İslam'da cemaatle kılınması farz olan tek ibadet cuma namazı.
Cuma namazının farzlarından biri de hutbe.
Yani, cuma namazı ibadetini yerine getirmek isteyen birinin hutbeyi de dinlemesi gerekiyor.
b"İnsanlara hitap etmek" anlamına gelen hutbede, Allah ve peygambere övgüler, bazı sosyal meselelerle ilgili dinin vazettikleri ve genel olarak devlete ve devletin başkanına başarı dilekleri ortaya konuluyor.
fazla oku
Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)
Geçmişten bu yana bir hükümdarlık alameti de sayılan hutbenin siyasi manası burada şekilleniyor.
Adına hutbe okunan hükümdar, bölgenin tek hakimi ve orada yaşayan Müslümanların tek otoritesi kabul ediliyor.
Kırklareli Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Hasan Özket, her yerde cuma namazı kılınmayacağını belirterek "Şimdi mezralarda, ücra köylerde cuma namazı kılınmak isteniyor oysa bu namazın kılınacağı yerin merkezi olması ve orada cuma namazı kılındığının herkes tarafından bilinmesi gerekir" dedi.
"Cuma namazı kılma yetkisi topluluğun kendisine verilmiştir"
Bazı dini kaynaklarda, cuma namazı kılma yetkisi alan bir bölgenin ihracatının ithalatından fazla olması gerektiğinin de yazılı olduğunu belirten Özket, "Cuma namazı kılma yetkisi topluluğun hükm-i şahsiyetine verilmiştir. Herhangi bir kişiye değil. O topluluğun içinde çeşitli görüşlere sahip insanlar var. Ama hepsi oraya gelir ve minberin önüne gelen kimse muhatap alınan odur. Cuma namazı cemaati, toplum hizmetlerinin tümünü gören kişilerden oluşan bir cemaattir. Esasında cuma namazı bu sosyal durumun yönetilmesi için gerekli olan bir toplantıdır" diye konuştu.
"Cuma namazı yönetsel bir namazdır, kongre hüviyetindedir"
Bu "toplantılarda", geçen hafta ne yaşandığını, gelecek hafta ise ne yapılacağının planlanıp nelerin eksik yapıldığının ortaya konması gerektiğini aktaran Özket, "Aslında iki hutbe vardır. O hutbelerden biri bu yönetsel meselelerle ilgili diğeri merkezi meselelerle ilgili olmalıdır. Cuma namazı bir 'kongre' hüviyetindedir. İlana gerek de yoktur, her hafta yapılır. Kimse tarafından engellenemeyecek apaçık bir meclistir. Dolayısıyla cuma namazı yönetsel bir ibadettir" ifadelerini kullandı.
İlk karar: Cumhuriyetin saadeti için dua edilsin
Türkiye'de din işlerini düzenlemekle ilgili tek otorite olan Diyanet İşleri Başkanlığı, cumhuriyetin ilanından yaklaşık 1 yıl sonra kuruldu.
3 Mart 1924'te kurulan Diyanet teşkilatı, bundan 2 gün sonra bir karar aldı. Kararın başlığı şöyleydi: Hutbelerde ad anmaksızın millet ve cumhuriyetin saadet ve selameti için dua edilmesi için vilayetlere tebligatta bulunulması.
İçeriğinde şöyle söyleniyordu:
"Ba'de ma hutbelerde ism zikredilmeksizin "millet ve cumhuriyetin selamet ve saadetine" dua edilmesi, takriratın bil-cümle vilayete tebliği Dahiliyye Vekaleti'ne havale edilmiştir."
Bir gün sonra benzer tebligat daha gönderilmiş ve konu daha da detaylandırılmıştı: "Halife ve hilafet mevcut olmadığından hutbelerde millet ve cumhuriyetin selamet ve saadeti için dua edilsin."
Merkez hutbeleri hazırladı, takibini yaptı
Cumhuriyet boyunca hutbeler genellikle Ankara'da hazırlandı ve bütün camilere gönderildi.
Diyanet, merkezden giden hutbelerin camilerde okunmasını büyük bir titizlikle takip etti.
1958 yılında Konya'daki Kapu Camisi imamının hutbeleri kendi hazırladığını öğrenen Diyanet, Konya Müftülüğü'ne yazı yazarak şu ifadelere yer verdi:
"Kapu Camii hatibi Abdurrahim'in cuma ve bayram namazlarında vazifesini ifa ederken minberde, Diyanet İşleri Reisliğince tertip edilip kendisine verilmiş olan hutbe kitabı haricinde hitabette bulunmakta olduğu ve makamınızdan ihtar edilmesine rağmen yine bu itiyadından vazgeçmediği ihbar edilmektedir. Bu husustaki malumatınızın ve bu hareketinden vazgeçmesi için hangi tarihte ihtar edildiğinin tez elden bildirilmesini…"
1963 yılında, Diyanet İşleri Başkanı Hasan Hüsnü Erdem imzasıyla müftülere gönderilen bir yazıda, Diyanet'in eski ve yeni hutbelerinin okunması gerektiğinin daha önce bildirildiği belirtiliyor ve bu yazının gereğinin tatbik edilmediği uyarısında bulunuluyordu.
Söz konusu belgede, "Buna mukabil bazı genç vaizlerin sözleri arasında çok sert çıkışlar yapıldığı, cemiyetin tefessüh ettiği hakkında sözler sarf edildiği duyulmaktadır (…) Toplumun genel manevi kusurlarını ıslah için sarf edilecek sözler çok yumuşak bir ifadeye bürünmelidir" deniliyordu.
Aynı belgede camiye güncel politika sokulmaması gerektiği şu sözlerle vurgulanıyordu:
"Bilhassa halkın siyasi tesirlere maruz bulunduğu sıralarda fikirleri bulandıracak, tahrik edecek sözlerden kaçınmalıdır. Din adamları her türlü parti mülahazalarının üstünde kalmayı bilmelidir. Bu suretle daha hürmete, itimada mazhar olurlar. Partiler, milletimizin bir kısmını temsil ettiği için her biri vücudumuzun birer uzvu gibidir. Kur'an-ı Kerim'in (tefrikaya düşmeyin) emri, zihniyet farklarını ayrı gayrılık derecesine getirmemek, zıtlaştırmamak, daima arabulucu olmaya, iyiliğe, selametli sözlerle birliğe yönelmek için bizi ikaz eder. Biz bu hizmetin adamı olmalıyız. Dağılanı toplamaya, ayrılanı birleştirmeye, yumuşak ifade, tatlı bakış ve güler yüzle hakiki din adamı hüviyetini daima taşımaya gayret etmeliyiz."
Aynı yıl gönderilen başka bir yazıda, hutbelerde trafik öğütlerinin verilmesi isteniyordu. Aynı hutbe, 1963 yılında da camilerde irat edildi.
Cumhuriyet tarihi boyunca hutbelerde genellikle sosyal konular konuşuldu.
1962 yılında, ilköğretim haftasının bütün yurtta kutlanacağı belirtilirken bu haftaya denk gelen cuma hutbesinde ilköğretimin önemi üzerinde halkın aydınlatılmasını ve cemaatten çocukların ilkokullara gönderilmesinin isteneceği ifade ediliyordu.
Hutbelerde çoğu zaman eski adıyla Teyyare Cemiyeti şimdiki ismiyle Türk Hava Kurumu'nun önemi anlatıldı ve buraya bağış yapılması istendi. Hatta bu bağış talebi, Enfal Suresi'nin 60. ayetiyle de destekleniyordu: "Allah'ın ve sizin düşmanlarınızı ve onların gerisinde olup sizin bilmediğiniz ama Allah'ın bildiklerini korkutup caydırmak üzere, onlara karşı elinizden geldiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın. Allah yolunda harcadığınız her şeyin karşılığı, zerrece haksızlığa uğratılmadan size tastamam ödenecektir."
"Cemaatin profiline göre olmalı ve yerel meseleler konuşulmalı"
Hutbelerde, cuma namazı kılan bölgenin iç meselelerinin konuşulması durumunda güncel politik tartışmaların ortadan kalkacağını belirten Özket, "O andaki cemaatin profiline göre yapılan değerlendirmeler olmalıdır. Bir orman köyünde "Orman Haftası" ile ilgili bir hutbe okunmamalıdır. Çünkü oradaki cemaatin hayatı zaten orman olmuştur. Zaten orman olan bir yere 'Buraya ağaç dikelim' denmez. Hutbeler adem-i merkeziyetçi olmalıdır. Yukarıdan aşağı gitmemelidir" değerlendirmesinde bulundu.
Hutbeyi "kerhen" dinleyen mütedeyyinler
Çok uzun süre, Türkiye'deki İslamcılar cuma hutbelerini sevemedi. Hutbelerde "Light" konuların işlendiği, minberlerde toplumun ve dinin temel meselelerinin gündeme gelmediği, basit "ağaç sevgisi", "trafik kuralları" gibi konuların anlatıldığından yakındılar.
2005 yılında Stockholm'de gerçekleştirilen "Kadının Toplumdaki Yeri: Farklı Perspektifler" başlıklı sempozyumda konuşan Uçan Süpürge Koordinatörü Halime Güner, ateist olduğunu beyan ederek başlayan konuşmasında o yıldaki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle okunan hutbeye katkıda bulunduklarını kaydetmişti.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, feminist bir ateistin katkılarını kabul etmesi o dönem İslamcı Gerçek Hayat dergisi tarafından şu sözlerle eleştirilmişti:
"Diyanet'te erkeklerin kadın hakları konusunda eğitilmesiyle ilgili çalışan, bu konudaki görüşlerini defaatle dile getiren kadın vaizeler varken söze 'Ben ateistim' diye başlayan birinin önerileri neden öncelikli olarak dikkate alınıyor. Neden bu konuda fikri alınabilecek Müslüman kadın ilahiyatçılarımız, sosyologlarımız dururken Uçan Süpürge'nin yardımına başvuruluyor. Kadın hakları konusunda feministlerden başkaca, fikri kayda değer bir kadın zümre yok mudur? Dahası hutbe müessesesinin işlevi, anlamı nedir? Evet, asıl mesele budur. Hutbelerimiz gerek konuları itibariyle gerek içerikleri itibariyle gittikçe sekülerleşmektedir."
2002 yılında, cuma namazı öncesinde okunan bir hutbeyi eleştiren Cuma dergisi ise şu ifadeleri kullanıyordu:
"Nihayet imam efendi çıkıp hutbeyi okumaya başlayınca… Gözlerim faltaşı gibi açıldı. Acaba yanlış mı duydum diye dikkatlice dinlemeye başladım. Hayır hayır, yanlış duymamıştım. Hutbenin konusu 'vergi vermenin kutsallığı'… İmam efendi ayet ve hadislerle devletin kutsallığı ve önemi üzerinde duruyor (…) Vergi vermenin ne derece kutsal bir vazife olduğunu izah ediyordu. Vergi vermeyenlerin ya da kaçıranların ise kul hakkı yediğinden dolayı cehennemde cayır cayır yanacaklarından bahsediyordu. Yani anlayacağınız dostlar, devlet normal yolla vergi toplayamayınca işi camilere havale etmiş görünüyor. İşin garip ve ayrı bir yönü de böyle bir hutbenin camilerde okutulması. Ne yani, vergi kaçıran sadece cami cemaati mi ki onlara verginin önemi anlatılıyor. Söyleyin Allah aşkına şimdiye kadar bu ülkeyi soyup soğana çeviren, vergisini vermeyip bu parayla faizcilik yapan hangi namussuzu camide gördünüz? Bu tipler olsa olsa ya yatlardadır ya saraylarda. Ya da beş boynuzlu, pardon yıldızlı otel lobilerinde. Onun için diyorum ki bu hutbenin yeri asla camiler değildir."
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 2007 yılında yayınladığı bir genelgede hutbe konularıyla ilgili dikkat edilecek konulara değinildi.
Genelgeye göre cuma hutbelerinde dini bütünlüğü ve milli birliği güçlendirecek konulara ağırlık verilecek, bölücü propagandalara, zararlı akımlara karşı tedbirler alınacak, toplumun dini, ilmi ve ahlaki meselelerde kültürünün artırılması sağlanacak, sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın önemi, israf ve lüksün zararları anlatılacak, siyaset yapmaktan kaçınılacak, iç ve dış politikayla ilgili konulara ‘kesinlikle' girilmeyecektir."
Türkiye'de, Cumhuriyet'in ilanından bu yana hutbeler bütün bir toplumu "mutlu" etmedi. Herkes, inancına ya da baktığı yere göre hutbeleri eleştirdi, konuların değiştirilmesini istedi.
Türkiye'nin bir "İslam yurdu" olmadığı iddiasıyla burada cuma namazının farz olmadığını öne süren ve cuma namazını hiç kılmayan azınlıkta olsa da daha radikal bir İslamcı kesim dışında cuma namazı kılan, ancak hutbeleri söylenerek dinleyen daha geniş bir mütedeyyin cenah vardı. AK Parti'nin uzun iktidarı boyunca hutbelerin muhtevası pek değişmedi ancak mütedeyyinlerin bu rahatsızlıklarını yüksek sesle dile getirmedikleri gözleniyor.
Şimdi rahatsızlık sırası ise Türkiye'nin laiklerine geldi
Kendilerini Atatürkçü olarak ifade edenlerin bir kısmı, hutbelerde Atatürk'ten bahsedilmemesi eleştiriyor ve bir cumhuriyet kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu yaptığının yanlış olduğu öne sürüyor. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Sözcü gazetesine yaptığı bir açıklamayla bu tartışmaya katıldı ve hutbelerde isminin geçmemesinin Atatürk tarafından istendiğini söyledi.
Erbaş bu iddiasını Devlet Arşivleri'ndeki belgelere dayandırdı.
Buna itiraz ise Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Politikaları Üyesi, Tarihçi Murat Bardakçı'dan geldi.
"İsmi zikredilmemesi istenen Atatürk değil Halife Abduümecid Efendi'dir"
Bardakçı, Habertürk'teki yazısında konuyla ilgili şu ifadeleri kullandı:
Diyanet, söz konusu kararnamenin çıkartılma sebebini, yani kararnamede zikredilmemesi istenen ismin Mustafa Kemal'in değil Halife Abdülmecid Efendi'nin ismi olduğunu bildiği halde kararnameyi 'Atatürk böyle istemişti, onun arzusunu yerine getiriyoruz' gibisinden bir savunma vâsıtası gibi göstererek kullandı ise, vaziyet hayli vahimdir!
Türk Tarih Kurumu'nun eski başkanlarından Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu da "isme yönelik hutbe okunmaması" kararının yanlış aksettirildiği görüşünde.
Independent Türkçe'ye konuşan Halaçoğlu, Abbasilerde, Emevilerde, Fatımilerde ve Osmanlı'da hutbenin halife adına okunduğunu hatırlatarak, cumhuriyet ile birlikte dinin siyasi bir nitelik olmaktan çıktığını ve isme hutbe okunmamasının bu nedenle alınan bir karar olduğunu kaydetti.
Halaçoğlu, Diyanet'in siyasi bir tavırla Atatürk'ün isminin hutbelerde geçirilmediğini savunarak, "Örneğin Zafer Bayramı'nda, başta Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarına, şehit ve gazilere şükran belirtmek tabii bir şeydir ve bahsedilen karara aykırı değildir" dedi.
"Namazın farziyeti hutbeyle tamamlanır"
Cuma namazının farziyetinin hutbenin okunmasıyla tamamlanacağını vurgulayan Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara, "Yani hutbesiz kılınan bir cuma namazı eda edilmiş sayılmaz. Cuma Suresi'ndeki ilgili ayette geçtiği üzere hutbe aslında 'Allah'ı zikirdir'. Hutbede öncelikle Müslümanlara takvalı olmaları hatırlatılır. Nasihatte bulunulur. Dünya işleri ve ahiret saadeti için dua edilir. Hutbenin gayesi cemaatin ihtiyacına göre öğüt vermek, irşat etmektir" dedi.
"Hutbeyi fırsat bilen siyasetçiler muhaliflerine lanet okuttu"
Cuma namazı ve hutbenin aynı zamanda istiklalin de bir sembolü olduğu için İslam devletleri zamanında devlet başkanlarının isimlerinin de anılmasının bir "adet" haline geldiğini belirten Büyükkara, "Bu uygulama nahoş durumlara zaman zaman sebebiyet vermişti. Devlet büyükleri methedilirken, devletin muhaliflerine lanet okunduğu dönemler oldu. Herkesi biraraya toplayan bir ibadet olduğu için, bunu fırsat bilen siyasiler, siyasi mesajlarını hutbe vesileyle halka ilan etmekteydiler. Söz konusu fiili durum bu ibadetin gayesine uygun olmadı hiçbir zaman" şeklinde konuştu.
"Günlük siyasi mesajlara alet edilmemeli"
Türkiye'de, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren hutbelerde sadece Hz. Muhammed ve Dört Halife'ye isimleri anılmak suretiyle dua edildiğini ifade eden Büyükkara, şunları kaydetti:
"Bir İslami hilafet devletinde artık yaşamadığımıza göre eski halifelik uygulamalarına öykünmenin bir manası yok, mantığı da yok. Bunu bir defa İslamcı ve muhafazakar kesimin anlaması gerekiyor. Seküler kesimin talepleri ise laik bir devletin çatısı altında oldukça absürt görünüyor. Samimiyetten uzak bir rövanşizm arayışını çağrıştırıyor. Tarihte hutbeler etrafında vuku bulan çekişmeleri gayet iyi bildiğim için, günlük siyasi mesajlara bu ibadetin alet edilmesini asla tasvip etmiyorum. İnsanları toplayıp birleştirmesi, kaynaştırması gereken bir ibadet bu durumda tam aksine sonuçlar doğurur ki bu asla İslamiyet'in yüce gayesine ve Türkiyeli Müslümanların menfaatine muvafık düşmez. Halkı ve yöneticileri takvalı olmaya davet etmek kanaatimce bu günlerde sünnete en uygun hitabet şeklidir ve fazlasıyla yeterlidir."
© The Independentturkish