Avrupa'da Vampir, Türkiye'de Obur: Türk kültüründe kan emen, insan eti yiyen varlıklar

Tarihçi yazarlar Seçkin Sarpkaya ile Mehmet Berk Yaltırık'ın, "Türk Kültürü’nde Vampirler" kitabı vampirlerin sadece Avrupalıların değil aynı zamanda bir dönem Türklerin de hayal dünyalarını süsleyen varlıklar olduğunu gösteriyor

Türk Kültürü'nde Vampirler kitabında Türkiye'de ve diğer Türk cumhuriyetlerinde vampirlere dair efsaneler incelendi 

Az çok televizyon izleyen herkes en azından bir kere bile olsa vampirleri konu alan film seyretmiştir.

İnternet ansiklopedisi Vikipedia'da vampir kelimesi, günbatımı ile şafak arasında dirilerek mezarından çıktığına, insanlara saldırıp kanlarını emdiğine inanılan mitolojik bir varlık olarak tanımlanıyor.

Vampir efsanelerinin kökeni ilkçağ Mezopotamya uygarlıklarından Babillilere kadar gidiyor.

Afrika'dan Uzakdoğu'ya, Avrupa'dan Asya'ya kadar birçok coğrafyada vampirlere dair farklı isimlerle adlandırılsalar bile efsaneler bulunuyor.

Hepsindeki ortak özellik insan kanı içmeyi sevmeleri ve kimi zaman ölü olmalarına rağmen belli süreler içinde halk diliyle "hortlamaları" yani dirilmeleri.

vlad.jpeg
Eflak Prensi Vlad Tepeş, pek çok vampir efsanesine konu oldu / Görsel: Vikipedia

 

Türklerin azılı düşmanı Kazıklı Voyvodo, vampirlerin sembolü

Vampirler tarih boyunca birçok edebiyat eserine de konu oldu.

Zaten onların dünya çapında ünlenmesine de İrlandalı yazar Bram Stoker, 1897'de yazdığı "Drakula" adlı eseri sebebiyet verdi.

Eserde 15. yüzyılda yaşayan ve Fatih Sultan Mehmet ile de savaşan Eflak (Bugünkü Romanya) Prensi Vlad Tepeş'in bir vampire dönüşmesi anlatılıyordu.

Türk tarihinde "Kazıklı Voyvodo" olarak bilinen Vlad, aralarında Türklerin de olduğu onbinlerce kişiyi kazığa oturtarak ve farklı işkencelerle öldürerek eşi benzeri az görülür vahşet olaylarına imza atmış, bu yönüyle muhtemelen yazar Stoker'ın hayal dünyasında "vampir" olarak anılmayı hak etmişti.

Vlad, en sonunda Fatih'in Eflak seferinde bozguna uğratılıp tacını kaybetti. Hayatını 1476 yılında kimine göre bir suikast kimine göreyse Türklerin elinde yitirdi ise de yarattığı dehşet unutulmamış, vampirler için yapılan filmlerin çoğuna esin kaynağı olmuştu.

alacakaranlık.jpg
Alacakaranlık filmi yeni dönem vampir filmlerinden 

 

Yeni versiyon vampir filmleri de rağbet görüyor

Vampirlere yönelik ilgi ve korku özellikle Batı toplumlarında devam ediyor.

Örneğin Stephenie Meyer'ın 2005 yılında yazmaya başladığı "Alacakaranlık" roman serisi 2008'de sinemaya da uyarlanarak geniş kitlelere ulaştı.

portre.jpg
Kitabın yazarları Seçkin Sarpkaya (solda) ve Mehmet Berk Yaltırık / Fotoğraf: Independent Türkçe

 

Türk kültüründeki vampirleri anlattılar

Neredeyse dünyanın her yerinde var olan vampir efsaneleri tarih boyunca Türkleri de etkiledi.

Pek çoğumuz farkında olmasak bile Türk efsanelerinde vampirlerle ilgili pek çok efsane var.

Öğr. Gör. Dr. Seçkin Sarpkaya ile tarihçi yazar Mehmet Berk Yaltırık'ın birlikte yazdığı ilk baskısı 2018 yılında Karakum Yayınları'ndan çıkan "Türk Kültüründe Vampirler" kitabının yeni baskısı geçen günlerde okuyucuyla buluştu. 

Kitapta, Türk kültüründeki vampirlerle ilgili efsaneler ve kimisi resmi kayıtlara geçmiş iddiaları konu ediliyor.

Kitabın bir kısmında dünyadaki vampir inanışlarından ve tarihe geçen iddialardan örneklere yer veriliyor. 

İnsanların kanlarını içen Yek'lerin hakkından Caştani Bey geldi

Türk tarihinde ve kültüründeki vampirlerle özdeşleştirilen varlıklarla ilgili iddialara bakacak olursak kitapta şu bilgilere yer aldı.

Uygur Türkçesi'ne ait bir metin olan Caştani Bey hikayesinde de Yek ve İçkek kelimeleri geçer.

Hikayeye göre Caştani Bey adlı bir kahraman halkının başına bela olan şeytanlarla savaşır ve halkını kurtarır.

Metne göre "yek"ler dört yol kavşağında insan eti yiyip, kanlarını içip, bağırsaklarını vücutlarına sararlar. Metinde içkek ifadesi de geçikiyor.

"Yek" ve "yek içkek" olarak anılan ifadeyi bazı yabancı yazarlar, "vampir" olarak tercüme etmişti. 

Obur, sadece doymak bilmeyenlerin değil bir vampirin de adıydı

Obur, kelimesi gündelik hayatımızda çok yiyen ve doymak bilmeyenleri tanımlamak için kullanılan bir terim.

Ancak aynı zamanda "obur", Türk efsanelerinde bir tür vampirin adıdır.

17. yüzyılda yaşayan Osmanlı gezgini Evliya Çelebi de anlatımlarında insan kanı içen oburlara dair efsanelere yer verdi.

"Hobur", "hupır" ve "veber" adlarıyla da biliniyor "obur".

Çünkü oburlarla ilgili efsaneler vampir inanışının çok güçlü olduğu Balkanlar, Doğu Avrupa ve Rusya coğrafyasına kadar yayılmış.

Kitapta "obur" şu şekilde anlatılıyor:

Ölümden sonra dirilen bir varlıktır ya da halihazırda ruhani bir varlık olarak ortaya çıkar. Canlıların kanlarını emer, olağanüstü nitelikleri vardır. Çeşitli kılıklara girebilir. Genellikle geceleri aktiftir ve bir kişinin obura dönüşmesini engellemek ya da bir oburu durdurabilmek için çeşitli ritüeller gerçekleştirilir.

osmanlıvampir.jpg
Osmanlı'da vampirleri tasvir eden minyatürler de vardı

 

Orta Asya'nın vampir devi: Yalmayavuz

Eset Süleyman Yavuz, Altay Kültür Dairesi'nde Yalmavuz Tipi adlı çalışmasında bu dev tipiyle ilgili şu bilgileri verir:

Genellikle 7 adet olmak üzere çok başlı, yarı insan yarı hayvan karışımı, insan gibi davranan, düşünen, ak saçlı nine kılığında görünüp vahşiliğini sağlayan bir varlıktır. İnsan etiyle beslenir, onları canlı canlı yer ve kanlarını emer. Birden fazla ruha sahip olup, ruhlarını nesnelerde saklayabilir. Kan emmek en tipik özelliklerinden biridir.

cadı.jpg
Kimi yörelerde cadılar kan içen varlıklar olarak tasvir edildi

 

Çocuk kanı içmeye Trabzon'dan Kırım'a giden cadılar!

Cadı ise günümüzde daha çok huysuz kadınları tanımlamak için kullanılan argo bir terim. 

Oysa cadı, Türk dünyasının tüm bölgelerinde farklı adlarla da olsa bilinen bir şeytani varlık.

Cadı, bazı yörelerde özellikleriyle vampirle büyük benzerlik gösterir.

Örneğin Trabzon'daki efsanelere göre en tehlikeli cadılar "Kırım Cazısı" ya da diğer adıyla "Kırım Kocakarısı"dır.

Doğu Karadeniz bölgesindeki cadı inanışına dair Abanoz Küçük'ün yaptığı derlemelere göre cadılar Doğu Karadeniz'e Rusya'da gelip çocukların ciğerlerini yerler ve eğer yiyecek bulamazlarsa Rusya'ya giderek çocuk kanı emerler. Ayrıca Trabzon Şalpazarı Çepnilerinden (Bir Türkmen boyu) derlenen bilgilere göre cadılar çocuk kanı emmek için Kırım'a giderler.

Gemerek'teki albastılar kan da içiyordu

Alkarısı olarak da bilinen Albastı gerek Türkiye'de gerekse diğer Türk bölgelerinde bilinen yaygın bir efsane.

Yeni doğum yapan kadınlara musallat olduğuna ve ciğerini yediğine inanılan bu doğaüstü varlığa dair sayısız efsane ve iddia üretildi.

Bilinçaltına işlenen bu efsanelerden dolayı yeni doğum yapan kadınların başına veya yatağının başına al yani kırmızı renkte bezler günümüzde bile bağlanır.

Bazı bölgelerde albastı bir vampir gibi kan emen bir varlık olarak tasvir ediliyor.

Örneğin M. Güner Demiray tarafından yapılan ve Gemerek halk inançlarına yönelik bir çalışmada "albastı lohusaların ciğerlerini çıkarmakla kalmayıp kanların için bir varlık" olarak tasvir ediliyor.

Yine Kazan Türkleri ve Özbekistan'da da albastı, kan içici bir varlık olarak anlatılıyor. 

Dev, boynu ısırarak değil parmaktan kanı içiyor

Türk dünyasındaki efsanelerde çokça adı geçen devlerle ilgili Türkiye sahasında derlenen üç masalda dev kan içen bir varlık olarak da anlatılır.

Efsanede bir dev yakaladığı bir kızı önce korkutur sonra onun parmağından kanını içer.

Altay Türklerinde adı geçen bir doğaüstü varlık olan Cebelgen ve ailesi insan eti yiyip kanını içen bir canavar olarak lanse edilir.

maxresdefault.jpg
Vampirler Türk kültüründe farklı isimlerde adlandırılıyor 

 

Çanakkale'de yeni gelinlere dadanan cadının mezarı açılıp kazık saplandı!

Kitapta çok uzak olmayan tarihlerde Türkiye sınırları içerisinde iddia edilen vampir iddialarına da yer veriliyor.

Kitapta Muhammet Özdemir adlı kişinin dedesinin 1950'li yıllarda Çanakkale'nin Yenice ilçesine bağlı Sameteli adlı köyde tanık olduğunu iddia ettiği bir memorataya (Bir insanın yaşadığı ve çeşitli sebeplerle izahı yapılamayan olağanüstü an ya da hikaye) dair bilgiler var.  

Olayın geçtiği 1950'lerde kimse Sameteli köyüne kız vermemekte. Nedeni de köye gelen gelinlerin altı ay içinde ölmesidir. Sonrasında buna Samateli mezarlığında yatan bir cadıdan kaynaklandığı düşüncesi hakim olur. Bu cadı yeni gelen gelinlerin kanını emmekte. Sabah kalkındığında cesetlerin sapsarı olduğu bütün kanlarının çekildiği görülmekteydi. En sonunda köylü giderek cadının yattığına inanılan mezarı hocanın eşliğinde açar. Vücudu sağlam, gözleri açık ve insanlara dişlerini gösterir. Yemişen ağacından yapılan kazığı tam kalbinin olduğu yere çakıp yere sabitlerler. Ardından mezar kapatılır ve ölümler bu sayede son bulur.

Ardahan'da hortlayan amcaoğlunun mezarı açılıp kafası kesildi!

Yine bir başka memoratada Ardahanlı bir kişinin dedesinin babası olan Şah İsmail'in tanık olduğu bir olayda daha önceden ölen ve hortladığına inanılan amcaoğlunun mezarını imam eşliğinde açıp kafasını kesip ayaklarının arasına koyması anlatılıyor.

Benzer bir yöntem vampirlere karşı Polonya ve Kafkasya'da da uygulanmak.

Kitapta ayrıca Osmanlı döneminde kadılara gelen vampir veya hortlak şikayetlerine ve bunlara verilen cevaplara dair tarihi kayıtlara dayanılarak örnekler de verildi.

Osmanlı döneminde mahkeme kayıtlarına kadar giren vampir ve cadı iddialarının önemli kısmının vampirlik inancının en güçlü olduğu Balkanlar'da olduğu dikkat çekiyor.

ebussuud.jpg
Ebussuud Efendi de hortlaklarla ilgili fetva vermişti / Görsel: Temsili Resim (Karakum Kitap)

 

Şeyhülislam Ebussuud'dan hortlak fetvası

16. yüzyılda yaşayan Osmanlı Sultanı Kanuni Sultan Süleyman döneminin şeyhülislamı Ebussuud Efendi'nin Selanik'e bağlı bir köyde yaşanan hortlak şikayetine dair verdiği fetva en bilinenleri.

Şeyhülislam, günümüz Türkçesiyle fetvada şunları ifade etmişti:

"Mezara gidip önce çıplak bir sopayla kalbine ulaşacak şekilde yere çaksınlar, beklenendir ki (hortlak/ölü) defedilsin. Eğer olmazsa, benzinde kızıllaşma olursa (yani tenine kandan kırmızılaşmışsa) başını kesip ayağının olduğu yere atsınlar. Eğer bozulmayı bırakmışsa (yani ceset çürümemiş) ise başını kesip ölünün ayağının ucuna koysunlar. Olduğu kadar bu aşamalarla ortadan kaldırılamamışsa, cesedi çıkarıp ateşte yaksınlar"

Obur olduklarından şüphelenilen kişilerin cesetleri yakıldı

Bunun dışındaki çok sayıda örnekten bazılarına bakmak gerekirse.

Kitapta 1708'de Kavala'da vuku bulan olayda obur oldukları gerekçesiyle bazı kimselerin cesetlerini yakan bir imamın bahsini içeren hadise anlatılıyor.

Yine 1750'lerde bugünkü Terkos'a bağlı Yeniköy mezarlığında cadı oldukları varsayılan cesetler yakılıyor.

İlk Türkçe gazeteye bile konu oldu

Vampirlerle mücadele olayı Türkiye'nin ilk yazılı Türkçe gazetesi Takvim-i Vekaya bile haber oldu.

Haberin konusu 1833 yılında Bulgaristan'ın Tırnova kasabasında Kadı Ahmet Şükrü Efendi'nin yolladığı rapordu.

Hortladı sanılan iki yeniçerinin mezarı açıldı

Haberde o tarihte daha önce ölen iki yeniçerinin hortladığı iddiasının bölgede huzursuzluk yaratması üzerine mezarlarının açılarak kalplerine kazık çakıldığı anlatılıyordu.

O tarihlerde yapılan haber belki o günkü koşullarda gazetede çok az sayıda insan tarafından okunduğu ama on yıllar sonra internetin de sayesinde geçmişimizdeki vampirlerle mücadelenin en önemli kanıtı olarak kaldı.

20. yüzyılın başına kadar şikayetler sürdü

Kan emen vampir ile cadılarla mücadele neredeyse 20. yüzyılın başlarında da sürmüş, 16 Haziran 1904'te Selanik'e bağlı Doyran kazasında cadı olduğuna inanılan iki kişinin mezarı açılarak yakılmış, bu olay Rumeli Vilayetleri Umumi Müfettişliği'ne bildirilmişti.

Yeni dönem vampirleri artık salgınlarla çoğalıp, dünyayı tehdit ediyor

Sonuç olarak görüldüğü gibi vampir efsaneleri her dönemde vardı. Gelişen teknoloji de bu efsaneleri çeşitlendirerek sürüyor. Yeni dönem filmlerinde vampirler artık mezardan çıkmıyor bir salgın sonucu vampirleşen insanlar sağa sola saldırıp neredeyse dünyayı tehdit eder hale geliyor. Kısaca filmlerdeki modern dönem vampirleri artık eskisinden bile tehlikeli hale geldi.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU