Suriyelilerin sınırı geçip Türkiye'ye geldiği ilk günden bu yana onları istemeyenler vardı.
Ancak kimsenin sesi bu kadar yüksek çıkmıyordu. Çünkü, gelenler "muhacir" onlara kucak açanlar da "ensar" görülüyordu.
İlk akınların üzerinden çok zaman geçti. Gelinen noktada "geçici koruma" statüsünde Türkiye'de kalan Suriyelilerin sayısı 3 milyon 762 bini geçti.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Son 3 yılda çok şey değişti. Suriyelilerin yanı sıra Iraklı, Afganistanlı ve Pakistanlı göçmenleri sayısı da ciddi rakamlara ulaştı.
Bu arada Türkiye ekonomik krizle karşı karşıya kaldı. Enflasyonla baş edemeyen bir ülke, vatandaşına bile barınacak yer bulmakta zorlanırken yaklaşık 5,5 milyon sığınmacıya ev sahipliği yapması artık tepkilere yol açıyor.
İlk başta sesleri çıkmayan kitleler, düzensiz göçmenlerle ciddi mücadele edilmesi, artık tek bir kişinin dahi ülkeye sokulmamasını Suriyeliler başta olmak üzere tüm yabancıların geri gönderilmesini talep ediyor.
Bu yönlü kampanyalar artacak gibi. Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ başta olmak üzere kimi siyasiler, sığınmacıların geri gönderilmemesini ileride ciddi sorunların beraberinde yaşanacağını savunuyor.
Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan gibi kimi siyasiler ise farklı uygulamaları hayata geçirmeye çalışıyor. Bunu yapanlar veya yapılmasını isteyenler "ırkçı" olmakla suçlanırken göçmenlere yönelik "nefret diline" karşı çıkıp onların hayat güvencesi olmayan topraklara gönderilmemesi isteyenler ise "hainlikle" suçlanıyor.
Meseleye "ırkçılık" ve "hainlik" ile yaklaşılması konuyu daha da karmaşıklaştırıyor.
Bu da zaten karmaşık bir konu sığınmacı meselesinin çözümünü zorlaştırıyor.
Konuyla ilgili Independent Türkçe'ye konuşan uzmanlar, meselenin çok boyutlu olduğu görüşünde.
""Geri göndereceğiz' söyleminin hukuki, sosyal ve siyasi gerçekliği yok"
Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Göç Araştırmaları Derneği kurucularından Doç. Dr. Didem Danış, mülteci meselesinin çok karmaşık bir hal aldığını söyledi.
Son dönemlerde sosyal medyada mültecilere karşı kampanya yürütenlerin çok basitmiş gibi "geri göndereceğiz" şeklindeki hap çözüm önerilerinin hukuki, sosyal ve siyasi bir gerçekliğinin olmadığını söyledi.
Meselenin oldukça çetrefilli ve çok boyutlu olduğuna değinen Doç. Dr. Danış, "Sorunun çözümü için kamu ve sivil toplum kuruluşları, toplumun geniş kesimleri ile mültecilerin hep beraber dahil olması gerekiyor" dedi.
Sadece Türkiye'de değil diğer dünya ülkelerinde de kimi siyasetçilerin dezenformasyon ve manipülasyonlara dayanan söylemlerle meseleyi kendi siyasi çıkarları uğruna çarpıtmaya çalıştıklarını kaydeden Danış, kimsenin 1-2 cümleyle sorunun çözümüne ilişkin formül veremeyeceğini belirtti.
Kimi siyasetçilerin "geri göndereceğiz" açıklamasının öyle söylendiği gibi kolay olmadığına vurgu yapan Danış, "Önce nasıl göndereceklerini açıklamaları gerekiyor. En başta uluslararası ve hukuktan kaynaklı bazı kısıtlamalar var. Bunlar nasıl aşılacak? Bu işin organizasyonu, lojistiği ve alt yapısı nasıl sağlanacak? Ne kadar eleştirsek de bu mesele Esad rejimini de ilgilendiren bir konu. Suriye devleti ile nasıl ilişki kurulacak? Burada çok sayıda sorun var. Gittiklerini varsayalım, peki yerleştikten sonra yaşamlarını idame ettirebilmeleri için koşullar nasıl sağlanacak? Çünkü şu an Suriye'nin bazı bölgelerinde çok ciddi yıkımlar sözkonusu. Oralarda hayatın yeniden kurulabilmesi için gerekli çalışmalar nasıl yapılacak. Finans ve sorumluluğu kim alacak? Doğrusu bunların hepsi cevap bekleyen sorular" ifadelerine yer verdi.
"Toplum göçmenlerle ilgili çok ciddi bir imtihan veriyor"
Sosyal medyadaki tepkilerin bir kısmının ırkçılığa varan bir boyuta geldiğini öte yandan bunlar var diye toplumun rahatsızlığının da yok saymanın doğru olmayacağını aktaran Doç. Dr. Danış, şunları kaydetti:
Türkiye toplumu uzun bir süredir mültecilerle ilgili çok ciddi bir imtihan veriyor. Yaşanan zorunlu göçün en ağır yükünü çekenler bir yandan mülteciler olurken, diğer yandan da onlarla gündelik hayatta, iş yerinde veya okulda yan yana yaşayan geniş toplum kesimleri sözkonusu. Siyasetçilerin tamamen oy uğruna köpürttükleri bu nefret söylemi maalesef soruna hiçbir şekilde katkı sunmuyor, tam tersine herkes için meseleyi daha da zorlaştırıyor.
Çözüm yolunun bulunması için daha soğukkanlı bir tartışma ortamının olması gerektiğinin altını çizen Danış, "Son günlerde seyrettiği şekliyle çözümden daha da uzaklaştığını düşünüyorum. Nefret söylemi güçlendikçe halkın tepkisi çok daha duygusal ve öfkeli bir hal alıyor. Bu öfke düşmanlığa, bazı durumlarda ise geçen sene Altındağ'da olduğu gibi fiziksel şiddete dönüşüyor. Bu nefret dili ve korku iklimi karşısında mülteciler daha çok kendi içine kapanıyorlar ve bu da iki grubun birbirlerinden iyi kopmasına sebep oluyor. Öte yandan bu sertleşen hava iktidarın da adım atmamasına neden oluyor. Maalesef bu tablo yakın zamanda akılcı ve soğukkanlı bir tartışma ortamını zayıflatıyor ve meseleye sakince çözüm bulmasını zorlaştırıyor" değerlendirmesinde bulundu.
"Küresel ölçekte alınması gereken sorunlar"
Mülteci, göç, milliyetçilik ve dış politika gibi araştırmalarıyla tanınan Ankara Üniversitesi'nden sosyolog Doç. Dr. Cenk Saraçoğlu, göç etmek zorunda kalan inanların yolculuk esnasında ve geldikleri yerlerde yaşadıkları sorunlar ve bunun yanı sıra ulaştıkları ülkelerde yaşayan yerli halkın tepki ve kaygılarının çok ölçekli bir yapıya sahip olması beraberinde karmaşık sorunlar getirdiği görüşünde.
Yerinden edilme ve göç süreçlerini doğuran küresel yoksulluk, gıda krizi ve emperyalist savaşların tek tek ulus ölçeğinde değil de küresel ölçekte ele alınması gereke sorunlar olduğunu kaydeden Doç. Dr. Saraçoğlu, "Aynı zamanda sığınmacı yönetimi konusundaki uluslararası normların delik deşik edildiği bir ortamda küresel ölçekte yeni bir iltica rejiminin inşası da şart. Ve şu an bunun gerçekleşmesi çok zor görünüyor" ifadelerini kullandı.
Saraçoğlu'na göre Türkiye gibi kısa sürede olağanüstü boyutta göçmen almış, kendi içinde siyasal ve ideolojik kırılganlık içerisinde olan ve göçü doğuran çatışmalara müdahil konumda bir ülke için işin yönetimi iyice karmaşık bir hal alıyor.
"Sığınmacılar için Türkiye tek seçenek olmaktan çıkarılmalı"
Ülke ölçeğinde bir çözümün öncelikle o ülkede yaşamakta olan herkes için eğitimden sağlığa, hukuktan ekonomiye kadar uzanan bir toplum vizyonuna birlikte yaşamaya dair hukukla güvence altına alınmış bir paradigmaya sahip olmak gerektiğinin altını çizen Saraçoğlu, göçmenlerle ilgili benimsenecek politikaların da bunun içinden türeyebileceğini belirterek şunları kaydetti:
Türkiye'de olduğu gibi elinizde ülkenin pek çok birikmiş sorununa dair kuşatıcı bir program, vizyon yoksa buradan göç-göçmen politikası değil, tutarsız koşullara göre devreye soktuğunuz idare teknikleri kalır. Bu da topluma kafa karışıklığı ve endişe olarak yansır. Bu açıdan bakıldığında özellikle Türkiye için göç ve sığınmacı meselesiyle ilgili sürdürülebilir bir politika ancak söylendiği gibi iş insanlarını ya da AB'yi memnun etmeye yönelik olarak değil, kamu yararını ve göçmen haklarını birlikte gözeten bir noktadan oluşturulabilir. Bunun için yapılması gereken ilk şeylerden birisi iltica hareketlerini doğuran savaş ve çatışmalara müdahil olmayı reddeden bir dış politika anlayışının gelişmesidir. Bu Suriye'de istikrarın sağlanması ve gönüllü olanların ülkelerine güvenle geri dönüşünün gündeme gelmesi açısından şarttır.
Son olarak Türkiye'yi dünyanın göçmen idare merkezine dönüştüren "geri kabul anlaşması"nın iptal edilmesi ve uluslararası topluma sığınmacılar konusunda ülkelerin eşit sorumluluk paylaşımını hedefleyen diplomatik girişimlerim yapılması gerektiğine değinen Doç. Dr. Saraçoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
"Öncelikle göçmen ve sığınmacılar için Türkiye tek seçenek olmaktan çıkarılmalı. Ülkemizde uzun süredir bulunan ve uygun koşullar sağlansa dahi Türkiye'de kalma iradesi gösteren sığınmacıların toplumla bütünleşmesi ise ancak yurttaşların mevcut kaygılarının giderilmesi ile mümkün olabilir. Sığınmacılarla ilgili toplumu doğru bilgilendirmek işin sadece küçük bir kısmı. Esas mesele bu ülkede yaşayan herkesin sosyal, siyasal ve hukuki haklarının garanti altında olduğu bir toplumda yaşadığını hissetmesidir. Böyle bir güven yoksa, herkes türlü sebeplerle geleceğinden endişe ediyor ve ortada bu güveni verecek bir toplum vizyon sözkonusu değilse orada göçmen karşıtlığının önünü alamazsınız."
© The Independentturkish