Yüzyıllardır Kafkasya sahasında yaşam sürdüren Kürtler için şüphesiz 1917 yılı bir annus mirabilis, yani muhteşem bir yıl imgesi yaratmıştı. Özellikle gıllet çeken Kürt kesimi açısından adeta bir dönüm noktasıydı. Rusların çok kullandığı bir atasözünde olduğu gibi kurabiye dolu kamyon, Kürtlerin sokağına da yönelmişti. Çarlığın demir ökçesi altında ezilen bir halk olarak Ekim Devrimi'ni sevinçle karşılamışlardı. Devrim, her bireyde olduğu gibi yoksul Kürt köylüsü ve işçisinin nazarında da bir çare-i halas olmuştu."
Bu cümleler, "Sosyalist Kürtler- Devrim, İnşa, Sürgün" kitabından bir bölüm.
Kitap, geçen hafta Dr. İsmet Konak imzasıyla Nûbihar Yayınları'ndan çıktı ve okuyucuyla buluştu.
Şimdiye kadar Kürtlerin tarihi, coğrafyası, sosyolojisi, dili, kültürü ve sanatıyla ilgili başta Kürtçe ve Türkçe olmak üzere binlerce eser yazıldı, makaleler yayınlandı.
Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi'nde "Kürtlerin Sovyet Sistemi'ne Entegrasyonu ve Adaptasyonu: 1920'li ve 30'lu yıllar" adlı tezle yüksek lisansını bitiren Dr. Konak'ın kaleme aldığı "Sosyalist Kürtler" de yayınlanan binlerce kitaptan biri.
Kitap, "Rusya Kürtlerinde göç, nüfus ve yerleşim", "Kürtlerde üretim tarzı, dil ve inanç", "Sosyalizmin inşası, Kürtler ve ulusal politika" ve "Sovyet iç ve dış politikasındaki değişimin Kürt kimliğine etkisi", şeklinde dört bölümden oluşuyor.
Çalışmada, Kürtlerin sosyalist inşa sürecinde (1917-1937) edindiği kazanımlar, maruz kaldığı zorluklar ve yaşadığı deneyimler ekseriyetle Rusça kaynaklar ışığında analiz ediliyor.
Dr. İsmet Konak ile "Sosyalist Kürtler"i konuştuk.
Neden "Sosyalist Kürtler", bu ismi seçmenizin özel bir anlamı var mı?
Aslında kitabın adını "Sovyet Kürtleri" olarak da belirleyebilirdik. Ancak "Sovyet" sözcüğünün geniş bir okuyucu kitlesi tarafından yeterince anlaşılmadığını fark ettik. Bilindiği gibi Sovyetler Birliği'nde 1920'li ve 1930'lu yıllarda inşa edilen sistem temelde sosyalist sistemdi. Sovyetler ise bu sistemi icra eden idari organlardı. Teorik anlamda parlamentarizma alternatif "direkt demokrasi" aygıtları olarak tasarlanmışlardı. Kitapta menzil-i maksud, Kürtlerin sosyalist sisteme entegrasyonu ve adaptasyonunu tüm boyutlarıyla nesnel bir çerçevede ele almaktı. Dolayısıyla bu sistemi tecrübe eden Kürtler için "sosyalist Kürtler" tabirini kullanmanın daha anlaşılır olabileceğini düşündük.
"Çarlık Rusya topraklarında toplamda 100 bin Kürt iskan etmekteydi"
1900'leri baz alırsak tahminlerinize göre Çarlık Rusya'sı ve Kafkaslar'da toplamda ne kadar Kürt yaşıyordu?
Kürtlerin 19. yüzyılda Kafkasya'daki popülasyonu oldukça ihtilaflı bir konudur. Elimizdeki en bilimsel veri 1897 tarihli genel nüfus sayımıdır. Aslında 1897'ye gelindiğinde nerdeyse tüm Kafkasya'nın Çarlık Rusya tarafından ilhak edildiğini söyleyebiliriz. Bu açıdan Çarlık Rusya ve Kafkasya şeklinde bir kategorizasyona gerek kalmadığı kanısındayım. O sayıma göre Çarlık Rusya sınırları içinde Müslüman ve Ezidi olmak üzere yaklaşık 100 bin Kürt iskan etmekteydi. Dağılıma baktığımızda çok kompakt olmadığını gözlemekteyiz. Erivan guberniyasında 49 bin 389, Tiflis guberniyasında 2 bin 538, Yelizavetpol guberniyasında 3 bin 42 ve Kars oblastında 42 bin 968 Kürt'ün yaşadığını müşahede etmekteyiz.
"Dinamiklerden biri de Kürtlerdi"
Kürtlerin Ekim Devrimi'nde bir rolü oldu mu?
Ekim Devrimi, Rosa Luxemburg'un deyimiyle aslında büyük bir tarlayı altüst eden kocaman bir sabandı. Dolayısıyla Çarlık Rusya sınırları içinde yaşayan her bireyi ve dinamiği yakından ilgilendirmişti. Bu dinamiklerden biri de kuşkusuz Kürtlerdi. Kürtlerin bir kısmı özellikle "mülk sahibi sınıf" devrime karşıydı. Örneğin Cihangir Ağa, Kinyaz Kartal, Hüsrev Bey Sultanov, Sadık Paşa gibi figürlerin toplumsal dönüşüme mesafeli oldukları biliniyor. Buna mukabil yüzyıllarca "çulsuzlaştırılanlar" devrimi kucaklamıştı. Ezilenler devrimi bir necat yolu gibi görmüştü. Mesela Erebê Şemo, Ferikê Polat devrimde ve iç savaşta Bolşeviklerin safında yer aldı. Şiirleri tutku ve lirizmle ile süslü Ferikê Polat Kasım 1918'de Yakutistan'da karşıdevrimciler tarafından katledildi. Burada bir küçük malumat vermek isterim. Ermenistan'da yaptığım bir inceleme sonucu Ferikê Polat'ın birçok şiirine ulaştım. Hayatını ve şiirlerini değerli çîrokbêj (öykücü) Ayhan Erkmen ile birlikte kitaplaştırmaya çalışıyoruz. Kitabı Rusça, Türkçe ve Kurmancca olmak üzere üç dilde okuyucuya takdim etmeyi düşünüyoruz.
"Kürtleri 1787'de akademik çalışmalarda görebiliyoruz"
Kürtlerin Çarlık Rusya'sı ile ilk ilişkileri ne zaman başladı?
Kürtlerin Çarlık Rusya ile ilk münasebetleri aslında II. Yekaterina dönemine (1762-1796) kadar gitmektedir. Rus akademisyen ve Kürdolog Angelika Pobedonostseva'nın verdiği bir bilgiye göre Çariçe II. Yekaterina 1783 yılında Kırım'ın ilhakından sonra adaya Gürcistan, Çerkesya, Kürdistan vb. yerlerden bazı halkların getirilip yerleştirilmesini istemiş. "Heterojen" bir ada hayali kurmuş. Birkaç yıl sonra yani 1787 yılında bu kez Kürtleri akademik bir çalışmada görüyoruz. Yine II. Yekaterina'nın özel ricasıyla ve İmparatorluk Bilimler Akademisi'nin inisiyatifiyle bilim insanı Pyotr Simon Pallas tarafından dünya dilleri ve lehçelerinin mukayese edildiği bir sözlük neşrediliyor. Yaklaşık 200 dil ve lehçenin esas alındığı bu sözlükte Kürtçe 279 kelime de analiz ediliyor. Bu bağlamda araştırmacı Fırat Sözeri'nin Kürt Tarihi dergisinde çıkan "Comparative Dictionaries of All Languages and Dialects Sözlüğünde Kürtçe Sözvarlığı ve Fonetik Adaptasyonu Üzerine İnceleme" adlı makalesine bakılabilir. Çarlık Rusya'nın Kürtlerle fiziksel temasının ise 1801 yılında Gürcistan'ın işgal edilmesiyle başladığını söylersek yanlış olmaz. Özellikle 1804-1813 Rus-İran ve 1806-1812 Rus-Osmanlı savaşları Kürtleri gönüllü ve zorunlu olarak kendi "minderine" çekmişti. Mesela Sovyet etnograf ve Kürdolog Tatyana Aristova'nın verdiği malumata göre 1807 yılında Mehmet Sefi Sultan 600 aileden oluşan bir kafilesiyle birlikte Karabağ hanlığına yerleşti. Hanlık Rus-İran savaşları sonucunda 1813 yılında imzalanan Gülistan Antlaşması'na göre Çarlık Rusya tarafına iltihak etti. Sonraki süreçte Çarlık Rusya, İran ve Osmanlı devleti arasında vuku bulan savaşlarda Kürtlerin "cevvaliyeti" devam etti.
"Kürtler Sovyet toprağında ulus olarak tanınıyordu"
Kürtler bir halk olarak Sovyet topraklarında tanınıyor muydu?
Tabii ki. Kürtlerin Sovyet toprağındaki varlığının sadece 19. ve 20. yüzyılla sınırlı olmadığını düşünüyorum. Medler, Kafkas Albanyası, Mihranî Kürt devleti, Deysemîler, Şeddadîler gibi Kürdî veya Proto-Kürt unsurların hüküm sürdüğü saha, Güney Kafkasya'ya merbut bir sahaydı. Mesela 1715-1718 yılları arasında İskoç seyyah ve hekim John Bell İran'a bir seyahat gerçekleştiriyor. Kızıl Kürdistan yani bugün Laçin, Kubatlı ve Kelbacar'ın (Kelbecer) olduğu toprakları da geziyor. Orayı tasvir ederken Farsların bölgeyi "Kürdistan" olarak tanımladığını yazıyor. Bu tabirin Çarlık Rusya ve Sovyet döneminde halkın belleğine zamanla yerleştiğini düşünüyorum. Yani "Kızıl Kürdistan" sözcüğünü üreten aklın bu bellekten müstefit olması muhtemeldir. Kürtler biraz önce de bahsettiğim gibi her zaman Rus askeri sınıfının ve ulemasının yakın merceği altındaydı. Örneğin Haçatur Abovyan 1848 yılında Kürtler hakkında dikkate değer bir makale yazdı. Yine dilbilimci ve şarkiyatçı Peter Lerch İmparatorluk Bilimler Akademisi'ne bağlı olarak Kırım Savaşı akabinde Smolensk'e gidip Kürt esirler üzerinde bazı araştırmalar yaptı. Daha sonra Çarlık Rusya Erzurum Konsolosu Alexandre Jaba'nın Kürt dili ve folkloru hakkında incelemeler yaptığı biliniyor. P. I. Averyanov, S. A. Yegiazarov, A. A. Kalantara, L. P. Zagurskiy vb. araştırmacılar Kürt aşiretlerini, geleneklerini ve dilini tetkik etmişlerdi. Kürtlere olan ilgi 20. yüzyılda Sovyet döneminde de devam etmişti. Bu süreçte Basil Nikitin, V.F. Minorskiy, İ. A. Orbelli, O.L. Vilçevskiy, Akop Kazaryan (Lazo) gibi müellifler Kürdoloji sahasına namahdut katkılarda bulundular. Zamanla Kürt entelijansiyası (Erebê Şemo, Heciyê Cindî, Emînê Evdal, Casimê Celîl, Cerdoyê Genco vs.) da ortaya çıktı. Özcesi -yine Rosa Luxemburg'un deyimiyle- Kürtler "çölde yalnız bir ses değillerdi."
"Özellikle Cengiz Yıldırım'ın adının altını çizmek gerek"
Kitabınızda "Kızıl Kürdistan" isminin ortaya çıkış serüveni ile ilgili bilgiler veriyorsunuz, bunu detaylandırabilir misiniz?
Kızıl Kürdistan sözcüğünün anatomisi ve oluşum süreci hep zihnimi iştigal etmiştir. "Dönemin Azerbaycan yönetimi yanı başında Kürt direnişlerini kanlı şekilde bastıran, Kürt etnosuna karşı 'tenkil' politikası uygulayan bir Kemalist rejim varken nasıl olur da 1923 yılında Kızıl Kürdistan'ı kurmuştur" sorusunu hep sorarım. Sosyalist bilince sahip bir kadronun varlığı önemli tabii ki. Son kertede ulusal soruna Marksist bir zaviyeden bakma olgunluğu gösterebilir. Kızıl Kürdistan'ın inşasını sağlayan iradenin bu tutuma sahip olduğunu düşünüyorum. Bu kadro içinde Neriman Nerimanov, S. M. Kirov, Cengiz Yıldırım gibi şahsiyetlerin büyük rol oynadığını söyleyebilirim. Yani tek başına Lenin'in adını zikretmek bizi öznelciliğe götürebilir. Özellikle Cengiz Yıldırım'ın adının altını çizmek gerek. Kendisi Kubatlı rayonunda doğmuş bir Kürt'tü. İç savaşta Bolşevikleri destekledi. Azerbaycan'da gerçekleşen 28 Nisan devrimine de katıldı. Devrimden hemen sonraki hükümette halk komiserliği yaptı. 1921 yılında Sovyet Rusya'da bazı bölgelerde meydana gelen açlık, Kızıl Kürdistan topraklarına da sirayet etmişti. Cengiz Yıldırım bu sorunu 6 Mayıs 1921'de I. Azerbaycan Sovyetleri Kongresi'nde gündeme getirdi. Bu kongrede hem açlık sorunun çözülmesi hem de Kürtler için idari bir birimin teşkil edilmesi mevzusunun gündeme geldiği düşünülüyor. Birkaç ay sonra artık "Kızıl Kürdistan" mefhumunun ortaya çıktığını görüyoruz. Bu noktada yeni bir belgeye ulaştığımı söylemem gerek. Milliyetler Halk Komiserliği tarafından neşredilen Jizn Natsionalnostey (Ulusların Yaşamı) adlı gazetenin 3 Ekim 1921 tarihli sayısında Koturlin rayonu Kürtlerinin Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi'ne gönderdiği bir telgrafa ulaştım. Bu telgrafta Koturlin Kürtleri, Bolşevik aktivist Belubekov'un "Kızıl Kürdistan ve Şimdiki Vaziyeti" adlı bir sunum yaptığını bildiriyorlar. Burada şahıs olarak ilk defa "Kızıl Kürdistan" kelimesine tesadüf etmekteyim. Bir ay sonra Azerbaycan Hükümet Başkanı Neriman Nerimanov 14 Kasım 1921'de Lenin'e bir telgraf çekti, "Kürdistan" ve Volga'ya 40 milyon rublelik bir maddi yardımda bulunacağını bildirdi. Tabii ki Lenin bu desteği takdir etti. Sonraki yıllarda tekrar tekrar istişareler yapıldı ve 16 Temmuz 1923'te Kızıl Kürdistan teşkil edildi. Kirov'un başkanlık ettiği Azerbaycan Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin bu kararı aldığını unutmamak gerek.
"Kemalist idare 'Kızıl Kürdistan'ın ilgası için Moskova'ya baskı yaptı"
"Kızıl Kürdistan" neden yıkıldı, yıkılmasındaki en büyük etken neydi?
Kızıl Kürdistan ne yazık ki 8 Nisan 1929'da Azerbaycan Sovyetleri IV. Kongresi'nde alınan bir karar mucibince ortadan kaldırıldı. 1920'li yılların başındaki sosyalist irade, yerini keyfi bir ferasete bıraktı. Azerbaycan ÇEKA (Olağanüstü Hâl Komisyonu) Başkanı Mir Cafer Bagirov'un daha aktif olduğu netameli bir süreçti. Bagirov hem bu dönemde hem de sonraki yıllarda adeta Kürtlerin önünde "pruva rüzgarı" estiren bir portreydi. Bu minvalde Rus şarkiyatçı A.V. Gurko-Kryajin'in bir tespitini akılda tutmak gerek. 1929 yılında Kızıl Kürdistan'a yaptığı seyahatte bölgede Azerbaycan Türklerinin nüfusunun gittikçe yükseldiğini, bunun mekanik bir artış olarak görülemeyeceğini, kültürel asimilasyon veya "Türkileştirme" amacı taşıdığını kaydetmektedir. Bu politika aslında Ankara yönetiminin paradigmasıyla da örtüşüyordu. Bu noktada Kemalist idarenin Kızıl Kürdistan'ın ilgası için hem Moskova'ya baskı yaptığını hem de Bakü hükümetini yönlendirdiğini düşünüyorum. Türk yönetiminin elindeki en güçlü koz ise 11 Mart 1927 tarihli ticaret antlaşmasıydı. Bu antlaşmaya göre Sovyet yönetimi, Türkiye'nin 7 şehrinde (İstanbul, İzmir, Trabzon, Mersin, Erzurum, Konya, Eskişehir) ticaret temsilciliği açma hakkı kazandı. Böylece nefes alacak bir "pencereye" kavuştu. Bugün Erdoğan rejiminin Rojava'da yaptığının bir benzerini o dönemde Mustafa Kemal yönetimi yapıyordu. Yani ticaret antlaşmasının Kızıl Kürdistan'a karşı bir pazarlık aracı olarak kullanılması kuvvetle ihtimaldir. Bizi bu hipoteze götüren bir belgeden (ipucu) bahsetmek isterim. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, 19 Ocak 1935 tarihinde Moskova Büyükelçisi Hüseyin Vasıf Çınar'a bir telgraf çeker. Bu telgrafta Sovyet Kürtlerinin kazanımlarını masaya yatırıyor. Belgenin üzerinde 15 Mart 1921'e kadar "gizlilik" kararı vardı. Vesikayı tarihçi Sait Çetinoğlu'dan temin ettim. Yıllar ilerledikçe dönemi aydınlatacak yeni vesikaların ortaya çıkacağını düşünüyorum. Şükrü Kaya telgrafta Sovyetler Birliği'nin Ankara maslahatgüzarıyla konuştuğunu beyan ediyor. Kaya, ilgili konuşmada maslahatgüzara şunları söylüyor: "Kafkasya'daki Kürtlerin Sovyet camiası içinde bir ekalliyet (azınlık) bile teşkil edip etmedikleri muhtac-ı teemmül (etraflıca düşünmeye muhtaç) olmakla beraber, bunlara lisan ve alfabelerini kurmak, benliklerini tanıtmaya müsaade etmek gibi nazariyeler takip etmekle meselede çok yakından alakadar olan memleketimizi, aynı zamanda İran ve Irak gibi diğer komşu devletleri kuşkulandıracak bir harekete girişmiş olacaklarını; bunun hem dostluğumuza, hem de aramızdaki muahedeye (antlaşma) muhalif olduğunu söyledim."
Bu belge Türk hükümetinin Sovyet Kürtlerine dönük politikasının alamet-i farikasıdır.
"Talihsiz dönüşüm Kürtleri de etkiledi"
Lenin'den sonra Stalin neden politika değişikliğine gitti, değişikliğin Kürtlere kar/zararı ne oldu?
Aslında Lenin ve Stalin yönetimlerini mukayese etmenin ötesinde 1920'li ve 1930'lu yıllar şeklinde bir tasnif yapmak daha isabetli olur. 1920'li yıllarda desentralizasyon vardı, 1930'lu yıllarda ise "resentralizasyona" geçildi. Farklı etnisiteleri sosyalist sisteme entegre etmeyi amaçlayan "korenizatsiya" yani yerlileştirme politikası yerini "Rusifikasyona (Ruslaştırma)" bıraktı. Yine 1920'li yıllarda Latinizasyon revaçta iken 1930'lu yıllarda "Kirilleştirme" icra edildi. Bu talihsiz dönüşümler kuşkusuz Kürtleri de etkiledi. Stalin yönetiminin özellikle iki handikapı vardı. Birincisi kadın sorunu, diğeri ise ulusal sorundu. Sınıfsal açıdan Leninist devrim modelinden bazı kopuşlar olsa da kulaklar (kır burjuvazisi) ve vurguncu tabakalarla asgari düzeyde bir mücadele vardı. Kürtlerin kazanımları ve kayıplarına bakarsak birkaç hususa değinmek gerek. 1930 yılında Rêya Teze gazetesinin açılması ne kadar övgüye değer bir gelişme ise 1937 yılında kapatılması tam bir fecaatti. Belki komplocu bakabilirim ama gazetenin kapatılmasının esrarlı faillerinden birinin yine Ankara hükümeti olduğunu düşünüyorum. Gazete 1955 yılında yeniden yayına başlasa da Kiril alfabesiyle neşredilmek zorunda kaldı. Yine 1930'lu yıllarda öğretmen yetiştiren Kürt teknik okullarının açılması ne kadar takdire şayan ise 1938 yılında azınlık okullarının kapatılması ve Kirilleştirme siyaseti büyük bir hüsran yarattı. Bunun yanı sıra 1937 yılında Kürt aydın sınıfının (Erebê Şemo, Heciyê Cindî, Cerdoyê Genco, Ahmedê Mîrazî vb.) uğradığı yargılamalar ve sürgünler Moskova yönetiminin "volan kayışının" koptuğunun emarelerinden biriydi. Özellikle 1937-38 Kürt sürgünü, Sovyet Kürtlerinin sosyalizm düşünü karabasana çevirdi. Derin hayal kırıklıkları yarattı. Casusluk, milliyetçilik, anti-Sovyetizm gibi suçlamalarla bu süreç meşrulaştırılamaz.
"Allahverdov, Aliyevlerin Kürt olduğunu söylüyor"
Son olarak, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in Kürt olduğuna ilişkin şimdiye kadar birçok tartışma yaşandı. Bu konuda herhangi bir bilgi veya belgeye ulaştınız mı?
Bu mevzu üzerine çok kere bazı araştırmacı arkadaşlarla hasbihal ettik. İlham Aliyev'in babası Haydar Aliyev'in Nahçıvan'da doğduğu malumdur. Nahçıvan'da özellikle 1937-1938 sürgününe kadar çok sayıda Kürt'ün yaşadığı biliniyor. Bu konuda son yıllarda bazı makalelere denk geliyorum. Mesela Ruslan Allahverdov tarafından ele alınan bir makalede Haydar Aliyev'in kardeşi "Hasan Aliyev" üzerinden bir yol izleniyor. Buna göre 1938 yılında Bakinskiy Raboçiy gazetesinde Hasan Aliyev'in doktora tezini bitirdiği ve onun Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti Kürtleri arasında bir ilk olduğu yazılıyor. Allahverdov gazetenin ilgili haberini esas alarak Aliyevlerin Kürt orijinli olduğunu ileri sürüyor. Tabii ki bu hipotezi farklı kaynaklarla temellendirmek gerek.
© The Independentturkish