Sosyal medya yargıda belirleyici hale geliyor: Linç mi, güç mü?

Prof. Neşe Özgen, Prof. Ersan Şen ve Doç. Dr. Esra Arsan, yargının sosyal medyaya yansıyan olaylardaki tutumunu değerlendirdi

Fotoğraf: Twitter

Giresun'un Eynesil ilçesinde 12 yaşındaki Rabia Naz'ın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmesi, Rize'de evine girmek isterken Besim Güngör tarafından sokak ortasında bayılana kadar darp edilen genç kadın ve iki baklavacı tarafından trafikte saldırıya uğrayan çiftin belki de tek özelliği var; o da yaşadıkları sosyal medyaya yansıyınca adalet mekanizmasının işlemesi.

Rabia Naz, baklavacı şiddeti ya da Rize'de genç kadına şiddet uygulayan Besim Güngör'ün önce serbest bırakılıp tepkilerin ardından tutuklanması gibi örnekler çoğaltılabilir.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın açıkladığı veriye göre halkın yalnızca yüzde 38'i yargıya güveniyor.

Yargıya olan güven bu seviyelere düşünce, adalete olan açlık, toplumun her kesiminden insanı, yaşadığı mağduriyeti sosyal medyaya taşıyarak sonuç almaya itiyor.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Artık sokaklar yerine klavye başında yapılan hak arama eylemlerinin yanı sıra, toplumun bir kesiminin hoşuna gitmeyen yargı kararları olduğunda da ilk harekete geçen yine sosyal medya oluyor.

Geçen hafta Barış Akademisyenleri'nin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı, karşıt görüşte olanların sosyal medyadaki tepkilerine neden oldu.

Independent Türkçe, "Sosyal medyanın gücü mü, linci mi?" sorusunun cevabını iletişim, sosyoloji ve hukuk alanında uzmanların görüşlerine başvurarak aradı.

Doç. Esra Arsan: İki ucu keskin bıçak haline geldi, adalet arayışı da sosyal medyada, Anayasa Mahkemesi'nin kararına yönelik kampanya da

"Bu suça ortak olmayacağız" başlıklı Barış Akademisyenleri bildirisinin imzacılarından Bilgi Üniversitesi'nin eski öğretim üyesi Doç. Esra Arsan, basının yasama yürütme ve yargı üzerindeki denetleme görevini yapmaması nedeniyle insanların sosyal medyaya yöneldiği tespitini yapıyor ama "Bu konu iki ucu keskin bıçak haline geldi" diyerek, Barış Akademisyenleri'ne yönelik hak ihlali kararı karşıtı sosyal medya kampanyasının aslında bir anayasa suçu haline geldiği uyarısını da yapıyor. 

"Adalet sisteminin içinde bulunduğu aczi de gösterebiliyor"

"Sosyal medya insanları mobilize ediyor ve bir takım aksiyon alanlarına yönlendirebiliyor. Aynı zamanda da, devletlerin, adalet sisteminin içinde bulunduğu aczi de gösterebiliyor." diyen Arsan, sosyal medyanın Rize'deki kadına şiddet olayını gösteren kamera görüntüleriyle delil sağlayıcı olduğuna ve adalet sisteminin suçu cezalandırmaktan kaçınamadığına işaret ediyor.

"Kimse kedi köpek fotoğrafı varken kadına şiddet görüntüsünü paylaşmak istemez"

Doç. Arsan, "Aslında hakimler sosyal medyadan gelen tepkilere göre karar vermemeliler." derken, sosyal medyanın dengeleyici ve kontrol edici bir unsur haline gelmesine de değiniyor ve şunları söylüyor: 

Keşke kurumların doğru çalıştığı bir ülkede yaşıyor olsaydık ve sosyal medya kurumsal hayatın içine girip her şeyi didik didik etmeseydi. Bir yandan da basının kaybettiği gücü, yapması gerekenleri yapan yer sosyal medya oldu. Yasama, yürütme ve yargının faaliyetlerini denetleyen, güvenlik güçlerinin faaliyetlerini denetleyen bir sistem olmadığı için, bu görevi sosyal medya üstlenmiş oldu. Ülkede bütün kurumlar, yasama, yürütme, yargı, bağımsız basın ve sivil toplum kuruluşları olsa, sosyal medya kendi amacına hizmet edecek. İnsanlar kedi, köpek fotoğrafları paylaşacak ya da okuduğu kitabı anlatacak. Ana akım medyada çıkan haberleri birbirleriyle paylaşacak. Hiç kimse kadına yönelik şiddet görüntüsü paylaşmak istemez. Bu tip haberlerin ana akım medyada yayınlanmalı. Ama orada yayınlanmayınca sosyal medyada gündeme geliyor. Ana akım medya kamu çıkarı, kadına yönelik şiddetin önlenmesi, eğitimdeki çöküş gibi dertleri olmadığı için bu iş sosyal medyaya kaldı.

Prof. Neşe Özgen: İktidarın elinde oyuncak olmuş bir hukuk sisteminin yaratıcısının hiç mi suçu yok?

Konunun sosyolojik boyutunu ise sosyoloji profesörü Neşe Özgen değerlendirdi.

"İktidarın elinde oyuncak olmuş bir adalet ve hukuk sisteminin yaratıcısının hiç mi sorumluluğu yok?" sorusunu soran Prof. Özgen'in değerlendirmeleri şöyle:

Üç ayrı alanın birbiriyle kesiştiği bir nokta: Adalet, hukukun işleyişi ve kamusal alan açmada sosyal medyanın rolünün meşrulaştırılması. 

Endüstrileşmiş, hayli ticarileşmiş ve yapay/ hakiki kanaat ağlarını oluşturma biçimlerini kendi matematiksel bilgilerimizle çözemeyeceğimiz kadar yüksek nitelikte karmaşıklaşmış bir alanın tek bir kamusal alan olduğunu iddia etmemiz olanaksız. Bu çoklu alanların matematikel işleyişlerini uzmanlarına bırakarak, benim farklı kamusallıkların hangi hızla meşruiyet ağlarını çoğalttığı üzerine bir iki sözüm olacak.

Zira sosyal medya, çeşitli biçimde çakışan ve birbiriyle fazlasıyla hızlı etkileşen bir çok kamusallıktan oluşuyor hem de salt bir özgürlük alanı olmaktan ziyade serbestlik üreten bir alan olarak meşrulaşıyor. Yani hem kendi kamusallığınızın eşdeğeri olan alan içinde kalabilmeniz hem de kendi değerler sisteminizle çakışan/çatışan pek çok farklı kamusallıklara, hiçbir bedel ödemeden büyük bir hızla girip çıkabilmenizi olanaklı kılıyor.
 
Bunca etkili bir alanda farklı iktidarların, farklı güç girişimlerinin ve hatta zora dayalı/ şiddet dolu olanın da hiç var olmadığını düşünmek kadar yanıltıcı bir durum olamaz. 

Sanal medyada kamusallıkların oluşmasının en basit tarifi: "Şeyh uçmaz mürid uçurur" sözüyle açıklanabilir sanırım. Hızla kanaat oluşturma ve aynı hızla yok etme, ifşa sisteminin yazılı hukukun yerine meşrulaşması, haklı olduğuna birkaç sözle inandırılan hemen herkesin kendi haklılık alanını diğerine dayatmasıyla sonuçlanan bir serbestlik... Tüm bunlar hukukçuların diliyle de facto adaletin, sosyal bilim diliyle " ümmetçiklerin kapalı adaleti"ni uygulamaya en çok olanak veren alanlara dönüşebiliyor. Böylece örneğin istismar, saldırı, taciz, tecavüz vb. nde medeni hukuk ve adalet sistemi içinde yerini bulamayan, mahkemelerdeki hakimlerden adalet, iktidardan hukuka uygunluk umudunu kesmiş olanlar için bir hak arama merciii olarak, de jure hukukun ikamesi gibi görülürken; aynı mecra örneğin oğlu bir dizi rüşvet-ihmal ve iktidar çemberine bir tren kazasıyla kaybetmiş anneyi 'çıkarcılıkla'; acımasızca tecavüz edilmiş ve bir avuç zengin efendinin elinde oyuncak edilip plazalardan fırlatılmış genç bir kız için ağza alınmayacak laflar üretiyor, ya da 12 yaşında trafik kazasında öldürülmüş bir çocuğun katili bir milletvekili yakını olduğu için koruyup bu kişilere inanılmaz suçlamalarda bulunan bir kötülük çemberi kurabiliyor.

Gelelim bu de facto adaletin, giderek mahkemelere ve medeni hukuka baskın olmasına: Burada da, kendi verdiği kararların hiç bir biçimde mesleki siciline işlenmeyeceğini bilen, ancak sanal ya da gerçek bir iktidar kendisi yerine karar verme sorumluluğunu alırsa adaleti uygulayacak kadar sinmiş, iktidarın elinde oyuncak olmuş bir adalet ve hukuk sisteminin yaratıcısının hiç mi sorumluluğu yok?

Prof. Ersan Şen: Hakim, savcı, kolluk haksızlığa mahal vermeyecek şekilde hareket etmeli

Prof. Ersan Şen ise hakimin, savcının ve kolluk gücünün insanlara eşit davranarak konu sosyal medyaya yansımasa da haksızlığa mahal vermeyecek bir şekilde hareket etmesi gerekliliğine dikkati çekiyor. 

"Sosyal medyayı rahatlatacağım diye karar verirsen bağımsız tarafsız yargı kimliğinden saparsın" diyen Şen, trafik tartışması nedeniyle bir çifte saldıran iki baklavacının tutuklanmasına değinerek, "Biz de yeni kanunda 'toplumda infial uyandırdığı iddia edilen hadiselerden dolayı tutuklama nedeni' kalktı." dedi ve sosyal medyada olayın infial yaratması nedeniyle tutuklanmış olabileceklerini "İşledikleri suç katalog kapsamında değildi" ifadeleriyle dile getiriyor. 

"Yargıyı sosyal medyaya ya da birilerinin iki dudağının arasına teslim edemeyiz"

Yargı mensuplarının sosyal medyada gündem olmuş bir konuda, uğrayabileceği linçten etkilendiğini de söyleyen Şen, "Gidin sorun  etkilenmiyoruz diyecekler. Ama görünen köy kılavuz istemez" ifadelerini kullanırken, yargının sosyal medya tepkileriyle karar vermesinin devam etmesinin devam edemeyeceğini şu sözlerle anlattı:

Böyle gitmez, gidemez. Bunun sonu yok. Biz yargıyı sosyal medyaya ya da birilerinin iki dudağının arasına veya ellerine teslim edemeyiz. Oturup klavyelerde dosya içeriklerine bakmadan sloganik yaklaşımlarla kimsenin ideolojisine, inancına, ahlaki değerlerine, algısına, rahatlamasına göre karar veremeyiz. Yargı böyle işlemez. O zaman herkes yargıyı ele geçirmeye çalışır. Yargı ele geçirilmemeli, FETÖ döneminde yaşadık örneğini. Birileri ele geçirmek istediğinde neler olduğunu gördük. 

"Vay niye şöyle karar vermedin niye böyle karar verdin' diyenlere hukuk gereğini yapmalı"

"Sosyal medya iyi kulanıldığında isabetlidir ama kötü kullanıldığında çok yanlış işlere sebebiyet verebilir." uyarısını da yapan Şen, "Yargı mensupları sosyal medyada oluşan algılarla hareket etmez. Sosyal medyadan 'Vay niye şöyle karar vermedin niye böyle karar verdin'  diyenlere hukuk gereğini yapmalı. Bununla ilgili kanun kitap var, bu süreçler işletilmeli. Sosyal medya istediğin gibi konuşup istediğin gibi yazıp yargıya müdahale edebileceğin bir alan değil. Orada insanlar istediklerini gerçekleştirmek isteyebilirler ama biz hukuk devletinde buna müsade etmeyeceğiz" diye konuştu.

 

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU