Ahmet Hamdi Tanpınar'ın özellikle roman ve hikâyeleri birçok otobiyografik nitelik taşır; ama kendi hayat öyküsünü doğrudan anlattığı en önemli çalışması "Antalyalı Genç Kıza Mektup" isimli kısacık bir yazıdır.
Babasının kadı olması nedeniyle Siirt, Diyarbakır, Kerkük ve Antalya gibi birçok önemli vilayette bulunan Tanpınar, bu seyahatleri ve üzerindeki tesiri su sözlerle anlatacaktı:
1918-1919 yılları arasında aşağı yukarı benim yaşadığım hayatı yaşıyorsunuz. İşte size bunun için yazıyorum. Bulunduğunuz memleketin, belki de orada doğdunuz, hayatımda mühim bir yeri vardır. Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken ilk şiirlerimi tasavvur ettim ve edebiyattan başka bir şey yapamayacağımı anladım.
Yavaş yavaş bir hülya adamı oldum. Hayatımı herhangi bir antolojide bulabilirsiniz. 1901'de doğdum. Babam kadıydı. Bu yüzden çocukluğum daha ziyade onun Anadolu'da tayin olduğu yerlerde geçti. İstanbul'da iki memuriyet arasında kalıyorduk. Ergani madeninde üç yaşımda iken bir gün kendime rastladım.
Çok karlı bir gündü. Ben sıcak ve buğulu bir camdan karla örtülü bayıra bakıyordum. Sonra birdenbire kar tekrar yağmaya başladı. Bir çeşit çok lezzetli bir hayranlık içinde kalmıştım. Bu ânı her karlı günde hatırlar ve yağmasını beklerim.
Her şehir hayatı boyunca üzerinde taşıyacağı büyük bir etki bırakmıştı; örneğin Siirt onun için uçsuz bucaksız yıldızlar demekti:
Siirt'te uzak dağlara akşam saatlerinde çöken yalnızlığı ve yıldızlı geceleri tanıdım. Yazları çok sıcak olan bu memlekette damlarda yatardık. Yıldızlı gece beni büyülerdi sanki. Sonsuzluk dalga dalga vücudumu ve ruhumu doldururdu. Bir Sümer rahibi gibi muhayyilem hep yıldızlarla meşguldü.
Kerkük ondan annesini almış, İstanbul ise tüm estetik anlayışını derinden sarsacak Hocası Yahya Kemal Beyatlı'yı vermişti.
Şiirlerinde derin bir etki bıraksa da Tanpınar'a asıl ününü roman, hikâye ve inceleme alanında yaptığı çalışmalar kazandıracaktı.
Günümüzde başta akademik dünyada olmak üzere edebiyat otoritelerinin büyük bir kısmı Tanpınar'ın romanlarını başköşeye koymaktadır, mutabık olmadıkları konu ise en önemli eserinin 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü' mü; yoksa 'Huzur' romanı mı olduğudur.
Buna rağmen Tanpınar da yaşarken başta okuru olmak üzere edebiyat çevrelerinden beklediği ilgiyi görememişti.
İnci Enginün ve Zeynep Kerman'ın yayına hazırladığı 'Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Baş Başa' eserinden öğrendiğimize göre Tanpınar bu durumdan şu sözlerle şikâyet edecekti:
Eserlerimin Türkiye'ye getirdiği hiçbir şey yok muydu? Türkiye'ye ve Türkçeye. Ya şiirlerim? Buna makalelerimi de ilave edin. Hayır, ben adımı, küçük şöhretimi hak ettim ve çok ileriye geçtim. Fakat niçin bu haksızlık? Bu işte eksiğim nedir!
Tanpınar siyasette neden tutunamadı?
Türk edebiyatının kudretli ismi Ahmet Hamdi Tanpınar 1942-1946 yılları arasında CHP'den milletvekilliği yaptığı pek az kişi tarafından bilinir.
Yazar, mecliste bulunduğu süre zarfında neredeyse tarafsıza yakın bir politika izlemesi üzerine gözden düşer.
1946 yılından sonra da bir daha milletvekili olmayı başaramaz.
Yazar politik kimliğini şöyle açıklar;
Feda edemeyeceğim birtakım şeyler var. Sağlara karşı hiç olmazsa inkılâpların bugünkü statüsü. Sollara karşı Türk milletinin istiklali ve tarihi hakkı… İnkılâpçılardan ayrılıklarım: Allah'a inanıyorum fakat tam Müslüman mıyım bilmem. Fakat anamın, babamın dininde ölmek isterim ve milletimin Müslüman olduğunu unutmuyorum.
(Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa
Ahmet Hamdi Tanpınar ve İnci Enginün)
Yazara göre CHP'nin en büyük hatalarından birisi din konusundaki yanlış tutumu olur:
Din meselesi: Din meselesi ihmal edilmeyecekti. Kanalize edilecekti. Biz halkımızı kendi elimizle cahil kuvvete teslim ettik. Dini bir cenaze gömme meselesi yaptık. Türkiye Müslümandır; bu hakikati unuttuk. Laikliğimizi ilan ettik fakat laik olamadık. Gizli ate'lik yaptık ve en sersem, yani her şeyi tesadüfe bırakarak. Bu suretle münevver köksüz kaldı. Her şeyi yerine yenisini koymadan zedeledik. İşte Halk Partisi'nin macerası... Allah Türkiye'yi korusun. Ben Orhan Gazi'nin mübarek eliyle kurduğu bu terkibin devam etmesini, yıkılmamasını istiyorum. Tarihî Türkiye'nin peşindeyim. Onun devamını istiyorum... Ah, 1923'ten sonra Ruslar gibi milletimizi sevsek ve olduğu gibi kabul ederek -1860 Ruslarından bahsediyorum üzerine yeniyi kursaydık.
(Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa
Ahmet Hamdi Tanpınar ve İnci Enginün)
Yazar, 1960 Darbesi sonrasında kaleme aldığı "Halk Partisi'nin Kabahatleri" günlüğü ile içinde bulunduğu siyasi atmosferin eleştirilerini yaparak CHP ile yüzleşir:
Hakikat şu ki biz sadece abeste ısrar ettik. Küçük emr-i vâkileri inkılâp ve ilerleme sandık. Din derslerinin, Arapça ve Acemcenin mektep programlarından kimsenin haberi olmaksızın çıkarılması gibi... Arkasından dil inkılâbı, arkasından münevver enflasyonu ve bütün bir konformizm... Kadrosuzluk... Dışarıya bol adam gönderememek...
(Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa
Ahmet Hamdi Tanpınar ve İnci Enginün)
Tanpınar'ın eserleri üzerine
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şiiri olmadan Türk edebiyatı büyük yara almayabilir; ama Tanpınar'ın roman ve hikâyeleri olmadan edebi dünyamız büyük çoraklaşma yaşayabilirdi.
O, romanlarını kurgularken yerleşik tüm kalıpları yıkan biri isimdi.
Ayrıca, belli alışkanlıkların ötesinde bir anlayışla eserlerini kaleme almaktaydı.
Tanpınar'ın öykü ve romanlarında yarattığı karakterler yalnızca kendileri değildirler.
Onlar mutlaka kendilerinden başka şeyleri tamamlar veya yansıtır.
Örneğin 'Mahur Beste' romanında Behçet Bey karakteri romanın bütünündeki diğer tüm karakterlerin zayıf ve kötü yönlerinin bir toplamıdır.
Eserde herkes başkarakter Behçet Bey'in kendi cebinden çıkarttığı kişiler gibidir.
Bu karakterler mutlaka kendi içlerinde Behçet Bey'den bir parça taşırlar.
'Sahnenin Dışındakiler' romanında Sabiha karakteri temsil ettiği mana ile bizlere yine Behçet Bey gibi kült bir karakteri anımsatmaktadır.
Romanlarında aynı karakter imgesini biraz daha geliştiren ve ona tekrar tekrar şekil veren Tanpınar, 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde Hayri İrdal ile bu çabasını zirveye taşımıştır.
Tanpınar'ın romanlarında yerleşik kalıplar mütemadiyen yıkılmaktadır.
Sözgelimi, Behçet Bey klasik roman düzeninde son derece kötü bir kişilik kabul edilmesi gerekir.
Behçet Bey, karısı Atiye Hanımı, Padişah buyruğuyla sevdiğinden zorla ayrılmasının nedenidir ve üstüne bir de sevdiği adamı Sultan Abdülhamid'e jurnalleyerek Atiye Hanım'ın intiharına da sebep olmuştur.
Buna rağmen okuyucu Behçet Bey'e kızamaz ve ona 'kötü birisidir' diyemez.
Bu haliyle kahraman merkezli bir okumaya alışmış olan okur, karşısında bir antikahraman bulur.
Tanpınar'ın kendisi de Behçet Bey'den son derece şikâyetçidir; ama kızamamaktadır.
Nasıl bir karakter yarattığının farkında olan Tanpınar, 'Mahur Beste Hakkında Behçet Bey'e Mektup' bölümünde Behçet Bey'e şunları yazar:
Bana bir türlü Atiye'den, Doktor Refik'ten bahsetmediniz. Hele Dokrtor Refik… Niçin? Onun ölümüne sebep olduğunuzu zannederim diye mi? Ölüm ayrı bir şey… Hepimiz biliyoruz ki o zatüreden öldü. Siz onun için sadece ufak bir seyahat hazırladınız.
Behçet Bey, yaşadığı zamanın dışında bir karakterdir. Her zamanın eskisi ve dışındadır, tüm kötülüklerine rağmen çocuksu yanı okurun hatta onu yaratan yazarın kendisinin bile Behçet Bey'i yargılamasına müsaade etmez.
'Mahur Beste' eserine hâkim olan ironi ve bireysel eleştiriler 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü' eserinde toplumsal bir hicve dönüşecektir.
Berna Moran, Tanpınar'ın kullandığı toplumsal hiciv tekniğini şöyle açıklayacaktır:
Hiciv gerçekten olan durumla, olması gereken durum arasındaki farkı belirtmek için yapıldığından, bu yöntemi seçen yazarlar içinde yaşadığımız toplumun alıştığımız, kanıksadığımız bozuk ve kötü yanlarını bize bir taze bakışla sunmak bizde bunları sanki ilk kez görüyoruz duygusunu uyandırmaktır…
(Berna Moran - Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış)
Bu eserde Hayri İrdal, Halit Ayarcı ve Doktor Ramiz gibi sayısız kült karakteri okuyucusunun dikkatine sunan Tanpınar, bir enstitü üzerinden 'değişerek devam eden, devam ederek değişen' bir toplumun parodisini çizmektedir.
Tanpınar, 'Huzur' romanında ise son derece huzursuz bir karakter olan Mümtaz'ın krizleri ile okuyucuyu baş başa bırakır.
Romanın bütününe dikkatli baktığımızda Mümtaz karakteri birçok yönü ile Tanpınar'ın kendisini anlattığı sayfalarla doludur.
Örneğin; İhsan ile Mümtaz'ın ilişkisi bize Tanpınar ile Hocası Yahya Kemal Beyatlı arasındaki münasebeti hatırlatır.
Eserde sürekli bir hayal âleminde olan Mümtaz karakteri, bizleri Tanpınar'ın 'Antalyalı Genç Kıza Mektup'da yazdığı şu dizelere tekrar götürmektedir:
Sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken ilk şiirlerimi tasavvur ettim ve edebiyattan başka bir şey yapamayacağımı anladım.
Hikâyelerinde de romanlarında benzer bir üslupla eserlerini kaleme alan Tanpınar'ın dili aldatıcı, ironik ve güvenilmezdir.
Metin okuyucuyu asla bir sonuca götürmez, sorular ve bitmemiş sonlarla karşı karşıya bırakır.
Birçok eserinde de okuyucu kendisini bir rüyanın ortasında buluverir.
Tüm bu özellikler, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın eserlerini yeni okumaya başlayanlar için süreci biraz zorlaştırır gibi görünmektedir; ama Tanpınar'ın zengin hayal dünyasının kapılarını bir kez açmayı başaran hiçbir okur, o kapıdan eli boş dönmemektedir.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkish