COP26'ya giderken: BM zirveleri ve anlaşmaları iklim krizine karşı ne kadar başarılı oldu?

1995’ten beri düzenlenen konferanslara yönelik eleştiriler son yıllarda giderek yoğunlaştı

Birleşmiş Milletler İklim Zirveleri, son yıllarda genç aktivistlerin iklim adaleti talebiyle sokakları doldurduğu protestoların gölgesinde gerçekleşiyor (AFP)

31 Ekim ve 12 Kasım arasında İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılması planlanan COP26 öncesinde iklim krizine dair tartışmalar ve politik gelişmeler hız kazandı. Taraflar Konferansı veya Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı'nın kısaltması olan COP’ta ülkeler, iklim krizini ele almak için her yıl yaklaşık iki haftalık konferanslarda bir araya geliyor.

Pandemi nedeniyle 2020’de yapılamayan ve bu yıla ertelenen 26. konferans, hem alınacak kararlar açısından hem de birçok ülkede iklim politikalarındaki değişikliklerden dolayı çok önemseniyor. Paris İklim Anlaşması’ndan çıkma kararı alan Donald Trump’ın ABD’de iktidarı kaybetmesi, Çin’in kömür yatırımlarını azaltma sözü, Suudi Arabistan'ın emisyon azaltım hedeflerini ikiye katlayarak 2060'da karbon nötr olma hedefini açıklaması ve Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı onaylaması bu gelişmelerden bazıları.

Öte yandan COP26’dan beklentilere tedirginlikler ve eleştiriler de eşlik ediyor. 1995’ten beri düzenlenen konferanslara yönelik eleştiriler son yıllarda giderek yoğunlaştı.

Bunlara geleceğiz ama önce BM öncülüğündeki küresel çabaların tarihiyle başlayalım.

COP nedir, nasıl örgütlenir?

COP özetle 1994’te kabul edilen BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin (UNFCCC) en üst karar alma organı. 

197 ülkenin taraf olduğu sözleşmenin imzacıları kabaca üç grupta toplanıyor. EK-1 diye bilinen ilk grupta 40 ülke ve Avrupa Birliği bulunuyor. Bu ülkeler sanayileşmiş ülkeler ve piyasa ekonomisine geçiş ülkeleri olarak 2 grupla sınıflandırılıyor.

EK-2'de ise 23 ülke ve Avrupa Birliği yer alıyor. Bu grup iklim değişikliğiyle mücadelede maddi kaynak gereken ülkelere destekte bulunacak sanayileşmiş ülkelerden oluşuyor. Aslında Türkiye de resmi olarak bu grupta yer alıyordu ama 2001’de EK-2 listesinden çıkarılarak EK-1 geçiş ekonomisi sınıfına dahil olmayı talep etti.

Üçüncü grup ise Ek dışı ülkeler diye biliniyor. Bunlar arasında emisyonlarını azaltmaya, işbirliği yapmaya ve sera gazı yutaklarını korumaya teşvik edilen ama belirli bir yükümlülük altına alınmayan 100’den fazla ülke var.

1995’te Almanya’nın başkenti Berlin’de başlayan konferanslar çeşitli kazanımlara imza attı. Ancak değerlendirmelerin çoğuna göre bu toplantılarda tarafların karar verme kabiliyeti ve hızı beklenenden daha az oldu.

1988'de kurulan BM organı Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) iklim kriziyle ilgili bilimsel verileri devamlı güncelleyerek yayımladığı raporlarla Taraflar Konferansı’nda alınan kararlara rehberlik eden yegane organ oldu.

En önemli kararların alındığı konferanslar kısaca şu şekilde:

COP1 / Berlin, 1995: İlk konferansta imzacılar küresel ısınmayı kontrol altında tutmak için her yıl toplanma kararı aldı.

COP3. / Kyoto, 1997: Bu konferansta ileride ayrıntılı bahsedilecek olan Kyoto Protokolü kabul edildi.

COP15 / Kopenhag, 2009: Küresel ısınmayı 2 santigrat derecenin altında tutma hedefi onaylandı ve gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeleri uzun vadede finanse etmeyi taahhüt etti.

COP21 / Paris, 2015: 20 yıllık müzakerelerin ardından yine ileride ayrıntılandırılacak Paris İklim Anlaşması oybirliğiyle kabul edildi.

COP22 / Marakeş, 2016: Paris Anlaşması, çoğu ülke tarafından onaylandıktan sonra, zirveden birkaç gün önce yürürlüğe girdi. 

COP24 eleştirilerin fitilini ateşledi: "İnsan hakları ihmal edildi"

Son konferanslarda tarafların tutumuna ve BM’nin karar alma mekanizmalarına dair eleştirel sesler daha çok duyulmaya başladı. 2018’de Polonya'nın Katoviçe kentinde düzenlenen COP24, eleştirel seslerin yükseldiği o konferanslardan biri oldu.

Örneğin, 200 ülkede faaliyet gösteren uluslararası yardım kuruluşu Charitas, konferansın ardından yayımladığı açıklamada, "hayal kırıklığına uğradıklarını" belirtti. Derneğe göre ülkeler, iklim hedeflerini onaylamada isteksiz davranırken, ekonomik çıkarlar çevresel felaketleri önleme isteğinin önüne geçti. Açıklamada ayrıca iklim krizine karşı daha savunmasız ülkelerle ilgili insan haklarının COP kararlarına yansıtılmadığı ifade edildi.

COP25 iklim taleplerine "fısıltıyla yanıt verdi"
 

cop25-closing.jpg
COP25, 2019'da Şili'deki protestolar nedeniyle İspanya'nın Madrid kentine taşınmıştı (AFP)


2019’da İspanya'nın Madrid kentinde düzenlenen son konferans, açıkça "başarısız" diye nitelendi. Paris Anlaşması’nın pratikte nasıl işleyeceğine detaylı karar vermek için hazırlanan Kurallar Kitabı’nın tamamlandığı konferans, genç iklim aktivisti Greta Thunberg önderliğinde başlayan kitlesel çevre eylemlerinin gölgesinde kaldı.

12 gün süren görüşmeler, krizin gerçek boyutuyla ele alınamadığı yorumlarına neden oldu. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, COP25'i "hayal kırıklığı" diye nitelerken Oxfam International Direktörü Chema Vera da konferansın iklim grevleriyle tezat oluşturduğunu vurguladı:

Dünya iklim eylemi için haykırıyor ama bu zirve haykırışa fısıltıyla yanıt verdi.

Fosil yakıt lobisinin iklim konferansında ne işi vardı?

25. konferansa katılımı onaylanan yaklaşık 30 bin diplomat, uzman, aktivist ve gazeteci arasında yüzlerce fosil yakıt lobicisinin yer alması da tepki çekmişti. Bazı yorumlara göre konferansta herkes iklim değişikliğine başta bu endüstrinin sebep olduğunu biliyordu ama kimse o lobicileri açıkça hedef tahtasına koyamıyordu.

Hatta bazı eleştirmenler, Madrid'deki toplantıyı zengin ülkelerin ve fosil yakıt şirketlerinin Paris Anlaşması'nı sabote etmeye yönelik girişimi olarak yorumladı.

Öte yandan COP26'da bu durumun değişebileceğine dair bir gelişme yaşandı. 26. zirveye dev petrol şirketlerinin sponsor olmak istediği ancak yetkililerin bunu kalıcı olarak yasakladığı kaydedildi.

ABD Başkanı Donald Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çekilmeye karar vermesi de 25. konferansın sönük geçmesinin bir diğer önemli nedeniydi. Daha sonra halefi Joe Biden, anlaşmaya dönme kararı verdi.

COP26 öngörüleri: Aktivistler konferansı "açıkça küçümsüyor"

COP25’te iklim hedefleriyle ve karbon piyasalarıyla ilgili en tartışmalı konular gelecek konferansa bırakılmış ve sorunlar ertelenmişti.

Bu nedenle Glasgow’da yapılacak COP26’ya yönelik beklentiler ve endişeler büyük. COP 26, şimdiden iklim konferanslarının en kritik örneklerinden biri olarak görülüyor.

Öte yandan iklim aktivistleri, dünya liderlerinden beklentilerini minimum düzeyde tutuyor. İsveç Parlamentosu önünde cuma günleri yaptığı iklim grevleriyle dünya genelinde önemli bir figür haline gelen Greta Thunberg, konferansın anlamlı bir değişim yaratacağına dair beklentileri açıkça küçümsedi.

The Guardian’a konuşan Thunberg, Cop26’ya dair iyimser olup olmadığı sorusuna şu yanıtı verdi:

Değilim. Aslında önceki yıllardan bu yana hiçbir şey değişmedi. Liderler 'Şunu yapacağız, bunu yapacağız, güçlerimizi birleştirip bunu başaracağız' diyecekler ve hiçbir şey yapmayacaklar.

Öte yandan bu, Thunberg’in dünya liderlerinin tutumunu sert eleştirdiği ilk açıklaması olmadı. 2019’da New York’ta düzenlenen ve liderlerin COP26 öncesinde mevcut durumu tartışmak için bir araya geldiği İklim Eylemi Zirvesi de aktivistin sert konuşmasına sahne olmuş ve 137 ülkede düzenlenen kitlesel iklim eylemlerinin gölgesinde kalmıştı.

Thunberg, zirvedeki ünlü konuşmasında, "Bütün ekosistem çöküyor. Kitlesel bir yok oluşun başlangıcındayız ve bütün konuştuğunuz para ve bitmez tükenmez ekonomik büyüme masalları. Buna nasıl cüret edersiniz?" ifadelerini kullanmıştı.

 


Türkiye’deki iklim aktivistleri de bu eleştirilere katıldıklarını ifade etti. Aktivistlerin COP toplantılarına yönelik en büyük eleştirisi ise vaatlerin ve hedeflerin soyut kalmasıydı. Fridays For Future (Gelecek İçin Cumalar) Türkiye’den Duru Barbak, bu hedefleri denetleyen, araştıran ve ne kadar gerçekçi olduklarını değerlendiren bilinçli bir halkın yokluğunda liderlerin boş vaatlerde bulunabildiğini söyledi. 

"Sadece bir hedef belirleyip kurtuluyorlar" diyen 18 yaşındaki iklim aktivisti, sözlerini şöyle sürdürdü:

Öncelikle Çin ve ABD gibi ülkelerden daha erken karbon nötr olma hedefi koymalarını ve bu hedefe nasıl ulaşacaklarını anlatan detaylı planlar hazırlamalarını bekliyoruz.

 

67c0f513-1fa5-4daf-bd20-d1dbe7828ab1.jpg
18 yaşındaki iklim aktivisti 26. zirveden de net bir sonuç çıkmayabileceğini belirtiyor (Duru Barbak)


İklim Öncüleri'nden Melisa Akkuş da, "İklim krizi önemsiz bir şeymiş gibi sürekli 2055, 2034 gibi göndermeler yapıyorlar, sanki iklim krizi acil değilmiş gibi davranıyorlar. Bu çok uzun zamandır devam ediyor" dedi.

"Çok lüks bir ortamda bir araya gelip yemeklerini yiyip gidiyorlar" diyen Akkuş, "Boş zirve istemiyoruz" diye ekledi:

Zengin ülkeler fosil yakıtlara yaptıkları yatırımlardan hala vazgeçmedi ve vazgeçmeyecek. Sadece COP’a gelip konuşacaklar. Bunun artık gerçekten son olmasını istiyoruz ve herkesi eyleme çağırıyoruz.

 

Ekran görüntüsü 2021-10-29 153237.png
İklim aktivistlerinin artık boş vaakler dinlemek istemediğini söyleyen Akkuş, "Biz sorunun iklim değil sistem krizi olduğunu söylüyoruz" diyor (@melisaakkuus / Instagram)


COP26'ya yönelik bu eleştirilerin ortasında Dünya Meteoroloji Örgütü, sera gazlarının 2020'de rekor seviyeye ulaştığını açıkladı. Örgütün açıklaması şimdiye kadarki iklim çabalarının gerçekte ne kadar etkili olduğuna yönelik olumsuz bir algı yaratırken, örgüt bu şekilde devam edilmesi halinde Paris Anlaşması hedeflerinin de tehlikeye gireceğini belirtti.

Organizatörler de endişeli: "COP26’nın başarısız olma riski var"

İklim aktivistlerinin yanı sıra BM’nin yetkili isimleri de COP26’ya yönelik tereddütlerini açıkladı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki güvensizlik nedeniyle konferansın başarısızlık riski taşıdığını söyledi.

Gelişmekte olan ülkeler, iklim krizinin etkilerine karşı en savunmasız konumda. Bu ülkeler yıllardır, zengin ülkelerin 100 milyar dolara (yaklaşık 900 milyar TL) çıkarmayı taahhüt ettiği fonları güvence altına almak için mücadele ediyor.

Ancak Guterres, "Şimdiye kadar gelişmiş ülkelerin diğerlerini desteklemek için yeterli taahhütte bulunduğunu görmedim" diyor.

Üstelik COP26 öncesinde yapılan bir araştırma, zengin ülkelerin yoksul ülkeler için vaat ettikleri 100 milyar dolarlık iklim krizi fonunu oluşturmada 2023'e kadar gecikeceğini ortaya koydu.

30 yıldır çözülemeyen tartışma: İklim değişikliğinin sorumlusu kim?

Gelişmiş ülkeler ve gelişmekte olanlar arasındaki güvensizlik, aslında "Emisyonlardan kim sorumlu?" tartışmasına dayanıyor. Zira iklim krizinin beraberinde getirdiği sel felaketlerinden ve fırtınalardan en büyük hasarı yoksul ülkeler görürken, sanayileşmiş ülkelerde sera gazı salımı sürüyor.

Bu nedenle gelişmiş ülkelerin artık yükün daha fazlasını üstlenmesi gerektiği ifade ediliyor. ABD merkezli düşünce kuruluşu Dış İlişkiler Konseyi (CFR) de verilerin bu argümanı desteklediğini söylüyor.

Buna göre tüm zamanların en büyük sera gazı salımı başta ABD’ye, onun ardından da AB’ye ait. Ancak ABD, Kyoto Protokolü de dahil olmak üzere birçok önemli adımda sorun çıkaran ülke konumunda oldu.
 

ed198ba8-1944-4a73-9a1a-d42b58b9cb5d.jpg

Grafikteki AB verilerinde birlikten 2020'de resmen ayrılan Birleşik Krallık'ın sera gazı salımları da yer alıyor (İklim ve Enerji Çözümleri Merkezi)


Bununla birlikte Çin ve Hindistan şu anda ABD’nin yanı sıra dünyanın en büyük yıllık emisyon üreticileri arasında yer alıyor. Ancak bu iki ülke, gelişmekte olan ülke sayıldıkları için Ek dışı taraflar listesinde bulunuyor ve emisyon azaltımı yapmaları gerekmiyor. Örneğin Hintli yetkililer kısa süre önce, "ülkenin küresel ısınmanın faktörü değil kurbanı olduğunu" savunarak, net sıfır emisyon hedefi koymayı reddeceklerini açıkladı.

Bu gibi durumlar da diğer sanayileşmiş ülkelerin tepkisini çekiyor.
 

2018.png
Grafikteki AB verilerinde birlikten 2020'de resmen ayrılan Birleşik Krallık'ın sera gazı salımları da yer alıyor (İklim ve Enerji Çözümleri Merkezi)


Söz konusu anlaşmazlıklar aslında 30 yıl önce başladı. İlk tartışma 1992'de düzenlenen Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı’ndan bir ay önce ABD ve Fransa arasında yaşandı.

Manchester Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden Araştırmacı Marc Hudson’a göre tartışmanın ana konusu, ABD yönetiminin ve şirketlerin önerilen çözümü kabul etmemesiydi.

Fransız hükümeti, zengin ülkeler için hedeflerin belirleneceği, karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik fiili taahhütleri içeren bir anlaşma yapılması konusunda istekliydi. George Bush iktidarındaki ABD ise Rio zirvesine katılmamakla tehdit ediyor ve bu taleplerin metinlerde yer almasını istemiyordu. Fakat özellikle Birleşik Krallık’ın aracı olmasıyla UNFCCC, Rio zirvesinden iki yıl sonra Mart 1994'te yasalaştı.

Anlaşmaya istekli taraflar UNFCCC onaylandıktan sonra, zengin ülkelerin karbon emisyonlarını azaltma taahhütlerine yönelik tartışmayı hızla çözebileceklerini ummuştu. Ancak bu sorun 30 yıldır çözülemedi.

İklim zirvelerinden çıkan en önemli anlaşmalar

Dünya liderlerinin çevresel konuları tartışmak üzere bir araya geldiği bu tür görüşmelerden 4 büyük anlaşma çıktı:

Montreal Sözleşmesi, 1987: Bu protokol doğrudan iklim kriziyle mücadeleyi amaçlamasa da iklim konferanslarının tohumlarını serpti. Tüm ülkeler kloroflorokarbonlar diye bilinen ve ozon tabakasına zarar veren maddelerin üretimini durdurmalarını gerektiren anlaşmayı onayladı. Protokol, ozon tabakasına zarar veren bu maddelerin yaklaşık yüzde 99'unu ortadan kaldırmayı başardı. 2016'da ise Kigali Değişikliği adı verilen protokolle birlikte ozon tabakasına zarar veren hidroflorokarbon üretiminin de azaltılmasına karar verildi.

BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC), 1992: 197 ülkenin onayladığı dönüm noktası niteliğindeki anlaşma iklim değişikliğini açıkça ele alan ilk küresel anlaşma oldu. Atmosferdeki sera gazı yoğunluğunu dengelemeyi amaçlayan COP, bu anlaşma çerçevesinde başladı. COP toplantıları da Kyoto Protokolü'nü ve Paris Anlaşması'nı ortaya çıkaracaktı.

Kyoto Protokolü, 2005: 1997'de kabul edilen ve 2005'te yürürlüğe giren Kyoto Protokolü, yasal olarak bağlayıcı ilk iklim anlaşması oldu. Protokol gelişmiş ülkelerin emisyonları 1990’daki seviyelerin yüzde 5 altına düşürmesini gerektiriyordu. Ancak başlıca karbon salan ülkelerden Çin ve Hindistan’ın da aralarında yer aldığı bazı ülkeleri harekete geçmeye zorlamıyordu. ABD ise 1998’de anlaşmayı imzaladı fakat hiçbir zaman onaylamadı ve daha sonra da imzasını geri çekti. 2012’de Doha’da yapılan COP18’de Kyoto Protokolü'nün 2020'ye kadar uzatılmasına karar verildi. ABD, Çin, Rusya ve Kanada ise uzatma kararını desteklemedi.

Kyoto Protokolü, iklim değişikliğine neden olan sera gazları için verilen emisyon izinlerinin alınıp satıldığı karbon piyasasının da temelini oluşturdu.

Paris Anlaşması, 2015: Bugüne kadarki en önemli küresel iklim anlaşması niteliğindeki anlaşma, ülkelerin emisyon azaltma taahhütleri koymasını şart koşuyor. 2015’te duyurulan ve 2016’da yürürlüğe giren anlaşmanın uzun vadeli iki hedefi var: Küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 dereceyle sınırlandırmak ve mümkünse 1,5 derecenin altında tutmak.

Anlaşmayı ilk etapta 197 ülke imzalamış ama yalnızca 191’i onaylamıştı. Onaylamayan ülkeler arasında Eritre, Libya, Irak, İran ve Yemen’le birlikte Türkiye de yer alıyordu. Ancak Türkiye bu ay anlaşmayı resmen onayladığını duyurdu.

Anlaşma ayrıca 21. yüzyılın ikinci yarısında salınan sera gazı miktarının atmosferden atılan miktara eşit olduğu seviyeye ulaşmayı hedefliyor. Bu seviye "karbon nötr" diye biliniyor.

Her 5 yılda bir ülkelerin ilerlemelerini değerlendirmesi için bir araya gelmesi bekleniyor. Bu görüşmelerin ilki 2023 için planlanıyor. Fakat ülkelerin bu hedeflere ulaşmalarını sağlayacak bir yaptırım mekanizması yok.

Anlaşmanın bilimsel temeli: Neden 1,5 ve 2 derece?

IPCC'nin 2021 değerlendirmesine göre, Dünya'nın ortalama sıcaklığı, sanayileşme öncesi seviyelerin yaklaşık 1,1 derece üzerine çıktı. 60’tan fazla ülkeden 200’den fazla bilim insanı tarafından hazırlanan rapor, ülkeler emisyonlarını hemen kesse bile gelecek 20 yıl içinde dünyanın 1,5 derecelik ısınmaya ulaşacağını veya bunu aşacağını tahmin ediyor.
 

_119869709_69514cfb-9afb-4ebc-88e9-abf175e9a09a.jpg

 

Artışın 1,5 dereceye ulaşmasıyla kabaca meydana gelecek ciddi çevresel etkiler arasında sıcak hava dalgalarının artması, kuraklık ve sellerin şiddetlenmesi, deniz seviyelerinin yükselmesiyle kıyı bölgelerinin su altında kalması, mercan resiflerinin yüzde 90'ının yok olması, okyanusların daha asidik hale gelmesi ve dünya genelinde tür kaybının artması yer alıyor.

Bilim insanları, 2 derece eşiğine ulaşılırsa sonuçların çok daha kötü olacağını söylüyor. 

Türkiye’nin Paris Anlaşması’yla imtihanı: "Emisyonları azaltma değil, artırma hedefi koydu"

Doğal Hayatı Koruma Vakfı’nın aktarımına göre Paris Anlaşması’na taraf ülkeler, ne zaman ve ne kadar taahhütte bulunacağına kendileri karar veriyor. Anlaşma, ülkelerin kendi şartlarına göre hazırladıkları Ulusal Katkı Beyanlarını baz alıyor.

Türkiye’nin Ulusal Katkı Beyanı’nda 2012’de 430 milyon ton olan toplam sera gazı emisyonlarının, 2030’da 929 milyon tona kadar çıkabileceği belirtiliyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı, Türkiye’nin aslında emisyon azaltma taahhüdü vermediğini, aksine emisyonları iki katından fazla artırabileceğini beyan ettiğini söylüyor. Zira TÜİK’in yayımladığı son sera gazı emisyonu envanterine göre 2019’da toplam emisyonlar 506,1 milyon ton karbondioksit eşdeğeriydi ve azalma eğilimini sürdürdü.

indir.png
Karbon dioksit, metan, nitröz oksit, hidroflorür karbonlar, perfloro karbonlar ve sülfürhekza floridden oluşan sera gazları Dünya'nın giderek ısınmasına sebebiyet veriyor (TÜİK)


Anlaşma onaylandı, peki şimdi ne olacak?

Türkiye aynı zamanda anlaşmayı onaylamayan tek OECD ve G20 üyesiydi. Independent Türkçe, Kasım 2020’de çevrimiçi düzenlenen G20 Zirvesi’nin bildirgesine Türkiye’nin şerh koyduğunu  ilk haberleştiren yayın olmuştu. Paris Anlaşması’na vurgu yapan madde hakkında ek bir açıklama yapan Türkiye sonuç bildirgesine bunu da ekletmişti. Eklenen açıklamada, "Mevcut iklim mimarisindeki adaletsiz statüsü nedeniyle Türkiye, Paris Anlaşması’nı henüz onaylamamıştır" ifadeleri yer almıştı.

fazla oku

Bu bölüm, konuyla ilgili referans noktalarını içerir. (Related Nodes field)

Öte yandan bundan bir yıl sonra anlaşma TBMM’de kabul edildi. Bu, çevrecilerin uzun süredir talep ettiği bir adımdı.

İlk yorum, TEMA Vakfı, Doğal Hayatı Koruma Vakfı ve Greenpeace'in de aralarında bulunduğu 15 çevre derneğinden geldi. Derneklerin yayımladığı ortak açıklamada Paris Anlaşması'na ilişkin kanun teklifinin onaylanmasıyla beraber Türkiye'nin iklim politikasında yeni bir dönem başladığı ifade edildi.

"Kanal İstanbul yapılırsa anlaşmanın ne anlamı var?"

Fridays For Future Türkiye'den Duru Barbak ise "Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı geçirmesi yeterli değil" açıklamasında bulundu. Türkiye’nin dünyada en çok karbon salan 16. ülke olduğunu vurgulayan aktivist, sözlerini şöyle sürdürdü:

Türkiye’nin COP’ta 2053’te karbon nötr olacağını açıklamayı hedeflediği söyleniyor. Bu çok geç bir hedef. Ayrıca bu hedefe de nasıl ulaşacağımızın ayrıntılı çizilmesi, büyük bir planlama yapılması gerekiyor.

"Türkiye, Paris Anlaşması’nın önemini biliyordu ama bekletti. Bilerek bekletti. Bu sırada da daha çok termik santral yaptı" diyen Melisa Akkuş ise güvensizliğini, "Yarın, öbür gün yine ağaç kesilecek, yine bir doğal alana inşaat yapılacak" sözleriyle dile getirdi.

İklim Öncüleri grubunda görev alan aktivist, Türk hükümetinden önce iklim acil durumunun ilan edilmesini, ardından da net sıfır karbon emisyonunun 2030’a kadar sağlanması için adımlar atılmasını talep ettiklerini aktardı.

Aktivist ayrıca, "Kaz Dağları, Akbelen Ormanı, Validebağ korusu gibi önemli doğal alanlarda ekolojik yıkıma sebebiyet verecek projelerin durdurulmasını talep ediyoruz" diye konuştu.

Ekolojik yıkım projelerinin yapılması demek, Paris Anlaşması’nın tamamen boşa imzalanması demek. Kanal İstanbul koca bir ekosistemi yok edecek. Kanal İstanbul’u yaparsanız anlaşmanın ne anlamı var?

Anlaşma neden 5 yıl sonra kabul edildi?

Türkiye’nin 2016’dan beri sürüncemede bıraktığı anlaşmayı bir anda onaylayacağını duyurması tartışmalara da neden oldu.

Önce Reuters, Paris Anlaşması hükümlerini hayata geçirmesi için Türkiye'ye 3 milyar 100 milyon euroluk yardım yapılacağını yazdı. Planın ayrıntılarını bilen kaynaklara dayandırılan haberde fonun Dünya Bankası, Fransa ve Almanya tarafından finanse edileceği belirtildi.

Bu da Türk lirasının değer kaybetmesiyle G-20'den düşeceği yorumu yapılan Türkiye'nin anlaşmayı bu fondan yararlanmak için onayladığına dair yorumları beraberinde getirdi.

Marmara Üniversitesi’nden öğretim üyesi Prof. Dr. Semra Cerit Mazlum da ekonomik nedenleri vurgulayan isimlerden. Cerit Mazlum, Türkiye’nin hem bu olası iklim finansmanından yararlanmak istediğini hem de sınırda karbon vergisi uygulamasından ürktüğünü ifade ediyor. Yeşil Gazete’ye konuşan Cerit Mazlum, "Sınırda karbon vergisi en büyük ihracatçısı AB pazarı olan Türkiye’yi olumsuz etkileyecek" dedi.

İş dünyasının da bu zorlukların farkında olduğunu belirten Cerit Mazlum’a göre buradan gelen baskının da anlaşmanın onaylanmasında payı var.

Buna göre daha önce Kyoto Anlaşması sırasında büyük iş çevreleri Kyoto’ya katılmanın önemli olduğunu söylerken orta ölçekli işletmeleri temsil eden TOBB gibi kurumlar çekinceliydi. Ancak şu anda hem TÜSİAD hem TOBB gibi kurumlar yaşayacakları maddi zorlukların farkında ve uzun süredir Paris için diretiyor.

Öte yandan Cerit Mazlum, Türkiye’nin bu kararı almasında toplumsal talebin de etkili olduğunu belirtiyor. 
 

761536-297532352.jpg
Dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Türkiye'de de iklim aktivistleri cuma günleri kitlesel protestolarla greve gidiyor (Independent Türkçe)


İstanbul Politikalar Merkezi (İPM) Kıdemli İklim Uzmanı Dr. Ümit Şahin ise Independent Türkçe’ye yaptığı değerlendirmede, "Müzakere taktiğinin başarılı olmadığı görüldü" yorumunu yaptı.

"Bundan sonra sadece iklim politikalarını değil enerji ve ekonomi politikaları başta olmak üzere pek çok alanda Türkiye'yi değiştirecek bir sürecin içinde olacağız" diyen Şahin, Türkiye’nin Ek-1’den çıkma ısrarından böylelikle vazgeçtiğini ifade etti:

Türkiye resmi olarak, Ek-1 ülkesi olarak görünse de temelde enerji politikaları açısından kömürün kullanımına devam etmek istendiği için mutlak bir azaltım hedefini almak istemiyordu. Bu yüzden de Ek-1 ülkesi olmaktan kaçınıyordu. Ancak yıllar içerisinde yaptığı çok sayıda talebin karşılık görmediğini ve bu müzakere taktiğinin başarılı olmadığını gördü. Birinci nedeni budur.

Şahin’e Türkiye'nin Paris İklim Anlaşması'nı onaylamasının bir nedeni daha var. Kömürün artık enerji politikalarında geleceğinin olmadığını Türkiye de anlamış durumda.

"En son Çin'in de ülke dışındaki kömür yatırımlarından tamamen vazgeçmesiyle birlikte dünyada kömür yatırımlarını finanse eden herhangi bir büyük ülke kalmadı" diyen Şahin sözlerini şöyle sürdürdü:

Dolayısıyla Türkiye de aslında yapmak istediği çok sayıda yeni kömür yatırımına çeşitli nedenlerle hem finansman bulamadığı için hem halkın tepkisi nedeniyle pek çoğunu iptal etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla Paris İklim Anlaşması'na taraf oldu.

 

771066-1828547126.jpg
Şahin, Madrid'de COP25 toplantısını da izlemişti (Ümit Şahin / Twitter)


Paris Anlaşması yeterli mi?

Birçok iklim uzmanı aslında Paris Anlaşması’nı yeterli bulmuyor. Buna göre ülkelerin taahhütleri yeterince iddialı değil ve küresel sıcaklık artışını 1,5 derece, hatta 2 dereceyle sınırlayacak kadar hızlı yürürlüğe girmeyecek.

Almanya merkezli kar amacı gütmeyen kuruluşlar Climate Analytics ve NewClimate Institute’un analizi, mevcut politikaların 2100’e kadar 2,9 derecelik bir sıcaklık artışıyla sonuçlanabileceğini gösteriyor.

UNFCCC’nin 2021 analizi de ülkelerin Paris Anlaşması kapsamındaki mevcut taahhütlerini yerine getirdiği durumda bile yüzyılın sonuna kadar 2,7 derecelik bir artış öngörüyor.

İklim uzmanı Alice C. Hill, "Paris Anlaşması yeterli değil. Müzakere sırasında bile yeterli olmadığı kabul edildi" diyor:

Bu sadece bir ilk adımdı ve beklenti, zaman geçtikçe ülkelerin emisyonlarını azaltmak için daha büyük bir hırsla davranmalarıydı.

Öte yandan bazı uzmanlar, ülkelerin taahhütlerini güçlendirmeleri halinde Paris Anlaşması'ndan umutlu. Halihazırda bazı ülkeler taahhütlerini güçlendirecekleri yönünde sinyaller de verdi. Bunlar arasında emisyonların baş sorumluları olarak görülen ABD ve Çin de yer alıyor.

ABD Başkanı Biden, Nisan 2021'de emisyonları 2030’a kadar 2005 seviyesinin yüzde 50 ila 52 altına indirmeyi hedeflediklerini ve Barack Obama'nın taahhüdünü ikiye katlayacaklarını duyurdu. Biden’ın yeni bir federal mevzuat olmadan bu iddialı hedefe ulaşıp ulaşamayacağı ise tartışmalı.

Çin de 2060’a kadar karbon nötrlüğü sağlamayı taahhüt ederken Başkan Şi Cinping, kömür tüketimini azaltma sözü verdi. Ancak ülkenin, hem yurt içinde hem de yurt dışında kömürle çalışan yeni elektrik santralleri inşa etmeye devam ettiği öne sürülüyor.

Paris Anlaşması’nın alternatifleri neler?
 

40AC907F-BCFD-4A61-A39B-9AA04AFC53CE_cx0_cy10_cw0_w1080_h608_s.jpg
Brezilya'nın 2016'daki Devlet Başkanı Dilma Rousseff, Paris Anlaşması İmza Töreni'nde konuşma yaparken görüntülenmişti. Ülkenin şimdiki başkanı Jair Bolsonaro ise Amazonlardaki yasa dışı ormansızlaşma nedeniyle eleştiri oklarının hedefinde (AP)


Bu arada bazı uzmanlar anlamlı iklim eylemlerinin Paris Anlaşması dışında gerçekleşeceğine inanıyor. Yale Üniversitesi’nden Ekonomist William Nordhaus liderliğindeki bir grup uzman yükümlülüklerini yerine getirmeyen ülkelerin cezalandırılacağı bir iklim kulübü kurma çağrısı yapıyor.

Diğer iklim uzmanları ise Paris Anlaşması’nı tamamlamak için belirli emisyonlara veya sektörlere odaklanacak yeni anlaşmalar yapılması gerektiğini savunuyor.

Kaliforniya Üniversitesi'nden uluslararası ilişkiler profesörü David Victor, "İlerleme, tüm ülkelerin bir araya gelmesiyle küresel olarak değil, daha küçük gruplar halinde ve sektörlere göre gerçekleşecek" diyor. Victor’a göre bu, havacılık veya çelik endüstrilerinde yapılabilir. Ayrıca ABD ve Çin arasında olduğu gibi ikili; veya G-20 gibi hükümetlerarası dar oluşumlarla başarılabilir.

Ancak iklim uzmanlarının büyük kısmı, eksikleri olsa da bu anlaşmanın arkasında durmak gerektiğini savunuyor.

18 yaşındaki iklim aktivisti Duru Barbak'a göre Paris Anlaşması’nın en zayıf yanı bağlayıcı, caydırıcı bir tarafı olmaması. Ancak aktivist, geniş çapta kabul görmesinin ve onaylanmasının da bu sayede mümkün olduğunu söylüyor ve şöyle ekliyor:

Anlaşma tabii ki yeterli değil ama şu anda elimizde olan uluslararası çaptaki tek anlaşma. Şu an elimizde maalesef daha iyisi yok.

© The Independentturkish

DAHA FAZLA HABER OKU