tesellisi, İran yanlısı Şii hareketlerin Irak muhalefeti içinde ABD ile birlikte hareket etmesiydi. Sonradan anlaşıldı ki İran bir yandan ABD'nin Saddam'ı devirme işini kolaylaştırmış, diğer yandan ise Irak'taki Amerikan askeri varlığını sarsacak yöntemlere başvurmuştu. Yani İran, istikrarlı ve Batı yanlısı bir Irak rejimi istemiyordu. Suriye de zaman içinde İran ile aynı tutumu aldı.
ABD, müttefiklerine operasyon zamanını bildirmedi. 19-20 Mart 2002 tarihinde ilk vuruş başladı; kıyamet koptu, bölgede dengeler değişti. İlk itiraz Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'tan geldi. Şöyle ki: 'Savaş bölge istikrarını yok eder. Bağdat'ta İran etkisi artar, Lübnan'da Hizbullah güçlenir. Her ikisinin Şam üzerindeki nüfuzu etkinleşir!'
Irak muhalefeti alternatif rejim toplantılarına başladı. Londra'daki toplantıya İran yanlısı Davet Partisi, Komünist Parti ve Suriyeli Baasçılar katılmadılar. Bunun üzerine Tahran'a gidip, dönemin Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani ile görüştüm. İran'ın savaş ve Saddam sonrası oluşacak rejim hakkındaki tasavvurlarını öğrenmeliydim. Rafsancani, her zamanki gibi gerçekçi ve esnek düşünüyordu. Saddam'ın düşmesini ve federal bir Irak kurulmasını isteyen bir açıklama yaptı.
O sırada henüz çok nam yapmamış olan Kasım Süleymani ve İran destekli Muhammed Bakır Hekim ile görüşüp, muhalif toplantılarında gerçekçi tutum takınmalarını rica ettim.
ABD'nin İran'a müdahale edebileceği hususu çok tartışılıp konuşuldu o zaman. Ancak Amerikalılarla her sohbetimde bu meseleye ilişkin herhangi bir işaret ve emare bulmadım. Buna karşılık Amerikan yetkilileri, İran'ın Irak'ta ortalığı karıştırmasından pek yakınıyorlardı.
2007 yılında İran Cumhurbaşkanı Ahmedi Nejat bölgeyi ziyaret etti. Irak'ta bulunan 170 bin kadar Amerikan askerinin varlığına ve kuvvetine yakından tanık oldu.
Bu arada Irak heyeti, Ahmedi Nejat'ın kontrol noktalarında durdurulmamasını istediler. Bu istek kabul gördü. Sadece bir yerde konvoyun önü kesildi. O da teftiş için değil, Ahmet Nejat ile fotoğraf çektirmek maksadıyla yaşandı. Ancak refakatçiler, onun arabadan çıkmasına itiraz ettiler.
Saddam'ı hapiste ziyaret etmediğim gibi duruşmasına katılıp onu küçük düşürmek istemedim. Zira başa kakmak, yiğitlikten sayılmaz.
Muhalefet liderleri Bağdat'ta toplandılar. Burc'ul Hayat isimli otelde konakladım. Bütün görüşme ve diyaloglar orada olurdu. Muhalif şahsiyetlerden Ahmed Çelebi, bir an önce ortak tutum alıp yönetimi devralmak istiyordu. Olmadı; ABD, askeri yönetimini kurmak için diplomat Paul Bremer'i tayin etti.
Bremer katıydı. Ölmüş Iraklı yetkililer hakkında bile idam kararı çıkarabilmişti. Irak ordusunu dağıtmasının bir anlamı yoktu. Tersine, dağınık orduyu tekrar toparlayarak halk ile Amerikan askeri arasındaki sürtüşme, çekişme ve çatışmaları önleyebilirdi.
Partimiz KDP'nin savaş dönemindeki Irak eski Genelkurmay Başkanı Nizar El Hezreci'nin başkentten ayrılmasında oynadığı rolü de kabul etmedi. Bu olayı, CIA teşkilatına mal etti.
Saddam, yaşadığı köşk ve saraylarından bu şekilde ayrılacağını muhtemelen hiç düşünmemişti. Heykelinin bir Amerikan tankı tarafından yıkılacağını da tasavvur etmemişti. Oysa Irak toprakları, hükmedenleri için zehirli bir ziyafet/şölen gibidir.
Bir Arap lideri söylemişti: 'Saddam Amerikalı askerlerin elinde bulunmaktan hoşnut değildi. Fakat ya sınır ötesinden gelmiş olan (İran veya Batı yanlısı-F.B.) milislerin eline geçmiş olsaydı, onu Bağdat'ın cadde ve sokaklarında sürüklemiş olacaklardı. Tutukevindeki gardiyanların onu küçümseyip hakaret etmesinin yasaklanması da ABD askeri disiplinin sonucuydu.
Devam edecek...
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish